Sosyal Bir Tehdit Olarak Dövme ve Dövmecilik

Çocukluk ve gençlik yıllarımda gördüğüm dövmeli insan sayısı o kadar nadirdi ki hem tuhaf hem de korkunç geldiğini hatırlıyorum. Çünkü gördüğüm dövmeli kişiler genelde sosyopat veya psikopat denilen, hapishane hayatı yaşamış, kollarında faça tabir edilen jilet çizikleri olan belalı tiplerdi. Doğal olarak dövmeli kişilerin belalı ve sorunlu kişiler olduğu algısı bende yer etmişti.

Aleni suç işleyenlerin ve bu yönde bir hayat yaşayanların bir noktadan sonra kendilerini gizleme gereği duymadıkları ve hatta kimlikleriyle övünmelerinin bir delili de vücutlarındaki dövmeleriydi. Benden uzak dur, benden kork mesajını vermek için etkili bir yoldu.

Dövme olayının neden sorunlu kişiler arasında yaygınlık gösterdiğini, normal hayat sürenlerin neden kaçındığını da İslam dini açısından durumunu öğrendiğimde anladım. Kur’anı Kerim’de şeytanın söz ve amaçları bizlere aktarılırken şeytani işler de tarif ediliyor. Örneğin, Nisa Suresi 119. ayet (Diyanet Vakfı meali) «Onları mutlaka saptıracağım, muhakkak onları boş kuruntulara boğacağım, kesinlikle onlara emredeceğim de hayvanların kulaklarını yaracaklar (putlar için nişanlayacaklar), şüphesiz onlara emredeceğim de Allah’ın yarattığını değiştirecekler» (dedi). Kim Allah’ı bırakır da şeytanı dost edinirse elbette apaçık bir ziyana düşmüştür.» Bu ayet-i kerimede görüleceği üzere Allah’ın gazabını celbeden hususlardan birisi de Allah’ın yaratış şeklini beğenmeyip değiştirmek, tahrif etmek ve başkalaştırmaktır. Tıbbi bir zorunluluk olmadıkça yapılan her türlü estetik ve benzeri değişikliğin sorunlu ve tehlikeli olacağı açıktır. Sonuç olarak bizler Allah’ın emaneten verdiği vücutları kullanıyoruz. Kiralık araba kullandığımızda bile gösterdiğimiz özen ve hassasiyeti vücudumuzdan sakınmak hakkımız olmasa gerek. “Allah’ın yarattığını değiştirecekler” ifadesi kapsamına her türlü kalıcı ve keyfi vücut değişikliklerinin, gereksiz estetik operasyonların girdiğini söyleyebiliriz.

Deri içine iğne ile boya şırınga edilmesi ve burada kalıcı bir renklenme sağlayarak yapılan süsleme ve şekil verme demek olan dövmenin çok eski tarihlerden beri yapıla geldiğini biliyoruz. İslam öncesinde Araplar arasında da özellikle kadınların rağbet ettiği bir süslenme şekli olduğunu, Hz. Peygamberin birkaç sahih hadis-i şerifinde açıkça yasakladığını ve lanetlediğini dikkate almak gerekir. Örneğin: “Rasulullah (S.A.S.): ‘…Dövme yapan ve dövme yaptırmak isteyen kadınlara Allah lanet etsin’ buyurdu.” Buhari 594, Müslim 2124/119

İslam açısından şüphe götürmeyen bir yasak ve sağlık açısından da birçok riske (bulaşıcı hastalıklar ve enfeksiyonlar, kanserojen etkiler, ruhsal sorunlar gibi) açık olan dövmeyi yine de yaptıranların üstelik bu günahlarını teşhir etmek için yaptıkları şaklabanca giyinmeler, mesaj verme gayretleri, medyanın teşvik edici yayınları sonucu gençlerimizi özendirmeleri gerçekten sosyal bir sorun olmaya başladı. Küçük bir dövme ile başlayanlardan çoğunun daha sonra dayanamayıp yeniden yaptırdığını ve sonunda vücudunu tuhaf bir tabloya çevirdiğini görüyoruz. Toplumun manevi yapısını bozan her türlü melanetin öncülüğünü yapan sözüm ona sanatçı taifesinin dövme hastalığının yaygınlaşması için gösterdikleri gayret ve medyanın da bunları teşhir etmesindeki istekliliği her türlü beddua ve kötülemeye layık seviyelerdedir. Metreslerin sevgili olduğu, uyuşturucu kullanımının sanatçılar için olağan sayıldığı, homoseksüellerin baş tacı edildiği medya dünyasından hayır beklemek ne büyük saflık olur.

Bugün açık bir Allah’a isyan ve umarsızlık göstergesi sayılan dövme o kadar yaygın hal aldı ki mahalle aralarında izbe yerlerde bile yapan ve yaptıranlar var. Birde çok matah bir şeymiş gibi dükkan tabelalarında “Dövmeci” değil de “Tattoo” yazıyorlar.

Avrupa ve ABD televizyonlarında olan her türlü rezilliği bizim ekran ve evlerimize kısa sürede getirme konusunda oldukça başarılı olan yapımcılarımızın “Ink Master”, “Tattoo Nightmares” gibi dövmeci yarışması ve dövme sorunları ile ilgili programları ne zaman yapacağını merak ediyorum doğrusu. Bu ve benzer TV programları da yapılırsa,olayın artık kangren haline geldiğini ve dönüşün çok zor olacağını bilmemiz gerekir. Toplum sağlığı ve sosyal dokumuzun iyiliği için acilen önlem almak ve özendirici, kolaylaştırıcı faaliyetleri zorlaştırmak zorundayız. Kaybettiğimiz sosyal davalara birisi daha eklenmesin artık




Oğlum

 

Bu ikinci aşk olsa gerek,

Hasretinle yanıyor yürek,

Ne de çok özledim, severek,

Sana sarılmayı oğlum.

*

Asker olmak zor değil bana,

Hiç hasretim olmasa sana,

Yanaklarından kana kana,

Öpmeyi isterim oğlum.

*

Baba diyen güzel sesini,

Hızlı hızlı hoş nefesini,

Saçının her bir tanesini,

Özlemişim a canım oğlum.

*

Yine yaramazlık yapsan da,

Bilmeden kalbimi kırsan da,

Sen beni hiç anlamasan da,

Seni çok seveceğim oğlum…

 

…..

Ankara 2002

 




Sigara Denilen Meret

Şeytanın kardeşleridir diyor,

Kur’anda israf edenler.

Bende biliyorum diyor,

Hala sigara içenler.

*

Yaktığı sigara değil,

Hayatıdır o, içenin,

Soluduğu hava değil,

Sade zehirdir çekenin.

*

Dert, sıkıntı, hep bahane,

Yararı mı var, bir defa?

Bence hepsi bir divane,

Denilen nefsi müdafaa.

*

Verilen o emaneti,

Zevk uğruna harcıyorsun.

Veren varsa nasihati,

Sana ne! Benden diyorsun.

*

Bırak artık cehaleti,

Aklını getir başına.

İyi kullan o nimeti,

Acı gencecik yaşına.

 

…..

Kırklareli 02.12.1990

 

* Lisedeyken sigara içen arkadaşlarıma kızıp bu şiiri yazmıştım.

 

 




Geceler

 

Geceler, ana gibi kucaklayan,

Karanlıklar, nice sırlar saklayan,

Bir tek o var, bana beni okuyan,

Geceler benim! Benimle acı duyan.

*

Kitap gibi, karanlığı okutan,

Gözyaşımı örtüp, elimden tutan,

Her şeyi, herkesi, tavizsiz yutan,

Geceler benim! Bana huzur satan.

*

Yalnızlık acısı, onunla yalan!

Düşmandır geceye, kendini salan.

Ve zayıf ışıklar, gittikçe solan;

Geceler benim! Bana tek dost kalan.

*

Bir ihtişam, kıyamet gibi yaman!

O’nun malıdır, sessizce geçen zaman.

Ümitler minik, gerçekler kocaman;

Geceler benim! Özümde eleman.

*

Bir hareket, o güne hazırlanan,

Ama bir çoklar var, hala aldanan.

Olsa da cahilce sözlere kanan;

Geceler benim! Benimdir yaşanan.

Geceler benim! Gafletten ayıran.

Geceler benim! Ölümü anlatan.

Geceler bizim! Haşri hatırlatan.

Geceler bizim! O’nu doğrulayan.

Geceler bizim!

Geceler…

 

….

Kırklareli 07.01.1991

 




Sözde Müslüman

 

Ben bir müslümanım,

Dışım kirli ama, içim temiz!

Kafama göre takılırım;

Bazen namaz, bazen faiz!

*

Şeriat mı dedin, oda ne?

Senden daha dindar yok mu?

Küfür taarruzda, bana ne?

Benden başka mü’min yok mu?

*

Fazla derinlere dalmam,

Kara yobaz değilim!

Zalimlere ses çıkarmam,

Hiçte aptal değilim!

*

Bazen suyum olur şarap,

Sonra derim: Affet Ya Rabb!

İşin aslı gerçek adım;

Ben bir “Sözde Müslümanım”!

 

….

Kırklareli 25.08.1990

 




Haşlanmış Kurbağaya Döndükte Ağlayanımız Yok!

Meşhur deneydir bilirsiniz: Bir kurbağayı kaynar suyun içine atmışlar, sıçrayarak kaçmış ve kurtulmuş. Başka bir kurbağayı da normal suyun içine koymuşlar ama alttan da çok kısık bir ateşle yavaş yavaş ısıtmaya başlamışlar. Soğuk suyun içindeki kurbağa çok hafif ılıyan suda zevkle yayılmış ve suyun artan sıcaklığının farkında olmadan en sonunda haşlanarak ölmüş. Demek ki bazı olaylara birden bire maruz kaldığımızda ani tepki verip sıyrılıyoruz ama sinsice azar azar maruz bırakıldığımızda bütün savunma hatlarımız çöküyor ve asla kabul etmeyeceğimiz şeyleri bile artık normal görmeye başlıyoruz. İşte hal-i pür melalimizde budur maalesef.

Geçtiğimiz günlerde vizyona giren “Dracula Untold” (Drakula:Başlangıç) adlı filmi izlemiş bulundum. Osmanlı‘da Yeniçeri askerlerini devşirme sistemi, tarihte Kazıklı Voyvoda diye bilinen 3.Vlad’ın Fatih Sultan Mehmet‘e karşı giriştiği hainlikler sonunda Eflak Beyliğini kaybetmesi, bu arada yapmış olduğu korkunç işkenceleri ile meşhur olması şeklinde özetlenebilecek tarihi gerçeklerin ters yüz edilmesinden ibaret, yanlı ve abartılı tipik bir ABD filmi olmuş. Görsel efektlerle süslenmiş bir karalama ve kan içicilik şeklindeki sapıklığa meşrutiyet kazandırmayı amaçlayan klasik bir Yahudi filmiydi. Tabii ki seyrederken yanlış ve kasıtlı saptırmalardan ötürü yoğun tepkiler verdiğimi, yuh artık dedirten bölümlerde izlemeyi bıraktığımı söyleyebilirim. Tıpkı kaynar suya atılmış kurbağa gibi. Benzer tepkileri toplum olarak bir zamanlar “Gece Yarısı Ekspresi” filmine gösterdiğimizi de hatırlıyorum.

Kendi kendime bu film ve üzerimdeki etkilerini düşünürken en sonunda çok utandığım, mahcup hissettiğim, aciz ve günahkar duygular altında ezildiğim için bu yazıyı yazmak istedim. Çünkü kısmen doğru tarihi olayların saptırılmasına verdiğimiz tepkiden önce nice hayati ve büyük yanlışlara, sapkınlıklara, günahlara ve zihin yıkamalarına maruz kaldığımız halde sesimiz çıkmaz oldu. Ilık suya alışıp sonunda haşlanmış kurbağa olmuşuz da haberimiz yok. Artık normal gördüğümüz medya pisliklerinin hiç olmazsa bir kaçını hatırlatmak isterim.

Herkes bilir ki Allah‘ın en çok gazabını celbeden günahların başında kendisine şirk koşulması, sadece O‘na özel olan isim ve sıfatların fiilleri ile birlikte başkalarınca paylaşılmaya veya yok sayılmaya kalkışılmasıdır. İslam öncesi eski yunan mitolojisinde olduğu gibi çok sayıda tanrı ve yarı insan tanrıların varlığı modern teknikler ve yeni makyajlar yapılarak sürekli gözümüze sokulurcasına filmlere ve dizilere konu olmaktadır. Allah’ın açıkça affetmeyeceğini söylediği şirk ve küfür günahı o kadar düzenli ve yoğun işlenmeye başlamıştır ki çocuklarımızın izlediği çizgi filmlere varıncaya kadar yayılmış ve sıradanlaşmıştır. Haşa insan-tanrı modelinin tutması içinde Yahudi Marwell başta olmak üzere sapık yayıncıların çıkardığı Süpermen, Örümcek Adam, He-Man gibi sanal kahramanlar ile özenilen ve mümkün olabilen hale gelmeleri sağlanmıştır. Bu medya zehirlenmesine hepimiz maruz kaldık ve kalıyoruz. Şirkin ve küfrün kardeş günahı olan büyücülük ve şeytanla doğrudan işbirliği yapılarak sağlanan güç gösterileri özenilecek, doğru ve iyi şeylermiş gibi sürekli film ve dizilere konu olmaktadır. Bu konuda yerli dizi ve filmlerimiz bile yapılmıştır. Hala üzerimizdeki gazabı hissetmeden, en azından kalben buğz etmeden izlemeye ve çocuklarımızı sakındırmamaya devam edebilecek miyiz?

Siyonist Yahudiler sapkın din tarihlerinde ve yozlaşmış yaşantılarında ne varsa ele geçirdikleri medya tekelleriyle topluma dayatmaya, normalleştirmeye ve Allah inancını yok etmeye var güçleri ile çalışmaktadırlar. Şeytanla işbirliğinin somut delilleri olan Kabbala öğretilerini, illuminati teknikleri ile birlikte sürekli gündemde tutma gayretindedirler. Son zamanlarda iyice yaygınlaşan vampir film ve dizilerinin ardında İspanya‘dan da bu yüzden kovulduğu söylenen bir kısım Yahudilerin olduğunu görüyoruz. Muharref (bozulmuş) tevrat kaynaklarında şu ifadeler yer alıyor: “Et yiyin ve kan için. Yiğitlerin etini yiyeceksiniz ve dünya beylerinin kanını içeceksiniz. Sarhoş oluncaya kadar kan içeceksiniz.” (Hezekiel Bölümü 39/18-20) “Onları kasaplık koyunlar gibi ayır ve öldürme günü için onları hazırla.” (Yeremya Bölümü, 12/3)  “Çünkü o gün orduların Rabbi Yehova’nın günüdür. Hasımlarından öç alsın diye öç günüdür. Ve kana kana onların kanını içecek.” (Yeremya Bölümü, 46/10)

Ensest sapıklığı toplum içinde en çok infial uyandıran yozlaşmalardan ve zinanın en beter hallerinin başında gelir. Muharref Tevrat kaynaklarından Eski Ahit, Yaratılış kitabının 19. Babında kız kardeşlerin babalarını sarhoş ederek onunla yatmalarını ve çocuk peydah etmelerini anlatır. Üstelik babaları  Haşa Lut Peygamberdir. Bunun gibi söylemekten haya edeceğimiz şekilde gelini veya kız kardeşi ile olan ensest ilişkilerde anlatılmaktadır. Direkt olarak konuyu söyleyince mideniz bulanıyor değil mi? Ama “Game of Thrones” (Taht Oyunları) gibi diziler içinde sinsice verilince uyuşurcasına sessiz kalınıyor.  Bu dizide Lannister Hanedanından kız kardeş başkası ile evli olduğu halde öz abisi ile birlikte sürekli zina ediyor ve  peydahladıkları çocukta sonunda kral makamına geçecek kadar ilerliyor. Lannister hanedanının bayrağındaki simgenin de  şaha kalkmış aslan olması hiçte tesadüf olmasa gerek. Şahlanmış aslanın Yahudilerin simgesi olduğunu duymayan yoktur her halde. Akla gelebilecek her türlü zina, cinayet, şeytani güçlerle işbirliği, ahiret inancını yok etmeye yönelik reenkarnasyon, zombi filmleri gibi manevi dünyamıza yapılan saldırıları bu ve benzeri bütün yapımlarda görüyoruz. Tepki vermek bir yana artık normal karşılayıp birde adamlar yapmış deyip takdirle anlatır olduk. Ayrıca, dizide Türk asıllı bir kadın üstelik fahişe rolünde oynadığı için bir kısım medyamız tarafından göklere çıkarıldı. Vah olsun bizlere!…

Allah’ın gazabını en çok çeken günahlardan birisi de homoseksüelliktir. Bu sapkınlığa bir daha meyletmeyelim diye ibret için Kur’anı Kerim‘de anlatılan Lut Kavmi, Sodom ve Gomore halkının nasıl helak olduğunu duymayan kaldı mı? Bugün Avrupa’da eşcinsel evliliğinin yasal kılıfa sokulması, çok bilinen sözde sanatçı ve modacılarımızın olması bu sapıklığı masum ve sıradan görmemize yeter mi? Ne kadar da cesuruz! Özellikle son yıllarda ortaya çıkan hemen her dizi veya filmde en az bir çift eşcinselin yer alması, kahramanlık yapmaları ve sıradan hayatın içinde gösterilmeleri kesinlikle tesadüf değildir. Orantı yapıldığında toplum içindeki varlığı yüzdelik dilimlere girmeyecek kadar az olan bu kişilerin 15-20 kişilik yarışlarda bile özenle temsil ettirilmesi maksatlı bir duyarsızlaştırma ve normalleştirme operasyonudur. ABD‘deki Yahudi yapımcılar buna son derece dikkat etmektedir. Örneğin, halen gösterimde olan Survivor ve The Amazing Race programlarında bu sezon yarışan çiftler içinde de eşcinsellerin bulunduklarını ve her fırsatta sapkınlıklarını sergilemelerine destek verildiğini görebilirsiniz.

Amerikan film ve dizilerinde gösterildiğinin aksine ABD halkının çoğunluğunun aslında mütevazi ve kendince muhafazakar bir yaşantısı olduğunu duyuyoruz. Ama öyle bir algı oluştu ki bizde; hepsi alkolik derecesinde içki içen, her fırsatta uyuşturucu kullanan ve üreten, her gece başkasıyla yatan, eşini sürekli aldatan, aile birliğinin olmadığı, ateistlerin çoğunlukta olduğu, garip, yozlaşmış bir insanlar topluluğu gibi geliyor. Ve her ne hikmetse bütün yapımlarda en az bir kaç Musevi kahraman yer alıyor. Bu orana göre ABD’nin yarısının Yahudi olduğunu sanıyorsunuz. İşte algı ve yönlendirme operasyonu böyle bir şey. Birde bizimkilere bakalım: Sözde yerli dizilerimizi izleyenler; evlere ayakkabıyla girilen, her mutlu veya üzgün anını içkiyle perçinleyen, kadınların hepsinin aşırı dekolte giyindiği, fırsat bulan herkesin birbirini aldattığı vb ahlaksızlıklarla dolu bir ülke olduğumuzu zanneder. Üstelik başta Arap ülkeleri olmak üzere dışarıya da satılan bu diziler bizim tarihten gelen imajımızı yerle bir edip haksız şekilde ne kadar yozlaşmış ve İslam dışı bir toplum olduğumuz kanaatini pekiştiriyor. Kendi halkımızın kanına girdikleri yetmezmiş gibi başka ülkeleri de yoldan çıkarır olduk. Arap ülkelerinde insanlar birisine çok kızdığı ve aşağılamak istediğinde artık “Senin kız kardeşini / eşini / ananı Türk dizilerinde oynarken görmüşler” şeklinde hakaret eder olmuş. Yahu ömrünün en çok 1-1,5 yılı sarayda geçen, sürekli seferlerde savaş meydanlarında bulunan Kanuni Sultan Süleyman‘ı   haremden çıkmayan, dansözler karşısında içkili alemler düzenleyen birisi olarak gösteren “Muhteşem Yüzyıl” gibi “Muhteşem Rezalet” yapan alçaklarımız var. Daha ne olsun? Düşman dışarıda değil evimizde artık, uyumayalım…




Umutlar

 

Bir “ben” arıyorum,

Gereksiz konuşmayacak.

Bir “kalp” istiyorum,

Gaflete hiç dalmayacak.

*

Bir “gün” özlüyorum,

Haramın olmadığı.

Bir “söz” diliyorum,

Küfrün barınmadığı.

*

Bir şey bekliyorum,

Nefisler azmasın.

Mü’minler! Diyorum,

İslam’ı bozmasın.

 

….

Kırklareli 21.08.1990




Özlem

 

Gül cemalin yadıma düşende,

İçim yanar,  yüreciğim burkulur.

Bir çift görsem etrafımda gezende,

Özlem hançer olur ciğerime sokulur.

***

Geçsin saatler bir an önce,

Dayanamıyor insan sevince,

Acılar elbet bir gün bitecek,

Gül goncamı birden görünce…

***

Yüreğim bir yudum, hasretim bir umman.

Özenerek korudum, sana sevgim kocaman.

***

Dağlar başında, tipi boranda,

Soğuk vurduğunda senle avunurum.

Gece çökünce, elem gelince,

Hüzünlenince senle avunurum.

……

Ankara 2002




Zamanın Hikayesi

 

Hedefimizdir batı,

Bu yoldan hiç şaşmayın (!)

Bozup maneviyatı,

Çizmeyi hiç aşmayın!

Değil ki bize pislik,

İlim, teknik fen gerek.

Her türlüsü rezillik,

Bu mü’mine ne gerek?

Otuzuna varmış yaşı,

Bir rek’atlık namaz yok!

Sen gelde bu ayyaşı,

İnsan kılığına sok!

Hep hor görülen insan,

Şu dünya zindanında,

Sözde o da insan;

Şeytan var vicdanında!

Yalnız paran içinse,

Gösterdiği kardeşlik.

Düştüğün fakirlikse,

Yapacağı kalleşlik!

Tutsaklık giydirilir,

Şöhret diye kadına.

Onun ismi bellidir,

Kimse bakmaz adına.

Şeytanın ortağıdır,

O kılıklı insanlar.

Onlardan çok saygındır,

Tüm aptal hayvanlar!

Cennetiniz bu dünya,

İyi değerlendirin.

Zira öteki dünya,

Olmaz bu kadar serin!

Yalnız bir şişe yeter,

Eder seni madara.

Bu bir çoğundan beter,

Ah birde şu sigara!

Hangi baştadır aklın?

Her zaman gaflettesin.

Allah’tan olmaz saklın,

Neyi gizlemektesin?

….

05/12/1990 Kırklareli




Irkçılık, Menfi Milliyetçilik ve Haksız Hemşericilik Üzerine

Yeryüzünde gelmiş geçmiş kavimlerin içinde en koyu ırkçılık ve ayrımcılık yapanlar Yahudilerdir. Yahudilik onlara göre bir dinden ziyade bir ırkı ve soyu temsil eder. Haşa, Hz Havva ile Mel’un Şeytan’ın birleşmesinden dünyaya geldiğini savundukları Kabil’i gerçek ataları kabul ederler. Kabil’in babası kabul ettikleri Şeytanı Yahudiler bizim inandığımız gibi kötü görmeyip, Nur’u Ziya ismiyle tanımlayıp üstün yaradılışlı, ilim sahibi bir melek olarak bildiklerinden, ateşten yaratılmış olan kendilerini, topraktan yaratılan Hz Adem’den ve neslinden daha üstün bir seviyede görürler. Onlara göre sadece Yahudiler insandır. Hz. Adem’in soyundan gelenler ise onlara hizmet için yaratılmış olan hayvandan bir derece yukarıdaki hizmetçiler sayılan “Goim”lerdir. İşte yeryüzündeki savaşların, katliamların, fitnelerin en büyük kaynağı bu sapkın inançtakiler ile onların Masonlar gibi özel örgütlenmiş uşaklarıdır.

Yahudiler için Goimlerin canlarının ve mallarının hiçbir değeri olmadığından, her şey onların hakkı sayıldığından, fırsat bulduklarında Filistin’deki katliamlar ve işgaller gibi açıktan alçakça saldırarak, normal zamanlarda da bulundukları ülkelerde ticareti ve parayı ele geçirip, gizli yöntemlerle servet toplayıp kendi amaçları için kullanarak gücü elde tutmaya çalışırlar. Aslında onlar Şeytana ve Paraya taparlar. Allah’u Teala bütün insanlığı onların şerlerinden korusun. Bu konuyu en başta yazmamın temel nedeni tarih boyunca milliyetçilik ve bölücülük akımlarının arkasında onların veya uşaklarının yer alması, insanları birbirine düşürerek fırsatçılık yapmalarıdır. Dünya tarihine yön veren bütün akımların ve ülkelerin içinde aktif şekilde bulunmuşlardır. Yönetemediklerinde ise Büyük Osmanlı Hakanı Sultan Abdülhamit’e yaptıkları gibi isyanla ve gizli tertiplerle yok etmişlerdir.

En son gelen ve diğerlerinin aksine bizzat Allah’ın korumasıyla orijinal kalan Kutsal Kitabımız Kur’anı Kerim ile birlikte İslam dini ve onun Peygamberi Hz. Muhammed (S.A.S) Efendimiz bütün Mü’minlerin kardeş olduğunu ilan ederek sorunların kökünden çözülmesini sağlamıştır. En güzel çözüm budur. Rengi, dili, ırkı, cinsi ne olursa olsun bütün Mü’minler kardeşlik hukukuna göre muamele görmelidir. Yani canları ve malları dokunulmaz ve saygınlıkla korunması gerekir. Elbette kişiler mensubu oldukları aileleri gibi olan kavimlerini sevmeli ve güzel hasletleriyle övünmelidir. Bu sevme ve övünmenin de doğal olarak bir sınırı olmalıdır. Diğer kavimlere üstünlük iddiasının sırf mensubiyetten kaynaklandığı ve kan milliyetçiliğinin yapıldığı nokta Allah’ın ve Resulünün lanetlediği noktadır. İnsanlar ancak amelleri ve takvaları ölçüsünce üstün olabilirler. İslam dinine neredeyse 1000 yıldır bayraktarlık etmiş Türk kavmine mensup olmak dinsizce yaşayan birisine fayda etmeyeceği gibi, İslam düşmanı bir kavim olan Yahudilikten dönüp hakkıyla İslam’a yönelen birisi de hor görülüp dışlanmayacak, kardeş bilinecektir.  Mahşer gününde de ameline göre Allah’ın mükafatına nail olacaktır İnşallah.

Kendi adıma söylemek gerekirse, dünyanın sorunlu ve inançsız kavimleri ve ülkeleri içinde değil de, Türkiye‘de Müslüman bir ailede  dünyaya gelip yaşamayı nasip eden Allah’a çok şükrediyorum. Selahattin-i Eyyubi gibi İslam kahramanlarının torunu olmaktan, İslam’a çok büyük hizmetleri olup bizatihi Peygamber övgüsüne mazhar olan Türk kavminin içinde yaşamaktan mutluluk ve onur duyuyorum. 6 Yüzyıl kadar süren Osmanlı İmparatorluğu ve öncesindeki Selçuklular ve diğer Beyliklerle beraber Anadolu‘yu  vatan bilip kardeşçe birlikte yaşadık. Türk’üyle, Kürd’üyle, Arab’ıyla, Acem’iyle, Çerkez’iyle kısaca İslam ailesinin her üyesiyle  kader birliği yapıp İslam Ümmeti olmanın genişliğini ve rahatlığını, özgürlüğünü ve hoşgörüsünü tadarak geldik. Şimdi ise zoraki söylenen veya dağa taşa yazılan “Ne mutlu Türküm diyene”, “Bir Türk Dünyaya bedeldir”, “Varlığım Türk varlığına armağan olsun.” gibi ifadeler bize ait olmayan kökü gayri müslim fitne akımlarından başka bir şey değildir. Gerçek yakın tarihimizi biraz araştıranlar Osmanlının son dönemlerinden itibaren yıkıcı ve bölücü milliyetçilik akımlarının önce bağlı devletlerde, sonra Türkler, Kürtler ve hatta Araplar içinde nasıl çıkarılıp kışkırtıldığını, bütün bunların arkasındaki İngiliz oyunlarını ve perde arkasındaki Yahudi – Mason beyin takımını görecektir. Cumhuriyetin ilk yıllarında çocukların kafataslarını ölçecek kadar ileri giden yapılardaki gizli açık Yahudi ve mason parmağını anlayacaktır. Sadece birer örnek olması açısından Haim Nahum  ve Agop Dilaçar isimlerini araştırmanızı ve tarihimizdeki etkilerini incelemenizi tavsiye ederim. Ümmet olup büyük bir ailenin şerefli bir mensubu olmak varken, menfi milliyetçilik yapıp küçük bir odaya razı olmak ve lanet riskini üstlenmek nedendir? Ümmet olmak bizi birbirimize bağlayan mayadır, çimentodur, harçtır. Ailesi Muş‘tan gelip İstanbul‘da doğmuş ve yine ailesi Sinop‘tan gelip İstanbul’da doğmuş bir Hanım ile evlenmiş kişi olarak, ırka dayalı kafatasçı Türk Milliyetçiliğini de, Kürt Milliyetçiliğini de lanetliyor ve kabul etmiyorum.

Kanayan başka bir yaramızda, haksız ve yersiz hemşeri kayırmacılığıdır.  Ehliyet ve liyakat esasını gözetmeksizin yapılan atamalar, koltuk çıkmalar, haksız kazanç kapılarını açmalar gibi pek çok uygulamasını en vahşi şekilde görüyor ve yaşıyoruz. İnsanlarımızın kendilerini geliştirmek ve hakkınca bir yerlere gelmek için gösterdiği çabaya rağmen, sırf birileri ile aynı memleketten olduğu için haksızca öne alınanlar yüzünden toplumdaki ahlak anlayışı da, geleceğe olan güven duygusu da, toplumsal barışta zarar görüyor. Fırsat eşitliğinin olmadığı yerde adalet, huzur ve güven duygusu da yer almaz. Bugün Türkiye’de dönemsel olarak Bakan seviyesindeki görevler nedeniyle bütün teşkilatın baştan sona etkilendiği yapılaşmaları da  gördük, her dönem ve her kurumda  oluşan Karadenizlilik, Doğululuk vb. yapılaşmasını da. Bölgesel mikro milliyetçilik akımlarının bazıları her zaman, bazıları da zaman zaman ülke ve kurumların yönetiminde söz sahibi oluyor. Hepsi ehliyetsiz veya liyakatsizdir demiyorum ama onlardan başka kimse yokmuş gibi ve bazıları gerçekten hak etmediği halde yapılan bu olağan üstü hemşeri dayanışması gerçekten huzur bozucu ve güven sarsıcı etkiler yapıyor. Sorumluluk üstlenenlerin daha iyi çalışabilecekleri yönetici kadrolar ve ekipler kurmasını anlayışla ve saygıyla karşılıyorum. Ama otoparkçısından, şoförüne kadar silmece yaparcasına hemşerileri doldurma gayretini normal bulmuyor ve eleştiriyorum. Aynı şehirden olmasına rağmen ilçe düzeyinde hemşericilik yapanlarla, Alevi – Sünni mezhep ayrımcılığında bulunanların ise şirazeden çıkmış kişiler olduğunu beyan ediyorum. İşini namusuyla ve hakkını vererek yapan, gerekli eğitim ve becerilere sahip kişileri korumak ve haksız uygulamalardan sakındırmak iman ve ahlak sahibi her yöneticinin görev ve sorumluluğu içindedir.

Allah-u  Teala İslam Milletimizi ve Devletimizi en başta İslam düşmanlarından, ırkçılardan, fitnecilerden, bölücülerden, haksız iş yapan hırslı kişilerden korusun ve muhafaza etsin. Zalimlere fırsat vermesin. Bizleri de en güzel kardeşlik şuuru ile birlikte yaşayabilenlerden eylesin. Amin.

Kaynaklar:

  1. http://www.ahaber.com.tr/webtv/videoizle/desifre–31102014
  2. http://gercekler.tumblr.com/post/30795543818/ger%C3%A7ek-yahudilik-ve-satanist-yahudiler



İdam cezası geri gelmeli, hem de hemen!

Öncelikle şunu açıkça belirtmek gerekir: Bizleri ve kâinattaki her şeyi yoktan var eden, bizim için bütün nimetleri sınırsızca sunan ve karşılığında sadece kul olmanın şuurunda bulunmamızı isteyen Yüce Allah (C.C)’tan daha merhametlisi yoktur. O’nun sınırsız şefkatinden bir zerre verdiği annelerin, evlatları için nasıl mücadele ettiklerini ve gerektiğinde canlarını çekinmeden feda ettiklerini her yerde ve her zaman görebiliyoruz. Bizleri yaratan Allah’ın bizler için uygun gördüğü kurallardan uzaklaştığımız ölçüde zelil ve beter bir hayatı yaşadığımızı, sosyal dokumuzun bozulduğunu görmemek için ya ahmak ya da şeytanla hemhal olmuş bir nefse sahip olmak gerekir.

Her şeyi emaneten kullandığımız bu dünyada, başkalarına verilen can emanetine kastetmenin ne büyük bir cüret olduğunun en güzel ifadesinde “…. her kim bir nefsi, bir nefis mukabili veya yer yüzünde bir fesadı olmaksızın öldürürse, sanki bütün insanları öldürmüş gibi olur, kim de bir adamın hayatını kurtarırsa bütün insanların hayatını kurtarmış gibi olur…” (Maide Suresi/32)  İlahi hükmü açıkça yer alıyor. Hz. Âdem (A.S)’den itibaren bütün Peygamberlere gelen vahiylerde yer alan emirlerden birisinin “haksız yere insan öldürmeme” olduğu herkesin malumudur.

İnsanlığın başından bugüne kadar oluşan doğal hukuk normlarından birisi de Mütekabiliyet (karşılıklılık) değil midir? Hatta bu kural devletlerarası hukuk normlarından birisi haline gelmedi mi? Mesela, bugünlerde kötü niyetli Suriye yönetiminden sınırlarımıza bir mermi veya bomba geldiğinde anında karşılık veren bir Ordumuz yok mu? Mal çalan malıyla, can alan canıyla öder. Meğerki herkes tarafından meşru görülebilecek bir nedeni veya zarureti olmasın. Ya da mağdur olan taraf bütün delillere rağmen bir fidye karşılığı olsun veya olmasın ceza talebinden vazgeçip mücrimi (suçluyu) affetsin. Toplumda her birey kendi başına adalet tecelli ettiremez ama adaleti tecelli ettirme yetkisine sahip olanların verdikleri kararlar insanların vicdanlarında karşılık bulacak ve hiç olmazsa biraz tatmin edecek bir etki yapmadıkça, resmen ve zoraki olarak kabul edilmiş görülse bile asla saygı duyulmayacak ve yürek yangınlarını söndürecek alternatif çareler aranacaktır. Çocuk katili ve tecavüzcülerin hapishanede şişlenerek öldürüleceklerini ummak gibi…

2009 yılında Ramazan Bayramını hepimize zehir eden bir olay yaşadık. Kayseri’de şeker toplamak için komşularını ziyaret eden biri erkek 3 küçük yavrumuz bir sapık tarafından zorla alıkonuldu, tecavüz edildi ve hunharca katledilerek uzak bir yerde gömüldü. 18 ay boyunca yapılan aramalar ve soruşturmalar sonucunda yakalanan sapık katil cezaevine konuldu. Yavruları katledilen 2 annenin yürek yangınını hapis cezası söndürür mü? Ellerine geçse paramparça edecek kadar hınçla dolan ailelerin sükût bulması nasıl sağlanır? Ancak kısasa kısas ile. O yüzden “ “Ey akıl sahipleri, sizin için kısasta hayat vardır…(Bakara/179)” diyen Rabbimizin fermanına en kısa sürede yeniden uymamız gerekir. Azgın katillere hak ettikleri cezalar verilmediği gibi, siyasi çıkarlar uğruna zaman zaman çıkarılan aflarla ortalığa tekrar salıverilmeleri mağdur yakınları için hakaretin ve aşağılamanın daniskası değil midir? Bir katili ancak maktulun yakınları affedebilir. Devletin dahi böyle bir yetkisi olamaz. Kişi veya kurumlar kendisine karşı işlenen ve mağdur edildiği konularda inisiyatif gösterip davasından vazgeçebilir. Hatta kamu hakkı ve düzeni söz konusu olduğunda kişi davasından vazgeçse bile kamu adına davanın devam ettirildiğini görüyoruz.

Kobani meselesini bahane edip ülkemizi tekrar savaş alanına çevirmek isteyen ve onlarca masumu katleden aşağılık şehir eşkıyalarının yaptıklarından sonra yakalansalar bile hapiste rahatça dinleneceklerini bilmek hepimizi deliye çeviriyor. Fakir fukaraya et dağıtmak için evinden ayrılan 16 yaşındaki Yasin BÖRÜ’ye topluca işkence edip bıçaklayan, 3. kattan aşağı atan, üzerinden araba ile geçip en sonunda başını taşla ezen hayvandan daha aşağılık sefil ve soysuzların yaptıkları yanlarına kar mı kalacak? Mazlumun dini ve milleti sorgulanamaz. Dünyanın her yerinde haksız yere öldürülen insanların yaşadıkları acılar önemli ve saygıya değerdir. Maalesef en çok zayi edilen ve hayatları söndürülen mazlumlar İslam coğrafyasından çıkıyor. Bugün terörle İslam kelimesi birlikte anılmaya çalışılsa da, gelmiş geçmiş en büyük katliamları Hristiyanlar, Yahudiler, Bolşevik Dinsizler, Budistler v.b. yapmıştır ve yapmaya da devam ediyorlar. Katlettikleri Müslüman kemiklerinden Kilise inşa edecek kadar vahşileşen Avrupa medeniyetinin bugün bizlere insan hakları adı altında dayatmalarda bulunması karanlık ve kanlı yüzlerini örtmeye yetmez. Avrupa tarihi kan, savaş ve sömürge ile yoğrulmuştur. İdam cezasının kaldırılması için bahane edilen AB normlarını kabul etmiyor ve saygı duymuyorum.

Adaletin hızlı ve etkili düzeyde sağlanması kaçınılmaz bir ihtiyaç ve toplum huzuru için gerekli bir sorumluluktur. Kendi hayatımdan örnek vermek gerekirse; evime girilmesi ve bina kapımızın çalınması ile sonuçlanan 3 hırsızlık olayında mağdur oldum. Hırsızlar yakalanamadı. Çocuklarım bir maganda sürücünün neden olduğu kazada yaralandı ve kalıcı yara izlerini ömür boyu taşıyacaklar. Aradan geçen 5 aya ve şikayetçi olmamıza rağmen henüz davası bile açılamadı. Bir yakınım Üsküdar’da korkunç bir kaza sonucu bir kolunu kaybetti, kafa kırığı ve beyin zedelenmesi ile yoğun bakımda günlerce komada hayat mücadelesi verdi. 2013 yılı Ocak ayında meydana gelen olay için bugüne kadar sadece bir kez duruşma yapılabildi ve daha ne kadar süreceği de belli değil. Şükürler olsun ki bir tecavüz veya cinayet konusu olmamasına rağmen bizleri bu kadar üzen, yavaşlığı ve etkisizliği nedeniyle hayal kırıklığına uğratan hak arama mücadelemiz gerçekten cinayet gibi hayati bir konuda olsaydı ne yapardık, nasıl yaşardık düşünemiyorum bile. Evladını, eşini, anne veya babasını haksız bir cinayetle kaybedenlerin yaşadığı ıstırabı anlamak veya tarif etmek yalan olur.

Allah’ın yarattığı her can kutsal ve saygıya değer olarak yaşamalıdır. Başka canlara kastetmediği veya toplumda fitne ve fesada yol açacak vatan hainliği gibi büyük suçlara, çocuk tecavüzü gibi aşağılık eylemlere kalkışılmadığı sürece herkes canından emin olarak yaşayabilmelidir. Her şeye rağmen, can aldığı takdirde can vereceğini bilen divaneler elbette çıkacaktır ama bu kadar çok ve pervasız değil. Adalette  merhamet olmaz düsturu ile en yakın zamanda İdam cezasının tekrar yürürlüğe girmesini talep ediyor ve fırsat bulduğum her platformda savunacağımı ifade ediyorum.