Anayasa Değişikliği Yapılacaksa İstediklerimiz ve İstemediklerimiz Nelerdir?

Her ne kadar ülkemizin çok daha acil ve önemli sorunları olsa da Hükumetin anayasa değişikliğini ısrarla gündeme getirmesinden kaçınmanın pek mümkün olamadığını görüyoruz. Bu nedenle akıntıya karşı kürek çekmek yerine, doğru hedefe dümen kırmanın şuurunda olmak ve mümkün olduğu kadar hayırlı gelişmelere yöneltmek arzusuyla bu yazıyı kaleme alıyorum. Hukukçular gibi yapısal açıdan değil, duyarlı bir vatandaş ve akademisyen nazarıyla yaklaşıyorum.

Israrla yeni anayasa denilse de aslında hiçbir anayasa yeni kalmıyor. Darbe dönemlerinde yapılan büyük revizyonların dahi zaman içinde önemli ölçüde değiştirildiğini biliyoruz. Sırf değiştirmiş olmak için baştan sona farklı bir anayasa yazmak için ne toplumsal mutabakatın ne de siyasi olgunluğun gelişmediğini düşünüyorum. Çünkü görüş alınan STK’lar belli ve aşırı taraflı, iktidar kısmı son ana kadar gizli saklı, muhalefet tarafı her şeye hayır keskinliğinden bir türlü kurtulamıyor. Bu şartlar altında, toplumun önemli bir kısmının duygu ve düşüncelerine, temel değerlerine aykırı olsa da çok sayıda düzenlemenin umarsızca yapılageldiğini, yapılmasını istediklerinin de sürekli göz ardı edildiğini izledik.

Anayasa değişikliğinde yer almasını istediklerimiz:

1- 2010 yılında Anayasanın 10. maddesindeki  “Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür.” cümlesinin arkasına eklenen “Bu maksatla alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı olarak yorumlanamaz.” cümlesi ile buz gibi ayrımcılığın, kanunlar nezdinde erkek düşmanlığının, sapkın içerikli toplumsal cinsiyet dayatmalı İstanbul Sözleşmesinin önü açılmıştır! Kamu tarafında hem kadın-erkek eşitliği denilip hem de açıkça kadından tarafa anormal bir yapılanmaya neden olan bu ifade çıkarılmalıdır!

2-Sürekli istismar edilen ve darbelere dayanak tutulan laiklik ilkesinin ne demek olduğu anayasal metinde yer almalı, din ve vicdan hürriyeti kapsamında devletin dine ve dinini yaşama hakkına olan mesafesi tanımlanmalıdır.

3-Ailenin tanımı yapılarak erkek ve kadının evliliği ile çocuklardan oluşan çekirdek yapısı 41.madde içinde yer almalıdır. Eşcinsel evliliğin, eşcinselliğin reklam ve propagandasının yasaklığı açıkça yazılmalıdır. CEDAW sözleşmesinden sonra dayatılan Toplumsal Cinsiyet Rolleri Eşitliği sapkın düşüncesinden yola çıkılarak yok edilen “aile reisliği” modeli geri getirilmeli, insani olarak kadın -erkek eşitliği temelinde fakat aile içindeki doğal rolleri özelinde sorumluluk, hak ve yetkilerinin farklılığı sosyal ve kültürel değerlerimize uygun olarak işlenmelidir.

4-80 Darbesi sonrasında ABD’nin Türkiye’deki nüfus gelişimine ket vurmak için dayatmasıyla Anayasanın 41.maddesine sokulan “Devlet, … aile planlamasının öğretimi ile uygulanmasını sağlamak için gerekli tedbirleri alır, teşkilatı kurar.” ifadesi derhal çıkarılmalıdır. Nüfus büyüme hızımızın eksi değerlere düştüğü, toplumun hızla yaşlandığı bir süreçte aile planlaması denilen nüfus karşıtı ödevlerin Anayasamızda yer alması makul değil, zararlı bir haldir!

5-Ak Parti döneminde 2004 yılında Anayasanın 38. maddesine eklenen “Ölüm cezası ve genel müsadere cezası verilemez.” ifadesi değiştirilerek her türlü şüpheden uzak şekilde delillerle ispatlı haksız cinayetlerde, çocuk tecavüzleri ve silahlı terör eylemlerinde idam cezasının gelmesi sağlanmalıdır. Ayrıca mala ve bedene kasıtlı zarar verenler için fiilen kısas gibi mütekabil cezaların verilmesine imkan sağlanmalıdır. Bu değişiklikleri önleyen Avrupa İnsan Hakları ek protokollerinden ve diğer sözleşmelerden de çekilme kararı alınmalıdır.

6-Anayasanın mümkün olduğu kadar sadeleştirilmesi, güncel gelişme ve ihtiyaçlara göre hem daha hızlı hem de daha kolay olan kanunlar yoluyla ayrıntıların işlenmesi temel görüş olmalıdır. Bu nedenle temel konular dışında kalan ayrıntılar anayasadan çıkarılarak kanunlara aktarılmalıdır.

7-Devlet yapısının adeta bir din veya tarikat tutuculuğuna dönüşen keskin Kemalist ideolojiden rahatlatılması ve Milli birlik ve bütünlüğümüze halel getirilmeden yapılabilecek diğer kuşatıcı/birleştirici/kaynaştırıcı düzenlemelerden yana olmakla beraber; şu andaki siyasal ve toplumsal iletişimin zayıflığı yanında aşırı gerginliği nedeniyle çok anlamlı ve faydalı bulmadığımdan, daha esnek ve barışçıl bir süreç içinde değerlendirmek üzere ertelenebileceğini düşünüyorum.

8-Milletvekilliği bir meslek değil geçici görevdir! Milletvekilliğinden emekli olup sonra tekrar seçildiğinde bu sefer ayrıca maaş alma garabetine ve israfına son verilmelidir. Milletvekili olunduğu sürece makul bir ücret alınması, görevi bittiği zaman asli mesleği veya göreviyle ilgili gelirine dönmesi, eski milletvekili olmanın bazı konularla ve şahsi ayrıcalıkla sınırlı sosyal haklar şeklinde taltif edilmesi sağlanmalıdır.

Anayasa değişikliğinde yer almasını kesinlikle istemediklerimiz:

1-Siyonist sermeyenin sponsorluğu ve tahakkümü altında faaliyet gösteren Dünya Sağlık Örgütü ile Paris İklim Anlaşması gibi mihrakların dayattığı düzenlemeler anayasamıza işlenmesin, mevcut kişisel ve kamusal haklarımızdan geriye dönüş, azaltma, eksiltme ve daraltma olmasın!

2-Vatandaş olarak vücut bütünlüğümüz ve sağlığımız üzerindeki haklarımızda, yetkilerimizde, hem kişisel hem de Velisi-Vasisi olduğumuz aile fertlerimiz ve özellikle çocuklarımız açısından bir eksiltme-daraltma olmasın!

3-Seyahat ve mülkiyet gibi temel haklarımız, tarım ve hayvancılık, ticaret ve girişimcilik gibi faaliyetlerimiz açısından bir eksiltme, daraltma veya alıkoyma gibi yeni kısıtlamalar eklenmesin! Zorunlu haller açıkça tanımlansın ve yargı denetiminden kaçırılan idari karar yolları bulunmasın.

Konuyu ayrıntılarla uzatmak mümkündür ama meramımızı anlatmaya bu kadarının kafi olduğuna inanıyorum. Çözülmesi beklenen yığınla toplumsal sorun ve talepler meclis gündemine bile alınmıyorken, anayasa değişikliğinde bu kadar öncelik ve ısrarın; gündemi karartan ve oyalayan, küresel mihrakların hedeflerine hizmet eden sakıncalı bir yaklaşım olduğunu düşünüyor, her şeye rağmen Vatanımıza ve Milletimize hayırlara vesile olmasını diliyorum.




EYT Düşmanlığı Her Kabahati Örter mi?

Rahmetli Bülent Ecevit Hükumetinin, 1999 yılında Milletin başına bela ettiği 4447 sayılı kanunla ortaya çıkan Emeklilikte Yaşa Takılanlar meselesinde, tarih bir kez daha tekerrür etti! Sayın CB Recep Tayyip Erdoğan hükumetinin 2023 yılında çıkardığı  7438 sayılı kanunla, kendisi de ayrı bir facia olan 5510 sayılı yasaya geçici 95. madde eklenerek, EYT mağdurlarının büyük bir kısmına emeklilik yolu açıldı.

2023 EYT düzenlemesi SGK odaklı sorunları çözmek yerine, kerhen yani istemeyerek yapılan bir günü kurtarma operasyonuydu. Sivil toplum dayanışması açısından neredeyse kemikleşmiş ve giderek siyasallaşan büyük bir sosyal kitlenin; 2019 yerel seçimlerinde sandıktan verdiği acı mesajın farkında olunarak, 2019 yılı Kasım ayında “seçim kaybetsek de ben bu işte yokum” denilen inadı kırıldı ve kısmi rahatlık sağlandı. Aksi halde  2023 genel seçimlerinin kazanılamayacağı çok belli idi. Nitekim seçim sonuçları da bu tabloyu çok net gösterdi.

EYT’nin kendi içindeki mağdurları tam kapsamadan (kısmi ve 5000 primciler), Bağ-Kur tescil ve yüksek prim günü mağduriyetini söz verildiği halde gidermeden, EYT’den daha eski olan çırak ve stajyerlik sigortası sorununu çözmeden, sadece 1 gün fark olsa bile 9 Eylül 1999 sonrası işe girenlerin 17-20 yıl emekliliklerinin ötelenmesinin nedeni, mağdur kitleyi bölüp yönetilebilir parçalara ayırmaktır! SGK mağduriyetlerini tamamen kaldırmak değildir! Tarihin en eski emperyalist yönetim taktiklerinden birisi olan böl-parçala-yönet stratejisinde, İngilizler açık ara uzmandır. Kendisi de Milli Görüş hareketinin bölünmesiyle ortaya çıkan Ak Parti yönetiminin, mağdur kitlelerin siyasal etkinliğini kontrol etmek için bu yöntemi uygulaması etik olmasa da garip değildir!

EYT düzenlemesi, emeklilik haklarına geriye dönük el konulan mağdurlardan özel veya sağlık şartları gereği normal prim günlerini dolduramamış sigortalıların, yaş haddinden kısmi emeklilik haklarını geri vermemiştir. 1999 öncesi emeklilik için yeterli olan 5000 prim gününün aynen uygulanacağını defaatle ilan eden dönemin Çalışma Bakanı ve Ak Parti Meclis Başkan Vekillerine rağmen, kanundaki prim gün sayısı 2002 tarihli kademeli usulde çıkmıştır. Bu iki konuda yanlış yönlendirilen ve umut verilen zaten mağdur olan insanlarımız, eksik primlerini tamamlamak uğruna SGK’ya ödemeler yapmış, borca girmiş, kredi çekmiştir. Ancak günün sonunda hem emekli olamamış hem de borçlanarak ayrıca mağdur edilmiş, şeddeli zulme maruz bırakılmışlardır.

Bağ-Kur tescil mağdurları hiç gündeme dahi alınmamış, prim gün sayısının 9000’den 7200 güne indirilmesi için hem Bakan hem de CB tarafından söz verilmesine rağmen gereken yapılmamıştır. Sayın CB yakın zamandaki bir konuşmasında EYT düzenlemesinden memnuniyetsizliğini ve pişmanlığını tekrar etmiş, sadece Bağ-Kur prim indirim sözünü yinelemekle kalmıştır. Bakanların ve bazı vekillerin EYT düzenlemesine ve EYT mağdurlarına olan kötü duyguları defalarca ortaya konulmuş, SGK tabanlı ve özellikle emeklilere yaşatılan zulme en büyük bahane yapılmıştır. Bu düşüncesiz ve dirayetsiz tavır yüzünden diğer mağdur kesimleri ile EYT’den yararlanan eski mağdurlar arasına kin ve nefret tohumları ekilerek, sosyal fitneye neden olunmuştur!

CB ve kabinesinin EYT mağdurlarına olan düşmanca söylemlerine CB Sayın Erdoğan’ın oğlu Bilal Erdoğan’da katılarak yeni boyutlara taşımış veya yapılan garabete tüy dikmiştir! “EYT büyük bir felaketti, kandırıldık!” diyen Sayın Bilal Erdoğan, bu sözleri ile ne kadar topluma ve sorunlarına uzak kaldığını, babasının aksine ne kadar öngörüsüz ve dirayetsiz bir durumda bulunduğunu göstermiştir! Sayın Bilal Erdoğan ve onun gibi düşünen EYT düşmanlarına bazı konuları sormak isterim!

-Öncelikle EYT mağduriyetini tam olarak biliyor musunuz? “Emeklilikte yaşa takılanların yaş ortalaması 49,9’dur” diyen dönemin Çalışma Bakanı Sayın Vedat Bilgin’mi doğru söylüyor, yoksa “42-45 yaşında emekli oldular” diyen siz mi?

-Babanızın hükumeti ile 2008 yılında çıkarılan 5510 sayılı kanunla Emeklilikte Aylık Bağlanma Oranlarının %28 gibi anormal seviyelere düşürüldüğünü, bağlanan emekli maaşlarının da sadaka gibi kaldığını, bu maaş hesabından utanan Hükumetin en düşük emekli maaşına seyyanen zam katarak şu anda ancak 12.500 TL’ye çıkardığını, bu maaşla değil bir ailenin tek kişinin bile geçinmesinin mümkün olamayacağını bilmiyor musunuz?

-Gençlerimize Kur Korumalı Korumalı Mevduat Hesabı ile faiz simsarlarına hiç bir karşılığı olmadan hazineden hortumla para akıttığınızı anlattınız mı? Ödediği primlerin hakkı ile emekli maaşı alan EYT mağdurlarını şeytanlaştırırken, faiz simsarlarına neden kör, sağır ve dilsiz kaldınız? Sizi bu konuda kimler kandırdı?

-Hava ulaşımında aktif olmayan Balıkesir Havaalanı gibi ödeme garantili müflis yap işlet projelerden, pandemi sırasında herkes evinde mahpusken bile ödemesi azaltılmayan otoyol ve köprülerden hazineye doğan zararlar, EYT’nin doğal maliyetine göre devede kulak mı? Gençlerimizi bu konularda uyardınız da biz mi duymadık?

-Seçime bağlı geçici bir görev olan Milletvekilliğinden 2 yılda ballı emeklilik ve tekrar seçilince duble maaş saltanatından, 4-5 yerden huzur hakkı alan süper gelirli Bakan yardımcısı ve bürokratlardan, envai çeşit kuruluştan maaş bağlanan Ordu Büyükşehir Belediye Başkanı gibi siyasilerden, hiç bir alakası olmadığı halde demir çelik işletmelerine yönetim kurulu üyesi yapılan bakan eskilerinden, birilerine koltuk vermekten öteye gitmeyen işlevsiz ve cisimsiz kalan CB Politika Kurulu üyelerinden rahatsız oldunuz da biz mi bilmiyoruz? İsraf ve haksızlık denilince bunlar da aklınıza geliyor mu?

Maalesef her Türk genci sizin ve Sayın Binali Yıldırım beyin oğlu  gibi gemi filoları kuracak kadar şanslı veya nasipli değil! O yüzden kendiniz hak etseniz de burun kıvırdığınız EYT emekliliği hakkında, bir kısmı emekliliği nasip olamadan vefat etmiş mağdurlar için, haksız ve istihza dolu konuşmalar yapmayınız ve milyonlarca insanın vebalini üstlenmeyiniz! EYT düşmanlığınız her kabahatinizi örtmeye yetmez! Ama milletin gözünden ve gönlünden hızla düşmenize yeter de artar bile!

Gençleri gerçekten düşünüyor ve değer veriyorsanız; meslek liseli ve çırak gençlerimize yaşatılmaya devam edilen ucube yarım sigorta meselesini ve 1 gün farkla dayatılan 17-20 yıl geç emeklilik garabetini acilen çözmek için destek olabilirsiniz! Buyurun efendim, Halep oradaysa arşın burada!…




Devlet Memurlarının Talepleri Nelerdir?

Kısaca “Toplumsal Beklentiler” adıyla bilinen ve aslında yıllardır çözülmesi istenen, birçoğu kronikleşmiş talep ve mağduriyetlerimiz var. Ne yazık ki Yüce Meclisimiz tatil yapmaktan, ne kadar faydalı ve gerekli olduğu belirsiz devlet anlaşmalarını (Filistin vatandaşlarının Türkiye’de, Türk Vatandaşlarının Filistin’de ehliyetlerinin geçerli sayılması gibi!) tartışmaktan, toplumsal beklentileri konuşmaya bir türlü fırsat bulamıyor!

Gittikçe kabaran toplumsal beklentileri gruplara ayırarak derlemeye karar verdiğim yazı serisinin ilkinde, Devlet Memurlarının sorun ve taleplerini yazmaya çalışacağım. Ne kadar gayret etsem de mutlaka eksikler de çıkacaktır. Onları da yorumlama eklemeleri dileğiyle değerli okuyucularımın anlayışına bırakıyorum.

Devlet memurları arasında en fazla mağdur edilen grup, Yardımcı Hizmetler Sınıfıdır. Aidat tahsildarı, atama kulisçisi, lüks yaşama özentili sendika ağalarının kendi sözleşme ve belgelerini dahi unutarak mağduriyetlerini sürdürdüğü, kompleksli kamu amirlerinin yönetimde tahakküm şehvetlerini söndürdüğü, bütün kalite kriterlerine aykırı olmasına rağmen ısrarla sürdürüldüğü bir garip sınıftır yardımcı hizmetler. Yardımcı hizmetler sınıfının kaldırılarak mensuplarının eğitimlerine uygun genel idari ve teknik hizmetlere aktarılmasını istiyorlar ve haklılar da! Taşerondan sözleşmeli işçiliğine geçen kardeşlerimizden de düşük maaşları alan, emeklilikte en çok sefil edilenlerden olduklarını da söylemeye gerek yoktur sanırım.

Devlet memurlarının tamamını ilgilendiren büyük bir sorun da emekliliğe yansıtılmayan maaş ve aylık gelir kısımlarıdır. Özellikle geçen yıl kanuna karşı muhalefet edilerek 375. KHK’ya eklenen geçici 40. maddesi ile sadece çalışan memurlara seyyanen zam yapılması tam bir haksızlık, zulüm, ekonomik ve sosyal bir faciadır! Bu garabet yüzünden zincirleme sorunlar çıkmıştır! Emekli memurlar şimdi 14.500 TL olan fark yüzünden sefil olmaktadır. Maaş bağlanma oranlarını yüzde 40 civarına düşüren bu uygulama sonucu artık devlet memurları emekli olmayı asla düşünememektedir. Kamu kurumları 65 yaşına kadar zorla çalışan, mutsuz ve verimsiz personelle dolmaktadır. Artık devletin yaş ortalaması hızla yükselecektir. Memurlar emekli olmadığı için gençlerimiz de kamuda boş kadro bulup atanamıyorlar. Bu haksız ve vicdansız uyanıklığın millete maliyetini gören yok mu? Memurların maaşlarına çeşitli isimlerle eklenen sabit gelirlerin mutlaka emekliliğe yansıtılması gerekir. Değişken olanlarda ise bir oranlama sistemine geçilmelidir.

Sözleşmeli veya kadrolu memurların, gerek normal kurumlarda, gerekse  üniversite ve belediyeler gibi özerk kuruluşlarda en çok maruz kaldığı sıkıntılardan birisi de eş durumu sorunu ve aile birleşimi engelidir. Suiistimal edenlere ağır yaptırım ve önlemler eşliğinde, aile birleşimi kolaylığı sağlanmadığı sürece devletin aile hassasiyeti kağıt üzerinde kalmaktadır. Şu anda çoluk çocuk ayrı şekilde yaşamaya veya artık dayanamayarak boşanmaya zorlanan binlerce memur ailesi bulunmaktadır. Aile dostu politikalar gerçek icraatlar ile gösterilmelidir!

Devlet memurlarının, EYT düzenlemesi sonrası mağdur edildiği diğer bir konu da askerlik ve eğitim borçlanmasıdır. SSK ve Bağ-Kur sigortalıları işe giriş öncesi askerlik için borçlanarak, askerlik kadar süreyi geriye çekebilirken, bu haktan Devlet Memurları SGK’nın keyfi yorumuyla mahrum bırakılmıştır. Diğer dönem astsubaylar sivil okul borçlanmasından yararlanabilirken, 2000-2002 arası dönemlerdeki astsubaylar da tuhaf bir şekilde bu haktan faydalandırılmamıştır. Memurların, askerlik ve sivil eğitim borçlanma sorunları çözülmelidir.

Kurumlar arası yatay geçişle kariyer değişikliği imkanı 657 sayılı devlet memurları kanununda yer almasına rağmen, Milli Eğitim Bakanlığının 12 yıl önce yayınladığı bir yönetmelikle bu hakkın kullanımı iptal edilmiştir. Kanuna aykırı düşen bu yönetmelik 12 yıldır yürürlüktedir. Öğretmenlik eğitimi almış ve zaten memur kadrolu liyakatli öğretmenler varken çocuklarımızın öğretmensiz bırakılması, ücretli öğretmenlik vb. geçici çözümlere gidilmesi, iyi niyet ve başarılı yönetim anlayışıyla izah edilemez. Bu sorun giderilerek tekrar ilk atamalarda yüzde 3 oranında memur öğretmenlere yatay geçiş yolu açılmalıdır.

Türkiye’de çalışacak yabancı mimar ve mühendisler için en az asgari ücretin 4 katı maaş ödenme şartı bulunmaktadır. Ne yazık ki bu oran memur kadrosunda çalışan yerli mimar ve mühendislerimiz için çok görülmektedir. Milyonlarca insanın hayatın etkileyen iş ve projelere imza atan memur kadrolu mimar ve mühendislerin, çok düşük maaşlara mahkum edilmesi çok yönlü tehlike ve sıkıntı kaynağıdır. Nitelikli personelin devletten uzaklaşması, yolsuzluk gibi istenmeyen olaylara zemin kurması, kalite ve verimliliğin düşmesi gibi sorunlar sıraya girmektedir. Mimar ve Mühendisler ile yakın grupta sayılan hakim-doktor kadrolu memurlar arasındaki gelir farkı yıllar içinde uçuruma dönmüştür. Bu haksızlıkların giderilmesi gerekir.

3600 ek göstergenin verilmesinde eksik kalan ve vaatler yapıldığı halde unutulan lisans mezunu devlet memurları ile emeklilerinin geciken hakları verilmelidir. Aynı şekilde fiilen yöneticilik yetki ve sorumluluklarını üstlenen ama ek gösterge ve ek ödeme gibi konularda düz memur muamelesi yapılan kamu şeflerinin de bozulan ekonomik yapıları düzeltilmelidir.

Bazı bakanlıklarda meslekler arası ayrımcılık açısından anormal derecelerde sorunlar yaşanmaktadır. Örneğin Sağlık Bakanlığındaki yönetim makamlarının yüzde 95’i sadece hekimler tarafından doldurulmuştur. 39 sağlık branşının temsilcileri sayı ve görevlerine uygun hakkaniyetle temsil makamı bulamamaktadır. Bunun adı hegemonyadır. Aynı şekilde Türk Silahlı Kuvvetlerinde de subaylar ve astsubaylar arasındaki ayrımcılıklar göz ardı edilemez boyutlara ulaşmıştır. İnfaz Koruma Memurları fiilen hayati risk taşıyan tehlikeli ve yıpratıcı bir görev yaparken genel idari hizmetler sınıfında tutularak mağdur edilmektedir. Kısacası bakanlıklarda olması beklenen meslekler arası hiyerarşi ve hakkaniyet, yerini ayrımcılık ve zulüm boyutlarına bırakmıştır. Bunların düzeltilmesi istenmektedir.

Kurum yöneticilerinin keyfi tasarrufu ve bazı memurların asli işinden kaçınması sonucu yaşanan bir durum da memurların kendi kadro ve görevinde olmayan işleri yapmasıdır. Bazen zorunluluk nedeni olsa da genelde gönüllü bir görevlendirme olduğu bilinmektedir. Bu yüzden asli işini yapamayan memur ve memur adayları da çoktur. Bakanlıkların bu konuya göz yumması ve desteklemesi nedeniyle sağlık yönetimcisi, laborant, optisyen, İİBF mezunları gibi çok sayıda meslek mezunları kendi kadrolarında iş bulmakta zorlanmaktadır. Ayrıca yüksek puanlarla gelerek 4001 kodu kolaylığından yararlanan farklı meslek mezunları, kapağı devlete atabilmek için yapmayacakları işlere başvurmaktadır. İşe başlayınca yeniden atama için fırsat kollamakta ve ilk imkan bulduğunda bırakıp gitmektedir. Bu kişiler yüzünden işgal ettikleri kadrolar yanmakta, hem kamu kurumu hem de asıl branş mezunları mağdur olmaktadır. Bu tür etik olmayan zararlı memur yöntemlerine karşı tedbir alınmalıdır.

Yakın zamanda FETÖ vb. iltisaklı yöneticilerin kasıtlı işleri, bir kısmı haksız bir kısmı haklı da olsa verilen disiplin cezaları nedeniyle sicili bozulan memurlar da vardır. Çeşitli af ve düzenlemelerin konuşulduğu bugünlerde memurlara sicil affı da beklentiler arasındadır.

Bildiğim ve duyduğum memur sorunları ve beklentileri bunlardır. Meclis ve Hükumetin değerlendirerek çözmesi dileğiyle bilgi ve dikkatinize sunarım.




İklim Dayatmalarını Ne Kadar Biliyoruz?

Paris İklim Anlaşması, iklim yasası, iklim değişikliği bakanlığı, karbon ayak izi gibi ifadeleri ilk duyduğumda, ben de her vatandaş gibi vasat bilgi ve görüşlere sahiptim. Duruşuna değer verdiğim yazar ve tanınır kişilerin yoğun tepkisi ile, hükumetin büyük bir iştahla iklim yasasını ve beraberinde çok sayıda düzenlemeyi gündeme alma çabaları yeterince şüphe ve merak uyandırıcı oldu.

Devlet kurumlarında baş döndürücü bir yapılanma yaşandı. Daha ne olduğu anlaşılmadan Çevre ve Şehircilik Bakanlığına “İklim Değişikliği” de eklendi. İklim Değişikliği Başkanlığında ilk kurulan yapılardan birisi de Karbon Fiyatlandırma Dairesi Başkanlığı oldu! Sanki senaryosu ve oyuncuları çok önceden belirlenmiş ve eğitilmiş gerçek zamanlı “realityshow” içinde hissettik kendimizi!

Bu konuda ileri geri konuşmadan önce kaynak araştırması ve okumalar yapmak istedim. Böylelikle hissettiğim gidişatı gerçeğe en yakın olabilecek şekilde tarifleyebilirdim. Mümkün olduğu kadar kısa ve özet tutarak tespit ve düşüncelerimi sunuyorum.

Okumaktan çabuk sıkılanlar için süper kısa tespitlerim:

1- İklim anlaşmaları ve karbon hezeyanlarının temelinde, dünyanın var oluşunda, su ve hava gibi doğal kaynakların yaratılmasında hiçbir hakkı ve emeği olmayan muhteris bir güruhun, ısmarlama iklim paranoyalarına dayanarak global kazanç ve varlık kontrolünü sağlama açgözlüğü yatıyor!

2-Geleneksel tarım ve hayvancılık yöntemlerini baskılayarak suni kıtlıklar çıkarmak, gıda kaynaklarını ve dağıtım kanallarını tekelleştirmek istiyorlar!

3-Eşcinsel sapkınlığını kapıdan kovulsa da bacadan giren pislik gibi iklim değişikliği uygulamalarında da zorla sokuyorlar!

4-Geleneksel aile yapısına olan düşmanlıklarını “özellikle kadın” adresli işlemler ile hayata geçirip ailesinden koparılmış, erkeğinden ayrıştırılmış kadınların sayısını tarım ve işletmelerde de artırmayı hedefliyorlar!

5-Hızlı, kaliteli ve ekonomik sağlıklı et kaynağımız olan büyükbaş hayvancılığı bitirmek istiyorlar!

6-Haram kabul edilen yapay et ve böcek gibi alternatif protein kaynaklarına zorluyorlar!

7-Sıfır karbon dayatmasıyla konut ve işletmelerin büyük maliyetlere katlanarak ayak uydurmasını, buna gücü yetemeyen orta kuşak vatandaşların hızla mülk kaybı yaşamasını ve hemen her alanda sahip yerine kiracı modeline dönüşmesini amaçlıyorlar! Yani sinsi bir mülksüzleştirme projesini uyguluyorlar.

8-Deli Dumrul vergisi gibi yoktan ihdas ettikleri, kendilerine ait olmayan havanın kullanımından vatandaşa vergi çıkarıyorlar.

9-Karbon ayak izi veya kotası gibi uygulamalar ile en temel sağlık, seyahat, beslenme ve çalışma gibi haklarımıza kısıtlama getirmeyi hedefliyorlar!

10-Ülkenin temel egemenlik haklarını, ekonomik ve idari bağımsızlığını uluslararası çeteleşmiş örgütlere peşkeş çekmeye doğru gidiyorlar. Pandemi sırasındaki şaibeli davranışları ile öne çıkan, sapkın davranışlı yöneticileri ile meşhur olan Dünya Sağlık Örgütü’nün en büyük finans kaynaklarından birisi olan Bill Gates ve vakıflarının yürüttüğü nüfus karşıtı programları, binlerce ölüme ve sakatlığa yol açan aşı kampanyalarını duymayan kaldı mı?

Aslında yukarıda özetle açıkladığım tespitlerimi 39 resmi belgeyi ilk taramamla çıkarmıştım ve her birini açarak ilerlemek istiyordum ama vazgeçtim. İklim anlaşması, sözleşmesi, protokolü ve yasası gibi dayatmaların ne kadar art niyetli ve şeytani bir plan olduğunu anlatmak için arif olana bir paragraf yeter de artar bile! Siyasi tarafgirlik veya menfaatleri uğruna, gerçeklere gözünü ve gönlünü kapatmış olanlar içinse destanlar yazsak faydası yok!

Acknowledging that climate change is a common concern of humankind, Parties should, when taking action to address climate change, respect, promote and consider their respective obligations on human rights, the right to health, the rights of indigenous peoples, local communities, migrants, children, persons with disabilities and people in vulnerable situations and the right to development, as well as gender equality, empowerment of women and intergenerational equity,” (PARIS AGREEMENT, intro)

İklim değişikliğinin insanlığın ortak kaygısı olduğunu kabul ederek, Taraflar, iklim değişikliğine yönelik eylemde bulunurken insan hakları, sağlık hakkı, yerli halkların, yerel toplulukların, göçmenlerin, çocukların, engellilerin ve savunmasız durumdaki kişilerin hakları ve kalkınma hakkı ile toplumsal cinsiyet eşitliği, kadınların güçlendirilmesi ve kuşaklar arası eşitlik konularındaki yükümlülüklerine saygı göstermeli, bunları teşvik etmeli ve dikkate almalıdır.” (Paris Anlaşması, giriş)

Bu paragrafta geçen diğer insani atıflara hiç boşuna bakıp aldanmayın! Onlar asıl zehirlerini sulandırmak ve maskelemek için kullandıkları altı boş riyakar erdem kalıplarıdır!

Sapkınlık ve aile düşmanlığı parolası olan toplumsal cinsiyet eşitliğine atıf ve şart koşulması, Paris Anlaşmasının 3 yerinde geçiyor! Meselenin iklim değişikliği veya sıcaklık olmadığını anlamayacak kadar saf mıyız? Eşcinsellik tavan yapınca, aile diye bir şey kalmayıp herkes hayvanlar gibi güdüsel yaşayınca mı hava sıcaklığı düşecek, atmosfer tamir olacakmış? Güya iklim ve atmosfere bu kadar hassas olan AB ve ABD’nin, Gazze gibi küçücük bir alana katil israil siyonistleri tarafından son bir yılda atılan binlerce ton bomba için en ufak bir itiraz veya önlem aldıklarını duydunuz mu?

İklim anlaşması ve yasası ile peşinden getirilmek istenen anayasa değişikliğinin, milletimizin ve neslimizin hayrına olmadığına kanaatim tamdır! Yüce Allah önce bizlere, sonra başımızdakilere iman ile feraset nasip etsin, siyonist senaryolu bu tuzaklardan cümlemizi muhafaza eylesin! Amin!…