SÜDGE Yönetmeliği ve Uygulaması Çalışma Hayatına Zarar Veriyor!

         14.09.2004 tarihli Resmî Gazetenin 25583. Sayısında yayımlanarak yürürlüğe giren SÜRÜCÜ DAVRANIŞLARINI GELİŞTİRME EĞİTİMİ (SÜDGE) YÖNETMELİĞİ ve uygulamasının, bugüne kadar yüzbinlerce insanımıza zarar verdiği, amacına hizmet etmediği, çok ağır şartları, pahalılığı ve ulaşım zorluğu nedeniyle; özellikle mesleği ve aile geçimi sürücülük üzerine olan vatandaşlarımıza ayrı bir eziyet aracına dönüştüğü görülmüştür!

          Yönetmelikte “2918 sayılı Karayolları Trafik Kanununun 48 inci maddesine göre ikinci defa geçici olarak sürücü belgeleri alınan sürücülere sürücü davranışlarını geliştirme eğitimi verilmesi, bu eğitimi verecek birimlerin açılması ve faaliyetleri ile ilgili usul ve esasları belirlemektir.” Şeklinde tanımlanan amacının hayatın akışına uymadığı ve aleni zarar kaynağı olduğu açıktır.

          Yasada atıf yapılan “uyuşturucu veya uyarıcı maddeleri almış olan sürücüler ile alkollü olan sürücülerin” SÜDGE kapsamında verilmeye çalışılan eğitimle gelişmesi mümkün değildir. Ancak SÜDGE yönetmeliğinin çok ağır ve adeta ikinci bir cezalandırma modeli gibi işletilmesi nedeniyle korku ve endişe kaynağı olarak kaçınma etkisi öne çıkmaktadır.

SÜDGE ile ilgili sıkıntılar 2 ana grupta değerlendirilebilir:

  1. SÜDGE için yetkilendirilen kurumun uygunsuzlukları.
    • SÜDGE için görevlendirilen Sağlık Bakanlığının eğitim nosyonu oldukça sınırlıdır ve sürücüler için doğru kurum değildir.
    • SÜDGE eğitimini veren sağlık personelinin asli görevleri eğitim değildir! (Madde 6 — Sürücü Davranışlarını Geliştirme Eğitimini; psikiyatri uzmanları, pratisyen hekimler, psikologlar ve trafik eğitimcileri verir. Eğitimci psikiyatri uzmanları, pratisyen hekimler ve psikologlar, Bakanlıkça eğitime tabi tutulur ve kendilerine sertifika verilir.)
    • SÜDGE’nin Sürücü Kurslarının da bağlı olduğu Milli Eğitim Bakanlığı denetiminde ve yine Sürücü Kurslarında özel yetkili eğitimciler tarafından verilmesi gerekir.
  2. SÜDGE Kurslarına fiili erişim, maliyet ve uygulama zorlukları.
    • 2024 yılında 10.100 TL alınan kurs bedeli özellikle çalışamaz durumda bırakılan insanlar için ağır bir yük ve ayrı bir cezadır.
    • SÜDGE kursu almaya zorlanan binlerce kişiye karşılık, her şehirde İl Sağlık Müdürlüğü tarafından sadece 1 yerde SÜDGE kursu açılarak, en fazla 12 kişi ile sınırlı tutularak, insanların yıllarca SÜDGE sırasında perişan edilmesine neden olunmaktadır. (Madde 8 — Eğitime alınacak sürücü sayısı bir eğitim seansı için en az 4 kişi en fazla 12 kişidir.)
    • 4 ile 6 gün yapılan kursların sadece hafta içi mesai saatlerinde ve her hafta yalnız 1 gün olarak, 1,5 aya uzatılan uygulaması gereksiz uzunlukta ve fiilen başka bir işte huzurla çalışılamaz kılmaktadır. (Madde 9 — Eğitim programı süresi en az 24 saattir. Program günde en fazla 6 saat haftada 1 gün olmak şartı ile en az 4 haftada tamamlanır. Eğitimcilerin önerileri doğrultusunda Müdürlük tarafından eğitim programı uzatılabilir.)
    • Bir yakının vefatı, raporla ispatlanan ağır bir hastalık veya kaza gibi mücbir haller asla kabul edilmemekte, 1 gün bile katılım sağlanamazsa bütün SÜDGE dönemi iptal sayılarak para ödemesi yanmakta ve yeniden sıraya girme zorunluluğu dayatılmaktadır. (Madde 12 — Eğitim programına hangi sebeple olursa olsun kesintisiz devam edilmesi esastır. Herhangi bir nedenle eğitim programından ilişiği kesilen sürücüler bir sonraki eğitim programına kayıtlarını yaptırmak şartıyla yeniden devam edebilirler.)

          Yukarıda özetlenen sorunlar nedeniyle SÜDGE uygulaması insanlarımız için tam bir eziyet ve ikinci, üçüncü cezalandırma aracına dönmüştür. Asli ceza süreleri biten binlerce sürücümüz sırf SÜDGE kurslarında yer bulamadığı, bulduğu vakit en ufak bir sorunda hakkının yandığı bir uygulama ile hayatından bezmekte, işine dönemediği için kendisiyle birlikte geçiminden sorumlu olduğu ailesinin de mağdur olmasına vesile olduğu için sosyal buhranlar yaşamaktadır. SÜDGE’nin bu hali ile sürdürülebilir ve amacına uygun fayda sağlaması mümkün değildir. SÜDGE Yönetmeliği, adeta vatandaşa nasıl eziyet edilir düşüncesiyle hazırlanmış gibidir.

SÜDGE Eziyetinin bitirilmesi için önerilerimiz:

  • SÜDGE yönetmeliğinin uygulamasında Sağlık Bakanlığı yerine Milli Eğitim Bakanlığı sorumlu olmalıdır.
  • SÜDGE eğitimlerini zaten alanında yetkili olan Sürücü Kursları vermeli, eksik olan eğitimci personel için Milli Eğitim Bakanlığı sertifika programı açmalıdır.
  • Sürücü Kurslarının yetersiz görülmesi halinde alternatif kurumlar, her il ve ilçede yaygın olarak bulunabilen üniversitelerdir. Milli Eğitim Bakanlığının yetkilendirdiği üniversiteler bünyesinde SÜDGE kursları açılarak, yaygın ve hızlı şekilde verilmesi sağlanabilir.
  • SÜDGE kurs ücretleri düşürülmeli, asgari ücretin 1/3 oranını aşmaması gibi kıstaslar getirilmelidir.
  • Yönetmelikte düzenleme yapılarak; katılım sayısı, kurs merkezlerinin yaygınlığı, mücbir hallerde esneklik, hafta sonları veya akşam programları şeklinde erişim kolaylıkları eklenmelidir.

Vatandaşlarımızı geliştirmesi, sağlığını ve hassasiyetini yükseltmesi beklenen SÜDGE’nin ağır bir eziyet aracı olmaktan kurtarılması ve amacına hizmet etmesi sağlanmalıdır.




Asgari Ücretle İlgili Kapsamlı Reform Şart Olmuştur!

       Eylül 2024 itibarı ile net 17.002 TL olan asgari ücret ile değil geçinmek, yaşamak dahi imkânsız derecede zorlaşmıştır. Asgari ücretin ne kadar dramatik bir değer kaybına uğradığının en güvenilir delili altın alım gücü karşılaştırmasıdır. 2002 yılında oldukça sıkıntılı ekonomik şartlara rağmen, bir asgari ücretle 2,2 Cumhuriyet altını alınabiliyorken, şu anda ancak 0,91 Cumhuriyet altını alınabilmektedir. Reel olarak bütün çalışanların en az 1,3 Cumhuriyet altını kaybı her ay yaşanmaktadır. Ak Parti Hükumetinin bu gerçeği gizlemek üzere sürekli dolar karşılığı karşılaştırmasında bulunması ise siyasi kurnazlıktan öte bir durum değildir. Çünkü doların kendisi de karşılıksız basılabilen güvenilmez ve enflasyonla değer kaybı yaşayan bir finansal enstrümandır. TL’den farkı ise enflasyon karşısında daha yavaş değer kaybetmesidir.

       Asgari ücrette reform yapılma gereğinin tek nedeni fiili değer kaybı değildir. Bu değer kaybına rağmen asgari ücretin özellikle kamu dışında kalan alanlarda neredeyse standart ücret seviyesi olarak merkeze oturduğunu görüyoruz. Nitekim DİSK Araştırma Raporunda özel sektörde çalışanların %60’ının asgari ücretin en fazla %20 üzerinde veya daha altında maaş aldığı ortaya konulmuştur. Euronews haber sitesinde yayınlanan bir grafikte (Şekil 1) ise asgari ücretin %5 fazlasının altında çalışanları oranı açısından Türkiye açık ara birinci olarak yaşanan sefalet çizgisini %37,5 oranıyla göstermiştir.

        Türk-İş Ağustos 2024 raporuna göre; dört kişilik ailenin aylık gıda harcaması tutarının (açlık sınırı) 19.271 TL, gıda ile birlikte diğer tüm temel harcamaları için haneye girmesi gereken toplam gelir tutarının (yoksulluk sınırı) ise 62.772 TL, bekâr bir çalışanın aylık yaşama maliyetinin ise 24.962 TL’ye yükseldiği görülmektedir. Özellikle büyükşehir şartları ve kira giderleri dikkate alındığında asgari ücret seviyesinin ne kadar düşük kaldığı daha net anlaşılacaktır.

       Asgari ücret açısından tabloyu daha da kötüleştiren diğer bir neden ise Türkiye’de önemli bir kesimin asgari ücretin altında gelirle yaşamak zorunda kalmasıdır. Kayıt dışı çalışanların %83’ü asgari ücretin altında maaşa katlanmak zorunda kalmıştır. Kısmi çalışma vb. nedenlerle asgari ücretin altında geliri olan çalışanların oranı yaklaşık %33,8 olmuştur. Kamu tarafında dahi asgari ücretin altında ve birçok haktan mahrum şekilde çalıştırılan tahminen 200 binden fazla personel bulunmaktadır. Ekders ödemesi altında toplanan ücretli öğretmen, usta öğretici, fahri Kuran öğreticisi, Aile Bakanlığı ekdersli meslek elemanları ve hatta Gençlik ve Spor Bakanlığı EYS Antrenörleri gibi çok sayıda kuruma dağılmıştır. Sadece Milli Eğitim Bakanlığında neredeyse 20 yıldır sürekli istihdam politikasına dönüşen 90 bin civarında ücretli öğretmen bulunmaktadır.

Şekil 1: Avrupa’da Asgari Ücret Karşılaştırması

Geldiğimiz durum itibarı ile asgari ücret fiilen ortalama ücret haline dönmüştür. Toplumun sosyal ve ekonomik refahını giderek yok eden bu soruna çok yönlü reform yapılma zamanı çoktan gelmiştir.

Asgari ücretle ilgili çözüm ve iyileştirme çalışmalarında yer alması gerektiğine inandığımız önemli hususlar şunlardır:

  1. Asgari ücrete zorunlu yıllık kıdem katsayısı getirilmelidir. Net asgari ücretle çalışma süresi en fazla 2 yıl ile sınırlandırılmalıdır. 2. yıldan itibaren her yıl için maaş çarpanında belli oranlarda zorunlu yükselme standart hale getirilmeli ve kamu tarafından takip ve denetimi sağlanmalıdır. Süresi dolmadan işten çıkarma, kayıt dışı çalıştırma gibi kurnazlıklara karşı etkili denetim ve cezalandırma sistemi uygulanmalıdır.
  2. Kamuda ekders adı altında sürekliliğe dönüşen istihdama kısıtlama getirilmeli ve çok özel ve geçici şartlara tabi tutularak uygulaması zorlaştırılmalıdır.
  3. Asgari ücretin üstünde maaş aldığı halde SGK’nın haksız maaş bağlama politikaları yüzünden mağdur edilen ve primini tam yatırmaktan kaçınan çalışanlar için tatmin edici teşvikler, yüksek prime yüksek maaş garantisi getirilmelidir.
  4. Alacaklının icra takibi, boşanmış kadınlarda süresiz nafakanın kesilmememe isteği gibi nedenlerle kayıt dışı çalışanlara karşı daha etkili sorgulama ve tespit yöntemleri getirilmelidir.
  5. Kamuda karşılığı olan kariyer mesleklerin (hemşirelik, mühendislik, öğretmenlik gibi) özel sektörde asgari ücretle istihdam edilmeleri yasaklanmalı, özel sektör kariyer mesleklerinin maaşı en az kamudaki en düşük derece karşılıkları kadar olmalıdır. Daha düşük meslek çalışanı kaydı yapılması sistemsel olarak önlenmelidir. Yıllar içinde kıdem katsayısı uygulaması özel sektörde kariyer meslekleri için de yapılmalıdır.



Türkiye Varlık Fonu’nu Anayasamıza Uymaya Davet Ediyorum!

Sigorta şirketleri üzerinden yurt dışına aktarılan sermayemiz konusunda araştırma yaparken, Türkiye Varlık Fonu’nun (TVF) portföyünde bulunan 2 lisans dikkatimi çekti ve önce bu konuda yazmaya karar verdim.

Türkiye Varlık Fonu’nda 7 sektöre dağılmış 31 şirket ve 2 lisans görülüyor. TVF’ye 2017 yılında 49 yıllığına devredilen 2 lisans ve konuları şunlar:

1-Nakit Karşılığı Şans Oyunları Lisansı. Kapsamı: Karşılığı nakit olmak üzere oynatılan Piyango, Hemen-Kazan, Sayısal Loto, Şans Topu, On Numara ve Süper Loto oyunları ile ilgili mevzuat çerçevesinde izin verilebilecek benzer şans oyunları.

2-At Yarışı Düzenleme ve Bahis Kabul Etme Lisansı. Kapsamı: Yurtiçinde at yarışları düzenleme, yurtiçinde ve yurtdışında düzenlenen at yarışları üzerine bahis kabul etme hak ve yetkileri.

Yani bu iki lisansta KUMAR pisliği hakkında! Kumarın bir pislik ve terk edilmesi gereken kebair günahlardan birisi olduğunu bizzat Yüce Allah haber veriyor!: “Ey iman edenler! (Aklı örten) içki (ve benzeri şeyler), kumar, dikili taşlar ve fal okları ancak, şeytan işi birer pisliktir. Onlardan kaçının ki kurtuluşa eresiniz. Şeytan, içki ve kumarla, ancak aranıza düşmanlık ve kin sokmak; sizi Allah’ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık vazgeçiyor musunuz?” Maide 90-91

Kumarın vatandaşlarımız için uzak durulması ve korunulması gereken bir pislik olduğunu Anayasamız da tescil etmiştir. Anayasanın 58. maddesinde “Devlet, gençleri alkol düşkünlüğünden, uyuşturucu maddelerden, suçluluk, kumar ve benzeri kötü alışkanlıklardan ve cehaletten korumak için gerekli tedbirleri alır.” ifadesi yer aldığına göre, Devlet aklı da kumarın ne derece zararlı ve  tedbir alınması gereken bir kötülük olduğunun gayet farkındadır!

Bir kumar çeşidi olan piyangonun başına MİLLİ ifadesinin getirilmesi pislik olduğunu gizlemez ve meşrulaştırmaz! Milli Piyango’nun tarihçesine baktığımızda, Osmanlı döneminde sosyal yardım ve devlete gemi alınması gibi amaçlarla ve bağış kaynakları üzerinden başladığını, zamanla bildiğimiz kumar pisliğine dönüştüğünü görüyoruz. O yüzden kimse milli önadını aldı diye kumar pisliğinin meşruluğunu iddia etmesin lütfen!

Dini ve hukuki olarak kumarın kötülük ve zararları sabit iken, TVF’nin bu konudaki iki ana lisansı işleterek hem meşru gelirlerimizi mundar etmesine, hem de vatandaşlarımızın bu pisliğe çekilmesine doğrudan destek vermesine ne diyebiliriz?

Kumar pisliği ile mücadele edilmesi gerekirken, TVF’nin lisansları ile ilgili web sayfasında “TVF, portföyündeki lisanslar aracılığı ile Türkiye’nin bu alandaki potansiyelini uluslararası örnekler doğrultusunda geliştirmeye yönelik adımlar atar.” diye yazmasını nasıl anlamalıyız?

TVF yönetimi kumar sektöründe genel yetkili lisans sahibi olarak, % 2,1 lik alanı doğrudan yönetiyor! Geri kalan %98’i temsil eden yerli ve yabancı odaklara alt işletme lisansları vererek, kumar pisliğinin daha da yaygın bir sömürüye dönüşmesine çalışıyor! Türkiye’nin kumar alanındaki potansiyelinin, özellikle gavur memleketler kadar yükselmediğine hayıflanıp geliştirmeye çalışıyor! Yani kumar yüzünden yıkılan ocakları, kaybolan helalinden kazanma azmini ve içi boş umut tacirliğini daha da çoğaltmak istiyor! Her yılbaşına doğru piyango gişelerinde uzayan kuyrukları yetersiz bularak daha da arttırmak istiyor!

TVF anayasanın açık bir emrine ve ödevine rağmen, sırf kamuya gelir kazandırmak gibi bir nedene sığınarak nasıl karşı durabilir? Amaca hizmet eden her yol mubahmış gibi siyaset üretmek doğru mudur? Kumarın zararlı ve kötü bir alışkanlık olduğunu kimse inkar edemez. Ama ne yapalım ki oynayanı ve oynatarak para kazananı çok bari kayıt altında yaptıralım da devletin kasasına da para girsin sığlığı ile yol alınacaksa, bunun sonu sıkışınca uyuşturucu ticareti ve diğer suç konusu eylemlere de ruhsat vermeye gitmez mi?

Haram yoldan, milyonlarca kişinin bir düzenbazlık çarkı içinde sömürüldüğü ve kaybederken asla razı olamadığı paralarından sağlanan gelirden, Devlete ve Millete hayır gelir mi? Görünüşte sağlanan bu zehirli gelirlere karşılık, sosyal ve ekonomik olarak maruz kaldığımız zararın büyüklüğünü idrak edecek ferasette Devlet Adamlarımız neden yok?

Sayın CB ve Ak Parti’nin gelmiş geçmiş Bakan ve Vekilleri, bu TVF’yi kurarken üstlendikleri kumarcılık vebalinin hesabını Millete olmasa da Allah’a verebilecekler mi? Ya biz seçmenler? 4-5 yılda bir verdiğimiz oylara dayanarak yapılan böyle icraatların hesabını verebilecek miyiz? Hiç oy kullanmamayı seçenek olarak düşünsek bile vebalden kurtulamayız! Çünkü, zulüm yapılırken sessiz ve tarafsız kalmak da zulme ortaklıktır! Bu şartlar altında, en azından konuşma ve sorgulama, denetleme görevimizi yapmalıyız! Çünkü itimat denetime mani değildir ama denetimsizlik hataya ve yolsuzluğa kapı aralar!

TVF’nin batık inşaat şirketlerini kurtarma operasyonları da gündeme gelmişti. Ama kumar lisansları bu kadarcık bile konuşulmadı! Alkol kullanan veya şüphelisi olan sürücülere gösterilen gaddarlığın üçte biri bile kumara ve kumar simsarlarına karşı mücadelede ortaya konulsa, çok şeyler fark ederdi! E-posta kutularımıza yığınla gönderilen Türkçe içerikli online kumar sitelerinin reklamlarını silmekten ve engellemekten hepimize gına geldi. Ama sağ olsun Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu BTK’nın böyle bir derdi yok demek ki! Olsaydı resmi izinli olanların dışında, Sanal Özel Ağ bağlantısı VPN’siz erişilebilen bu kadar çok sayıda kaçak kumar sitesi yayın yapabilir miydi? Neden engellenmiyorlar? Kimler besleniyor bu pislik kaynağından bilen, gören, duyan var mı?