Kadın ve Erkek

Kupkuru evleri yuva yapan kadındır!
Yuvaları koruyup geliştiren erkektir!

Kadını ayrılan yuvalar ruhu çıkmış cesede benzer.
Erkeği olmayan yuvalar karaya çıkan balığa döner.

Kadın ve Erkek rakip değil ekiptir!
Mutlu çocuklar tam bir ekip işidir!

 

Ercan Özçelik
4 Eylül 2020 – İstanbul




Refika-i Hayatıma

 

İlk yudumda dudak yakan kahvem gibisin,
Canım yansa da bazen senden vazgeçemem.
30 yıl olmuş lakin daha dün gibi yenisin,
Bendeki hislerini dünyalık şeylere değişemem.

Ercan Özçelik
9 Mart 2020 – İstanbul




Süslü Kelimeler Acı Gerçekleri Kapatamaz!

Huzurevi, Sevgi Evi ve Anaokulu ne kadar da güzel kurumsal isimler değil mi? Duyduğunuzda olumsuz düşünmeniz mümkün değil neredeyse. Huzura, analığa ve sevgiye kim karşı çıkabilir ki?

Darülaceze yani yaşlılar ve düşkünler yurdunu Huzurevi yapınca bütün dramatik görüntüleri örtebilir miyiz? Gerçekten hiç kimsesi kalmayan az bir kısmı müstesna olarak, genelde evlerinde bakılmayan, bıkılan, istenmeyen yaşlılarımız, ölümlerine kadar beklemek zorunda bırakıldıkları bu evlerde huzur buluyorlar mı? Huzuru bulan veya arayan yaşlılar mıdır, yoksa onları terk edip giden aileleri mi?

Evlerimiz büyüdü, yuvalarımız küçüldü! Yuvalarımızda yaşlılarımıza yer bulamıyoruz. Bilmem kaç parça koltuk takımı ve dolap setlerini bir şekilde sığdırabiliyoruz ama, iki dirhem bir çekirdek yaşlımıza katlanamaz olduk. En iyisi huzurevine terk etmek! Hele bir de kendi emekli maaşı falan varsa, sen sağ ben selamet demeyi çok sevdik.

Yuvasında bakabilme imkanı olduğu halde, yaşlı anne ve babalarını huzurevlerine terk eden evlatlar veya torunlar, cennet biletini çöpe atmış bedbaht gafillerdir. Büyük bir kazancı kaybetmenin yanı sıra, önemli bir görevi ihmal etmenin vebalini ve hesabını da vermek zorunda kalacaklar.

Dağılan yuvaların en büyük hasarına enkaz altında kalan çocuklar maruz kalır! Parçalanmış aile çocukları sağlıklı ve çift taraflı (ana-baba) sevgiden mahrumiyeti çok yoğun hissederler. Yetimhanelere “Sevgi Evleri” demek güzeldir ama, sağlıklı bir aile sıcaklığını vermeye yetersizdir. Yetimhaneler çocuklar için en son çare görülmelidir. Ailelerin korunması, yaşatılması bütün toplumun ve devletin temel ödevidir. Zorunlu olarak dağılan veya ana-babadan birisi vefat eden ailelerde ise müsait olan ebeveynin yanında kalınabilmesi için destek verilmelidir. Parçalanmış aileler kaderine terk edilemez. Akrabalık ilişkileri böyle günlerde önemlidir.

Yetimhanelerin şartlarını düzeltmek iyidir, güzeldir ve gereklidir. Çocukları buralara gelmeden önce koruyabilmek esas olmalıdır. Yoksa, adları her ne kadar sevgi evleri olsa da buralarda kalan çocukların hüzünlerini, sevgiye ve ilgiye açlıklarını, ziyaretlerine gittiğinizde hiç tanımadıkları halde sizlere özlemle sarılmalarından anlarsınız. İçiniz yanar, kendinizden utanırsınız.

Anaokulları, analarından koparılan çocukların gün boyu oyalandıkları mekanlardır. Anaokuluna veya kreşlere bırakılan her çocuk anasından koparılmış minik birer kuzudur. Çünkü, kapitalist sistem yüzünden genelde çalışmak zorunda bırakılan anaların yerine, çocukları oyalamak ve temel ihtiyaçlarını gidermek için kurulmuştur. Anaokulları analığın kötü birer taklitçisidir. İnsanın ilk öğretmeni anasıdır. Sevgi ve ilgi yumağı içinde evladına yaşamayı ve dünyayı öğretir. Şuurlu bir anne ise, Rabbini ve Peygamber sevgisini yavrusunun saf yüreğine oya gibi işler. Adab-ı muaşereti, mahremiyet duygusunu, el becerilerini ve daha birçok şeyi ilk defa annesinden görür ve öğrenir. Okul çağına gelinceye kadar çocukların annelerinden koparılmaması lazımdır. Hemşirelik ve doktorluk gibi özel meslekleri olan, toplumun ihtiyacı için çalışması zorunlu bulunan, yavrularına bakabilecek yakınları olmayan anneler için, mümkün olan en iyi şartlarda ve kendilerine çok yakın anaokulları kurulmalıdır.

Bir toplumda huzurevlerinin, sevgi evlerinin ve anaokullarının sayıca artması hayra değil, şerre gidişatı gösterir. İsimleri süslü ama içleri hüzünlü bu kurumların, varlığının en önemli nedeni ailenin zayıflaması ve dağılmasıdır. Aile yapımızı korumak ve aile fertlerinin, doğumdan ölüme kadar aile içinde barınmasını sağlamak zorundayız. Parçalanmış aileler, yalnız  kalan yaşlılar, eskiden Avrupa haberlerinde okuduğumuz olayların bizim toplumumuzda da yaşanmasına neden oluyor. Öldükten sonra, ancak cesetlerinin kokmasıyla fark edilen insanlarımız var ne yazık ki! Çok üzücü olan başka bir durum da huzurevi veya sevgi evine yerleşemeyen insanlarımızın sokaklarda kalmasıdır. Kentlerimizde sokaklarda yaşayan binlerce evsiz insanımız var. Her türlü suistimal, kötü alışkanlıklar, hastalıklar ve açlıkla yüz yüze yaşıyorlar. Komşusu açken tok yatamayan bir ümmetin sonu böyle mi olmalıydı?

Yaşlılık, hastalık, engellilik ve fakirlik gibi sorunlar bütün insanların karşılaşabileceği doğal sonuçlardır. Etkilerini en aza indirmek için aile yapımızı güçlendirmeli ve ailemizi tehdit eden CEDAW, İstanbul Sözleşmesi ve benzeri aile düşmanı mevzuatlardan korumalıyız. Kadınlarımızın kutsal analık işlevlerini hakkıyla takdir etmeli, yuvalarında konforlu ve huzurlu bir anneliğe imkan sağlamalı, onları kapitalist düzenin çalışan köleliğinden kurtararak evlerinin sultanı olmalarına teşvik etmeliyiz. Çok geç olmadan değil, zaten çok geciktik! Batıyoruz, farkında mısınız???

 




Ben Babamı Değil, Kendimi Yıkadım Aslında

Bu hafta sonu nasibim varmış, sevgili Babacığımın saç ve sakallarını tıraş ettim ve banyosunu yaptırdım. Daha önce de birkaç defa tıraş etmiştim ama banyosunu yaptırma şerefine ilk defa nail oldum. Bu sefer bana denk geldi. Babacığımın tıraşını ve banyosunu yaptırırken değişik bir duygu ve düşünce yoğunluğu yaşadım. Dimağımda kalanların bir kısmını paylaşmak için yazıyorum.

Berber koltuğuna oturan herkes, imam önündeki meyyit(cenaze) gibi sakin bir teslimiyet içindedir. Sağlıklı insanlar için bu hal, menfaati gereği katlanmak zorunda olduğu, isterse derhal terk edebileceği geçici bir süreçtir. O yüzden müşteri rencide olmaz, berber de gereksiz bir üstünlük psikolojisine girmez. Sevgili Babacığım gibi yaşlı ve hasta durumdakiler için durum çok farklıdır. Tıraş için kıpırdamadan bekleyebilmek dahi zorlu bir iştir. İnci beyazına dönmüş saçlarını makine ile keserken, yorgun ama narin cildini incitmeme gayreti ile birlikte, kandaki oksijen seviyesini düşürmeden hızlıca bitirebilmenin telaşını yaşadım.

Tıraştan hemen sonra kıyafetlerini çıkarmak ve tıpkı bir bebeğin banyo suyunu hazırlar gibi kova içindeki suyun sıcaklığını ayarlamak gerekti. Çünkü duş başlığından gelen sıcak suyun basıncı bile rahatsız ediyor artık. Ne kadar yaşlı ve hasta olursa olsun, suya ilk temasıyla otomatik başlayan abdest hareketleri ne de güzel geldi gözüme. İçimden Rabbime sonsuz şükürler ettim.

Suyla ıslattıktan sonra, sabun ve yumuşak bir lifle erimiş kaslarından arta kalan belli belirsiz tümseklerini, yağsız, kuru ve kemiklerini çevrelemiş derisini nazikçe ovaladım. Kuru bir dala dönen kollarını tutarak güzelce yıkadım. Bir zamanlar benimle birlikte 7 çocuğunu taşıyan, koruyan, beslenmeleri için çalışan ve rızıklarını yuvasına götüren güçlü ve kuvvetli kollardı bunlar!

Babamın şahsında kendi acizliğimi gördüm! Yalan dünyada hepimizin misafir olduğunu, dünya mallarına ise ancak misafir gittiğimiz bir evdeki oyuncaklar kadar sahip olabileceğimizi bir kez daha anladım.

Kıyamet gününe kadar devam eden bir çevrim içindeyiz. Nice insanlar geldi geçti buralardan. Bizler de bir gün ahiret kervanına katılarak dünya molasından çıkacağız. Yol uzun, süreç meşakkatli, azığımız hazır mı? Hazırladığımızı sandıklarımız yeter mi? Zaman ve enerjimizi, dünyada kalacak çakıl taşları gibi mal ve güç kavgaları için mi yoksa, ahirette de geçerli olacak salih amel senetleri için mi tüketeceğiz?

Bu yaşımda anne ve babamın sağ olmasının dahi büyük bir nimet olduğunun farkında olarak, Yüce Rabbimizden bütün mü’min kullarına sıralı ölümler nasip etmesini niyaz ederim. Anne babasından önce evladını mezara koymak zorunda kalanların sancısı anlatılır veya anlaşılır olmaktan uzak, çok dehşetli bir acı olsa gerek.

Yaşlılık ve hastalık halleri, ahiret yolculuğunun habercisi ve dünyada kalanlar için gidenlerin ayrılışına bir alıştırma ve kabullendirme aracıdır. Her şey Yüce Allah’ın takdirinde olmakla beraber, çok ileri yaş ve ağır hastalıklar içinde ızdırap çeken insanların ölümü, bir kurtuluş ve huzura erme vesilesi olarak görülmeye başlanır. Takdir-i İlahi tecelli ettiğinde yakınları için kabullenmek daha kolay gelir ve elhamdulillah dedirtir.

Evlatları ne kadar yaşlanırsa yaşlansın, ana-babalarının gözünden çocukluk ve mazideki halleri kaybolmaz. Çocuklar da ana-babalarının güçlü ve kudretli zamanlarını unutamazlar. Yaşlı hallerini gördüklerinde buruk bir saygı, şefkat ve merhamet hisleri oluşur. Geçmişte ana-babalarının evlatlarına sahip çıkmalarına neden olan şefkat ve merhamet duyguları, yaşlandıklarında evlatların da ebeveynlerine karşı hizmet ve hürmetlerini geliştirir.

Başlıkta da belirttiğim gibi, ben aslında babamı yıkamadım. Gelecekteki yaşlı, aciz ve muhtaç halimi yıkadım. Nasip olur da o kadar yaşayabilirsem, kendi zayıflığıma ibret ve merhamet duyguları içinde hizmet ettim. O günler geldiğinde, bana da sevgi ve şefkatle muamele edecek evlatlarımın olması için fiili dua etmiş oldum. Dünyadan ve dünyalık işlerden sıyrılırken, giderek yaklaşan ahiret gününe dair ümit ve korkularımı daha güçlü yaşadım.

Yukarıdaki resimde, babamın kucağında oturan ortadaki çocuktum. Rabbim nasip etti, ben de çocuklarımı kucağımda büyütebildim. Sevgili babamın bizden sonra torunlarını da kucaklayarak sevme imkanı oldu. Şimdi de bizler babamızı tıpkı bir çocuk gibi kollayarak ve bazen kucaklayarak hizmetini görmeye çalışıyoruz.

Yaşlılarımızın zayıf ve aciz halleri sadece maddi bedenleriyle ilgilidir. Manevi değerleri ve makamları bundan etkilenmez. O yüzden mümkün olduğu kadar yanımızda ve başımızda olmalarını isteriz. Onların heybetleri bedenleriyle ölçülemez. Her fırsatta onları memnun ve mutlu etmeye, tıpkı bir sevap ağacı gibi görerek, Rıza-i İlahinin onlarda tecelli edebildiğine dikkat etmeliyiz.

Rahmet ve bereket nedeni olan anne ve babalarımızın, mümkün olduğu kadar uzun ve sağlıklı bir ömürle başımızın üstünden eksik olmamalarını, cümle mü’min kardeşlerimiz adına Yüce Rabbimizden niyaz ederim. Anne ve babaları ahirete göçmüş olan kardeşlerimize de sabır ve selamet dilerim…




Kökü Kazınacak Geleneklerimiz de Var!

İstanbul sözleşmesinin 12. maddesinde yer alan “kadınların ve erkeklerin toplumsal olarak klişeleşmiş rollerine dayalı ön yargıların, törelerin, geleneklerin ve diğer uygulamaların kökünün kazınması amacıyla” ifadesi şüphesiz ayrım gözetmeksizin bütün değerlerimizi, gelenek ve göreneklerimizi hedef alıyor. Bu haliyle kabul edilmesi mümkün olmayan, şeytani bir amacı ortaya koyuyor. Ancak, ince ve hassas bir yaklaşımla bakıldığında, gerçekten de İslam’ın özüne de ters düşen, bizleri utandıran, kadınların geçmişte ve günümüzde mağdur edilmelerine yol açan bazı geleneklerimizin olduğunu, bunların da köklerinin kazınması gerektiğini görmemiz lazım.

Bir kısmı geçmişten gelen, bir kısmı da sonradan ithal ettiğimiz davranış kalıpları ve adetlerin temel değerlerimize ters düştüğünü, savunulamayacak sonuçlar doğurduğunu, olayları büyütmek ve suistimal etmek isteyenlere kötü malzeme verdiğini kabul etmeliyiz.

Namus; uğrunda ölüme gidilecek, ölesiye savunulacak, hem kişisel hem de toplumsal bir değer ifadesidir. Vatanımız namustur, ailemiz, dinimiz ve kültürümüz namusla birlikte anılır. Namus düşkünlüğümüz, yurdumuzu işgal edenlere baş kaldırmamıza, bağımsızlığımızı yeniden kazanmamıza, teröristlerle mücadele etmemize güç kaynağı olmuştur.

Tecavüze uğrayan bir kız veya kadın, öldürülmesi gereken bir namussuz değildir! Onu öldürme kararı alan yakınlarının yaptığı da namus temizliği değil, dünya ve ahiret rezilliğidir. Namus kavramı, aile ve akraba içindeki kadın ve kızlara musallat olan alçakların yaptığı pislikleri kapatmak için kullanılamaz. Sayısı az da olsa bu tür olaylar yüzünden gavur Avrupa’nın “sözde namus” karalamasına maruz kalıyoruz. Namus kavramını katillerden ve hakiki namussuzlardan kurtarmamız lazım. Namusun değerini suistimal ettiği anlaşılan kişilere, hiç acımadan en ağır cezaları vermek gerekir. Fakat, namusu için nefsi müdafaada bulunan kişilere de zulüm yapılmamalıdır. Namus kavramının değil, namusu kötüye kullananların  kökü kazınmalıdır. Bu temizliğe, namus iftirasında bulunarak masumların hayatını karartan hakiki namussuzlar da eklenmelidir.

Kadınlara yönelik toptancı ve aşağılayıcı deyim ve kötü atasözlerini terk etmeliyiz! Aksi takdirde kadınların insan olup olmadığını tartışan Ortaçağ Avrupasından bir farkımız kalmaz!

-Kadının belinden sopayı, karnından sopayı eksik etmeyeceksin!

-Kızı gönlüne bırakırsan, ya davulcuya gider, ya zurnacıya.

-Kadın dediğin, taktın mı koluna; vurdun mu duvara yapışmalı.

-Kadın, erkeğin el kiridir!

-Ya benimsin, ya toprağın!

Bu ve benzeri sözlerin sonuçları toplumu yozlaştıran, huzuru bozan ve faillerini her iki dünyada sorumlu kılan olaylardır. Sırf kadın olduğu için yapılan bu aşağılama ifadelerini hayatımızdan ve edebiyatımızdan çıkarmamız gerekir.

– Kızların kaçırılarak evlenmeye zorlanması > İnsani ve İslami değerler içinde sayılamaz.

– Miras ve ticaret amaçlı evlilikler için baskı yapılması > Dünya ve ahiret birliği sayılan evlilik için sorunlu ve mutsuz bir başlangıç olur.

– Berdel (bir aileden kız alıp karşılığında kız vermek) türü evlilikler > Berdel evliliğinde masraftan kaçma veya canlı başlık parası amaçlanıyor. Berdele kurban edilip de mutlu olanı hiç duymadık!

– Başlık parası veya benzeri menfaat için yaşlı erkeklerle evliliğe itilmesi > Kızların geçim kaynağı olarak görülmesi, yaşlı erkeklere peşkeş çekilmesinin insani veya İslami izahı yapılamaz.

– Kumar veya ticari borçlar karşılığında kızların evlendirilmesi > Bu tür olayların meşru  görülebilmesi mümkün değildir.

– Tecavüz olaylarında cezadan kurtulmak ve ailenin rezil olmasını önlemek için tecavüzcü saldırganla evliliğe zorlanması > Tecavüze uğrayan kişilerde etkisinin ömür boyu sürdüğü bilinirken, sırf saldırganı korumak ve mağdurun ailesinin mahcubiyetini gizlemek için yapılan evlilikler de uygun görülemez. Tecavüz varsa suç ve suçlu vardır. Cezası kesinlikle verilmeli ve eksiksiz çekilmelidir.

 

Toplumun şuurundan hakiki dindarlık ve Peygamber aleyhisselamın Sünnetine ittiba (uyma, uygulama) titizliği kayboldukça, yerlerini nefsani uygulamalar ve hurafeler doldurmaya başlıyor. Kadın-erkek ilişkileri açısından asr-ı saadette yakalanan seviyenin çok gerisinde kalındığını, İslam ailesi yapısında kadın-erkek ilişkisi ve iletişiminin zayıflatıldığını söyleyebiliriz. Feminist akımların saldırılarına karşı en güzel cevabı verecek olan, İslam’daki yerini ve değerini gayet iyi bilen hanım kardeşlerimizdir. Benzer şekilde, haksız erkek uygulamalarına ve taleplerine karşı da Peygamber a.s. ve ailesi en güzel ölçü ve eğitim unsuru olarak görülmelidir.

Yerli ve Milli olmayan ama neredeyse gelenek halinde uygulamaya başladığımız yanlış işler de az değil!

Evlilik kararı almadan önce flört etmek ve hatta ancak evlilikte yaşanabilecek kadar yakınlaşmak sıradan ve normal bir durum haline geldi. “Sevgili” adıyla meşrulaştırılmaya çalışılan bu gayri meşru birlikteliklerde en çok yıpranan taraf kadınlardır. Uzun süreli nikahsız partner ilişkilerinde de bıkma, terk etme veya aldatma gibi olaylar yaşanabiliyor. Kadınların evlilik dışında yaşama rahatlığı, erkeklerin evlilikten kaçınmasını kolaylaştırıyor. Evlilik kararı alındığında, uzun süren söz ve nişan dönemleri de evliliğin heyecanını ve gücünü köreltiyor. Gayri meşru flört ve sevgili halleri ile büyük masraflar eşliğinde tabulaştırılan söz, nişan ve düğün merasimleri de kötü gelenekler arasındadır. Zorlaşan evlilikler zinaya kapı aralıyor. Ağır borç yükü, genç çiftlerin mutsuzluğuna neden olarak kısa zamanda yıpratıyor. Boşanmalar artıyor, evlilik süreleri kısalıyor, evlenme yaşları da giderek yükseliyor.

Bir Müslüman, ancak Rabbine boyun eğer ve önünde diz çöker. Batıl olan batıdan, bize bulaşan kötü bir gelenek de erkeklerin artık diz çökerek kızlara evlenme teklif etmeye başlamalarıdır. Gençlerimiz arasında hızla yayılan bu kötü adetin de kökü kazınmalıdır!

Yapılan Düğün törenlerimizin büyük bir çoğunluğu Hristiyan ve Yahudi gelenek ve adetlerinin işgali altındadır! Davetlilerin huzurunda ilk dansın yapılması, davetlilerin de onlara katılması, kadın erkek karışık oyun ve halayların kurulması, aşırı makyaj ve dekolte kıyafetlerle boy gösterilmesi zararlı geleneklerdir. Evlilik denilen kutsal yolculuğa; günah, israf ve kıskançlık gibi olumsuzluklar içinde başlamaları talihsiz bir durumdur.

Özetleyecek olur isek; aile hayatımızı yozlaştıran, kadın ve erkek arasındaki muhabbeti ve düzeni bozan, hak ve adalete uymayan, işimize geldiği için dini kılıflar içinde sakladığımız kötü alışkanlıklarımız, yanlış törelerimiz ve geleneklerimiz de maalesef vardır. Bunların dışında içimize sokulan yabancı gelenek ve adetler de bol miktarda bulunmaktadır. Dinimizin ve Milletimizin temel değerleriyle, kadim kültürümüzle örtüşmeyen yerli veya yabancı kaynaklı töreleri veya gelenekleri tespit ederek hayatımızdan çıkarmak boynumuzun borcudur!

Yüce Allah bizlere yardım etsin. Hak ve adalet çizgisinden ayırmasın. Amin…




#Rehber TV #Gününİçinden #Canlı İstanbul Sözleşmesinde Değişiklik Sürecini Konuştuk

20.08.2020 tarihinde #Rehber TV de #Canlı yayınlanan #Gününİçinden programında #İstanbulSözleşmesi nin sorunlu maddelerini ve bunların değiştirilebilme olasılığını konuştuk.




AkitTV DerinKutu Programında İstanbul Sözleşmesi, Süresiz Nafaka ve Aile Mevzularını Konuştuk

18.08.2020 Tarihinde AkitTV’de Sayın Sabri BALAMAN’ın yönetiminde Derin Kutu programına katıldık. Türkiye Aile Meclisi adına Süresiz Nafaka, Çocuk Haczi, Velayet, Boşanma, İftira suçları, 6284 sayılı kanun gibi Aile sorunlarını ve çözüm önerilerini konuştuk. Programın diğer konukları Prof. Dr. Muttalip Kutluk ÖZGÜVEN, TÜRKAD Bşk. Yrd. Av. Öznur USLU ve Temiz Toplum Derneği Genel Başkanı Bilal AY oldular.




Başımızdaki Belaları, Aslında Biz Erkekler Çağırdık!

Hz. Musa (a.s.)’nın Rabbimize “İçimizden birtakım beyinsizlerin işlediği (günah) yüzünden hepimizi helâk edecek misin?” (A’raf/155) dediği gibi, biz erkekler de başımıza gelen belaları doğru değerlendirmek zorundayız. Şayet günümüz şartlarının erkekler için bir belaya dönüştüğüne inanıyorsak ki öyle gözüküyor; bu belaların gelmesinde bizlerin de payını ve  etkisini görmemiz gerekir!

Bu yazı 3’ü 1 arada paket bir çalışmadır. #özeleştiri, #tespit ve #çözüm bölümlerinden oluşur.

Biz erkeklerin ne gibi hata ve eksikleri oldu? Dilimiz döndüğünce, aklımız yettiğince yazalım:

  1. Hanımlarımızın bizzat Allah’ın bir emaneti olduğunu unutup, hor ve hakir davrandık. Fiziksel gücümüzü bazen acımadan kullandık.
  2. Kadını önce cinsiyeti açısından gördük ve değerlendirdik. İnsani yeteneklerini, ilmini, kapasitesini algılamaya çalışmadık.
  3. Dinimizi ihmal ettik. İnandığımız gibi yaşamayınca, yaşadığımız gibi inanmaya başladık. Dinimizi işimize geldiği kadar uyguladık. Başımız sıkışınca dinden medet umduk. Ailemizde din eğitimini ve ibadetleri birlikte sürdüremedik. Çocuklarımıza ve eşlerimize güzel örnekler olamadık.
  4. Kadınlardan itaat, ilgi, hizmet beklerken olabildiğince cömert olmalarını istedik ama, bizler ise onlara karşı tam tersine cimri, kaba ve hoyrat davrandık.
  5. Başkasının eşine, kızına gösterdiğimiz saygı ve ilgiyi helalimiz olan kadınlarımıza çok gördük.
  6. Onları başkalarının yanında azarlamaktan çekinmedik. Beğenmediğimiz neleri varsa ulu orta ilan ettik.
  7. Tartışamayacak kadar haksız veya hazırlıksız olduğumuzda şiddet uygulamayı ve hakaretle karışık bağırmayı marifet bildik.
  8. Kendi yediğimiz haltlar yetmezmiş gibi, başka erkeklerin işlediği günahları örtbas etmek için yalancı şahitlikte bulunmayı arkadaşlık saydık.
  9. Yakalanmadığımız sürece her türlü gayri meşru ilişkiyi kendimize doğal bir hak zannettik. Yakalandığımızda bile üste çıkmaya çalıştık.
  10. Verdiğimiz sözleri tutmadık, önceliklerimizi koruyamadık.
  11. Kadınlarımızı koruyamadık. Bazen aile içinde kaynana, görümce, elti gibi yakınlarımızın baskı ve kötülüklerine maruz kalmalarını önleyemedik. Kışkırtma veya yalan beyanlarla dolduruşa gelip kadınlarımıza bizzat kendimiz eziyet edebildik.
  12. Kız ve erkek çocuklarımız arasında adaleti gözetmedik. Mal ve miras paylaşımında lehimize olan Allah’ın hükümlerini dahi uygulamaktan kaçındık. Kadınların paylarını vermemeyi kazanç saydık.
  13. Zina eyleminin suç kabul edildiği zamanlarda kanunları sulandırdık. Erkeklerin lehine, kadınların aleyhine maddelerle kendimize yonttuk. Zinadan ceza almayı erkekler için neredeyse imkansız kıldık.
  14. İslam’da başlık parası olmadığı halde, anne sütü, baba masrafı gibi mazeretlere sığınıp resmen kızların parayla satılmasına sessiz kaldık. Oysa mehir hakkı evlenen kız veya kadınlara aitti.
  15. Küçük yaştaki kızların, dedeleri yaşındaki adamlarla sırf zengin olduğu veya iyi bir başlık parası verdiği için nikahlanmasına engel olamadık. İslam’da küfüv hükmünü katledenlere sessiz kaldık.
  16. Erkek zina yaparsa çapkın ve elinin kiri, kadın yaparsa fa..  dengesizliğinin, sosyal hayatımızı yozlaştırmasına neden olduk.
  17. Kadının karnından sıpayı, sırtından sopayı eksik bırakmayacaksın!” gibi İslam’a ve insanlığa yakışmayan söz ve davranışların hayatımıza girmesini önleyemedik.
  18. Maddi imkanlarımız biraz düzelince emektar eşlerimize ihanet etmeyi, mümkünse değiştirmeyi marifet bildik.
  19. Çocukların yetişmesinde ve ev işlerinde bütün yükü kadınlarımıza bıraktık. Yardım etmeyi, yük paylaşmayı zayıflık kabul ettik.
  20. Ticari faaliyetlerimizde kadın bedenini bir satış ve teşhir ürünü gibi kullandık. Kadınların cinsel cazibelerini öne sürerek; her türlü ürünü pazarlamayı, sekreter, satış temsilcisi, proje yöneticisi vb. hangi konumda olursa olsun dişiliğinden yararlanmayı, ucuz ve itaatkar iş gücü kaynağı olarak kullanmayı normal saydık.
  21. Kadınları kullanma noktasında, sermaye sahiplerinin ideolojisi, dini, diyaneti veya siyasi görüşü hiç fark etmedi. Kadınların hem tüketici hem de üretici tarafında sömürülmelerine aracılık ettik.
  22. Her fırsatı değerlendiren feminist örgütlerin, sinsice ülkenin yönetimini ele geçirmelerine ve çekinmeden “Kadın hareketi olarak devlet mekanizmasından daha güçlüyüz!” diyebilmelerine fırsat verdik.
  23. Güce, iktidara ve paraya kavuşunca kendimizi kaybettik. Firavunlaşan nefsimize uyduk. Etrafımızdaki insanlara ve özellikle daha aciz gördüğümüz kadınlara karşı saygısız, kibirli veya suistimal edebilmek için fırsatçı yaklaştık.
  24. Merkezi veya yerel yönetimlerde makam ve mevki sahibi olduğumuzda önce odalarımızı, arabalarımızı yeniledik. Bütçelerin eğitim, ilim ve araştırma için kullanılmasını kısıtladık veya gereksiz gördük. Ayırdığımız bütçelerin doğru yerde kullanılmasını takip etmedik. Haksız yere belli kişi ve kurumlar için rant kapısı olmasını önleyemedik.
  25. Kadınların da ilim ve irfan sahibi olabilmesine katlanamadık. İlimde cinsiyet sınırı olmadığını unuttuk. İlim ehli kadınları küçümsedik. Onlara çalışmalarını sürdürmek için fırsat vermeyi, uzmanlık alanlarında istişare etmeyi ihmal ettik. İşimize gelmediğinde haksız yere feminist veya terbiyesiz gibi yaftalar taktık. Haksızlığımızı gücümüzle örtbas etmeye, kadınları sindirmeye çalıştık.
  26. Koca, abi, baba, amca, dayı olarak muhatap olduğumuz kadınlara ve kızlara karşı sevgimizi, ilgimizi, şefkatimizi ve paramızı esirgedik. Bizden bulamadıkları için zehirli ballar sunarak istismar eden alçaklara yöneltmiş olduk. Sonra da bu duruma düştükleri için tekrar zulmettik. Hatta cinayetler işledik.
  27. Evlenmeyi zorlaştırdık zinayı kolaylaştırdık. Görgüsüzlük ve israf dolu evlenme hazırlıkları, düğün, dernek, söz, nişan gibi bir sürü külfet ve borç kapısı açtık. Bunları talep eden kız tarafı da olsa itiraz etmedik. “El alem ne der” putundan korktuk.
  28. Haksız ve anlamsız yasaklar koymayı erkeklikten saydık. Kıldan tüyden bahanelerle evlerimizde kavgalar çıkardık.
  29. Şiddeti bir yöntem olarak sadece kadınlara yönelik değil, etrafımızdaki herkese karşı kullandık. Çocuklarımız, aile fertlerimiz, yoldan geçen yabancılar bile basit bahaneler yüzünden şiddetimize maruz kaldı.
  30. Alkol, kumar ve uyuşturucu gibi kötü alışkanlıkların pençesinde hem kendimizi hem de ailemizi tükettik. Her türlü günaha bilerek girdikten sonra suçu alkole attık. Beynimizin iptal olacağını bilerek alkol kullanmaya devam ettik. Uyuşturucu, kumar ve alkole para bulabilmek için olmayacak işler yaptık.
  31. Bizden bildiğimiz ama sürekli feminist emellerine hizmet eden siyasileri de bizler seçtik! Feministler kadar birlik olamadık. Neden böyle yapıyorsunuz diye, ne sandıkta, ne de mecliste hesap soramadık. Erkeklerin bütün ülkede şamar oğlanına çevrilmesine, doğuştan sapık ve katil muamelesi görmesine, sözüm ona “muhafazakar soslu” feministlerin, erkekleri ayılardan ve kurtlardan daha hayvani bir cins gibi gösteren kampanyalarına doğru dürüst tepki veremedik.
  32. Sözde Aile Bakanlığı adı altında feminist kadın örgütlenmesinin kurumsallaşmasına, ailenin kadınlar için en güvensiz yer gösterilmesine ses çıkarmadık. Aile adı altında hoyratça erkek düşmanlığı yapılmasına, erkeğin de aile unsuru sayılarak basit bir daire başkanlığının bile kurulmamasına razı olduk.
  33. Sapık ve katil haberleri çıktıkça içimiz yandı. İdam isteriz diye sesimiz her yükseldiğinde siyasilerin gaz alıcı, gerçekleşmeyen sözlerine, oyalama taktiklerine seyirci kaldık. İdamı kaldıranların geri getirmesini sağlayamadık.
  34. Şiddet ve haksızlığa inancımız, ahlakımız ve tarihimiz gereği kesinlikle onay vermediğimiz halde, ailemizi yönetmekten, çocuklarımıza terbiye vermekten men eden yasaların neden olduğu pisliklerin faturalarının da biz erkeklere topyekun çıkarılmasına engel olamadık. Fıtrattan gelen kocalık haklarımızı ve ayrımcılığın yerine  adaleti talep ettiğimizde şiddeti övmekle suçlandık ama gereğini yapamadık.

 

Bu ve benzeri hatalarımız, ihmallerimiz ve günahlarımız kaderimizi etkiledi. Şikayet ettiğimiz, mağduru olduğumuz, haklı veya haksız sonuçlarını gördüğümüz olayları tetikledi. Nefsimize ve etrafımıza zulmedenlerden olunca, bizden daha zalimlerin zulmüyle terbiye edilir olduk.

Bunları yapınca başımıza gelen belaları kısaca sıralayalım:

  1. 1985’de Birleşmiş Milletler CEDAW Sözleşmesi imzalandı. Toplumsal Cinsiyet Eşitliği, kadına pozitif ayrımcılık vb. fitneler başladı.
  2. 1988’de Türk Medeni Kanunu 175. maddesine kadınlara verilen yoksulluk nafakasının süresiz ödenebileceği eklendi.
  3. 1998’de 4320 sayılı “Ailenin Korunmasına Dair Kanun” adıyla sadece kadınları gözeten, ailelerin yıkılmasını hızlandıran, arabuluculuğu kaldıran kanun yayınlandı.
  4. 2001 yılında 4721 sayılı yeni Türk Medeni Kanunu kabul edildi. Cumhuriyet tarihince 15 olan kızların evlenme yaşı 18‘e çıkarıldı. Genç evlilik mağdurları oluştu. İki tarafın yaşı da 18’den küçük olursa sadece erkekler hapse atıldı. Evlendikten 8-10 yıl sonra gelen hapis cezaları yaklaşık 8.000 aileyi parçaladı. Aile birliğinin yönetimi yani erkeğin Aile Reisliği yok edildi. Karı-Koca ifadeleri de yok edildi. Cinsiyeti ve ne idüğü belli olmayan kelimesi konuldu. Erkeklerin velayet hakları gasp edildi. Boşanma olaylarında çocukların velayeti genelde kadınlara verildi. Çocuk haczi, nafaka arttırım davası gibi süreçler fiilen adliye sisteminin, pedagog ve avukatların ballı rant kapısı oldu. Ebeveyni Yabancılaştırma Sendromu (EYS) vak’alarında patlamalar yaşandı.
  5. 2004 yılında 5237 sayılı yeni Türk Ceza Kanunu kabul edildi. Kadınların iftira da olsa beyanları cezalandırma için esas alındı. İftira suçu sabit olan kadınlar cezadan muaf tutuldu. Yaptıkları yanlarına kar kaldı. Her bir koca, resmi nikahlı karısının potansiyel tecavüzcüsü olarak muamele gördü. Erkeklerin şeref ve haysiyetleri bir kadının dudağından çıkabilecek iki kelimeye hapsedildi.
  6. 2010 Yılında Anayasanın 10. maddesine genelde kadınlar için yapılan cinsiyetçi pozitif ayrımcılığın eşitlik ilkesine aykırı olamayacağı hükmü konuldu.
  7. 2011 yılında Toplumsal Cinsiyet Eşitliğine dayanan, aile, din, gelenek ve erkek düşmanı İstanbul Sözleşmesi imzalandı ve aynı yıl içinde Mecliste onaylandı.
  8. 2012 yılında İstanbul Sözleşmesine dayalı olarak 6284 sayılı Ailenin Korunma(ma)sı ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun çıkarıldı. Aile davalarında, boşanma sayılarında, şiddet ve cinayetlerde patlamalar başladı. Erkekler sokak hayvanlarından beter şekilde muamele görmeye, evlerinden kovulmaya, eşleri aldatsa bile sessiz kalmaya zorlandı.
  9. 2014 – 2018 arasında Toplumsal Cinsiyet Eylem Planı uygulandı. Milli olamayan eğitim sisteminde, çocuklarımızın zihinleri ETCEP projeleriyle bulandırıldı. Değer ve inanç sistemleri iğdiş edildi. Sapkın derneklerin sayısında ve ahlaksız eylemlerinde anormal artışlar görüldü. Okullarda deizm ve ateizme sürüklenen nesiller peydahlandı.
  10. Kadınların çalışmaya aşırı teşvik edilmesi yüzünden, erkeklere özel işsizlik oranları yükseldi. Bebek doğumları ve toplam çocuk sayıları azaldı. Evlenme ve ilk doğum çağları otuzlu yaşlara ilerledi.
  11. Medyanın cinsiyetçi linçlerini, hukukun kadınlar için takla attırılmasını, midesi dışarıdan doldurulan Feminist ve LGBT örgütlerin yıkıcı ve bölücü faaliyetlerini falan, tek tek sayıp dökmeye gerek yok. Genel olarak yaşadığımız belalar ve sıkıntılar bu şekilde özetlenebilir.

 

Buraya kadar hatalarımızı ve başımıza gelen belaları özetle sıralamaya çalıştım. Zaman, ağlama ve sızlanma vakti değildir. Sosyal dokumuzu kurtarmak ve asgari huzur şartlarına kavuşmak için neler yapmalıyız?

Çözüm odaklı önerilerimizi de verelim ki eksik kalmasın:

  1. Sorunların çözümü sorun olduklarının kabulü ile başlar. Kendimizle ve toplumun geldiği nokta ile yüzleşmemiz gerekir. Çözüme ulaşmak için kişisel yaşantımızda değiştirmemiz gereken davranışlar, alışkanlıklar veya tamamlanması gereken eksiklerimize odaklanmamız lazım. Kişisel davranış değişikliğine giderek ailemizde huzura kavuşabiliriz. Toplumdaki ilişkilerimizi hak, adalet ve saygı ekseninde geliştirebilirsek davranış kalıplarımız da düzelecektir. Kişisel ve toplumsal gayretimizin neticesini verecek, hayırlara kapı aralayacak olan mutlak güç Allah’tır. Biz sefere çıkacağız, zaferin takdiri Allah Azze ve Celle’nin yetkisindedir.
  2. Partilere din, siyasilere peygamber gibi davranma hastalığını terk edeceğiz. Bütün meşru kanalları kullanarak haklı isteklerimizi iletecek ve takibinde ısrarlı olacağız. Şayet dikkate almazlar ise yasal haklarımızı sonuna kadar kullanarak çözüme zorlayacağız. Olmazsa en yakın seçimde yapabilecek kişilere fırsat vereceğiz.
  3. Oy verme işlemi, vatandaşla siyasetçi arasındaki hizmet sözleşmesinin imzasıdır. İmzamıza sahip çıkacak ve sorumluluklarını sürekli hatırlatacağız.
  4. Kişiler vazgeçilmez, kurumlar yıkılmaz, kurallar ve kanunlar değişmez değildir. Bunları putlaştıranlara karşı uyanık davranacağız. Siyonist ve ateist felsefenin eğitim, adalet ve yönetim yapımızı daha fazla bozmasına engel olacağız. Müfredatımızı değerlerimize uygun bir yapıya getireceğiz.Yazılı ve görsel medyada, internette hakim olan şeytani uygulamalara karşı ailemizi ve neslimizi korumaya çalışacağız.
  5. Sözleşme ve yasalar bir nevi yol  gibidir. Bozuk ve çukurlarla dolu mevzuatımızı dinimize ve kültürümüze en uygun hale getirince, eğitim ve medyadan başlayarak her cephede ıslah çalışmalarına girişeceğiz. Sapkın ve dinsiz zihniyetlerin manevi işgal izlerini temizleyeceğiz. Tıpkı Kabe’nin putlardan temizlenmesi gibi her alanda manevi temizlik harekatına girişeceğiz.
  6. Kadınlarımızı sömürmeden, ailemizdeki baş köşelerinde keyifle yaşamaları için her türlü kolaylığı sağlayacak, güzellikle teşvik edeceğiz. Evli ve aile yuvasında çocuklarını yetiştirmelerini esas alacağız. Her şeye rağmen açıkta kalan kadınlarımızı kurda kuşa yem etmeden, gerçek sosyal devlet şefkatini göstereceğiz.
  7. Kavga ve çatışmayı değil, yardımlaşma ve dayanışmayı üstün tutacağız.
  8. Diyanet teşkilatını daha verimli kullanacağız. İnsanlarımıza İslam’da kadın ve erkek olmanın haklarını ve sorumluluklarını sansürlemeden, arttırıp eksiltmeden öğreteceğiz.
  9. Evlenmek isteyen gençleri zorunlu olarak evlilik okuluna göndereceğiz. İslam’da aile hayatını, karşılıklı hak ve sorumluluklarını, İslam’da cinsel hayatın kurallarını, temel ibadetler için gerekli bilgileri eksikse öğreteceğiz. Ben biliyorum diyenleri yeterlilik sınavına tabii tutacağız. Çünkü evlenmek ciddi bir iştir. Sıradan işlere girerken dahi gösterilen özen ve hassasiyet, sonsuz bir hayatı hedefleyen evlilikten esirgenemez.
  10. Evlenen gençlere standart ev eşyası yardım paketleri ve kira desteği gibi sosyal haklar sağlayacağız. Evlilik külfetinin zinaya kılıf olmasına engel olacağız.
  11. Evlenen gençleri yalnız bırakmayacağız. İlk 2 yıl 6 ayda bir sefer, sonra 5 yıla kadar yılda bir sefer ziyaret edeceğiz. Her aile bir uzmana zimmetlenerek sosyal ve ekonomik seviyede destek takibi yapılacak. Bocaladıkları alanlarda danışmanlık hizmetini bedelsiz vereceğiz. Özel hallerde, şiddetli çatışmalarda aile merkezlerinde görüşmelere çağıracağız.
  12. Boşanma davalarında diğer mahkemeler gibi önce arabulucu şart olacak. Arabulucu ve hakem kişi tarafların karşılıklı rızayla seçtikleri aile büyüğü veya resmi aile danışmanları olabilecek.
  13. Evden uzaklaştırmanın gerektiği hallerde daha insani ve aileyi koruyan tedbirler alınacak. Gerekirse nöbetleşe ev ziyaretleri şeklinde ihtiyaçların giderilmesi, çocuklarla ilişkinin sürdürülmesi sağlanacak. Evden uzaklaştırılan kişiye kalması için geçici bir mekan veya otel parası devlet veya yerel yönetimler tarafından karşılanacak. Uzaklaştırmanın istismar edilmemesi için tedbiri devlet alacak. Evden uzaklaştırmanın kişilerin iş hayatını etkilemesine izin verilmeyecek. Anormal maddi yüklerin doğması önlenecek.
  14. Resmi izinle genelevlerde ve gayrı resmi her yerde fuhuşun yapılmasını önlemek için en sert ve etkili tedbirleri alacağız.
  15. Devleti genelev vb.  mekanlar üzerinden fuhuşa aracılık etmekten, milli piyango adıyla kumarcılıktan kurtaracağız.
  16. İdam cezasını ve kısas hükmünü geri getireceğiz. Suçu şeksiz şüphesiz sabit görülen ve haksız yere cinayet işleyen insan öldüren katillerin, çocuklara tecavüz eden sapıkların asılmasını sağlayacağız. Kısırlaştırma dahil diğer cezalarında uygulanabilmesine yol açacağız.
  17. İnandığımız gibi yaşamaya gayret edeceğiz. İnancımızla çelişen ve zarar veren ne varsa düzeltmeye çalışacağız.

Bu ve benzeri önlemleri alamazsak yandığımızın, bittiğimizin, kökümüzün kazındığının resmini göreceğiz. Asıl belayı Allah korusun Mahşer günü bulacağız. Rabbimiz bizlere tek tek soracak. Bu günahları neden işlediniz veya işleyenlere engel olmadınız diye. O korkunç hesap gününde ne şeytanların, ne onların elçisi olan LGBT sapkınları ve feministlerin, ne Avrupalı ve ABD’li dostlarımızın(!), ne parti, ne koltuk, ne de makam ve benzeri putlarımızın zerre kadar faydası olmayacak! Bizi Rabbimizin gazabından koruyacak hiç bir kuvvet bulamayacağız! Yine çaresizce O’na sığınacak ve affetmesini dileyeceğiz. O ise mutlak adaletini göstererek, kim neyi hak etmişse zerre ziyan etmeden verecek.

Kuruluşumuz aileden başladı, yıkılışımız da aileden olmasın! Hanımlarımıza kutsal Cennet yolculuğumuza yakışır şekilde davranalım. Şeytanın onları baştan çıkarmasına, hem kendilerini, hem de bizleri daha dünyadayken yakmalarına fırsat vermeyelim. O kadar çok sevelim ki, şeytanlar ve uşakları aramızı bozmaktan umudunu kessin! O kadar çok ilgi gösterelim ki, başka hiç kimsenin ilgisine muhtaç kalmasınlar.

Yüce Allah’tan bütün Müslüman kardeşlerime Cenneti dünyada yaşatan evlilikler ve eşler nasip etmesini niyaz ederim.

Amin…

 Görsel Kaynağı: https://goodmenproject.com




RehberTV’de İstanbul Sözleşmesi ve GREVIO Hakkında Konuştuk

Rehber TV’de 11.08.2020’de sunulan “Günün İçinden” programına canlı yayın konuğu olarak katıldım ve İstanbul Sözleşmesi gereği kurulan GREVIO örgütünün ülkemizin Milli ve Manevi menfaatleri için ne kadar tehlikeli olduğunu ifade etmeye çalıştım.



Değişim TV de İstanbul Sözleşmesini Konuştuk

Değişim TV’de 07.08.2020 tarihinde Saat: 20:00‘de yayınlanan “Siyasi Bakışlar” programında Kadir Kaşıkçı’nın Canlı Yayın konuğu olarak, Türkiye Aile Meclisi adına “İstanbul Sözleşmesi” hakkındaki görüşlerimizi paylaştım.




Akit TV Derin Kutu Programı İstanbul Sözleşmesi ve Aile Sorunları

04/08/2020 Tarihinde Akit TV’de Yayınlanan “Derin Kutu” programında Sabri BALAMAN’ın moderatörlüğünde bir araya gelen Prof. Dr. Ebubekir SOFUOĞLU, Prof. Dr. Muttalip Kutluk ÖZGÜVEN, Mesut ARABUL ve Ercan ÖZÇELİK tarafından İstanbul Sözleşmesi ekseninde aile sorunları ve toplumu bekleyen sosyal tehlikeler ile çözümleri değerlendirildi.



İstanbul Sözleşmesi, LGBT Sapkınlarının Peygamberimize Hakareti, Genç Evlilik Mağdurları, #RehberTV

Rehber TV’de İstanbul Sözleşmesi ve bağlı yasalardan cesaret alarak Peygamber Efendimize saldıracak kadar gözü dönen LGBT sapkınlarını, yapılması gereken iş ve önlemleri, Genç evlilik mağdurlarının devlet rafından ayıklanabileceğini, Türkiye Aile Meclisi adına katılım sağlayarak konuştuk.