Sizce Hangi Sözleşme Daha Zararlı?

Eğitim ve Aile yapımıza zararı tartışılmaz olan bu 3 anlaşma hakkında, vatandaşlarımızın görüşünü merak ederek, sizce hangisi daha zararlıdır şeklinde bir twitter anketi düzenledim. 309 kişinin oylaması ile çıkan tablo, önemli bir ibret ve derin bir oyunun vesikası oldu. Bu anketten yola çıkarak düşünce ve tespitlerimi paylaşmak istiyorum.

Milletin eğitimini ABD’nin kontrol ve tekeline sokan, yani nesiller boyu yerinde saymamıza, ilim ve irfanda geride kalmamıza, sürekli yapbozlarla nesilleri heba etmemize neden olan ve resmen ABD mandasına girişimizin delili olan anlaşma, Fulbright Anlaşmasıdır. Kaldı ki bu anlaşmanın uygulanmasını denetlemek için kurulan komisyonun adı da “Birleşik Devletler Eğitim Komisyonu“dur. İnanmayan veya henüz duymayanlar TBMM’nin resmi adresinden((https://www.tbmm.gov.tr/tutanaklar/KANUNLAR_KARARLAR/kanuntbmmc032/kanuntbmmc032/kanuntbmmc03205596.pdf)) bakarak görebilirler. Neslimizi eğitim alanında kurutmaya hedeflenen bu müstemleke anlaşması, 1946 yılında CHP ve İsmet İNÖNÜ Hükumeti tarafından imzalanmıştır.

Toplumsal Cinsiyet Eşitliği fitnesini ilk defa ortaya atan ve geleneksel kadın-erkek rollerine, yani aslında din ve kadim geleneklere dünya çapında savaş açan sözleşme, Birleşmiş Milletler CEDAW Sözleşmesidir((https://www.tbmm.gov.tr/komisyon/kefe/docs/cedaw.pdf)). Bütün şeytani emellerinin önüne de kadınları koyarak, güya onları koruma adına yuvalarından koparmak ve annelikten uzaklaştırmak amacıyla tasarlanmıştır. Sonrasında yapılan ek sözleşmelerle kendi komiser grubu olan GREVIO komisyonunu “Kadınlara Karşı Ayrımcılığın Önlenmesi Komitesi” adıyla her ülkede kurdurarak, feminist ve hatta terör sempatizanı kadın gruplarının bu alanda cirit atmasını, LGBTQ+ sapkınlıklarının yayılmasını sağlamıştır. Mesela, İstanbul’da 1993 yılında kurulan “Kadının İnsan Hakları – Yeni Çözümler Derneği“, birçok feminist ve LGBTQ+ oluşumlarına üye olarak faaliyet gösteriyor. Bahsettiğim gruplar ile birlikte düzenli olarak CEDAW Komitesini etkilemek için “CEDAW Türkiye Gölge Raporları“ hazırlayarak Türkiye adına alternatif bilgilendirme, şikayet, karalama ve karar vericileri etkileme faaliyeti gösteriyor. Bu aile yıkım sözleşmesi de maalesef alnı secdeli dindar liderlerimizden Turgut ÖZAL tarafından 1985 yılında imzalandı ve işletildi.

Aile yapımızı parçalama projesinin, Avrupa Birliğinde tasarlanan son halkası da İstanbul Sözleşmesi olmuştur((https://rm.coe.int/1680462545)). Bu sözleşmenin içerdiği maddelere uygun ifadelerden birisi olan “farklı aile formlarının toplumlara öğretilmesi” yani eşcinsel ve benzer sapkın evliliklerin tanınması anlamına gelen cümlelerin yer aldığı AB Bildirgesine, 2010 yılında imza atmayan zamanın Aile Bakanı Sayın Selma Aliye KAVAF, büyük bir kumpas ve planlı medyatik saldırılar neticesinde görevden alınmıştır. Yerine gelen Sayın Fatma ŞAHİN ise kısa sürede bu sözleşmenin, hem de İstanbul’da imzalanmasını sağlayarak, büyük bir başarı (!) göstermiştir. Sonrasında çıkarılan 6284 sayılı yasa ve uygulamalarının aileleri nasıl dağıttığını, boşanma ve nafaka kaynaklı kadın cinayetlerinin nasıl patlama yaptığını, hep birlikte dehşetle izliyoruz. Bu şeytani İstanbul Sözleşmesini de, halkın büyük bir teveccühle iktidara getirdiği Sayın Recep Tayyip ERDOĞAN’a 2011 yılında imzalattılar. Yani, bizi bize vurduruyorlar.

Şu 3 sözleşme içinde, aslında en zararlıları olan Fulbright ve CEDAW yerine, İstanbul Sözleşmesinin ankette oy patlaması yapmasının bir başka şeytani hedefi de, halkın en son ve en çok sevdiği liderinden soğutulması ve çaresiz bırakılmasıdır. Böylece hem geçmiş günahların üstü örtülecek, hem de şimdiki liderin aşırı yıpratılarak icraat yapamaz hale gelmesi sağlanacaktır. Sayın Cumhurbaşkanı bu tuzağı fark etse bile, aşırı velvele, yerli-yabancı feminist akımların medya destekli baskı ve yönlendirmeleri, sapkın ve anarşist güçlerin şerlerinden çekinerek, sözleşmelerden çıkması önleniyor. Bu hain odaklar en mahrem yere kadar ulaşarak, Sayın Emine ERDOĞAN’ın demeçlerini bile istedikleri şekilde yönlendirebilecek sinsiliğe ve etki gücüne sahiptir. “Sevgili aileler, lütfen çocuklarımızı engel, cinsiyet, ırk gibi farklılıklara karşı nötr yetiştirelim.” demecindeki NÖTR kelimesi sapkınlıkları normalleştirme ve kabullenme amacına hizmet etmektedir. 18 yaş altı genç evliliklerini de batılıların jargonuyla “Çocuk yaşta zorla evlilik hiçbir surette kabul edilemez ve en büyük şiddettir, insan hakları ihlalidir, suçtur. Daha çok kızlarımız erken evliliğin mağduru olmaktadırlar. Bu, kadın haklarının dahi hiçe sayılması anlamına gelir.” şeklinde ifade etmesi, dinle ve diyanetle, toplumun gerçekleriyle çelişmektedir. 18 yaş altı gençler 13 yaşından itibaren flört edebilir, 15 den sonra rıza ile cinsel ilişkiye girebilir. Karşı çıkan olursa İstanbul Sözleşmesine ve yasalarımıza göre o bir “KADIN” dır. Ama zina yapmak yerine, helalinden ve her tarafın rızası ile evlenmeye kalkarsa birden bire “ÇOCUK” olur. Evlendirenler veya evlenen gençler tecavüzcü olarak damgalanıp hapse atılır. Gerçek sapık ve tecavüzcülerin arasında tutulur. Tıpkı halen hapiste olan 8.000 civarındaki genç evli, başka da bir suçu olmayan kardeşlerimiz gibi. Bu gençlerin dışarıda sahipsiz kalan eş ve çocuklarını kimse sormaz. Twitter mesajlarından, hapse atılan kocalarının bırakılmasını isteyen onlarca mağdur genç kadının şikayet videolarını izleyebilirsiniz.

Bu kirli oyunun bir an önce boşa çıkarılması, halkın ve ümmetin ümitlerini bağladığı Sayın Recep Tayyip ERDOĞAN’ın bu şeytani halkadan koparılması gerekir. Bütün bunları görüp bildiği halde müdahale etmeyen ve hakkı söylemeyen, yetkili veya ilgili kişilerin tamamı, ya gerçek birer haindir veya ehliyetsiz ve liyakatsiz, beceriksiz birer gafildir. Yüce Mevla’m her şekilde bunlardan kurtarsın ve liderlerimize hakkı eğip bükmeden konuşan, hayra çağıran, şerden uzaklaştıran gerçek vatansever, hakiki dindar, ehil ve liyakatli yardımcılar göndersin.




Bir Çırpıda #ABO

Soru: [kirmizitext]ABO nedir ve kimleri etkiler?[/kirmizitext]
Cevap: Aylık Bağlama Oranı demektir. SGK kapsamında olan herkesi etkiler. ABO’nun güncel oranları 2008’de çıkarılan 5510 sayılı kanunda belirlenmiştir. Emekli olanların maaşı 3 dönem dikkate alınarak hesaplanır.
a) 2000 yılı ve öncesi dönem => Çalışanlar için ABO’nun en iyi olduğu dönemdir. Çalıştıkça maaşı arttıran hesabı esastır.
b) 2000 – 2008 arası dönem => ABO oranları düşürülmüştür. Çalışanlara tavan uygulaması gelmiştir.
c) 2008 ve sonrası dönem => ABO’nun ve tavan tutarlarının en düşük olduğu dönemdir. Sadece asgari ücretle emekli olan bir kişinin emekli maaşında 1.000 TL den fazla kesinti yapmıştır. Asgari ücretle 2018’de emekli olanlara 800 TL civarında maaş bağlanmıştır. 2019 başında seyyanen zam yapılarak emekli maaşlarının en az 1.000 TL olması sağlanmıştır.
Emekli olacak bir kişinin 2008 yılı sonrasındaki çalışma süresi uzadıkça ABO yüzünden emekli aylığı yıllık 60-70 TL düşmektedir. EYT mağdurları zamanında emekli olamadıkları gibi, çalıştıkça emekli maaşları düşürülerek çifte zulme maruz bırakılmaktadır.

Soru: [kirmizitext]ABO sadece EYT’yi mi ilgilendiriyor?[/kirmizitext]
Cevap: Hayır. İşçi, memur veya esnaf fark etmeksizin, 2008 yılından itibaren çalışan ve çalışacak herkes etkilenmektedir. ABO yüzünden fazla çalışanın, yani fazla prim ödeyenin fazla emekli maaşı alacağı bir imkân kalmamıştır. Yeni emekliler de hiçbir zaman eski emekliler kadar maaş alamayacaktır.

Soru:  [kirmizitext]ABO için ne yapılması gerekir?[/kirmizitext]
Cevap: Bu ABO ile insanların emekli olarak yuvasına çekilmesi imkânsızdır. Türk-İş’in Ekim 2019 tarihli 4 kişilik bir ailenin aylık Açlık Sınırının 2.058 TL olduğu dikkate alınırsa, 1.000 -1.600 TL aralığında yığılan emekli maaşları ile yaşamanın mümkün olmadığı görülecektir.
Bu ABO; kimse emekli olmasın, emekli olan tekrar çalışsın, aldığı paranın hayrını görmesin, ancak karnını doyursun, sosyal veya kültürel bir faaliyette bulunmasın diyor!
ABO oranları acilen yükseltilmeli, her emeklinin en azından asgari ücret kadar maaş alabilmesi sağlanmalıdır.




Bir Çırpıda #EYT

Soru: [saritext]EYT  Ne demektir ve kimlerdir?[/saritext]
Cevap: 8 Eylül 1999’da çıkarılan 4447 sayılı kanunla emeklilik için prim ve yıl süresinin dışında yaş şartı da getirilmiştir. Artık erkekler 60 kadınlar 58 yaşında emekli olacaktır. Bu kanun anormal şekilde geçmişe doğru da yürütülmüş ve önceden işe girenleri de aynı şekilde kapsamıştır. Fazilet Partisinin Anayasa Mahkemesine itirazı ile 2002 yılında eski çalışanlara kademeli yaş engeli getirilmiştir. Emeklilik için gerekli prim günü ve çalışma yılı dolduğu halde, kademeli yaşını beklemek zorunda bırakılan Emekli Sandığı, SSK ve Bağ-Kur sigortalılara Emeklilikte Yaşa Takılanlar yani kısaca EYT denilmektedir.

Soru: [saritext]EYT’ler ne istiyor?[/saritext]
Cevap: 4447 sayılı kanunun geriye dönük işletilmesinin kaldırılmasını ve eski kanunla işe başlayan kişilerin yine eski kanun hükümleriyle emekli olmasını istiyor. Yıl ve prim şartını tamamlayanların ( erkeklerde 25 yıl, kadınlarda 20 yıl ve 5.000 gün prim) emekliliğe ayrılması talep ediliyor. “Kanunlar aleyhte geriye yönelik işletilemez” evrensel hukuk kuralına uyulmasını istiyor.

Soru: [saritext]EYT’ler ne istemiyor?[/saritext]
Cevap:
• 4447 sayılı kanun ve sonraki mevzuatla getirilen emekli yaşının düşürülmesini istemiyor.
• Muktesep haklarının dışında yeni bir ayrıcalık veya avanta ödeme istemiyor.
• Aynı kanunla emekli olan eski emeklilerden daha fazla prim ödediği halde, daha az emekli maaşı almak istemiyor (ABO konusu).
• Fazlasıyla prim ödediği halde işsiz kaldığında ilaç ve hastane masraflarını cebinden ödemek istemiyor.
• Emekli olmak istemese de ileri yaşlarda işsiz kaldığında ortada kalmak istemiyor. Devlet en sıradan işler için bile 35 yaştan büyüğünü almıyor. Özel sektör yaşlı işçi tercih etmiyor. Aile babaları gençlerle ve onlara teşvik veren İş-Kur ile haksız rekabete girmek istemiyor.

Soru: [saritext]EYT’lere hakları verilirse gereken bütçe nereden bulunacak?[/saritext]
Cevap: Gereken bütçe onların zaten fazlasıyla ödediği primlerden bulunacak. Bankaya vadeli para yatıranlara, vade dolunca banka nasıl bütçe yok diyemezse, SGK ve devlette EYT’ler için bütçe yok diyemez. Hükumet bütçe darlığı yaşıyor ise, tıpkı bankalara, inşaatçılara veya futbolculara acıyarak bulduğu gibi, kendi hakkını talep eden EYT’lere de bütçe bulmak zorundadır.




Savaşlar Hiç Bitmedi, Sadece Şekil Değiştirdi!

Yakın zamanlarda meydana gelen I. ve II. Dünya savaşlarından sonra, devletlerin doğrudan karıştıkları savaşlarda sayıca azalma görülmesine rağmen, savaş sayılabilecek olaylarda ölen veya etkilenen insanların sayısında sürekli bir artış var. Üstelik zarar gören bu insanların, çok büyük bir kısmı da Müslümanlar!

11 Eylül saldırıları gibi planlı tezgahların bahane edilerek, Irak ve Afganistan’ın fiilen parçalanması, Libya’nın işgal edilerek bölünmesi gibi olayların temelinde, tarihsel haçlı zihniyetinin ve siyonist fırsatçılığının yoğurduğu yağma ve sömürü zihniyeti vardır ve hiç değişmemiştir.

Küresel eşkıya devleti ABD, bir ülkeye göz koyduğunda topyekun sivil-asker demeden uzaktan ve korkakça bombalarla yok etmeye çalışıyor. Afganistan, Suriye, Pakistan, Libya ve Irak ülkelerinde görüldüğü üzere, çoğu kere doğrudan çatışmalara girmekten kaçınıyor. Kendisinin kurup donattığı, eğitim verdiği Müslüman görünümlü haçlı ve siyonist köpeği örgütlerin çıkardığı kaostan besleniyor. Bu ülkelerdeki varlığı savaşmaktan ziyade, gayri meşru terörist çocuklarını beslemek ve onlara lojistik destek vermek içindir. DEAŞ ve PYD-PKK teröristlerine, kaç bin kamyon silah ve mühimmat verdiğini sayamaz olduk artık!

PYD, YPG, PKK, DEAŞ, El Kaide, Boko Haram gibi terör örgütleri nedense hep Müslümanları öldürüyorlar.  Suriye’de DEAŞ’ın saldırdığı bazı sivil Hristiyanlar dışında, Hristiyan veya Siyonist ülke güçlerine saldırmadılar! Köşeye sıkıştıklarında veya aşırı yaralıları çıktığında, ABD ve İsrail tarafından doğrudan korumaya alındılar ve hatta tedavi edildiler. Bu lanetli terör örgütlerinin biricik amaçları, sahiplerinin emrettikleri yerlerde istikrarı bozmak, mümkün olduğu kadar can ve mal kaybına neden olmak, Müslümanlar arasında birliği değil korku ve güvensizliği beslemek, İslam’ın gerçek mesajının dünyaya yayılmasını önlemek ve tam tersine suni İslam korkusunu büyütmektir.

Bu yapılan ahlaksız, ilkesiz ve acımasız saldırılara Vekalet Savaşları deniyor. Emperyalist ülkeler, artık sahadaki terör örgütleri üzerinden savaşıyorlar. Hem can kayıpları olmuyor, hem her tarafa silah satarak para kazanıyor, hem petrol ve diğer zenginlikleri neredeyse bedelsiz sömürüyor ve hem de çatışmalar kontrolden çıktığında veya işlerine gelmediği sırada, olayları durdurarak kahraman ülke taklidi yapıyorlar. Terör  yüzünden İslam ülkelerinin enerjisi ve zenginlikleri boşa harcanıyor, insanları kırılıyor, maddi ve manevi çöküş sürecine giriyorlar.

FETÖ gibi kukla örgütler de içimize kadar sirayet edebildiği için, onlarla uğraşmaktan kuklacı zalimlere dönemiyoruz. Kuklaların başarısı, efendilerinin amaçlarının gizlenmesine ve güçlenmesine hizmet ediyor.

Şükürler olsun ki, artık vekalet savaşlarında kullanılan maşaları rahatlıkla görebiliyor ve Suriye harekatlarında olduğu gibi, vatanımızdan süpürebiliyoruz. Terör örgütlerine karşı mücadeleyi, Kahraman Güvenlik Güçlerimiz hem yurt içinde, hem de yurt dışında başarıyla veriyor.

Fiziksel savaş unsurları ve taşeronlarına karşı gösterdiğimiz başarının tam zıddı olarak; sosyal, ahlaki ve psikolojik savaşta işgal edilmemiş bir bölgemiz kalmadı! Derin bir kültürel yağma ve erozyona maruz kaldık.

Vekalet savaşları sadece terör örgütleri üzerinden yapılmıyor çünkü. Düşmanın hava kuvvetleri yerine, havadan sinyallerle yuvalarımıza doğrudan giren TV ve İnternet güçleriyle işgal altındayız. Bizleri yok etmek isteyen düşman ülkelerin silahlı askerleri yerine, “kökümüzü kazımaya” yemin etmiş feminist dernekler, medya, kökü dışarıda amaçları karanlık LGBTQ+ ve türevleri sapkın örgütler, masonik mihraklar, içimize sokulmuş truva atı gibi çalışan KADEM gibi başkalaşmış dernekler, her türlü şeytanlıkta ve ahlaksızlıkta gönüllü misyonerliğe soyunan sanatçı/ünlü müsveddeleri ve tüm bunların sistematik baskılarıyla değiştirilip eziyete dönüştürülen yasal mevzuatımız var!

İşgal kuvvetlerinin zihniyetini savunan, aklını ve gönlünü kiraya veren, İslam ve aile düşmanı ideallerini benimseyerek, yasalar ve sözleşmeler yoluyla içimize almaya çalışan siyasilerimiz var. Bütün bu saldırı akınlarından bihaber gibi davranan, bizden bilip inandığımız, ama hüsranlarımıza dönüşen liderlerimiz var.

Marshall Planı ve Anlaşması kapsamında ekonomik büyümesi ve sanayileşmesi, yardım kılıfında durdurulan Türkiye’nin, gelecek nesillerinin eğitimleri de Fulbright Anlaşması ile ipotek altına alınmış,  sosyal kalkınma ve iyileşmesinin önüne geçilmiştir. Bu iki anlaşma, resmen ABD hegemonyasına girişimizin açık delilleridir.

Siyonist mihrakların, tüm dünyadaki nüfusu radikal şekilde düşürmek üzere, aile yapılarının çökertilmesi için tasarladığı CEDAW ve İstanbul Sözleşmesi hız kesmeden toplumu ifsad etmeye, aile kurmayı zorlaştırmaya, kadın ve erkek arasındaki çatışmayı körüklemeye devam etmektedir. Kadın cinayetlerinin yapılan bunca kanuni düzenlemelere rağmen artması, evlenme oranlarının düşmesi, boşanmaların çoğalması bu alçak hedeflere ulaşıldığını gösteriyor.

Vekalet savaşlarının maddi cephelerinde sağladığımız başarının, manevi cephelerde de yaşanması için; hep birlikte tövbe etmeye, Rabbimize yönelmeye ve sabır-şükür dairesi içinde çalışmaya ihtiyacımız var. Şeytana ve şeytanın askerlerine kaptırılacak bir tane bile evladımız yoktur! Hiçbirisinden vazgeçemeyiz, boş verip pes edemeyiz! Ailemizi ve neslimizi hedef alanlara hoşgörüyle sessiz kalamayız! Sadece yaptıklarımızdan değil, yapmamız gerekirken yapmadıklarımızdan da hesaba çekileceğiz!

Yüce Rabbim bizlere hidayet versin. Hak yolunda buluşmamız ve gayretimiz için yardım eylesin…

Görsel Kaynağı: https://2.bp.blogspot.com




Tarikatlar Okullarımızda!

Gazetelerde şöyle bir haber yayınlansa:

“Nakşibendi Tarikatı ve Ankara Valiliği “Nakşibendi Okulda” projesi kapsamında işbirliği için protokol imzaladı. Ankara Valiliğinde yapılan imza törenine Nakşibendi Halifesi Filanca Bey katıldı. Proje kapsamında, Ankara’daki okullarda erdemli insanların taşıması beklenen değerlerin aktarılması, milli ve manevi yapımıza sahip çıkan nesillerin yetişmesi için; öğrencilere, öğretmenlere ve velilere yönelik eğitim programları, kötü alışkanlıklardan çocuklarımızı koruyabilmek için alternatif hobi kursları, düzenlenmesi planlanıyor.”

Sizce neler olurdu?

Ortalık birbirine girerdi. Ne Valiliğe, ne Bakanlığa, ne de Sayın Cumhurbaşkanına söylenmedik söz kalmazdı. İrticanın hortlamasından tutun da, iyi saatlerde olsunların tekrar göreve çağrılmasına kadar, her türlü reaksiyon gösterilirdi. Avrupa Birliği ve ABD derin endişelerini paylaşır ve gözdağı mesajları yayınlardı…

Aslında bir tarikat bunları yaptı ama kimse sesini çıkarmadı. Hatta Bakanlık düzeyinde taltif edildi.((https://www.egepolitik.com/milli-egitim-bakani-ndan-rotary-okulda-projesine-tam-destek/54021/)) Birlikte pozlar verildi.((https://www.bursadabugun.com/haber/bakan-ziya-selcuk-tan-rotary-okulda-projesine-tam-destek-1175470.html)) İzmir Valiliğinde benzeri bir protokol imzalandı.((https://www.haberekspres.com.tr/izmir/rotary-okulda-h128355.html)) Okullarımız ziyaret edildi.((https://rotary2440.org/news/karia-rk-rotary-okulda/)),((http://www.okulnews.com/yasam/rotary-okulda-ogrencilerin-yaninda-h1649.html)) Bu iş için siteler((https://rotaryokulda.com/)), sosyal medya hesapları((https://twitter.com/rotaryokulda)),((https://www.instagram.com/rotaryokuldacom/?hl=tr)) kuruldu. Hem öğrencileri, hem öğretmenleri hem de velileri eğiteceklerini ilan ettiler. Ama kimse onları engellemedi! Çünkü bu tarikat İslam’la ilgili değil; Yahudi dostu, ABD menşeli Rotary Kulübüydü. Tıpkı Lionslar ve Masonlar gibi.  Anlayacağınız Müslüman STK’ların okullarımıza girmesi yasak, ama Siyonist Yahudi, ABD ve AB yörüngesindekilere serbest!

Kimse buna karşı çıkmadığı gibi, bütün resmi kurumlar tam destek veriyordu. Çünkü ta en tepeden Bakanlık seviyesinden bir olumlama vardı. Ta ki, muhafazakar çevreler bu durumu fark edip sosyal medya ve basında eleştirene kadar.((https://www.milligazete.com.tr/haber/3224029/rotary-okulda-nesiller-tehlikede)),((https://www.yeniakit.com.tr/yazarlar/osman-atalay/milli-egitim-rotary-istanbul-sozlesmesi-30199.html)) Bu sefer Milli Eğitim Bakanlığı resmen CERBEZE (cerbezeyi merak edenler Modası Asla Geçmeyen Şeyler: Hamaset ve Cerbeze  yazımı okuyabilirler) yaparak “Bakanlığımız tarafından bu konuda il milli eğitim müdürlüklerine gönderilen bir talimat bulunmamaktadır.“((https://www.trthaber.com/haber/gundem/mebden-rotary-okulda-projesine-destek-iddiasina-yalanlama-437892.html)) dedi.

Talimat göndermenize zaten gerek yoktu. Sayın Bakanımız proje sahiplerini makamında kabul ederek Rotary Bayrağı ile resim vermedi mi? Sayın Valilerimiz Rotary Derneği ile işbirliği protokolleri yapmadı mı? Rotary derneği okullarımızın içine girerek süslü söz ve hediyelerle projelerini fiilen başlatmadı mı?

Milli Eğitim Bakanlığının ciddiyetine inanmak için, Valiliklerle bu konuda yapılmış olan tüm protokollerin iptal edilmesini, site ve sosyal medya hesaplarının yayından kaldırılmasını, okullarımıza Rotary Derneklerinin uzman, üye veya her hangi bir vasıfla girerek faaliyette bulunmalarının yasaklandığını ilan eden, bir genelge çıkarmalarını bekliyoruz!

Toplumsal Cinsiyet Eşitliği projesinde de aynı şeyleri yaşadık. Milletten itiraz gelince sözde geri adım atılıyor, ama bu hastalıklı zihniyetin müfredat içeriğindeki etkileri halen devam ediyor. Din dersleri dışında yazılan ders kitaplarının yazım dili materyalist ve katolik batı düşüncesinin tesiri altındadır. Allah’ın yaratıcı olarak kabul edilmediği ve ısrarla doğaya, evrime güç verildiği söylemler hakimdir.

Bu müfredatla Milli Mefkureye sahip çıkacak nesilleri beklemek safça bir hayaldir. Çünkü müfredatın üzerinde politika belirleyen ve denetleyen Fulbright Anlaşmasına((http://ercanozcelik.com/milletimizin-kaynagi-ailemiz-boyle-yok-ediliyor/#egitimin_kultur_ve_genel_ahlak_degerlerinin_aktarilmasinda_yetersiz_birakilmasi)),((https://www.tbmm.gov.tr/tutanaklar/KANUNLAR_KARARLAR/kanuntbmmc032/kanuntbmmc032/kanuntbmmc03205596.pdf)) dayalı olarak kurulan “Birleşik Devletler Eğitim Komisyonu” ve onun ABD salt çoğunluğunda çalışan komiserleri vardır. Yıllardır eğitim sistemimizin yap-boz oyununa dönmesinde bu ve benzeri odakların yıkıcı etkilerini görmezden gelemeyiz.

CEDAW((http://ercanozcelik.com/milletimizin-kaynagi-ailemiz-boyle-yok-ediliyor/#cedaw_ve_istanbul_sozlesmelerinin_imzalanarak_aileye_tuzak_kurulmasi)),((https://www.tbmm.gov.tr/komisyon/kefe/docs/cedaw.pdf))dan sonra İstanbul Sözleşmesi((https://rm.coe.int/1680462545)) de bu Aile-Nesil yıkım ekibinin son halkası olarak eğitimdeki etkilerini göstermiştir. Boğaziçi Üniversitesinde cinsiyetsiz tuvalet akımına yasal dayanak olmuştur.((https://akademisyenler.org/ilk-cinsiyetsiz-tuvalet-bogazici-universitesinde/)) Bu olay, İstanbul Sözleşmesinde yer alan toplumsal cinsiyet rollerinin “kökünden kazınması” için atılmış bir adımdır. İstanbul Sözleşmesini kutsal bir metin gibi savunan ve koruyan KADEM’in, Boğaziçi Üniversitesindeki öğrencilerin bu girişiminden rahatsız olması da traji-komik bir durumdur.((http://kadem.org.tr/genel-ahlaka-uymayan-ve-mahremiyete-acik-bir-saldiri-olan-olaya-iliskin-kamuoyu-aciklamamiz/)) Kendi yaptığı yemeğin tadından şikayet eden aşçıya, saygı gösterilir mi?

Milli Eğitim sistemimizi; Fulbright Anlaşması gibi felç eden hastalıklardan kurtarmak, kökü dışarıda  olan gayri milli akımlardan da korumak zorundayız.

Yüce Rabbimiz, yöneticilerimize sürekli zihin açıklığı, şuur ve basiret nasip eylesin! Yönetilen bizleri de kendi yolunda birlik ve beraberlik içinde kılsın İNŞALLAH!…

 




Modası Asla Geçmeyen Şeyler: Hamaset ve Cerbeze

Sözlüklerde Hamaset için; yiğitlik, kahramanlık, cesaret ve dinleyenleri etkilemek veya heyecanlandırmak amacıyla yapılan abartılı anlatım; Cerbeze’ye de, beceriklilik, girginlik, hilekârlık, aldatıcı sözlerle kurnazlık etme, haklı ve haksız sözlerle hakikati gizlemektir deniliyor.

Bu iki kavram bütün beceriksizlerin, suçüstü yakalananların, kifayetsiz muhterislerin, ehliyet ve liyakat yoksunlarının, tavşana bak derken malı götürenlerin, vazgeçilmez aparatları olmuştur. Bu yüzden, hiçbir zaman modaları geçmez diyorum.

Üyelerinin hayrına, doğru dürüst çalışma yapmayan sendikacıların, en çok kullandıkları araçlar bunlardır mesela. İtibar kaybı veya güven problemi yaşadıklarında; rakip sendika ile ideolojik kavga başlatmak, dış politika olaylarını kendi gündemlerinin başına alıp her yerde hamasi konuşmalar yapmak, milyona varan üyelerin mağduriyetleri devam ederken, sınırlı bir kesime verilen bazı hakları cerbeze ile büyütüp abartmak ve çok iş yapıyor gözükmek, başkalarının başlattığı süreç ve sonuçları kendi emeği ve başarısı gibi sahiplenip reklamını yapmak, 15 Temmuz gibi toplumun yüksek hassasiyet gösterdiği olayların rantını sömürmek, genel kurul kararlarını üyelerden gizlemek, iş ve torpil takibi için yapılan ziyaretleri sendikal faaliyet gibi göstermek…. Say sayabildiğin kadar, hepsine uyar, çoğunda sonuç verir, saf ve masumları kandırmayı sağlar.

Feminist STK yöneticilerinin hepsi, birer cerbeze ustalarıdır. Siz onlara süresiz nafaka zulümdür dersiniz, onlar cerbeze ile kadın cinayetlerini ve kadına şiddeti öne koyar ve sizi bunlardan tarafmış gibi gösterir. 2017’de cinayete kurban giden 2.187 kişiden sadece 409’u kadınlardan oluşuyor. Yani öldürülen insanların %81’i erkekler. Ama kadınların 100’de 1’i  kadar gündeme alınmıyor. Her fırsatta kadın cinayetlerinin abartılarak gözlere sokulmasını, bu cinayetlerin etkisiyle hukuk ve uygulamada erkek düşmanlığının iyice kök salmasını amaçlıyorlar. Medya desteğiyle de bunu çok güzel başarıyorlar. Bir Allah’ın kulu da çıkıp demiyor ki; kadın da olsa, erkek de olsa öldürülenler bizim insanlarımızdır! Cinayetlerin sebeplerini araştırmalı ve bu işin bataklığını kurutmaya yönelik çalışmalıyız. Hiç kimse durup dururken katil olmak istemez! Sapık ve sadist bir kaç manyak çıkarsa, bunların da cezası idam ile en güçlü şekilde verilmelidir. Hukuk sistemi ve uygulaması adeta katil yetiştiriyor! Bu işten rantı olanlar da gizleyemedikleri bir sevinçle şiddeti körüklüyor, mevzuat, uygulama ve medya yoluyla kışkırtmaya devam ediyorlar.

Beceriksiz ve kibir deryası bazı siyasetçiler, boylarından büyük laflar edip altında kaldıklarında, yanlış işleri açığa çıktığında, aynı değişmeyen taktiği uyguluyorlar. Önce gözlerine kestirdiklerine itibar suikasti ile kişisel sindirme ve linç kampanyası başlatıyorlar. Kampanya başarılı olmazsa, kendi şişkin egolarını partilerinin eşdeğeri haline getirerek, yapılan eleştirileri mensubu oldukları partiye ve lidere yönelikmiş gibi göstermeye çalışıyorlar. Bu manevra da kurtarmıyorsa, son çare olarak doğrudan terör ithamı, hainlik yaftası, İslam’a, Kur’an ve Peygambere saldırı varmış, kendileri de güya onları savunuyormuş gibi yaparak aklanmaya uğraşıyorlar. Şıracının şahidi bozacı olacağı için, aynı tiynetteki arkadaşlarıyla muazzam bir dayanışma içinde oluyorlar. Bu kurnazlığın, hamaset ve cerbeze oyunlarının, sağcı, solcu, dindar, seküler farkı olmaksızın, her kesimden siyasetçi tarafından kullanılabildiğini görüyoruz.

Meşru hakların talep edildiği durumlarda, yine hamaset ve cerbeze ikilisi devreye giriyor. Örneğin, SGK primlerini kanunda belirtilen miktarın neredeyse iki katını ödedikleri halde, müktesep hakları 4447 sayılı kanunla gasp edilen Emeklilikte Yaşa Takılanlara kimse haksızsınız diyemiyor. Ama EYT nin hakları verilirse SGK batar diye cerbeze yapıyorlar. Bütün emeklilere yılda iki defa prim dağıtabilen SGK batmıyor, belediye ve şirketlerden trilyonluk SGK primleri tahsil edilmeyince batmıyor, ama EYT lerin hakları söz konusu olunca imkansız deniliyor. Aslında bu iş kedi ile ciğer hikayesi gibi. SGK primlerle dönüyorsa EYT’lerin iki kat ödediği primler nerede diye sormak lazım. EYT mevzusunda mağdur ve mazlum bırakılanların yöneticilere güveni kalmamıştır. Hamaset ve cerbezeye karınları doymuştur.

15-18 yaş arası gençlerin yapmış oldukları evlilikler yasaklanıyor ve tecavüz cezasıyla gençler hapiste çürütülüyor. Bu gençlerin eşleri ve çocukları da dışarıda her şeyden yoksun, perişan bırakılıyor. Ailelerinin bilgisi dahilinde akranlarıyla evlenen, zinadan korunmaya çalışan gençlerimizi yokluğa mahkum ediyoruz. Gençlerin karşılıklı rıza olma şartı ile zina özgürlüğü var ve neredeyse bütün medya tarafından da teşvik ediliyor. Zina serbest, nikah yasak! Şu anda hapislerde çürüyen, eşini ve çocuklarını göremeyen 8.000 civarında genç evlinin olduğu söyleniyor. Toplumdan yükselen feryatlar siyasetçilere ulaşamıyor. Bazen insafa gelip çözüm yoluna girdiklerinde, en azından hapiste kalanlara bir seferlik af gelmesi söylendiğinde, feminist örgütler ve aile düşmanı odaklar hemen çocuk tecavüzüne af geliyor diye cerbeze yapıyor, ortalığı karıştırıyorlar. Genç akranların severek yaptıkları evlilikler ile, genç kızların kendilerinden çok yaşlı adamlarla istemeden evlenmeye zorlanmalarını bir tutuyorlar. Siyasiler de onların şerrindense halkı üzmeyi, geri adım atmayı tercih ediyor, Milleti kendilerine küstürüyorlar.

Ehliyet ve liyakat yoksunu bürokrat ve idarecilerde, hamaset ve cerbezeyi kullanmakta ustalaşır. Çünkü dikkatleri başka yönlere çekmeleri, çok mühim işler başarıyormuş gibi görüntü vermeleri gerekir. Her şey normal seyrinde gitmiş olsa, gerçek performansları ortaya çıkacağından, eksik ve hataları, neden oldukları zararlar sırıtacağından, olağan üstü şartlar varmış imajını vermek isterler. Kriz döneminde hoşgörüler genişler, ayıplar görmezden gelinir. Her gelen enkaz devir almıştır, önceki yönetimin yanlışlarını toparlamakla meşguldür vs vs…

Hamaset ve cerbeze bütün kırışıkları örten fondoten gibi makyaj için kullanılıyor. Ama kullanıldıkça değerini ve gücünü yitirdiğinin, altındaki cildi bozduğunun bilinmesi lazım artık. Günümüzde iletişim ve bilgi kaynakları zenginleştiği için, tek taraflı sansürlü-çarpıtmalı beyanlar, asılsız iddialar işe yaramıyor. Sadece başvuranın prestij ve karizma kaybına yol açıyor.

İnsanların, hamaset ve cerbeze yapanları kolayca ayırt edebildiğini, hüküm vermeden önce araştırmayı alışkanlık haline getirdiğini, eskisi gibi dolmuşa gelmediğini anlamamız lazım. Burun havaya yükseldikçe, ayağın çukura ve pisliğe düşme olasılığı artar. Kibirden uzak durarak işimize bakmak, yapabileceğimiz işe talip olmak ve yapamadığımızı anladığımızda geri çekilmeyi de bilmek gerekir.

Yüce Rabbim bizlere hamaset ve cerbezeye tenezzül etmeyen liderler ve yöneticiler göndersin. Hamaset ve cerbeze simsarlarının şerlerinden de muhafaza eylesin. Amin…

Görsel Kaynağı: https://ptexgroup.com




Demokrasi Galerimizi Puthaneye Çevirmişiz!

Kıymetli bir dostumun söylediği gibi, bugünlerde halimiz (Allah muhafaza eylesin) cahiliye dönemi Araplarından neredeyse farksız oldu!

Cahiliye Arapları tapınmak için helvadan putlar yapar, aç kalınca dayanamayarak onları yermiş.

Bizde, toplumun ihtiyacı ve rızası var mı diye doğru dürüst sorgulamadan, çoğu kez dayatma şeklinde yasalar çıkarıyoruz. Bu yasaların yanlış olduğunu anlasak da değiştiremiyor, adeta putlaştırıyoruz. Uygulamada işin ucu kendimize dokununca da, en başta ihlal eden yine bizler oluyoruz!

Örnek derseniz o kadar çok ki!

Güncel olandan başlayalım: Mesela, Sigara yasağı!

Sigara yasağı kanun ve yönetmeliklerini yazan bürokratlar, Milletvekilleri, uygulamak zorunda olan yöneticiler ve idarecilerin hemen hepsi, şayet sigara kullanıyorlarsa, kendi makam odalarında veya kurum içinde kapalı mekanlarda sigara içmekten vazgeçmiyor.

Yabancı birileri, misafir veya amirler gelince gizlemek dışında, pek bir şey değişmedi!

Kadına pozitif ayrımcılık adına, erkekler için özellikle evlilik hayatını Cehenneme çevirebilecek mevzuatları, İstanbul ve CEDAW gibi müstemleke sözleşmelerini imzaladık. Bu durum çığırından çıktı ve bütün erkeklerin hayatı, geleceği, şerefi, bir kadının iki dudağı arasından çıkacak “beyana” bağlandı. Yalan da olsa, iftira da olsa, ispat şartı olmaksızın infaz hükümleri uygulandı. Zulmü herkes görüyor ama putlaşan kanunlara dokunamıyor!

Kendisini eşine ve çocuklarına adamış, Allah’ın ve Peygamberin gösterdiği yolda ilerleyen kadınlarımızın, ayaklarında Cennet kokusunu, ellerinde Cennet bereketini taşıdığına inanıyor ve feminizm belasıyla yine bu Cennet kadınlarının desteğiyle başa çıkılabileceğini iyi biliyoruz. Allah onlardan razı olsun, sağlık ve mutlulukla dolu uzun ömürler ihsan eylesin.

Bazı kadınların teşhircilikte çığır açan halleri, Türk Ceza Kanunu 225. maddesinde Hayasızlık ve Teşhircilik suçu ile tanımlı olduğu halde, haklarında bir işlem yapılmıyor. Çünkü kadınlar da putlaştırıldı. Dokunmayı bırakın, yan bakan veya ağzını açan bile yanabiliyor. Özgürlük putumuz  da var zaten. Onlara her şey serbest!

Eğitim sistemimizi Fulbright Anlaşması ile ABD’nin yönetimine verdik. Nitekim, bu anlaşmanın sağlıklı yürütülmesini denetleyen komisyonun resmi adı  “Birleşik Devletler Eğitim Komisyonu”dur! Teknik olarak eğitimde ABD’nin 51. eyaleti sayılırız. Bu yüzden okula giden çocuklarımızın manevi değerleri alt üst oluyor, dinsizliği, İslam inancı yerine tabiatçılığı, evrimciliği benimseyen felsefeyle bozuluyorlar.  Genel müfredatın içine sonradan eklenen seçmeli Kur’anı Kerim ve Hz. Peygamberin Hayatı gibi dersler beklenen faydayı sağlamıyor. Bozuk sütün içine eklenen sağlam süt gibi, etkileri kısa sürede kayboluyor. Müfredat putunu kökünden temizleyecek bir babayiğit henüz çıkmadı! Yamalar ve sürekli sistem değişiklikleri ile nesillerimiz heba olup gidiyor. Milyonlarca işsiz ve beceriksiz, inanç sistemleri alt üst olmuş, ailesine ve milletine yabancılaşmış gencimiz bu felaketin sonucudur.

Toplumun yapısına ve insanların fıtratına uymayan yasaklar, en ufak fırsatta çiğnenmek zorunda kalınıyor. Sakal yasağı gibi!

Kamuda çalışan erkeklerin sakal yasağı kağıt üzerinde kaldı. Siyasetçiler ve bürokratların büyük bir kısmı sakal bırakıyor. Yönetimin imkanı olduğu halde, bu yasağı kaldırmayıp fiili durumda serbestmiş gibi davranması, insanları ikircikli bir duruma sokuyor. Sakal mevzuatı da putlaştığından değiştirilemiyor. Belediyeler gibi değişen yönetimlerde ise her gelenin keyfine göre tutum sergilemesine meydan veriliyor. Mevzuatı uygulayanlar kötüleniyor.

Halen geçerli olan ancak, fiilen uygulanmayan 671 sayılı Şapka Kanunumuz var: “Türkiye Büyük Millet Meclisi azaları ile idarei umumiye ve hususiye ve mahalliyeye ve bilümum müessesata mensup memurin ve müstahdemin Türk milletinin iktisa etmiş olduğu şapkayı giymek mecburiyetindedir.Türkiye halkının da umumi serpuşu şapka olup buna münafi bir itiyadın devamını hükümet meneder” Millet Vekilleri ve Memurlar tamamen, halkta şapkadan başka bir şey giymemekle zorunlu tutulmuştur. Hayatın çok gerisinde kalan bu kanun neden değiştirilemez? Bu özelliği neyle tanımlanabilir?

Lakap ve unvanların kullanılmasını yasaklayan, 2590 sayılı kanun da hayatın akışına ve topluma ters düşenlerden birisidir. “Madde 1- Ağa, Hacı, Hafız, Hoca, Molla, Efendi, Bey, Beyefendi, Paşa, Hanım, Hanımefendi ve Hazretleri gibi lakap ve unvanlar kaldırılmıştır. Erkek ve kadın vatandaşlar, kanunun karşısında ve resmi belgelerde yalnız adlariyle anılırlar.” Bu kanun çıkarıldığı dönemde dahi, fiilen uygulanmamıştır. Halen kaldırılamamasına başka ne ad verilebilir?

677 Sayılı Tekke ve Zaviyelerin Kapatılmasına Dair Kanun da, kendisinden beklendiği şekilde tarikat ve cemaatlerin yok edilmesini sağlamamış, tam tersine daha kararlı şekilde örgütlenmelerine neden olmuştur. Bu yapıların devlet tarafından yok sayılması, tıpkı devekuşunun başını kuma gömmesi kadar etkili olabilmiştir. Kanunla insanların mağdur edilmesinin, dini değerlerin suistimal edilmesinin önlenmesi düşünülse de, boşluk ortamında kayıt dışı büyümenin derinliği kontrolden çıkmış, ehliyet ve liyakat gibi sorgulamalar yapılamaz olmuştur. Bugünlerde, Ali Kalkancı gibi şarlatanların ortaya çıkarak, peşlerine düşen insanları defalarca sömürebilmesi için bütün şartlar mevcuttur. Kanunla yasaklanan tarikat ve cemaatler devlet kurumlarında kısmen veya tamamen nüfuz ortamına kavuşabilmektedir. Öyleyse putlaştırılan yasaları kaldırarak, düzen ve denetimi sağlayan yasaları koymak daha doğru olmaz mı?

Avrupa Birliği (AB) olarak putlaştırdığımız hedefe ulaşabilmek için, neredeyse bütün manevi değerlerimize savaş açtık!

Faizden vazgeçemiyoruz ama, meşru alternatifi olan ticareti zorlaştırmak için her şeyi yapıyoruz! Türkiye’de her hangi bir işletmenin faiz pisliğine bulaşmadan faaliyet göstermesi imkansızdır! Bütün maliye kanallarımızda faiz zehiri dolaşmaktadır.

İmkanı ve fırsatı olan erkekler, özellikle ünlüler, birden fazla kadınla düşüp kalkıyor! Onların baş döndüren zina trafiğini normal görerek, magazin haberlerinde takip eder olduk. Ama zinaya düşmek istemeyenler için helal alternatif olan ikinci, üçüncü evliliği yasaklıyor ve ayıplıyoruz. Yani sınırsız zina serbest ama, helal olan ikinci, üçüncü evlilikler yasak! Putlaştırdığımız medeni kanun da hayatın akışından uzak ve ters duruyor. Zaten geldiği yer de bizden değildi!

İdam cezasını kaldırıp, Allah’ı ve maktüllerin can hakkını yok saydık! Adalete olan inancı sıfırladık. Vahşi katil ve sapıkların belasını, hapishanede kendileri gibi suçlu olanlardan bulmasını umar olduk! Devlete baş kaldıran ve masumları öldüren hainleri de beslemeye devam ediyoruz.

Domuzu normal kasaplık hayvanlar kategorisine ekledik! Büyük bir kısmı domuzdan ve az bir kısmı da mundar sığırlardan üretilen jelatin gibi katkıları hiç sorgulamadan ithal edip her üründe kullanmaya devam ediyoruz. Türkiye Helal Akreditasyon Kurumu var ama etkisi yok. Çünkü denetimleri zorunlu değil, gönüllü talebe bağlı. RTÜK kadar yaptırımı yok!

Zinayı ve hayasızlığı suç olmaktan çıkardık! Babalar dahi, öz kızlarını başkalarıyla zinadan men edemez oldu! Tepki gösterenler kendini karakolda ve mahkemede buldu!

İstanbul Sözleşmesiyle birlikte, her türlü cinsi münasebeti ve bunları yaşayanları hoş görmek zorunda bırakıldık! Oğullarımıza adamlığı, kızlarımıza kadınlığı ve anneliği öğretmemiz ayıp, toplumsal cinsiyet eşitliği düşmanlığı ve “kökü kazınacak” gerici eylemler olarak yasalarımızın üzerinde kabul edildi! Zulmün sesleri arş-ı alaya yükselince sayın Cumhurbaşkanı “İstanbul Sözleşmesi nas değildir.” dedi. O kadar. İstanbul Sözleşmesinin feminist savaşçıları bütün devlet kurumlarında ve siyasilerin yanında muteber konumdadır. İstanbul Sözleşmesi tam anlamıyla putlaşan bir olgudur!

1989 yılında, Türk Medeni Kanununda (TMK) yapılan bir kelime değişikliği büyük bir zulme ve köleliğe yol açtı. “Süresiz” nafaka ifadesi,  4721 Sayılı TMK’nın 175. maddesinde aynen korundu ve zulme devam denildi! 31 yıldır putlaşan bu zulüm yüzünden insanlar sıkıntı yaşıyor, hapse düşüyor, sigortalı çalışamıyor, yeniden evlenemiyor, evlense de huzur bulamıyor ve en kötüsü, çocuk haczi de eklenince kendisini kaybedenler sonu cinayete varan şiddete yönelebiliyorlar! Yani TMK ve 6284 sayılı kanunların uygulaması, cinayet potansiyellerini ortaya çıkarıyor!

Siyasiler nafaka zulmünü tam düzeltme yoluna girecek iken, yerli ve yabancı feminist şeytanlar devreye giriyor, medyada kadın cinayetleri köpürtülüyor ve siyasiler korkuyla nafaka putuna boyun eğmek zorunda kalıyorlar.

Kısacası topluma rağmen, topluma ve değerlerimize aykırı olarak çıkardığımız ve adeta putlaştırdığımız yasalar yüzünden, ayarlarımız bozuldu, huzurumuz kaçtı, geçmişimizden koptuk, geleceğimizden endişelendik, ailemizi ve neslimizi koruyamaz olduk. Acilen; yıkıcı, bozucu ve hayata aykırı düşen yasaları değiştirmek, daha güzelleriyle yenilemek, ailemize ve neslimize yönelik sistemli saldırıları defetmek zorundayız!

Çıkarılan her yasa, toplumun yapısına ve ihtiyaçlarına göre özenle yazılmalı,  yürürlüğe girdiğinde ise toplumun her kesimi tarafından istisnasız uyulması sağlanmalıdır. Yoksa, cahiliye döneminde yaşayan ve kendi yaptığı putları yiyen Araplardan farkımız olmayacaktır.

Yarın çok geç olabilir değil! Zaten çok geç kaldık! Bu gecikmenin vebali, seçenler ve seçilenlerin üzerinde artarak büyüyor!

Uyanın Millet! Hem ahiretimiz hem de dünyamız kararıyor!

Görsel Kaynağı: https://4.bp.blogspot.com/arabianidols.JPG




Kavgada Üstümüze Yok! Sevişmeyi Bilmiyoruz!

Şehvet duygusu ve hazzı, özellikle erkekler için Cennetten dünyaya indirilmiş olan nimetlerin başında gelir. Açlık, susuzluk, barınma gibi temel ihtiyaçlardan hemen sonra harekete geçiren esas güç kaynaklarındandır.

Baba olmak, bir kadının sorumluluğunu taşımak, başkaları için ömür boyu çalışmak gibi fedakarlıkların, üzerinde geliştiği temel duygu şehvettir. Aile kurulduktan sonra, saf nefsani yapıdaki şehvet duygusu gelişir ve babalık sevgisi, merhamet, eşiyle arkadaşlık gibi yan dallar çıkarır ve zenginleşir.

Yüce Allah, kadınla erkeği birbirine muhtaç ve ekip olmaya mecbur şekilde yaratmıştır. Tek başına bir kadın, hiç bir zaman erkeğinin eksikliğini tam olarak gideremez. Aynı şekilde, erkekte hayatından karısı çıktığında hiç bir zaman mükemmel bir forma ulaşamaz. Asıl olan birlikte olmalarıdır. Bekar kalan veya kalmayı tercih eden kadın ve erkekler, aile olmanın sorumluluğunu taşımaktan çekinen, kendisiyle ilgili özgüven veya sağlık sorunları bulunan ve cinsel yönlerini körelten kişilerdir. İyi ve mutlu olabilirler ama mükemmel olamazlar. Her zaman bir parçaları eksik ve gelişmemiş kalır.

Yaratılış olarak, kadınla erkeğin birbirlerine üstünlüğü yoktur. Görevleri gereği verilen yetenekleri ve sorumlulukları vardır. Erkeğin koruma, besleme, yönetme gibi sorumlulukları; güçlü, kuvvetli, mantıklı, iradeli ve kararlı olmasını gerektirir. Kadının çocuk büyütme, yuva kurma, eşine yarenlik etme gibi sorumlulukları da merhametli, sabırlı, duygusal, algı ve iletişimi yüksek, sempatik ve esnek olmasını gerektirir. Bu roller ve yetenekler yaratıcımız olan Yüce Allah tarafından tayin ve dizayn edilmiştir. Birbirini mükemmel bir madalyon gibi tamamlayan kadın ve erkeğin fıtratına uymayan gelişmeler, birliklerini bozar ve kaosa neden olur. Kavga ve tartışmanın hakim olduğu yerde, ne huzur ne de birlik kalır. Bu inceliği fark eden insanlık düşmanları, kadın-erkek ve aile birliğini yıkabilmek için CEDAW ve İstanbul Sözleşmesi gibi hain projelerle saldırmaya devam etmektedir.

Hepimiz sanki diken üstünde yaşıyoruz! Her an kavga etmeye hazırız. Büyük bahanelere de gerek yok. Yemeğin tuzundan, pantolonun ütüsüne kadar, bir sürü neden bulabiliriz. Kadınlar, iletişimdeki ustalıklarını çözüm üretme konusunda sakınabiliyor, çatışmayı körükleyen tavırlara girebiliyorlar. İdare etme ve huzuru sağlamada olan üstünlüklerini esirgediklerinde, sıcacık yuvalarda kutup yelleri esmeye başlıyor! Erkekler ise, beyin ve iletişim gücüyle baş edemedikleri kadınları, kas gücüyle sindirmeyi marifet biliyor. Kendimizi anlatmaktan ve karşımızdakini ikna etmekten aciz kaldığımızda, hemen tartışmaya, hakarete veya şiddete yöneliyoruz.

Artık şunu anlamamız gerekir. Kadın ve erkeğin kalesi, kutsal mekanı, huzur kaynağı ve ahirete hazırlık durağı evidir, ailesidir. Bu kaleyi yıkmak isteyen, CEDAW, İstanbul Sözleşmesi, 6284 sayılı Kanun gibi yasal güvenceleri de arkasına almış bulunan sırtlanlar, bizleri yuvamızdan koparmak ve yok etmek için dört gözle fırsat kolluyorlar. Yöneticilerimizin bu konulardaki gaflet ve dalaleti, onların iştahlarını daha da kabartıyor ve gün geçtikçe hırçınlaşıyorlar. Allah’ın açıkça lanetlediği ve Lut Kavmini helak ettiği sapkınlığı yaşayan ve teşvik edenleri, kınamaktan dahi aciz bırakılıyoruz! Toplumsal Cinsiyet Eşitliği adı altında hayasızlığın özgürlüğünü istiyorlar. Biraz karşı çıkınca Nazi Subayı gibi insanlık düşmanı, homofobik yaftalarına maruz kalıyoruz.

Aile etrafında büyük tehlike ve oyunlar dönerken, bizler elimizin altında olan değerlerimizi, imkanlarımızı kullanmaktan aciz kalmışız. Aşk ateşlerimiz sönmeye yüz tutmuş, ufak bir yağmurda veya rüzgarda dağılmaya namzet haldeyiz.

Karı koca arasındaki iletişimin zirvesi cinselliktir. Öfkelerin yağ gibi eridiği, sevgilerin dağ gibi büyüdüğü şifalı bir etkileşimdir. Bu şifa ve sevgi pınarından ne kadar faydalanabilecekleri kendilerine ve becerilerine kalmıştır. Bir çoğumuz bu şifa kaynağının üzerine toprak atmış gibi yaşıyoruz. Muhteşem bir gala gösterisi olması gereken cinsel hayatımızı düşük bütçeli, ruhsuz, yasak savar, rutin etkinliklere çevirmişiz.

Kadınların anlaması ve dikkat etmesi gereken önemli bazı hususlar var. Aile huzurları ve gelecekleri için bunları görmeleri lazım. Yazıya girerken erkeklerin şehvet duygusuyla boşuna başlamadım. Erkekler için önemini ve etkisini vurgulamak istemiştim. Normal sağlıklı erkeklerin düzenli olarak şehvet ihtiyaçlarını gidermeleri gerekir. Ailesinde helal dairesinde cinselliğini güzelce yaşayabilen erkekler, gerçekten nasipli ve mutlu sayılırlar. Erkeklerine sahip çıkan, onları kurda kuşa yem etmeyen, haramlardan güzellikle sakındıran kadınlarımızdan Allah razı olsun. Cinsel yönden mutluluğu sürekli olan erkeklerin farkı, dış dünyanın yıpratıcı etkilerine karşı yüksek mukavemetlerinde, hayata pozitif bakmalarında, ailelerine bağlılıklarında, rızıklarını kazanmadaki gayretlerinde ortaya çıkar. Mutlu olan erkekler, mutlu etmek için ellerinden geleni yaparlar. Daha çok çalışırlar, daha anlayışlı ve sevecen olurlar.

Ailesinde cinsel mutluluğu ve tatmini normal sınırlar içinde bulamayan erkekler, sürekli aç gezen diyetteki insanlar gibidir. Her an diyetini bozmaya “kaçak et” peşine gitmeye namzettir. Mutlu olamadığı evine ve ailesine bağlılığı düşer. İlgisi  ve gayreti azalır. Sürekli nefsi ve ahlaki çatışma içinde olduğu için huzursuz ve gergin olur. Şehvetinin peşine gitmek isterken, dini korkuları ve toplumsal çekinceleri onu engeller. Bazen de engel olmaya yetmez. Bu sefer günaha düşmenin pişmanlığı ve utancı ile ruhsal çöküntü yaşar. Vicdanına sözler verir bir daha olmayacak diye, ama şehvetinin yükselen dalgalarına bir süre sonra yine dayanamaz ve böyle bir döngü içinde sıkışıp kalır. Porno bağımlılığı, bir ara çözüm veya kronik rahatsızlık olarak erkeklerin büyük bir kısmını etkisi altına almıştır. Cinsel uyaranların günlük hayatta ve internet gibi sınırsız medya içinde, yoğun bombardımana aldığı erkeklerin, kendilerini muhafaza edebilmesi oldukça zordur.  Sağlam bir iman ve irade gerektirir.

Kadınların, kocalarına kendi evlerinde cenneti veya cehennemi yaşatabilme güçlerinin olduğunu unutmadan davranmaları gerekir. Bu muazzam güç, onlara büyük bir sorumluluk yükler. Kadınların cenneti veya cehennemi kazanmaları, erkeklere nazaran çok daha kolaydır. Sevgi ve şefkat kahramanı kadınlarımızın kocalarına sahip çıkması, onların kendi yuvalarında cinsel huzurun ve doyumun zirvelerine birlikte çıkabilmeleri için yol göstermesi, yönlendirmeleri gerekir.

Erkeklerin büyük bir çoğunluğu, kadınların cinsel potansiyelini ortaya çıkarmayı, onların da gönüllü katılımını arttırmayı bilmiyor. Bu yüzden büyük bir aşkla başlayan evlilikler zamanla monoton ve renksiz bir hayata evriliyor. Aşk bitiyor denilen aslında sevginin ve cinselliğin gelişememesi halidir. Aşk duygusu ve tutkusu tıpkı bir uzay mekiğinin dünyadan ayrılması gibi, ilk ve yoğun enerjiyi sağlıyor. Ama uzaya çıkmakla iş bitmediği için, kalkıştaki yakıt kapsüllerinin ayrılması ve uzay ortamına uygun yakıtların devreye alınması lazımdır. Yoksa başıboş bir halde uzayda sürüklenme veya yer çekimiyle dünyaya geri düşme yaşanır. Evlilik hayatının sevgi kaynağı, cinsel mutluluk, yaşantılar ve gönüllü ilgi ve hizmetlerle beslenir. Cinsellik zayıfladığında kötüye gidiş başlar.

Erkekler cinselliği genellikle pornodan, bir kısmı da haram cinsel birlikteliklerden öğreniyor. Daha doğrusu öğrendiğini sanıyor. Gördüğü şeyler kadını insanlıktan çıkaran, bir et yığınından farklı göstermeyen, sadist, tek taraflı bir bakışın eseri olduğu için, gereksiz ve yanlış bir beklenti içine giriyor. Gördüklerini uygulamaya kalktığında ters tepiyor, kendi psikolojisi de bozuluyor. Kadın ve erkeğin cinsel birlikteliği mekanik bir sığlıktan çok daha ötede, iki enerji vücudunun birleşmesi ve her seviyede şifalı muhteşem bir alış verişin yaşantısıdır. Cinsel birliktelikte çok çeşitli kanallar kurma imkanı varken, çiftlerin bilgi ve beceri eksikliği tek kanal siyah-beyaz görüntüden daha öteye gitmelerine engel olabilir. Erkeklerin en büyük yanılgısı, cinsellikte kendilerini baskın ve söz sahibi görmeleridir. Şehvetlerinin yüksekliği ve hassasiyeti onlara bu duyguyu verir. Halbuki erkeğin cinsel ilişkiden alacağı zevkin ve mutluluğun, kadının olaya katılmasıyla doğrudan ilgisi vardır. Cinsellik ancak iki taraflı aktif katılım ve istekle zirvelere çıkabilir. Bir tarafın gereksiz baskınlığı veya tembelliği olaya sabotajdan başka bir katkı yapmaz. Kadınları dinlemek, sabırla ve sevgiyle yaklaşmak, potansiyellerini paylaşmaları için güzellikle teşvik etmek gerekir.

Cinsel yönden sorunlu evliliklerde, erkekler kadınların cinsel gücünü bilmez ve yönetemez. Kadınlar da küskün, bıkkın, bezgin, tatminsiz ve yasak savmacı tavırlar geliştirirler. Erkeklerin önce kadınlarını tanımaları, onları dinlemeleri, konuşmaya teşvik etmeleri ve uyarılarına utandırmadan  olumlu karşılık vermeleri gerekir. Karı ve koca arasındaki helal daire, çok geniş ve saklı hazinelerle doludur. Haramlığı sabit zamanlar (aybaşı gibi) ve fiiller (livata gibi) dışında, keşfedilecek yeni zevkleri ve mutlulukları birlikte bulabilmeleri için, önce sansürsüz iletişim kurabilmeleri ve tam güven içinde hissetmeleri lazımdır.

Kadınların en güçlü cinsel organları beyinleridir! Erkeklerin önce orayı keşfetmesi, kadınların kendilerini olaya dahil etmesini sağlamaları gerekir. Erkekler çoğu kere farkına varmaz ama, aslında kadınlar her zaman algıları açık ve duyguları hazır olabilecek yeteneğe sahiptir. Erkekler sonuca, kadınlar sürece değer verir. Olayın gelişimi ve yaklaşım üslubu önemlidir. Eve girdiğinden itibaren, erkeğin her tavrı ve sözü yaşanabilecek olayları olumlu veya olumsuz etkiler. Akıllı erkekler eşlerini küçük jestler ve sürprizlerle cinsel güzelliklerini sergilemede daha gönüllü olmaya yönlendirirler. Küçük bir jestle büyük mutluluklara kapı aralamak mümkündür. Cinsel hayatın zevklerini 20 katlı bir binaya benzetirsek, ömür boyu ilk bir kaç katta gezinmekte, çatı katına kadar çıkarak terasın keyfini çıkarmakta, karı-kocanın uyumunda ve birlikte arayışında saklıdır.

Bu konu hem çekici, hem tehlikeli, hem de lastik gibi uzatılabilir hassasiyete sahip olduğundan, burada bırakıyorum. Gelen talep ve yorumlar doğrultusunda haddimi aşmadan, hayır umarak yazmaya devam etmeye niyetliyim. Evlerimizdeki cennet ateşini güçlendirmemiz, sevgilerimizi büyütmemiz için biraz daha gayretli olmalıyız. Meşru kaynaklardan kendimizi ve ailemizi eğitmeliyiz. Özellikle kadınların kendilerini daha mutlu ve güvenli hissetmelerini sağlamalı, iletişimi açık tutmalıyız. Bizleri huzursuz edecek kadar yoğun cinsel sorunlar yaşadığımızda ise tedavi ve destek almaya açık durmalıyız.

Yüce Rabbim her Müslümana, evinde Cennet köşeleri kurabilmeyi, helal zevklere sonuna kadar varabilmeyi nasip eylesin.

Amin…

 

 

Görsel Kaynağı: https://compasswholehealth.com

*** Katkı ve desteğinden dolayı SÜCED (Sağlıklı Üreme ve Cinsel Eğitim Derneği) Başkanı  Sayın Jinekolog Opr. Dr. Ünzile GİRİŞGİN’e çok teşekkür ederim.




Demokrasi v5.0 : Akrabalarla Yönetim Sistemi

Eşsiz vatanımız Anadolu’da, kurulan son devletimiz, Türkiye Cumhuriyetidir. İnşallah hayırlı yönde gelişerek, Milletimiz var oldukça yaşamaya devam edecektir.

Genç Türkiye Cumhuriyeti gibi, demokrasi kültürü de gelişerek değişmeye devam ediyor. Önemli dönemlere kısaca bir göz atarak, son versiyonu ayrıntılı inceleyelim. Ne dersiniz?

Demokrasi 1.o – Sözde Demokrasi Dönemi

Cumhuriyetin ilk döneminde, zamanın olağanüstü şartları ve hakim güçlerin yönetim tercihleri nedeniyle, fiili demokrasi uygulanmamıştır. 1946 yılına kadar, tek partili yönetim sistemi hakim olmuştur. Arada seçim yapılarak çok partili demokratik sistem test edilse de, devamı gelmemiş ve rakip partiler bir şekilde saf dışı bırakılmıştır.

Demokrasi 2.o – Gerçek Demokrasi ve Darbeler Dönemi

1946 yılında yapılan genel seçimler, gerçek demokrasi için ilk bebek adımları oldu. Seçimde açık oy, gizli tasnif yapıldığı için sonuçlar şaibeli çıktı. Buna rağmen, ilk defa CHP dışında Demokrat Parti (DP) ve Bağımsız  Mebusların Mecliste yer almaları sağlandı. Sonraki 1950 seçimlerinde, DP büyük bir patlama yaparak iktidarı devraldı.

DP iktidarı, 1960 yılında 27 Mayıs askeri darbesiyle yıkıldı. Başbakan Adnan Menderes, Bakanlar Fatin Rüştü ZORLU ve Hasan POLATKAN Yassıada Mahkemelerinde yargılanarak idam edildi. Celal BAYAR’da idama mahkum oldu ancak, yaş haddinden dolayı cezası ömür boyu hapse çevrildi. Birkaç yıl sonra serbest bırakıldı.

27 Mayıs darbesi, lanetli bir geleneğin başlangıcı oldu. Neredeyse her 10 yılda bir darbe yapılarak, demokrasiye hard format (bilişimde tam ve derin biçimlendirme) atıldı.

Demokrasi 3.o – Güçlü Demokrasi: Darbelere Dirençli Dönem

Her darbeden sonraki ilk genel seçimlerde, halkın tepkisi sandıklarda darbecilere karşı oy vermekten öteye geçemedi.  Darbecilere karşı aktif direniş gösterilmesi gerektiği 28 Şubat post modern darbesinden sonra ortak kanaat haline geldi. Artık, Milletin temsilcileri darbelere karşı daha dayanıklı ve dirayetli olacaktı. Nitekim, 27 Nisan 2007’de yayınlanan e-muhtıraya karşı Hükumetin dik ve kararlı duruşu yeni bir dönemin başladığının göstergesiydi.

27 Nisan’dan sonra yapılan açık ve örtülü darbe girişimlerine karşı, toplumsal direnç gittikçe yükseldi. 15 Temmuz 2016 tarihinde yapılan darbe teşebbüsü, Milletin topyekun birliğinin ve kenetlenmesinin zirvesini gösterdi.

Demokrasi 4.o – Hemşehrilerle Yayılma Dönemi

Kentlerde fabrika ve diğer iş imkanlarının artması, kırsal bölgelerde yaşam şartlarının daralması yüzünden, kırsaldan-kente düzenli ve sürekli göçler yaşanmıştır. Göçlerin seyrinde, öncülerin sağladığı imkanları paylaşmak için hemşehrilerini davet etmeleri de önemli rol oynamıştır. Bir kurum veya kuruluşta çalışanların memleketi yöneticilere göre ağırlık kazanmış, sonra da bu ağırlık sayesinde yöneticileri de onlar belirler olmuştur.

Kurumların genel kadrosunu, esnaf yapılanmasını veya meslek mensuplarını belirli şehirler tayin edebilmektedir. Pastacıların daha çok  Kastamonu, fırıncıların Rize, aşçıların Bolu’dan çıkması gibi. Hemşehri dayanışması günümüzde de etkinliğini devam ettiren klasik bir sosyal düzendir.

Demokrasi 5.o – Akrabalarla Yönetim Sistemi

Özgürlüklerin genişlemesi, imkanların artması, yönetimde geçen sürenin uzaması ve paylaşımda yükselen rekabetinin etkisiyle, demokrasi içinde özel bir idare tarzı doğmuştur: Akrabalarla Yönetim Sistemi (AYS)!

Akrabalarla yönetim sistemi, v4.o’daki hemşehri sistemi kadar geniş, halkçı, hayırsever ve açık bir yapı değildir.

Sırf hemşehri diye, herkesi dahil edecek genişliği sağlamaz. Daha özel ve sınırlı elitlerden seçilir. Yöneticiler ya aile içinden veya en fazla 2.derece yakın akrabalardan seçilir. Bu durum ibretlik bir şekilde, belirli siyonist ailelerin gücü ve parayı parsellemesine benzer.

Hemşehri dayanışmasında temel dürtü onları işe yerleştirmek ve çoğunluğa kavuşmak iken,  AYS’de amaç hayır değil, gelirleri ve gücü kontrol altında tutmak, paylaşmayıp toplamak ve yönetimde tekeli sağlamaktır.

AYS; yola beraber çıkılan insanların, engebeli araziler aşılarak düzlüğe ulaşıldığında terk edilmesinin, yolların hep düz kalacağının zannedilmesinin, yolları düzelten gücün sadece kendilerinde olduğu yanılgısının ve uzun dönemde yaşanan güç zehirlenmesinin bir sonucudur.

AYS’de akrabalık ilişkileri mümkün olduğu kadar saklanmaya çalışılır. Aile üyeleri ahtapot kolları gibi kurumları sarabildiği gibi, saklı kalmak adına kurumlar arası çapraz yönetici atamaları ile gizlenmekte istenebilir.

Ehliyet ve liyakat kriterlerinden daha önce aile ve akrabalık bağları dikkate alınır. Ehliyet ve liyakat yerlerde geziniyorsa çözüm olarak aile ferdinin yanına yöresine konuya hakim danışman ve asistanlar monte edilir.

AYS’de siyasal görüşlerin de bir önemi yoktur. Çıkar birliği ve sürekliliği sağlayabilmek için, aile üyeleri birbirine zıt parti ve diğer oluşumlarda temsilciler bulundurur.

Hemen her konuda olduğu gibi AYS kurulumunda referans alınan kutsal aileler vardır. Onların uygulaması diğerlerine örnek ve bahane olur. Zirvelerde dolaşan ve kerameti kendinden menkul şekilde, hemen her ferdinin kritik noktalarda görev aldığı mucizevi soyadları da vardır. Sıradan fanilerin, mahkeme kararıyla soyadlarını bunlardan yapası gelir.

Hz. Osman-ı Zinnureyn (r.a.) efendimizin, halifeliğinin son 6 yılında akrabalarına yönetimde fazlaca yer vermesi, fitne ve fesadın Müslümanlar arasında yayılmasına zemin hazırlamıştır. Osmanlı Padişahları da özellikle İstanbul’un fethinden sonra, akrabaların saraya dolmasını önlemek için Türk aile kızlarıyla evlenmekten kaçınmış, yabancı asıllı ve sarayda yetişmiş Cariyeleri tercih etmiştir.

AYS, güvenlik ve kefalet gibi masum sebeplere dayanarak başlatılsa da; fırsat eşitliğini katleden, kin ve husumet tohumlarını yeşerten sonuçları kaçınılmazdır. Beyin göçünü tetikleyen, proje ve araştırmaların önünü kesen bir atmosferdir.

Ehliyet ve Liyakat arka plana atıldığı için, AYS yöneticileri büyük hata ve israfların temel sebebi olabilmektedir. Sahip oldukları sıradışı güç ve kuvvetin etkisiyle pervasız, hesapsız ve mantıksız işlere girmekten çekinmezler. Yetersiz yöneticilerin hemen hepsi üstlerine karşı yalaka ve omurgasız, altlarına karşı despot, acımasız, kibirli ve saldırgandır. Aykırı görüşlere ve yapıcı da olsa eleştirilere tahammülleri yoktur. Bu yüzden AYS yapılanmasının olduğu tüm kurumlarda mobbing uygulamaları kurumsal bir politika haline dönüşür. Sabredenler veya mecbur olanlar kalır, kaçabilenler ise ilk fırsatta giderler.

AYS yapılanmasının mühim bir göstergesi de, önemli kurum ve kuruluşların veya resmi kurulların yönetim kurulu üyelikleridir. Seçkin aile mensuplarının buralara özenle yerleştirildiğini ve bir kaç maaş bağlanarak nemalandığını takip edebilirsiniz. Medyaya yansıyanlar, gerçek yapılanmanın çok küçük bir kısmıdır. Ballı aile ve akrabaları ortaya çıkarabilme imkanı, yine devletin kendi elindedir. 2016 yılından beri SGK’ya yüksek borcu olan kurum ve şirketlerin dahi açıklanmadığını düşünürsek, devletten böyle bir adım beklemek saflık olacaktır.

AYS genel olarak haksız bir zeminde, fırsatçı, sömürücü bir yapıda geliştiği için, gerçekten doğru olabilecek atamalara da şaibe gözüyle bakılmaktadır. Bu yüzden, seçilerek göreve gelenlere karşı da güvensizlik, ümitsizlik ve hoşnutsuzluk duyguları artmakta, her konudaki karar ve işlemleri de şüpheyle karşılanmaktadır. Aşağıdaki karikatür, bu gerçeği tüm çıplaklığıyla ortaya koymuştur.

Sonuç olarak, AYS demokrasimizin gelişmiş bir modeli değil; hastalanmış, kokuşmuş ve çürümeye yüz tutmuş, acilen tedavisi ve ameliyatı gereken kangrenli bir çeşididir. Darbeci alçaklara da, darbe için en güzel bahaneleri sunan bir vaziyettir. Durumun vahametini gören ve yaşayan insanların uyarı ve talepleri, böyle bir yazıya neden olmuştur. Testi kırılmadan, araba yoldan çıkmadan önce uyarmak ve söylemek, hepimizin ortak görevidir.

Yüce Rabbimiz, AYS hastalığımızı tez zamanda tedavi etmeyi, yönetimde hakkaniyeti, ehliyet ve liyakati tekrar hakim kılmayı Milletimize ve Devletimize nasip eylesin!

Amin, amin, amin!

Görsel kaynağı: https://cdn130.picsart.com/270593900049211.png