Nepotizm / Akraba Kayırmacılığı

Editörlüğünü Dr. Öğr. Üyesi Süreyya YILMAZ‘ın yaptığı ve

Efe Akademi Yayınevi tarafından basılarak yayımlanan

İnsan Kaynakları Yönetiminde Güncel Konular” kitabının 2. bölümüdür.

 

Bölüm Yazarı: Ercan ÖZÇELİK

• Doktora Öğrencisi (Üsküdar Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Sağlık Yönetimi Bölümü)

• Tıbbi Teknolog (Sağlık Bakanlığı Koşuyolu Yüksek İhtisas ve Araştırma Hastanesi)

 

 

 

1. Giriş

Kişinin kendi ailesi veya akrabaları için iyi işler veya haksız avantajlar elde etmek üzere, gücünü veya etkisini kullanmasına nepotizm denilir (Cambridge Dictionary, 2020). İngilizcede yeğen kelimesinin karşılığı olan nephew ifadesi bu kavramın kökünü oluşturmuştur.

Nepotizm, Bellow (2003)‟a göre, İtalyanca “nipote” kökenlidir. “Nepotismo” ise 14. ve 15. yüzyılda ‟da yönetimi yozlaştıran papaların kendi akrabalarını ve gayri meşru birlikteliklerinden doğan çocuklarını yüksek makamlara getirmelerini ifade etmek için söylenmiştir. Temelinde birilerine hak etmediği muamelede ve kolaylıkta bulunmak, korumak ve kollamak anlamı vardır. Kişilerin bulunduğu makamların verdiği yetki ve sorumlulukları beklenenin aksine aile ve yakınlarının lehine kullanarak kötüye kullanmaları söz konusudur. Belirgin bir gerekçe olarak kan bağı ve akrabalık vardır. Kısacası “bir kimsenin beceri, kabiliyet, başarı ve eğitim düzeyi gibi faktörlerin dikkate alınmaksızın veya işin gerektirdiği niteliklere sahip olmayan kişilerin sadece akrabalık ilişkileri esas alınarak istihdam edilmesi veya terfi ettirilmesi” şeklinde ifade edilen nepotizm, istihdamda ehliyet ve liyakate dikkat etmeden, sadece aileden veya akrabadan olduğu için bir kısım insanlara özel muamelede bulunulmasıdır. Bu ifade özellikle uygun adaylar arasından akrabaların istihdam edilmesi yerine, hiçbir vasfı uygun olmayan ama sırf akraba olduğu için istihdam edilen insanlar için sarf edilmektedir (Pelit, Baytok, Soybalı ve Kılıç, 2017, s.48).

Çalışma ve sosyal hayatın içinde farklı neden ve gerekçelerle, haklı veya haksız, legal veya illegal ayrıcalıklar yapılmaktadır. Bunlar arasında en sık karşılaşılan nedenlerin başında maddi menfaat veya çıkar temini ile nepotizm, yani akraba kayırmacılığı gelmektedir.

Aile yapılarında var olan yardımlaşma ve dayanışma halinin genişletilerek, iş ve meslek uygulamasında da yüksek öncelik verildiği toplumlarda, “nepotizm” yani aile-akraba kayırmacılığı genel yapıya hakim olmaktadır (Bayhan, 2002, s. 11).

Nepotizm genel olarak resmi kurum veya büyük şirketlerde görülmekle beraber, aile işletmelerinde de yaygın olarak karşılaşılan bir durumdur. Bu yönüyle sosyal hayatın hemen her kesiminde görülmektedir. Kayırmacılığa neden olan unsur yalnızca akrabalık değildir. Okul ve asker arkadaşlığı, mesleki dayanışma, hemşericilik, komşuluk, ortak dini düşünce ve inanışlar, ortak sivil toplum örgütleri gibi nedenlerle güç ve yetkilerin sosyal çıkar gözetilerek kullanılması söz konusudur (Özkanan ve Erdem, 2014, s. 181).

Günümüzde kuruluşların büyük çoğunluğu verimli çalışanlarını ellerinde tutmak için çeşitli teşvik ve yöntem arayışı içindedir. Özellikli işlerde yetenekli çalışanları bulup istihdam etmek yeterli değildir. Daha da önemlisi, çalışanların sürekliliğini sağlayarak günümüz işletmelerinin en önemli sermayesi olan beşerî sermayenin değerini arttırmaktır. Çalışanların iş yerinde kalmasını sağlamak, saha uzmanları ve yöneticiler tarafından genel kabul görmüş stratejik bir sorundur. Çalışanların, özellikle hizmet sektöründe müşteriler ile yakın ilişkiye sahip olması nedeniyle bu durum şaşırtıcı değildir (Abubakar vd., 2017, s. 129).

İş hayatının hizmet kolunda da nepotizm uygulaması oldukça yaygın bir tavırdır. Bu durumdan turizm ve konaklama endüstrisi de muaf kalmamıştır. İnsan odaklı yoğun iş gücü ihtiyacı ve hizmet çeşitliliği gerektiren turizm ve konaklama endüstrisinin gelişimi de nitelikli insanların katılımına bağlıdır. Bu hareketliliğin de etkisiyle, hizmet işletmelerinde kayırmacılığın sıkça görüldüğünü, kontrol altında tutulamadığında çalışanların iş tatmini ve verimliliklerini olumsuz etkilediğini ve iş gücü kaybına neden olarak istifalara yol açtığını belirtmek gerekir (Araslı vd., 2006, s.296 ).

Bu bölümde nepotizm konusu farklı açılardan ele alınarak irdelenecektir.

2. Tarihte Nepotizm

Ünlü İslam Felsefecisi İbni Haldun, meşhur “Mukaddime” yapıtında devleti ve orta çağ toplumunu irdelemiştir. İbni Haldun (1332-1406) “asabiyet” terimini sosyal yapılar üzerindeki etkisiyle birlikte ifade etmiştir. Birlik ve beraberlik gücünü temsil eden asabiyetin, temel dayanağının akrabalık ve soy bağlantısından geldiğine vurgu yapmaktadır. “Düşman saldırılarından korunmak ve karşı saldırıları yapabilecek şekilde güçlenebilmek için, bir araya gelmek ve ortak amaç ve ihtiyaçların etrafında toplanmak gerekir. Bu yapılanmaya asabiyet denir (İbn Haldun, 1998, s.431)” şeklinde ifade etmiştir. Bu yapılanma ve organizasyonun ileri seviyede gerçekleşmesi ile devletler kurulmuş olur. Ancak, sadece asabiyet duygusu devlet kurmak ve yönetmek için yeterli değildir. Bunun yanında otorite gücü kullanabilen, vergi alabilen, fiziksel sınırlarını ve toplumunu saldırılara karşı koruyabilen asabiyet sahipleri devlet kurabilecek olgunluğa erişir. İbni Haldun‟a göre kavimler göçebe ve yerleşikler şeklinde iki gruba ayrılır. Göçebe olanlar, yerleşiklere göre daha avantajlıdır. Kavimlerin devletleşmesi de 5 merhaleden oluşan bir süreçtir. İlk aşamada zafer ve fetihlerin ihtişamı ve devletin kuruluşu, ikincide devleti kuran kişilerin rakiplerini elimine etmesi ve zirvede yalnızlığı istemesi, üçüncüde zenginlik ve refahın toplum genelinde yaygınlaşması, dördüncüde diplomatik anlaşmaların da desteğiyle huzur ve barışın korunması ile durağan bir döneme girilmesi yaşanır. Beşinci merhale ise israf ve çöküş sürecidir. Devlet hazırdan yemeye, toplumun ve zamanın gerisinde kalmaya başlamıştır. Yerleşik düzene geçen toplumlar, önceleri uygarlığı geliştirse de bir süre sonra duraklama, gerileme ve bozulma sürecine girer. Bu sırada gelen başka göçebe kavimlerin işgali veya etkisi altında kalır. Devam eden bu döngünün temel nedeni akrabalığa (nepotizme) dayanan asabiyetin, yerleşik düzene geçince bozulmasıdır. Özetle, İbni Haldun‟a göre akrabalığa dayanan asabiyet gücü ancak göçebe hayat tarzında etkili olabilmektedir (Köktürk, 2011, s. 87).

İslam tarihi açısından bakıldığında Nepotizm odaklı ilk tartışmaların 3. Halife Hz. Osman‟la başladığı görülmektedir. Hz. Osman‟ın 12 yıllık hilafeti sırasında ilk 6 yılın oldukça parlak ve sorunsuz geçtiği, ikinci 6 yılın ise yoğun tartışmalar ve çekişmeler eşliğinde, Hz. Osman‟ın akrabalarından bazılarına haksız yere mal ve toprak vermekle itham edilmesi ve en sonunda şehit edilmesiyle sonuçlanmıştır (TDV Online İslam Ansiklopedisi, 2019). Daha sonraki İslam devletlerinde de fetih ve zaferlerden sonra kazanılan ganimetlerin ve toprakların paylaşımında akraba kayırmacılığı şikâyetleri zaman zaman gündeme gelmiştir.

Türkiye‟de kamu yönetiminin karakteristik yapısı köklü geçmişine dayalı olarak şekillenmiştir. Osmanlı Devletinin devamı olarak kurulan Türkiye Cumhuriyetinin teşkilatlanma tarzı, doğal olarak önceki yapılardan etkilenmiş ve benzer bir sistemin kurulmasına neden olmuştur. Devleti temsil eden kurumlarda geçmişten gelen bir bağlantı ve devamlılık söz konusudur. Farklı milliyetler, din ve inanç sistemleri sayesinde çok sesli ve yönlü yaklaşımlar geliştirilmiştir. Personel yönetim sistemleri de doğal olarak Osmanlı Padişahlığından miras alınarak yeni düzende etkileri devam etmiştir. Bu geçişle Türk personel yönetiminde yeni ve önceki uygulamalar birleşik yapıda kurulmuştur. Cumhuriyet döneminde de Osmanlıdaki gibi mezun olunan okullara göre atamaların yapılması esas alınmıştır. Mezun olunan okulların kariyer garantisi arz-talep dengesinin kurulmasından sonra kaybolmaya başlamış ve rekabet ortamında seçimli atama sistemine geçilmiştir. Osmanlı‟da memurlar farklı statülere göre düzenlenen mevzuat içinde çalışmakta, toplu bir gruplandırma yapısı bulunmamaktaydı. Memurların bağlılığı devlet yapısından ziyade Padişaha yönelikti. Terfilerde görev süresi esas alınıyordu. Göreve almalarda ise sübjektif unsurlar liyakat gibi objektif kriterlerden daha etkiliydi. Osmanlıda kayırmacılığın etkisi Meşrutiyetten sonra daha da yükselmişti. Memur alımlarında seviye ölçebilir genel imtihanlar yerine sadece sınırlı bazı görevler için ehliyet sınavları yapılıyordu. Yapılan sınavların şeffaf ve kontrole açık olmadığını, keyfi değerlendirmelere ve müdahalelere açık tutulduğunu belirtmek gerekir. Memurların görevlerinde istenmeyen etkilerden korunmaları için ticaret, sanat veya benzeri ek işlerle uğraşmaları yasaklanmış, gelecek kaygıları emeklilik sitemi ile giderilmişti. Görev esnasında işledikleri suçların yargılanmasında özel usuller tanımlanmıştı. Memurların grev veya diğer sendikal hakları yoktu. İş güvenceleri de bulunmadığından, görevden alınarak mağdur olmamak için sürekli bir kaygı ve endişe içindelerdi (Altan, 2005, s. 67).

Kraliyetle yönetilmesine karşın, İngiltere‟de parlamentonun ilk defa ortaya çıkışında da önemli ayrımcılık ve kayırmacılık etkisi yaşanmıştır.

Edward I (1272-1307) tahta çıktıktan sonra, kendisinden önce başlatılan parlamento geleneğini devam ettirdi ve 1273‟de soylular ve ruhbanlar dışında, kentler ve kırsal bölgelerden gelen temsilcilerin de olduğu meclisi (Magnum Concilium) topladı. Daha sonra 1295‟de daha da geniş katılımlı bir meclis kurdu. Bu mecliste daha küçük yerleşim bölgeleri ve alt seviyeli ruhban sınıfı temsilcileri de yer aldı. Daha büyük olan bu meclise “Model Parlâmento (Model Parliament)(Gözler, 2009, s.365)” denildi. Günümüze ulaşan Parlamento yapısı bu tarihten itibaren kurulmuş sayılmaktadır. Yıllık rutinlerle toplanan Parlamento‟dan en çok beklenen şey savaşlar için gerekli bütçeyi oluşturmasıydı. Bütçenin oluşabilmesi için parlamentonun toplanarak vergi kararlarını alması gerekiyordu. İlk ayrımcılık talebi Ruhbanlardan geldi. Her seferinde Parlamentoya gelerek tartışmaların içerisinde olmamak için, kendilerinden beklenen vergiyi tespit ederek doğrudan Krala ödeme yapmak istediler. Böylece parlamento faaliyetlerinden çekildiler. Ruhban sınıfına sağlanan bu ayrıcalığı gören soylular da sıradan halkın temsilcileri ile bir arada oturmak istemediler. Kendileri ayrı salonda yapılan toplantılara katıldılar. Böylece parlamento fiilen ikiye bölünmüş oldu. Soylu ve seçkinler sınıfı ile onların devamı olan akrabaları “üst meclis (upper chamber)” de, halkın temsilcilerinin olduğu üyeler de “alt meclis (lower chamber)” de toplantılara katılmaya başladılar. Daha sonra bunlardan soyluların olduğu meclise “Lordlar Kamarası (House of Lords)”, halkın temsil edildiği meclise de “Âvam Kamarası (House of Commons)” denilmeye başlandı. 1544‟ten itibaren “Lordlar Kamarası” ismi kullanılmaya başlanmıştır ( Gözler, 2009, s. 369).

3. Dünyada Nepotizm

Akrabacılık (nepotizm) ve kayırmacılık evrensel bir durumdur. Aile, akrabalar ve arkadaşların lehine tercihli davranışlar ve politikaların bunlardan etkilenmesi, ehliyet ve liyakat kriterlerinin tam oturmadığı işletmelerde, toplumlarda ve uluslarda belirgin şekilde yaşanmaktadır. Nepotizm ve kayırmacılık iktidar gücünün veya güvenin objektif temel amaçlar dışında kullanılmasıyla ilgili yolsuzluk biçiminde de tanımlanabilir. Dünya genelindeki akrabalar, kendilerine sağlanan ayrıcalıklı konumlarını korumak ve kollamak için gerekirse kurumlarını zarara uğratmaktan sakınmazlar. Nepotizm ve kayırmacılık insan doğası gereği evrensel olarak her ülkede görülmekle beraber, bu konulardaki akademik çalışmalar, özellikle gelişmekte olan ülkelerde belirli konu ve alanlarda yoğunlaşmaktadır (Hudson ve Claasen, 2017, s. 96).

Halen, dünya genelinde nepotizmin uygulandığı ülkeler açısından 3 farklı durum söz konusudur:

1. Devlet yönetimi ve rejimi gereği, nepotizmin kurumsal olarak devam ettirildiği monarşiyle yönetilen ülkeler vardır. Belçika, İngiltere, Danimarka, Hollanda, İspanya ve sveç gibi Avrupa ülkeleri; Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Ürdün gibi Arap Yarımadası ülkeleri ve Japonya gibi Uzak Doğu ülkelerinde nepotizm en üst seviyede devam ettirilir. Diğer görevler için seçimle gelen idareciler olsa da bu devletlerin idari yapısı kraliyet, yani monarşik düzene göre tasarlanmıştır. Suudi Arabistan örneğinde olduğu gibi, Bakanlık gibi önemli görevler ve temsil makamları genelde nepotizm esasına dayalı olarak, akraba olan prensler tarafından doldurulmuştur (Suudi Arabistan Elçiliği Web Sitesi, 2019).

2. Monarşiyle yönetilmeyen ülkelerde de seçimle işbaşına gelen liderlerin etrafında ve parti yapılanmalarında, kamu yönetimi açısından nepotizme dayalı teşkilatlanma sıkça görülmektedir. Özellikle etnik bölünmelerin belirgin olduğu ülkelerde bu durum daha fazla yaşanmaktadır.
İnsanların ırklarına, dinlerine ve dillerine göre bariz şekilde gruplara ayrıldığı ülkelerde etnik çatışmalar sık ve yaygın şekilde görünmektedir. Kapsayıcı uygunluk ve akraba seçimleriyle ilgili evrim teorileri nepotizmin temelleri ve evrenselliğini ifade ederler. Belirli bir etnik gruba üye olanlar, yabancı sayılan kişilere göre daha fazla tercih edilirler. Çünkü ortak yaşantılarla birlikte tarihsel ve kültürel miras paylaşımı söz konusudur. Bu yüzden, ilişkileri yabancılara göre daha yoğun ve sağlamdır. Kısıtlı kaynaklara erişim ve paylaşım söz konusu olduğunda, diğer gruplarla yapılan rekabet açısından akrabalık bağları olan insanların dayanışması sosyal hayatta ve politikada oldukça önemli sayılmaktadır (Vanhanen, 1999, s. 55).

3. Kamu yönetim rejimleri ne olursa olsun, özel sektörün girişim ve yatırım faaliyetlerinde nepotizme dayalı istihdam politikaları fazlaca uygulanmaktadır. İşletmelerin büyüklüğü ve ortaklık yapısına bağlı olarak, nepotizmin etkisine az veya çok maruziyet söz konusudur. Nepotizmin faydalı sayılabilecek güven ve sadakat gibi etkilerini yöneterek diğer sakıncaların yaşanmasını önleyebilen, yani kurumsal kültürü gelişmiş işletmelerin toplam başarı ve sağlıklı iş atmosferi oluşturma becerisi yükselmektedir.

Kayırmacılık, bir iş bağlamında aile üyeleri için sırf bir işyeri sahibinin veya yöneticinin akrabası olduğu için tercihli muameleye tabi tutulması anlamına gelir. Ehliyet ve liyakatten ziyade akrabalık bağlarının esas alındığı pozisyonlar söz konusudur. Mevcut olan ticari kayıtlar ve literatür, aile fertlerinin sermaye ve emeğine dayalı olarak kurulan işletmelerde, diğer aile üyelerinin lehine kayırmacılığın oldukça yaygın olduğunu göstermektedir. İstihdam politikalarında, performans değerlendirmelerinde, terfi kararlarında ve promosyon gibi ödül uygulamalarında aile dışındaki çalışan veya yöneticilere göre daha ayrıcalıklı davranışlar görülmektedir (Firfiray, Cruz, Neacsu ve Gomez- Mejia, 2017, s. 1).

4. Türkiye’de Nepotizm

Türkiye, nepotizm uygulamaları ve çeşitliği açısından cennet sayılabilecek bir ülkedir. Nepotizm yani akraba kayırmacılığının yanı sıra; ideolojik, mezhep ve tarikatçılık, mesleki dayanışma, hemşericilik gibi farklı etkenlere bağlı kayırmacılığın yaşandığı, gücü eline geçirenlerin önce kendilerine, sonra akraba ve eş dostlarına yönelik kayırmacılığı her fırsatta yapageldiği bir ülke olmuştur.

Kamu veya özel sektörde yaşanabilecek nepotizm odaklı sorunlardan korunmak için, işe alımlarda ve atamalarda mutlaka ehliyet ve liyakat unsurlarına dikkat edilmesi gerekir. Doğru ve yerinde olmayan atama kararları nedeniyle, üretilen mal veya hizmetlerin kalitesinde bozulmalar yaşanması, iş sağlığı ve güvenliği gibi farklı konularda sorunların çıkması, iç ve dış müşteri kabul edilen kesimlerin memnuniyetsizliği ve önlenemeyen zararların doğması kaçınılmaz sonuçlar arasındadır. Bütün bu verilerin ortaya çıkardığı tabloların ışığında, kamu kurumlarının veya firmaların imajlarının bozulması, değerlerinin düşmesi ve en önemli güç kaynaklarından birisi olan nitelikli insan güçlerinin zayıflaması söz konusudur (Özçelik ve Yılmaz, 2019, s. 98).

5. Kamuda Nepotizm

Kamuda nepotizmin zirvesi, TBMM üyelerinin kendileri için sağladığı ayrıcalıklarda yaşanmaktadır. Ayrıca Cumhurbaşkanı Yardımcıları ve Bakanlara sağlanan çifte maaş alma hakkı da özgün birer nepotizm örneğidir (24 Nolu CB Kararnamesi, 2019). Mesela, Sosyal Güvenlik Kurumu Sağlık Uygulama Tebliğinin (Resmi Gazete, 2010) 4.5.1. maddesi 2. Bendine göre “Kemik içi implantların bedelleri ödenmez.” Sadece çok özel durumlarda ve dişle ilgili öğretim üyelerinin bulunduğu sağlık kurulu heyetinden alınacak rapor ile her bir çene için en fazla 4 adet implantın kendisi ve işlem bedeli olarak sadece 90 (doksan) TL faturalandırılabilir. Oysa, “Milletvekillerine, Yasama Organı Eski Üyelerine, Dışarıdan Atandıkları Bakanlık Görevi Sona Erenlere Tedavi Yardımı Yapılmasına Dair Yönetmelik ”in Diş Hastalıklarının Tedavisini düzenleyen 19. Maddesinin değiştirilen 7. Fıkrasında, hak sahiplerinin her bir çenesinde 6 adet olmak üzere toplam 12 adet diş implantının temin ve uygulamasını kapsayan tedavisine yönelik giderlerinin TBMM Başkanlık Divanınca belirlenen fiyatlarda karşılanacağı hükmü yer almıştır. 2018 yılı başlarında, her bir implant için 1.000 TL ödeme kararı verilmiştir (Hürriyet Online, 2019). Ayrıca, 696 sayılı KHK (Kanun Hükmünde Kararname) 42. Maddesine “Yargıtay Birinci Başkanı, başkanvekilleri, daire başkanları ve üyeleri ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı ve Yargıtay Cumhuriyet Başsavcıvekili ile bunların emeklileri ve bakmakla yükümlü oldukları aile fertlerinin sağlık giderleri, Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerinin tabi oldukları hükümler ve esaslar çerçevesinde Yargıtay bütçesinden ödenir.” hükmü eklenerek Yargıtay mensuplarının da bu kayırmacılıktan faydalanması sağlanmıştır (Gözler, 2009, s.365).

Kamuda nepotizmin en yoğun yaşandığı yerlerden birisi de yerel yönetimlerdir. Yerel yönetimlerde seçimle işbaşına gelen kişilerin belediye bünyesinde veya iştiraklerinde aile ve akrabalarını yerleştirmeleri neredeyse sıradan olaylar arasında sayılmaktadır. Akrabalık ilişkileri nedeniyle, aynı soyadı taşıyan bazı kişilerin yerel yönetimlerde istihdam edildiğine dair haberler medyada sık sık yer almaktadır (Birgün, 2019).

Şekil 1. Belediyelerde Nepotizm Karikatürü

Önceden beri süregelen, devlet memurlarının ve diğer kamu görevlilerinin çeşitli kurul üyelikleri, heyetler ve komisyonlar için ek görevlendirmeleri nedeniyle, birden fazla yerden maaş almaları, 2011 yılında yayınlanan 666 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin (666 Sayılı KHK, 2011) 5. Maddesinin s) bendine konulan hükümle iptal edilmiştir. Sadece bir görevleri üzerinden maaş almalarına izin verilmiştir. Ancak, birden fazla yerden maaş alma ile ilgili kısıtlamalar, seçimle göreve gelen kişiler için konulmamıştır. Bu durumda, Belediye Başkanları çok sayıda kurul üyeliği ve görevlerinden dolayı maaş almaya halen devam etmektedir (Milli Gazete, 2019).

Seçimle işbaşına gelen Sendika Başkanları için de aynı durum geçerlidir. Sendika Başkanlarının maaş sınırlaması mevzuat açısından bulunmamaktadır. Her sendika kendi iç tüzüğüne koyduğu esaslar üzerinden veya Genel Kurul ve Yönetim Kurulu kararları ile maaş miktarlarını belirlemektedir. Kamu adına görev yapan bazı odalar için de benzer bir durum söz konusudur. Devlet memurları için getirilen sınırlamaların, seçimle işbaşına gelen siyasi makamlar, sendikalar, odalar ve merkez birlikleri için de uygulanması gerektiği açıktır.

Kamuda en yaygın görülen nepotizm örneklerinden birisi de hemşeri kayırmacılığıdır. En üst yöneticisinin belirli bir şehirden olduğu kurum ve kuruluşlarda sistematik olarak hemen her seviyede hemşeri istihdamı görülmektedir. Hemşeri dayanışması adına ehliyet ve liyakat kavramları dikkate alınmadan atama ve görevlendirmeler yapıldığından, kurumun ekonomik ve sosyal dengesi etkilenmekte ve hemşeri olmayanlar için doğal baskı ve ötekileştirme ortamı kurulmaktadır.

Bürokraside çok yaygın görülen kayırmacılık sorunu yolsuzluğun alt türlerinden birisi olarak kabul edilir. Kayırmacılığın şekil tarifi, memurların işe alımında ve terfi almalarında yöresel, siyasal, ekonomik veya sosyal çıkarlar dikkate alınarak bir nevi ganimet olarak pay edilmesi, sadakat ve bağlılığın kamu görevleriyle ödüllendirme şeklinde pekiştirilmesi şeklinde yapılabilir. Kayırmacılığa neden olan gerekçe, hemşerilik gibi bağların yanı sıra, meslek veya okul mezuniyeti şeklinde özel alanlar da olabilir. Cemil Oktay, bu tavırlara “kabilecilik” demiştir. Kayırmacılığa neden olan ilişkiler etrafında buluşarak, kamunun asli görev ve hizmet anlayışını bozacak derecede kayıtsız kalınması ancak “kabilecilik” şeklinde ifade edilebilir (Yıldırım, 2013, s. 358).

6. Özel Sektörde Nepotizm

Özel sektörde bulunan aile şirketlerinin kurumsallaşma yolundaki en önemli engellerinden birisi de akraba kayırmacılığı, yani nepotizmdir. Aile bireyleri söz konusu olduğunda işle alakalı hemen her türlü yetersizlik ve eksiklikler görmezden gelinebilmekte, yetersizliği bilinen aile üyelerinin iş ortamında yetişmesi beklenmektedir. Sınırlı sayıda başarılı uygulamalar olmakla beraber, genelde işletmeleri olumsuz etkilediği düşünülmektedir (Özkanan ve Erdem, 2014, s.187).

Nepotizm yapılan işletmelerde çalışanlar açısından iyi ve kötü sonuçları olabilmektedir. Aileye mensup kişilerin nepotizmden rahatsız olmadığını, bilakis memnun olduklarını söylemek mümkündür. Ancak aile mensubu olmayan çalışanlar da genelde bu durumdan hoşnut kalmamakta ve işten ayrılmaya varan rahatsızlıklar hissetmektedir. En başta, üstlerin ehliyet ve liyakat yoksunu kişilerden olması astları huzursuz ve güvensiz hissettiren bir durumdur. Çalışanların, işletme yönetimine ve adalet anlayışlarına karşı güven erozyonuna neden olur. Genel kabul ve mutluluk azalır, ürün ve hizmetlerin kötü etkileneceği bir atmosfere ortam sağlanır (Büte ve Tekarslan, 2010, s. 4).

Kurumsallık gelişimini henüz tamamlamamış bulunan işletmelerde nepotizmin aile bireyleri arasında çatışma ve sürtüşmelere yol açabilmesi de söz konusudur. Çözümsüz kalan sorunlar nedeniyle işletme dinamiğinin bozulması ve sermaye ortaklarının da dahil olması ile bölünmelere yol açması da mümkündür. Bozulan işyeri şartlarından, en fazla diğer çalışanlar etkilenir ve bastırılamayan çatışmalar yüzünden, çok değerli insan kaynaklarının kaybı da yaşanabilir. Çalışanların temel beklentileri arasında yer alan, huzurlu ve sağlıklı bir işyeri, düzenli ödenen ücret ve saygınlığın devam edemediği hallerde, alternatif işyerlerine geçiş talebinin gelmesi kaçınılmazdır. Aile bireylerini işletmede söz sahibi yapmaya yönelik olan nepotizmin yoğunluğu kurumsal profesyonelliğin gelişmesine ket vurur. Bu durumdan da en büyük zararı işletmeler görür (Büte ve Tekarslan, 2010, s. 5).

Nepotizm hakkında yapılan bilimsel yayınların genelinde, kayırmacılığın aile işletmeleri ve hizmet sektöründe daha yaygın olduğu görüşü ağır basmaktadır. Nepotizmin hangi tür işletmede yapıldığı, çıkan sonuçları itibarı ile çok fark etmemektedir. Netice olarak, hepsinde çalışanlar arasında huzursuzluk ve memnuniyetsizlik gibi duyguların oluşmasına, verimliliğin ve örgüte bağlılığın düşmesine yol açmaktadır. Hizmet sektörü gibi beşeri ilişkilerin ön plana çıktığı, sürekli kalite ve performans beklentilerinin yoğunlaştığı alanlarda nepotizmin sonuçları daha etkili hissedilmektedir. Örneğin, turizm sektörü hizmet işletmeleri arasında önemli bir alanı temsil etmektedir. Turizmle ilgili faaliyet gösteren işletmelerde nepotizmin yaşanması hizmetin kalitesini ve müşteri memnuniyetini oldukça etkilemekte, çalışanların performansları yoluyla iş süreçlerinin kalitesini değiştirmektedir. Nepotizmin yoğun uygulanması, sadece istihdamı değil, terfi gibi kariyer gelişimini de etkilediğinden, çalışanların işletmedeki varlıklarını sorgulaması, işletmeye olan bağlılığını kaybetmesi gibi sonuçlara da götürmektedir. Özellikle adaletin yitirildiği düşüncesi kabul gördüğünde örgütsel bozulma hızla yayılmakta ve işletmeyi sarsacak etkilere yol açmaktadır. Diğer olumsuzluklarla da birleşince, çalışanların nepotizm nedeniyle iş tatmininden uzaklaşması, fırsatlar oluştuğunda veya cazip teklifler geldiğinde iş yerinden ayrılması gibi sonuçları doğmaktadır (Pelit, Baytok, Soybalı ve Kılıç, 2017, s. 47).

Kurumsal dönüşümünü henüz tamamlamayan şirketler açısından, aile şirketi olup olmadıkları fark etmeksizin, ticaret ortamında yetersiz kalış ve kısa ömürlü olma riskleri söz konusudur. Bu yüzden, aile işletmelerinin en çok karşılaştığı yönetim problemlerini çözüme kavuşturmaları, kurumsal kimliklerinin ve örgüt organizasyonlarını olgunlaştırmaları gerekir. Bu dönüşümü yaşamadan varlıklarını gelecek nesillere taşımaları ve değişen çevre şartlarına uyum sağlamaları çok zor olacaktır. ġirketler sadece pay sahipleri veya sermayedar aileleri için değil, ülkenin sosyal ve ekonomik yapısı için de son derece önemli ve gereklidir. Toplumu oluşturan kurum ve kuruluşlar, birbirini etkileyerek büyüten veya küçülten sonuçları doğurur (Aslan ve Çınar, 2010, s. 92).

7. Nepotizmi Önlemek İçin Alınabilecek Tedbirler

Nepotizmin sınırlı faydaları için, neden olabileceği büyük zararlardan korunmak üzere, kamu ve özel sektörde alınabilecek bazı tedbirler bulunmaktadır. Toplumun genel yararı gözetilmeden, bu tedbirleri almak ve uygulamak mümkün olamayacaktır. Neredeyse doğal bir hak ve yetkililer için zorunlu bir ödev gibi görülen nepotizm bağımlılığından ancak çok yönlü mücadele planı ile kurtulunabilir.

7.1. Yasal Düzenlemeler

666 Sayılı KHK ile memurlar için getirilmiş olan birden fazla maaş sınırlaması, seçimle göreve gelenler de dahil olmak üzere, kamuda görev alan herkes için genişletilmelidir (Kamu Görevlilerinin Mali Haklarının Düzenlenmesi, 2011). Böylece her göreve sadece istekli ve uygun niteliklere sahip kişiler gelebilir. Birden fazla görevi maaş karşılığında yapan kişilerin tam performans ve yetkinlik sağlayamayacağı açıktır. Vekâleten ve sırf maaşları için elde tutulan görevlerin, sanal değil gerçek kişiler tarafından icra edilmesinin önü açılacaktır.

Her hangi bir kurumda yönetici veya başkanlık gibi yetkili görevlere gelen kişilerin aile ve akrabalarından ilgili kurumun kendisi ve iştiraklerinde çalışabilecek yeni personel sayısında kesin sınırlamalar olmalıdır. Bazı durumlarda dikkatleri üzerine çekmemek için iki kurum yöneticisinin akrabalarını karşılıklı olarak istihdam ettikleri de görülmüştür. Bu tür uygulamalara karşı da yasal tedbirler alınmalıdır.

7.2. İstihdamda Eşitlik ve Şeffaflık Uygulamaları

Kamu görevleri başta olmak üzere, belirli bir büyüklüğün üzerindeki sermaye girişimi olan işletmelerde de her makam ve kurul üyeliği için ehliyet ve liyakat ölçülerinin hakkaniyetli bir çerçeve içinde tanımlanarak ilan edilmesi, istihdam kararlarının gerekirse bağımsız denetçiler tarafından incelenebilir şekilde şeffaf alınması sağlanmalıdır.

Aile işletmelerinde doğal şekilde gelişen nepotizm talebinin makul sınırlamalar getirilerek karşılanması, işletmelerin temel dinamiklerinin sarsılmasına müsaade edilmemelidir.

7.3. Mülakatla İşe Alımların Kaldırılması veya Sınırlı Tutulması

Nepotizmin ve kayırmacılığın en doğal geliştiği ve uygulandığı süreçler mülakatlar ve denetimsiz sınavlardır. Mülakat ve sınav heyetlerinin kurulması, soruların tayin edilmesi ve saklı tutulabilmesi, değerlendirmelerin objektif yapılması gereken tüm bu süreçlerin iyi tasarlanarak sübjektif etkilerden ve sınav yolsuzluklarından korunması lazımdır.

Kriterleri karşılayan adayların arasından bir elemenin yapılması kaçınılmaz olduğundan, objektif sınav sistemlerinin kurulması zaruridir. Sınavda başarılı olanların mülakat adı altında yeniden sübjektif değerlendirmeye tabi tutulması ise nepotizm ortamının ve taleplerinin hiçbir zaman sonlanmayacağı anlamına gelir. Bu yüzden mülakatların iptal edilmesi, yetenek ve spor becerisi gibi zorunlu alanlarda ise seçim ölçütlerinin netleştirilmesi üzerine yoğunlaşılmalıdır.

7.4. Eğitim ve Kültür Yenileme

Nepotizm gibi haksız uygulamaların yayılmasının bir başka nedeni de mağdur olanların sessizliği ve bu durumu neredeyse normal karşılayıp sonuçlarına razı kalmalarıdır. Toplumun her yerinde kolluk kuvvetlerini bulundurmak mümkün değildir. O yüzden tıpkı Avrupa ülkelerinde olduğu gibi haklarını bilen ve savunabilen, haksızlıklara karşı medeni ölçülerde itirazda bulunarak sonuçlarını takip edebilen eğitimli ve özgüvenli bireylerin çoğalmaları gerekir.

Okul müfredatlarında sosyal hayata dair genel kurallar, anayasal hak ve ödevler, çalışma ilişkileri ve talep-başvuru yönetimi gibi konulara ağırlık verilmesi gerekir. Çocukların ev ortamında karar alma süreçlerine katılması, fikirlerini savunması ve sonuçlarına katlanmayı öğrenmesi lazımdır.

Özgüveni gelişmemiş ve kendisini ifade edemeyen çocukların sosyal ortamlarda başarılı ve etkili olması beklenemez.

7.5. Alternatif İş Fırsatlarının Çoğaltılması

Nepotizmin zorunlu nedenlerinde birisi de yüksek işsizlik ve daralan iş gücü talepleridir. Nitelikli insan gücünün sanayi, üretim, teknoloji ve hizmet işleri sektörleri ile işbirliği içinde planlanması ve eğitilmeleri gerekir. Günümüzde hormonlu şekilde arttırılan üniversite sayılarının doğal sonucu olarak, milyonlara ulaşan işsiz üniversite mezunu insanların oluşturduğu genç işsizler havuzu her geçen gün büyümektedir.

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre, 2019 yılı Eylül ayı döneminde tespit edilen işsizlik oranı %13,8‟ çıkmıştır. Ülke genelinde 15 yaş ve üzerinde olup işsiz kalanların sayısı, 2018 yılı Eylül ayına göre 817 bin kişi artarak 4 milyon 566 bin kişiye ulaşmıştır. Aynı döneme göre İşsizlik oranı 2,4 puan artarak %13,8 seviyesine ulaşmıştır. Genç nüfus olarak kabul edilen 15-24 yaş aralığındaki işsizlik oranı da 4,5 puan yükselerek %26,1‟e çıkmıştır. Genel istihdam oranı ise daha da düşerek
%46,1‟e gerilemiştir. Bir önceki Eylül ayında işe yerleşenlerin sayısına göre, 2019 yılı Eylül ayı periyodunda 623 bin kişilik azalma tespit edilmiştir (TÜİK, 2019).

Bu veriler ışığında, özellikle orta öğretim ve mesleki eğitim politikalarının yeniden düzenlenmeli, üniversitelerde okumanın gençler için adeta zorunlu bir yolmuş gibi gösterilmesinden vaz geçilmelidir. Sanayi ve hizmet sektörünün ihtiyaç duyduğu nitelikli işçi ve ara eleman açığının kapatılması nepotizm taleplerinin de gerilemesine katkı sağlayacaktır.

8. Sonuç

Ülkemizde himayeciliğin ve nepotizmin iyice yerleştiğini ve kök saldığını belirten temel söylemlerden birisi de “Türkiye‟de çok çalışan değil, dayısı olan kazanıyor” ifadesinin halkın arasında %90 kabul görmesidir. Bu kabulün devamını sağlayan da siyasi sistemin işleyiş şeklidir. Temelde bu fikir olduğu için yapılan bütün atamalar ve görevlendirmeler ile yatırım ve teşvik gibi inisiyatifler şüphe ile karşılanmakta, her olayın sorgulanma ihtiyacının doğmasına yol açmaktadır. Siyasi partiler himayecilik ve nepotizmin kurumsal işleteni ve devamlılığını sağlayan asli unsurlarıdır. Partiler yeni politikalar geliştirip halkın desteğini almaya çalışmak yerine kolay ve hızlı çözüm yolu olarak kanaat önderleri, sermaye sahipleri ve aşiret liderleri gibi kişiler üzerinden sadık oy verenler kitlesini derlemeye odaklanırlar. Bu durum partilerin kendi içlerinde ve atama yetkilerinde de demokrasi, ehliyet ve liyakat yerine, himayecilik ve nepotizmin esas alınmasına yol açar. Normal olmayan bu durumun devamı için parti liderlerinin daha sert, saldırgan ve tahammülsüz politikalar izleyerek, konumlarını muhafaza etmeye çalışmalarına neden olur. Hesap ve planlar kısa vadeli ve günü kurtarmaya dönük olur. Bu durumda sık sık politika değişiklikleri ve kendileriyle çelişme hali de görülür. Himayecilik ve nepotizm eski usul politik çıkar anlayışının günümüzü ve geleceğimizi de etkileyecek şekilde yerleşmesi nedeniyle gerçek demokrasi ve hakkaniyetli fırsat eşitliği bir türlü yerleşememektedir. Durum böyle olunca sivil toplum örgütleri de himayecilik ve nepotizm amacı güden ayrılıkçı unsurlar olmaktan öteye gidememiştir (Bayhan, 2002,s.12).

Kamu açısından bakıldığında, Anayasamızın 70. Maddesinde ve Devlet Memurları ve diğer kamu personelinin istihdamında temel kanun olan 657 sayılı kanunda, personel alımı ile ilgili tüm özellikler ve istenen nitelikler ayrıntılı olarak sayılmıştır. Bunlar içinde liyakat ilkesi de vardır.

Asıl sorun mevzuatın kapsamından ziyade uygulamanın himayecilik, partizanlık ve kayırmacılık gibi istenmeyen olguların etkisinde kalmasıdır (Uz, 2011, s. 89).

Yapılan araştırmada; nepotizmin çeşitleri olan istihdam, terfi ve muamele kayırmacılığı açılarından, çalışanlar arasında stres seviyesini etkileyerek arttırdığı saptanmıştır. Çalışanlar arasında fırsat eşitliğini bozan terfi kayırmacılığının ve adil muamele görme şansını yok eden işlem kayırmacılığının ise iş tatminini düşürdüğü görülmüştür. Aynı şekilde kariyer adaletsizliğini ve tıkanmayı sağlayan terfi kayırmacılığının ve örgüte olan güvensizliği tetikleyen işlem kayırmacılığının, çalışanların işten ayrılma kararlarını tetiklediği anlaşılmıştır (Büte, 2011, s. 189).

“Balık baştan kokar” atasözünde olduğu gibi, nepotizm uygulamalarının yayılmasını önleyecek tutum ve davranışların kaynağı da Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Hükumeti temsilen Cumhurbaşkanlığı makamıdır. Daha önceki parlamenter sistemde yürütmeyi temsilen Hükumeti oluşturan Başbakan ve Bakanlar Kurulunun yerine Cumhurbaşkanlığı gelmiştir. Yeni sistemde Bakanlar siyasi otorite veya güç kaynağı değil, yürütme fonksiyonları için atanan üst düzey bürokratlar hükmündedir. Son yıllarda TBMM‟den çıkan kanunlarda TBMM üyelerine sağlanan ayrıcalıkların hemen hepsi birer nepotizm örneği olmuştur. Bu görüntü halk ile vekilleri arasında gönül bağının zayıflamasına, sisteme dair umut ve adalet beklentilerinin kaybolmasına neden olmaktadır. Cumhurbaşkanlığı açısından bakıldığında ise, belirli soyadlarını taşıyan kimselerin ve bunların akrabalarının anormal sayılabilecek oranlarda ve üst makamlarda istihdam edildiği, gelen tepkilerin pek dikkate alınmadığı, memur kişilere birden fazla maaş bağlanmamasını emreden 666 sayılı KHK‟ya karşılık, Cumhurbaşkanı Yardımcıları ile Bakan ve Bakan yardımcılarına birden fazla maaş bağlanmasını sağlayan kararname yayınlanarak tipik bir nepotizm yaklaşımında bulunulduğu görülmektedir. Bu duruş nedeniyle daha alt seviyede görevlere seçilen siyasiler ve yetki sahibi bürokratlar da nepotizm uygulamalarını kendilerine ve akrabalarına veya desteklerini aldıkları güç odaklarına bir hak olarak görmekte ve uygulamaktadır.

Nepotizmin özel sektördeki etkileri bizzat işletme sahipleri tarafından görülmekte ve meydana gelen zararlara katlanılmaktadır. Halka arz edilen anonim şirketlerde ise hissedarların zarara uğratılmasını önlemek adına nispeten daha etkili dış denetçi raporlamaları, kredi ve finans değerlemeleri, Sermaye Piyasası Kurulu (SPK) denetim ve inceleme yetkileri, Borsa İstanbul Sermaye Piyasaları yönetimi gibi unsurlar ile kontrol altında tutulmaktadır. Kamu tarafında ise nepotizmin faydalarını kullananların zarar ve ziyanları kendilerine değil, halka yansımakta, yanlış ve haksız istihdamların, kayırmacı tavırların neden olduğu maddi ve manevi zararları bütün ülke vatandaşlarının sırtına bir yük ve maliyet olarak binmektedir. Bu nedenle nepotizmin kendisi bizatihi ekonomik ve sosyal bir sorun, tedavi edilemeyen kamusal bir hastalık haline gelmiştir. Tepeden tırnağa adil ve objektif bir bakış açısıyla yeniden yapılanmanın ve nepotizme benzer taleplerin karşılanamayacağı öz denetimli bir sistemin kurulması acilen gereklidir.

9. Kaynakça

Başlık Görseli: https://hrinsider.ca/category/topic/nepotism/

Abubakar, M ve diğerleri, (2017). Does Gender Moderates The Relationship Between Favoritism/Nepotism, Supervisor İncivility, Cynicism And Workplace Withdrawal: A Neural Network And SEM Approach. Tourism Management Perspectives, 23, 129-139.

Araslı, H ve diğerleri, (2006). The Effects Of Nepotism On Human Resource Management The Case Of Three, Four And Five Star Hotels İn Northern Cyprus. International Journal of Sociology and Social Policy, 26(7/8), 295-308.

Aslan, İ. ve Çınar, O. (2010). Bir Aile ġirketinin Kurumsallaşması: Yeniden Yapılandırma ve Varislerin Yönetime Hazırlanması Süreci. Organizasyon ve Yönetim Bilimleri Dergisi, 2(1), 89-97.

Bayhan, V. (2002). Demokrasi Ve Sivil Toplum Örgütlerinin Engelleri: Patronaj ve Nepotizm. C.Ü. Sosyal Bilimler Dergisi, 26(1), 1-13.

Birgün Gazetesi (2019, 26 Eylül) “AKP’li Tevfik Göksu’yla aynı soy isme sahip 15 İSKİ çalışanı olduğu ortaya çıktı” https://www.birgun.net/haber/akp-li- tevfik-goksu-yla-ayni-soy-isme-sahip-15-iski-calisani-oldugu-ortaya-cikti- 270181 (Erişim Tarihi: 19 Aralık 2019)

Büte, M. (2011). Nepotizmin İş Stresi, İş Tatmini, Olumsuz Söz Söyleme ve İşten Ayrılma Niyeti Üzerine Etkileri: Aile İşletmeleri Üzerinde Bir Araştırma. Ç.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 20(1), 177-194.

Büte, M. ve Tekarslan, E. (2010). Nepotizmin Çalışanlar Üzerindeki Etkileri: Aile İşletmelerine Yönelik Bir Saha Araştırması. Ekonomik ve Sosyal
Araştırmalar Dergisi, 6(1), 1-21.

Cambridge Dictionary (t.y.)
https://dictionary.cambridge.org/dictionary/english/nepotism (Erişim tarihi: 24.11.2019)

Cumhurbaşkanlığı Teşkilatı Hakkında Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinde Değişiklik Yapılmasına Dair Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi (2018, 27 Aralık). Resmî Gazete (Sayı: 30639) Erişim adresi: https://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2018/12/20181228-3.pdf

Gözler, K. (2009). İngiltere‟de Parlamento Neden ve Nasıl Ortaya Çıktı: Malî Hukukun Anayasa Hukukundan Eskiliği Üzerine Bir Deneme. Prof. Dr. Mualla Öncel‟e Armağan, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayını, Ankara Üniversitesi Yayınları No. 243. 365-374

İbn Haldun (1988). Mukaddime I-II, tercüme: Süleyman Uludağ, 2. baskı, İstanbul: Dergâh Yayınları.

Hudson S. ve Claasen, C. (2017). Nepotism and Cronyism as a Cultural Phenomenon? The Handbook of Business and Corruption, 95-118.

Kamu Görevlilerinin Mali Haklarının Düzenlenmesi Amacıyla Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararname (2011, 2 Kasım). Resmî Gazete (Sayı: 28103 (Mükerrer)) Erişim adresi: https://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2011/11/20111102M1-6.htm

Köktürk, A. (2011). Modern Öncesi Devletin Yönetim Anlayışı. Güvenlik Stratejileri Dergisi, 07(13), 73-97.

Millî Gazete (2019, 21 Ekim) AKP’li belediye başkanı 250 bin TL maaş alıyor! https://www.milligazete.com.tr/haber/3215189/akpli-belediye-baskani-250- bin-tl-maas-aliyor (Erişim Tarihi: 19.12.2019)

Masters, R. D. (1983). The Biological Nature of the State. World Politics, 35(2), 161-193.

Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname (2017, 24 Aralık). Resmî Gazete (Sayı: 30280) Erişim adresi: https://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2017/12/20171224- 22.htm

Özçelik, E. ve Yılmaz, S. (2019). İstihdam Politikalarında Ehliyet ve Liyakat Unsurlarının Kapsam Derlemesi. Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi, 2(1), 87-100.

Özkanan, A ve Erdem, R. (2014). Yönetimde Kayırmacı Uygulamalar: Kavramsal Bir Çerçeve. Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 2(20), 181-206.

Özler, H., Özler, D.E. ve Gümüştekin, G.E. (2007). Aile İşletmelerinde Nepotizmin Gelişim Evreleri ve Kurumsallaşma. Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 1(17), 437-450.

Pelit, E., Baytok, A., Soybalı, H. H. ve Kılıç, İ. (2017). Nepotizm Algısında Demografik Özelliklerin Rolü: Otel İşletmeleri İşgörenleri Üzerinde Bir Araştırma. Türk Turizm Araştırmaları Dergisi, 1(2), 45-63.

Sarıoğlu, B. (2018, 13 Ocak) “Milletvekillerinin implant hakkı arttırıldı: 12 dişe kadar biner lira” Hürriyet gazetesi https://www.hurriyet.com.tr/gundem/milletvekillerinin-implant-hakki- arttirildi-12-dise-kadar-biner-lira-40708659 (Erişim tarihi: 12 Aralık 2019)

SGK Sağlık Uygulama Tebliği, (2010). https://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2010/03/20100325M1-1.htm (Erişim tarihi 18.12.2019)

Suudi Arabistan Elçiliği, Bakanlar Kurulu ve Üyeleri, (2019). https://saudiembassy.net/ministries (Erişim tarihi: 16.12.2019)

TBMM Tedavi Yönetmeliği, (2012). https://www.tbmm.gov.tr/duyurular/belge/tedavi_yonetmelik
_13032018.pdf (Erişim tarihi: 18.12.2019)

TBMM Üyeleri implant hakkı haberi, (2018). http://www.hurriyet.com.tr/gundem/milletvekillerinin-implant-hakki- arttirildi-12-dise-kadar-biner-lira-40708659 (Erişim tarihi: 18.12.2019)

TÜİK İş gücü İstatistikleri Haber Bülteni, (2019). http://www.tuik.gov.tr/PreHaberBultenleri.
do?id=30688 (Erişim tarihi: 21.12.2019)

Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, (2019). “Osman”, https://islamansiklopedisi.org.tr/osman (Erişim tarihi: 02.12.2019)

Uz, A. (2011). Anayasal Bir Hak Olarak Kamu Hizmetine Girme Hakkı Ve Liyakat İlkesi. İnönü Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 2(1), 59-94.

Vanhanen, T. (1999). Domestic Ethnic Conflict and Ethnic Nepotism: A Comparative Analysis. Journal of Peace Research, 36(1), 55-73.

Yıldırım, M. (2013). Kamu Yönetiminin Kadim Paradoksu: Nepotizm ve Meritokrasi. Celal Bayar Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 11(2), 353- 380.




İslam’da İbadet Temizlikle Başlar!

Temizlik tüm ibadetlerin ön şartıdır. İbadet için temizliğe çaba göstermek ve zorluğu olsa bile severek katlanmak için gönülden gelen bir istek ve gayret lazımdır. Buna da İMAN diyoruz. Hz. Peygamberin “Temizlik imanın yarısıdır” (Müslim, “Tahâret”, 1) ifadesi bu gerçeği vurgular. Allah-u Teala da çeşitli ayetlerde temizliğe özen gösterenleri sevdiğini buyurmuştur (el-Bakara 2/125; et- Tevbe 9/108; el-Hac 22/26).

Temizlik geçici ve tek seferlik bir durum veya uygulama değildir. Hayat tarzı yapmayı ve sürekliliği gerektirir. Düzenli ve sağlıklı ortamları ister. İnsanların huzurlu ve sağlıklı yaşayabilecekleri, ihtiyaçlarını karşılıklı yardımlaşma ile giderebilecekleri en temel sosyal gruplar ise AİLE ortamlarıdır.

İyi bir aile ortamı; düzenli yaşamayı, imkânlar ölçüsünde sağlıklı ve dengeli beslenmeyi, dinlenmeyi ve eğlenmeyi vb. çeşitli ihtiyaçları sağladığı gibi, eğitim ve alışkanlıkların kazanılmasını da karşılar. Temizlik anlayışı da eğitimle gelişen ve yerleşen davranışlara bağlıdır.

İslami yaşantıyı esas almaya çalışan bir ailede kavga, küfür ve şiddet en az seviyelerde kalır. Allah’ın emri ve Peygamberin sünneti ile tanımlanan ve bu yüzden İstanbul Sözleşmesi gibi batıl anlaşmalarla yıkılmaya çalışılan Toplumsal Cinsiyet Rolleri çerçevesinde bir iş bölümü ve karşılıklı rıza ile uyum vardır.

İslam ailesinde Baba kavvam olduğunu, yani sorumlu ve yetkili bir idareci olduğunu bilir ama bu yetkinin hesabından da korktuğu için adil ve şefkatli davranmaya dikkat eder. Hanımının ve çocuklarının kutsal birer emanet olduğunun farkındadır ve emanetin sahibi olan Allah’a şükür ile emanetlerini korumaya, beslemeye ve dünya-ahiret dengesi içinde eğitmeye, geliştirmeye çalışır.

İslam ailesinde anne ise ailede esas yapıtaşı olduğunu ve temel görevlerini hakkıyla yerine getirdiğinde Cennete kolaylıkla gideceği müjdelenen övülmüş insanlardan olduğunu bilir. Eşine saygılı bir iletişim içinde güzelliklerini sakınmadan, dışarıya karşı ketum ve ehlinin haysiyetini koruyan bir tavır sergiler. Allah’ın kendisine bahşettiği merhamet ve fedakârlık ile çocuklarına karşı bir şefkat kahramanı gibi devleşir ve onları geleceğe sevgiyle taşır. Ailenin psikoloğu, eşinin başdanışmanı, her şeyi bilen ve halden anlayan idarecisi olur.

İslami ailede sevgi ve saygı ile büyüyen çocuklar sevmeyi öğrenir. İbadetin bir hayat tarzı olduğunu yaşayarak kavrar. Başlangıçta tembellik yapsa da iliklerine işlemiş olan İslami duygulara ve ibadet ihtiyacına er geç kavuşur Allah’ın izniyle. Anne babasından duyarak değil, görerek öğrenir İslam’ı ve Müslümanlığı, doğruluğun faziletini, iyiliğin gücünü ve temizliğin gerekliliğini.

Namaz, İslam’da temizliğin ve düzenin zirvesidir. Çünkü hayatı ölçülü yaşamayı öğretir. Aşırılıkları engeller. Yaşam organizatörü gibi zamanı dilimler ve temel gayenin Allah’a kulluk olduğunu sürekli hatırlatır. Allah’ın huzuruna çıkmadan önce temizlenmeyi, arınmayı ve en Sevgili’nin karşısına ölçülü bir coşku ve teslimiyet içinde gelmeyi öğretir.

Korona Virüs (COVID-19) açısından baktığımızda, Müslümanların aile yaşantısında ve ibadetlerinde zaten olması gereken temizlik esaslarına biraz daha dikkat etmesi, her biri eşsiz birer hayat tavsiyesi olan Sünnet-i Seniyyeye daha fazla uyması (ittiba etmesi) yeterlidir. Yemekten önce ve sonra el-ağız yıkamak, beş vakit abdest ile huşuyla namaz kalmak, ölçülü yemek ve içmek, ölçülü uyumak, beden sağlığına ve spora önem vermek, kavga ve tartışmalardan kaçınmak, sigara ve alkol gibi kötü alışkanlıklardan uzak durmak gibi. Hasta olup olmadığımızı bilemediğimiz bu günlerde, diğer insanların haklarına girmemek için sosyal mesafemizi ayarlamak ve mümkün olduğu kadar dışarıya çıkmaktan da kaçınmak gerekir.

Yüce Rabbimiz, zorunlu ev yaşantımızın arttığı bu zamanları fırsat bilerek, güzelliklere çevirebilenlerden olmamızı cümlemize nasip eylesin. Amin.


Ercan ÖZÇELİK

Türkiye Aile Meclisi
Genel Başkan Yardımcısı ve Yönetim Kurulu Üyesi

 

Görsel Kaynağı: www.milliyet.com.tr




Çömleklerimiz Kırılmadan Tedbir Alalım!

Sevgili Anne ve Babalar,

Ben çocuklarımızı birer çömleğe, ilk çömlekçi ustasını anne ve babaya, ikinci çömlek ustasını öğretmene, diğer çömlek ustalarını da arkadaş çevresine ve topluma benzetiyorum. Şöyle ki insan yavrusu aynı çömlek yapılacak toprak gibi fıtri özellik ve potansiyelleri ile dünyaya gelir. Birçoğu aileden geçen özellikler ile var olur. Daha sonra aynı çömlekçinin toprağa katacağı suyun kalitesi ve miktarı gibi ailesi de çocuğa katkıda bulunur. Ortaya kalitesi belli bir toprak ve su bileşeni ile meydana gelen bir çömlek çamuru çıkar.

Bazen bu çamur suyun fazla konması sonucu cıvık ve şekil almaz olur. Aynı fazla şımartılmış terbiye ve temel değerlerden yoksun sevgi, saygı, empati nedir bilmeyen çocuklar gibi. Bazen de az su katıldığı için sert olur ve yine şekil almaz. Aynı hiç sevgi ve saygı görmediği ve fazla baskıya şiddete maruz kaldığı için asosyal, merhametsiz, şiddet uygulayan ve laf dinlemeyen çocuklar gibi.

İlk çömlek ustası olan ebeveyn ikinci çömlek ustasına yukarıda tarif ettiğim gibi bir çamur teslim ettiğinde işler çok zorlaşır. İkinci çömlek ustası olan öğretmenin işi zor, sıkıntılı ve sonuçsuz kalabilir. Niye mi? Çünkü gelen çamur cıvıksa ona şekil alabilmesi için toprak katsa çamur pütürleşir ve sonradan konulan toprağı bünyesine kabul etmekte zorlanır. Veya olağanüstü bir çaba sonrası şekil alabilir. Bizim eğitim sistemi için bu olağanüstü çabayı yakalamak çok zordur.

Aynı zamanda suyu az toprağı çok konup şekil almayan çamur içinde durum aynıdır. Öğretmen yani ikinci çömlekçi, su katsa da çamur yoğrulup geldiği için çok yumuşaması ya da çömlek olacak kıvama gelmesi çok zordur.

Ama ikinci çömlekçiye (öğretmene) toprağı kaliteli, ince elenmiş, suyu tam kıvamında konulmuş, iyice yoğrulmuş bir çamur geldiğinde ikinci çömlekçi eğer işinin ehli ise yani ustalığı hak ederek o makama oturdu ise çabuk, keyifli, izlemesine doyum olmayacak o güzelim çömlekler meydana çıkar.

Bazen de kalitesi yüksek güzel bir çamur, çömlekçi ustası bildiğiniz birine verilir. Ama o kişi ustalığı ya tam hak etmemiş, tecrübesizdir ya da o işi severek özenerek yapmıyordur. O güzel çamuru alır ve hak etmediği bir şekle sokar ve izleyen herkes üzülür. Tıpkı matematik gibi tüm hayatımızın temelini ve akademik kariyerin olmazsa olmazını oluşturan çok önemli bir dersi, henüz kendisi içselleştirmemiş ve nasıl öğreteceğini de tam anlamamış veya sorunlu davranışları yüzünden birçok kabiliyetli öğrencinin bu dersten soğumasına ve akademik olarak arkada kalmasına sebep olan matematik öğretmeni gibi.

Üçüncü çömlek ustaları ise arkadaş çevresi ve çocuğun muhatap olduğu toplumdur. Onlar ise çömleğin çamuruna ya da şekline etki edemezler ama çömleğin rengine, desenine, sırlamasına katkıda bulunurlar. Kulpu yamuk, rengi soluk ya da iyi sırlanmadığı için çabuk kırılacak bir hale dönüştürebilirler.

O da iyi bir aile terbiyesi ve iyi bir eğitim almasına rağmen, kötü arkadaş ve çevreden etkilenen yanlış davranışlar sergileyen çocuklara benzer. Onlar için, ailesi de iyi insanlardı, şu güzel okulda okumuştu vah vah arkadaş kurbanı olmuş deyip üzüldüğümüz sınıfa girerler.

Kısacası cıvık (şımartılmış, kural konmamış çocuk) ve çok katı olan (sert, sevgisiz büyütülmüş çocuk) çamur, mükemmeliyetçi çömlek ustasının (yeni öğretmenimiz) eline gelince, onlarla uğraşmak yerine daha iyi yoğrulmuş çamur aramaya giden çömlek ustasına benzedi.

İşte bu yüzden o çömleğe ilk şeklini verecek olan çocukların ilk öğretmenleri olan aileyi güçlendirmek, desteklemek, evlilik ile oluşan aileyi, evlilik daha başlamadan, evlilik okulları sayesinde eğitmek gerekir. Daha sonra oluşan aile için anne ve baba okulları açıp, ebeveynleri orada eğitmek çocuğa, aileye ve topluma yapılabilecek en doğru ve güçlü destek olacaktır.

 

İyi yetişmiş, güçlü, aile terbiyesi ile bezenmiş çocuğu güzel bir şekilde eğitmek, öğretmenler için zor olmayacağı gibi, çocuğu geliştirici ve keyifli olacaktır. Çevreleri de böyle iyi çocuklarla dolu olunca, sonrasında çocuğun yoldan çıkması ve kötü alışkanlık kazanmasının da önüne geçilecektir.

 

Fatma ÖZÇELİK

Sosyolog, Sosyal Hizmet Uzmanı
Karakter ve Değerler Eğitimi Uzmanı

 

Görseller: comlekci.com.tr




Namaz Kılmak Hayatımızı Nasıl Etkiliyor?

Namaz kılmak, Yüce Rabbimizin biz aciz kullarına yüklediği bir kulluk görevi ve aynı zamanda muhteşem bir ikramı ve benzersiz bir nimetidir!

Her nimeti olduğu gibi, namazı da bizlere en güzel şekilde öğreten ve eda eden de biricik Rehberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) Efendimizdir.

Bu yazıyı, namazın hayatımıza olan etkisini tarif edebilmek ve yaşattığı duyguları acizane ifade edebilmek için yazıyorum.

Namazı, muhteşem bir organizatör ve ilahi bir kalibrasyon aracı olarak görüyorum!

Namaz, nasıl muhteşem bir organizatör olur?

Çünkü, akıl baliğ olduğumuz andan itibaren, ölene kadar olan bütün ömrümüzü, yedi gün 24 saat, mevsim geçişlerini ve bayramlar gibi özel vakitleri de kapsayarak organize eden, zamanı dilimleyen ve hayat tarzımızı belirleyen, yegane ve en muhteşem organizatör olduğunu yaşayarak biliyoruz!

Yazın ve kışın değişen günlerin şartlarına göre esneyen, Hac ve Ramazan gibi özel zamanlara ayrı etkinlikler içeren, şimşek çakmasından güneş tutulmasına kadar, her önemli olaya karşılık verebilen, kulların her vesilede Yaratıcıları olan Yüce Allah’a aracısız ulaşabilmelerini sağlayan, mükemmel bir iletişim kanalıdır namaz!

Bir Mü’min için, aklı başında olduğu sürece, hiç bir vakit yoktur ki namazdan uzak ve ayrı kalabilsin. Veyahut Rabbiyle olan randevusuna yetişemesin. Savaş halinde cephede ve hasta yatağında hareketsiz yatarken dahi namaz kılmak, Rabbiyle buluşabilmek, her Mü’mine verilmiş bir Cennet ikramı, İlahi bir Rahmet ve Şifa kaynağıdır.

Namaz, neden İlahi bir kalibrasyon aracıdır?

Dünyada ne ile meşgul olursanız olun, namaz vaktinin girmesiyle yaptığınız işlerin (hayat kurtarmak gibi görevler müstesna) namazı kılmaya mani olamayacağı ve namazdan mühim sayılamayacağı hatırlatılmış olur! Her namaz vaktinin süresi de, işlerin bir an önce halledilip namaza koşulması için verilmiş, birer fırsat kolaylığıdır. Böylece hiç kimse çok istisna haller dışında, namazdan ayrı kalmak için mazeret beyan edemez.

İster devleti yönetiyor olun, ister bilgisayarda oyun oynayın, ya da çoluk çocuğunuzla eğleniyor olun, hiç fark etmez. Verilen süre içinde abdest alarak Rabbinize dönmek ve ona olan kulluk muhabbetinizi tazelemek zorundasınız. Bu tazelenme hem bir sorumluluk hem de bir ihtiyaçtır. Namaz kılmak,  maddi ve manevi bedenimizi, ruhumuzla beraber gönlümüzü, aklımızla beraber vücudumuzu adeta başlangıç ayarlarına getirir. Kim olduğumuzu, dünyaya neden geldiğimizi, asıl hedefimizin ne olması gerektiğini yeniden hatırlatır ve adeta tatlı bir manevi formatla şekle girmemizi sağlar. Önünde baş eğilecek, diz çökülerek  yalvarılacak yegane güç kaynağının, Yüce Allah olması gerektiğini, fiilen yaşatarak tekrar tekrar bizlere öğretir namaz!

Okullarda akıllı tahta için kullanılan bilgisayarların bir özelliği vardır. Ders boyunca ne yazılırsa veya yüklenirse yüklenilsin, ders sonunda kapatıldığında her şey silinir. Tekrar açıldığında ise sadece olması gereken temel ayarlar ve programlar yüklü ve hazır şekilde gelir. Hakkıyla kılınan her bir namazın da bizi böylesine temizlemesi, asıl kulluk ayarlarımıza geri getirmesi, bozulan manevi ayarlarımızı kalibre etmesi ve şeytanla birlikte nefsimizden kaynaklanan kötü duygulardan ve zararlı fikirlerden arındırması lazımdır. Eğer böyle hissetmiyorsak, sorun namazda değil, bizdendir. Namazın hakkını vermek ve namaza kendimizi teslim etmek gerekir.

Yüce Allah, en başta Müslümanım diyen kullarını namaz nimetinden mahrum eylemesin. Namazın şifalı ikliminden bütün insanların yararlanabileceği fırsatlar ihsan eylesin!

Bizi bize bırakma, bizi namazdan uzak koyma Ey Güzel Allah’ımız!

Amin…

 

 

Görselin kaynağı: https://www.freepik.com




Gömülen Güç Kaynağımız: #Adalet

“Devletin dini Adalettir” demiş Hz. Ali (a.s.) Efendimiz. El hak doğrudur. Ne çekiyorsak, dinsizleşen adaletsiz devlet yapısının yansımalarıdır hayatımızı kabusa çeviren şeyler.

Birey olarak sizleri rahatsız eden toplumsal olay ve etkiler her ne ise, dikkat ederseniz asıl nedenlerin başında adaletsizlik geliyordur.

Dar alanda sıkışıp kalırsanız adaletsizliğin sonuçları ile yüzleşip mücadele etmek zorunda kalırsınız. Başarılı olsanız bile çok sınırlı ve geçici bir rahatlamaya kavuşabilirsiniz. Emin olunuz ki, çok kısa bir süre içinde kazanımlarınızı yerle bir edecek daha büyük veya farklı bir adaletsiz sonuç ile karşılaşacaksınız. O yüzden sonuçlar ile değil, sebepler ile mücadele etmek zorundasınız! Geriden ve tüm olayların ortak noktası nedir sorgulamasıyla baktığınızda, hepsinin merkezinde kocaman bir adalet problemini görebilirsiniz.

Adaletsiz devlet uygulamalarının her birisi, bu ortamdan beslenen veya varlığı adaletin yokluğuna bağlı olan kişilerin, birer savunma mekanizması ve oyalama taktiğidir aynı zamanda. Sizler sığ ve kısırlaşmış sorunlarla enerjinizi tüketirken, birileri haksız yere rant ve güç devşirmeye devam edecektir.

Diriliş Postası Yazarı Sayın Erem Şentürk’ün “6284 konusunda kandırılıyoruz, tuzağa çekiliyoruz” başlıklı yazısı büyük bir infiale neden oldu. Yazarın daha önce karşı olduğu kanun ve uygulamaları artık desteklediğini ilan ederek ve bir nevi feminist tayfadan nedamet dileyen ifadelerde bulunması çok yadırgandı ve tepki çekti. “Benim damadım kızımı dövecek ve bunu da duyacağım. O damadı bodrumda demir sandalyeye bağlayıp serumla yaşatarak yıllarca döverim ben mesela…” şeklindeki ifadeleri de çelişkili ve sorunlu ruh halinin gizlenemeyen yansımaları oldu.

Elbette Sayın Şentürk’ün ifade ve görüşlerine katılmıyor ve hatalı buluyorum. Ancak onun da kaçırdığı en önemli şeyin adaletsiz yönetim olduğunu fark ettiğim için, yukarıdan ve büyük resmi göstererek meramımı anlatmak istiyorum.

Türkiye’de diğer pek çok şey gibi kadın veya erkek sorunu yoktur aslında. Topyekun adalet sorunu vardır. Şimdilerde abartılarak pozitif ayrımcılığının erkek düşmanlığına ve soykırımına dönüşmesine rağmen, geçmişte sınırlı sayıda da olsa yaşanan kadın mağduriyetlerinin temelinde yine mutlak adalet eksikliği vardır.

İslam kadın ve erkek ayırmadan bütün insanlığa indirilmiş bir dindir. Hükümleri hakkıyla uygulandığında Yaratıcımız olan Allah’ın adaleti de tesis edilmiş olur. Bizler bu dengeyi önce erkekler lehine bozduk ve şimdi ise kontrolden çıkan sonuçlarıyla yüzleşiyoruz.

Mesela zina konusunu ele alalım. Zina etmek haramdır. İslam’da zina eden kişilere verilecek cezaların şiddetinin belirlenmesinde cinsiyetleri değil, medeni durumları dikkate alınır. Yani bekarlar ile evlilerin zina cezaları farklıdır. 1926 Yılında İsviçre’den ithal edilen Medeni Kanunla zina yapan erkekler için kadınlara göre ayrıcalıklar sağlandı. Zina yapan kadınlar daha katı uygulamaya ve cezaya maruz bırakıldı. Bu çarpıklık aile düşmanlarına özel bir koz verdi. Haksızlığı önlemek bahanesi ile, 1996’da erkekler için, 1998’de ise kadınlar için zina suçu maddeleri Anayasa Mahkemesi kararı ile iptal edildi. Bu durum şimdiki iktidar  tarafından düzeltileceği yerde, Avrupa Birliği uyum yasaları bahane edilerek 2004 yılında çıkarılan Medeni Kanunla tescillendi.

Sapık, katil ve psikopatlar için en önemli caydırıcı ceza idam iken, onu da kaldırarak katil ruhlu insanları adeta teşvik eder olduk. Öldürülenlerin %80’i erkekler olsa bile, kadın cinayetlerinin toplumu inciten ve korkutan sadistliğinden koruyamadık. Cezası idam olmayan suçlara karşı da ıslah edici, caydırıcı yasalar yapamadık. Masum ve mazlumların yüreklerini soğutacak cezaları veremedik.

Kadın cinayetlerini işleyenlerin büyük bir kısmının daha önce bir sabıka kaydının olmaması, bize yanlış giden bir şeylerin olduğunu, son 15 yılda patlama yapan şiddet olaylarını doğuran süresiz nafaka, çocuk velayeti ve çocuk haczi, uzun süren boşanma davaları ile, kadının tek taraflı beyanını esas alan kanunların da tetikleyici etkilerini göstermeye yetmedi. Fıtrat ve kadim geleneğimize savaş açan feminist akımların, bol yabancı fonlu kulislerine ve şamatacı feministlerin medya destekli baskısına teslim olan iktidarın acizliğini yaşadık.

Hayatımızın her alanını kuşatan sosyal ve ekonomik çevrelerden adalet çekilince ortaya çıkan canavarların saldırısı altındayız. Mesela İstanbul Sözleşmesine dayanarak çıkarılan 6284 sayılı yasa yüzünden hiç bir erkeğin şeref, haysiyet ve namusu devlet güvencesi altında değildir! Çünkü bizatihi devletin kendisi baştan tarafını belli ederek adalet diye bir kaygısının olmadığını ilan etmiştir. Her erkek, bir kadının veya kızın anlık sinirlenme ile yapacağı bir telefon çağrısından sonra, kendisini sokakta veya mapusta sapık ve psikopat olarak damgalanmış bulabilir. Masum olsa bile kendisini güvende sayamaz. Çünkü kanun ve uygulamalarımız, erkekler için İstiklal Mahkemeleri haline dönüşmüştür. “Sanıkların idamına, tanıkların bilahare dinlenmesine” karar veriliyor artık! Kadının beyanı kutsal metin, erkeğin beyanı yalan rüzgarı hükmündedir.

Terk edilmiş su kanallarının böcek ve fare istilasına uğraması gibi, kanunlarımızdan adalet çekilince aile ve insanlık düşmanı görüşler hakim oldu. Her hangi bir babanın kızını veya eşini zina ederken yakalamak bir yana, sözlü olarak men etmesi dahi şiddet kapsamına giriyor. Allah’ın erkeklere ayetle vermiş olduğu görev ve yetkiler yok sayılıyor. Dinin ve toplumun geliştirdiği temel kadın ve erkek rollerine savaş açılıyor.

Adaletin yokluğu sadece sosyal konularda değil, ekonomik alanlarda da kendisini gösteriyor. Gelir dağılımı dengesizliklerinden, akraba kayırmacılığı ve liyakatsiz atamalara varıncaya dek, hayatın her alanında adaleti yeniden tesis etmemiz gerekir. Aile, ekonomi ve diğer toplumsal sorunların temelinde adalet yokluğu ve güvencesizliği yatmaktadır.

Osmanlı Cihan Devletinin ve onun dayandığı kadim İslam Medeniyetinin en önemli özelliği adalette zirve olmalarıdır. Sorumlu ve yetkili olarak seçilen yöneticilerimiz, adaleti tesis etmedikçe, tabelalarında ironik bir şaka gibi eğreti ve komik kalacaktır. Bütün mevzuatımıza Avrupa veya ABD’li dostlarımız (! bakınız Bakara-120) ne der diye çekinmeden; Yüce Allah ne der, Sevgili Peygamberi neyi emreder, kaygısıyla sil baştan göz atmalı ve gayri Müslimlerin de huzur duyarak tabi olacakları ADİL bir hukuk düzeni kurmalıyız!

Yüce Allah, o günleri yeniden görmeyi ve yaşamayı Aziz Milletimize nasip eylesin. Amin…

Ercan ÖZÇELİK
Sağlıkçı, Eğitimci, Yazar
Aile Meclisi Yönetim Kurulu Üyesi – Kartal İlçe Başkanı
www.ercanozcelik.com

 

Görsel Kaynağı: https://www.risalehaber.com




Bir Çırpıda #Feminizm

Soru: [saritext]Feminizm nedir ve ne zaman ortaya çıkmıştır?[/saritext]
Cevap: Orta Çağ Avrupa’sının  kadınları birer mal gibi gören, insan olup olmadığını tartışmaya açan ve bazen de büyücülük suçlamasıyla meydanlarda diri diri yakan anlayışına karşı, Rönesans Döneminde Hümanizm odaklı bir başkaldırı ve iyileştirme süreci başlamıştır. Tarihi gelişmelerin ışığında Fransız Filozof Charles Fourier (1772–1837) sosyal gelişmelerin kadınlara daha fazla özgürlük verilmesiyle mümkün olacağını iddia ederek, Feminizm deyimini ilk defa kullanmıştır. Latince kökeni kadın anlamında olan “femina” kelimesinden türetilmiştir. Geçmişte kadınları en fazla kısıtlayan kurum Kilise olduğu için, özgürlük adına dine ve dinin dayattığı kalıplara karşıtlığıyla özdeşleşen bir çizgiye gelmiştir.

Soru: [saritext]İslamda Feminizmin yeri var mıdır?[/saritext]
Cevap:İslam’da kul hakkına en yüksek değer verilmiş ve ihlal edilmesi katı bir şekilde yasaklanmıştır. Tüm insanlar arasında da kadınlar, çocuklar ve yaşlılar daha ayrıcalıklı muameleye tabi tutulmuştur. Sevgili Peygamberimiz, savaş sırasında dahi düşman safında yer alan kadınların, yaşlıların ve çocukların öldürülmesini açıkça yasaklamıştır. Toplumun çekirdeği olan aile yapısı içinde kadın ve erkeğe özel bazı haklar ve sorumluluklar verilmiştir. İslam’a göre kadın, erkeğe Allah’ın emaneti olarak nasip edilen çok kıymetli bir insandır. Emanete sahip olamazsınız. Emaneti koruma, kollama ve sevgiyle yaklaşma göreviniz vardır. Bu görevlerin karşılığında erkeğe yönetim ve yönlendirme yetkisi verilmiştir. Kadınların da kocalarına saygı ve itaat ile mal, namus ve çocuklarını koruma görevleri bulunur. Karşılıklı hakların getirdiği faydalar ile sorumlulukların getirdiği yetkiler söz konusudur. Feminizm İslam’da kurulan aile düzenine ve rol  paylaşımına kökten karşı olduğu için, İslam’la ilgisi yoktur. Ben feministim diyenler, zımnen İslam düzenine karşıyım demektedir. Feminizmin dile getirdiği kadın haklarının daha iyisi İslam ile zaten verildiğinden, ayrıca bayrak açmak gereksiz ve hadsiz bir yaklaşımdır. Karısına zulmeden insanlara en iyi nasihat Kur’an ayetleri ve Hz. Peygamberin hayatıdır. Zulme devam edenlerin de dünyadaki cezası ile ahiretteki azabı açıkça tanımlanmıştır. Kadın ve erkek birbirine eşit değil, farklı niteliklerde tamamlayıcı eksik parçasıdır. Allah’a karşı olan kulluk sınavında ise üstünlükleri cinsiyete değil takvalarına bağlıdır. Feminizm, temelinden itibaren din ve normal aile normlarına karşı doğduğu için İslam’la bağdaşması mümkün değildir.

Soru: [saritext]Feministlerin amacı nedir?[/saritext]
Cevap: Kadın ve erkeğe verilen özellikle din temelli görev ve rollerin yok edilmesi fiziksel işler de dahil her alanda mutlak eşitliğin sağlanmasıdır. Kadınların en temel alanı sayılan annelik konularında bile görev paylaşımı talebi ile dinin, toplumun ve geleneklerin dayattığı görevlerin reddi söz konusudur. Evlilik  gibi bağlayıcı akitlere özgürlüğü kısıtlayan zincir gözüyle bakar ve sınırsız özgürlüğü cinsel hayatı da içerecek şekilde savunurlar. Geleneksel kadın erkek kalıplarının yıkılmasını, iş ve sosyal hayatın, konuşma ve yazışma dillerinin cinsiyet belirten ifadelerinin yok edilmesini isterler.

Soru: [saritext]Türkiye’de feminizm ne durumdadır?[/saritext]
Cevap: Feministler, tarihte hiç görülmediği kadar etkili ve yetkili duruma gelmişlerdir. İslam ve toplum değerlerine savaş açan, bu değerlerin kökünü kazımaya yemin ettiren İstanbul Sözleşmesi ve buna dayalı çıkarılan 6284 Sayılı Kanun en son ve en önemli zaferleridir. Sivil Toplum Örgütlerinin her çeşidine sızabilmiş ve dönüştürmüş muazzam bir örgüt gücüne ulaşmıştır. Siyasal yelpazenin birbiriyle kavgalı ve bir araya gelmesi imkansız görülen tüm partilerini aynı sözleşme ve yasaların etrafında birleştirebilen yegane güç odağı feministler olmuştur. Çıkarttıkları sözleşme, yasa ve uygulamalar nedeniyle, milyonlarca ailenin yıkılmasına, evliliklerin azalıp boşanmaların artmasına, kadına yönelik şiddet ve cinayetlerin katlanmasına, gayri meşru cinsel birlikteliklerin ve cinsel sapkınlıkların patlamasına yol açmışlardır. Üstelik bu rezil tabloyu kullanarak daha fazla erkek ve aile düşmanı mevzuatın çıkarılmasını da sağlamaya devam etmektedirler. İktidar gücünün en yakınlarına kadar sinsice girmiş ve onları da zehirli ideolojileriyle dönüştürmeye devam etmiştir. Feminizm belasına karşı acilen OLAĞANÜSTÜ HAL ilan edilerek mevzuatımızdan ve eğitim sistemimizden temizlenmesi gereklidir.

Ercan ÖZÇELİK
Türkiye Aile Meclisi Yönetim Kurulu Üyesi / Kartal İlçe Başkanı

Kaynaklar:

  1. http://www.yasader.org/web/yasama_dergisi/2016/sayi33/sayi33_29-49.pdf
  2. http://www.hurriyet.com.tr/kelebek/hayat/7-maddede-feminizm-hakkinda-bilmeniz-gerekenler-40458740
  3. https://www.haberturk.com/feminizm-nedir-feminist-ne-demek-2045671
  4. https://www.tarihiolaylar.com/tarihi-olaylar/ronesans-1324
  5. https://kuran.diyanet.gov.tr/mushaf/kuran-meal-2/nisa-suresi-4/ayet-34/diyanet-vakfi-meali-4
  6. https://www.medyafaresi.com/foto-galeri/ingiliz-erkekler-karilarini-satiyor/802837/5
  7. http://www.sanalbasin.com/5-yilda-2-milyon-erkek-evden-uzaklastirildi-33356314
  8. https://hadislerleislam.diyanet.gov.tr/sayfa.php?CILT=7&SAYFA=128&SRC=k%C3%B6leler
  9. https://hadislerleislam.diyanet.gov.tr/sayfa.php?CILT=4&SAYFA=215&SRC=yediklerinizden
  10. https://www.ahmethakancakici.com/2018/10/ailesiz-toplum-4-bi-acayip-aileler.html
  11. https://www.yeniakit.com.tr/haber/etcep-projesi-ile-cocuklara-escinsel-sapkinlik-asilaniyor-580447.html



İstanbul Sözleşmesinden Neden Ayrılmalıyız?

İstanbul Sözleşmesi ve onun himayesinde çıkarılan 6284 sayılı kanun ve benzer mevzuatın tamamı, tıpkı dikenli bir elbise gibi Türk Milletinin üzerine zorla giydirilmiş bir işkence ve aile bozguncusu kıyafetler olmuştur. Son 10 yılda aşırı çoğalan kadın cinayetlerinin ve diğer şiddet olaylarının, evden uzaklaştırılan milyonlarca erkeğin, gittikçe artan oranda boşanma davalarının ve bunlara karşılık oldukça azalan evlilik oranının meydana getirdiği berbat tablo bize bu gerçeği haykırıyor.

İstanbul Sözleşmesi hakkında dedikodu şeklinde değil, hangi maddelerden ne anladığımızı, neleri sakıncalı gördüğümüzü, orijinal metin ve kaynaklarıyla birlikte açıklamaya gayret ettim. Bu tabloda sözleşmenin tamamı değil, yorum yapılan kısımları vardır. Tamamını görmek isteyenler 1 nolu kaynakça bağlantısından ulaşabilir. Eksik ve kusurlar bana aittir. Elbette gözden kaçırdığım hususlar da olacaktır.

Aile yapımıza yönelik sistematik saldırıların, yasal alt yapısını oluşturan İstanbul ve CEDAW gibi sözleşmelerden ayrılmamız gerektiğini, bu sözleşmelerin suistimal ettiği kadına şiddet olaylarına karşı, en adil ve hızlı çözümleri derhal sağlamamızın şart olduğunu belirterek, raporumu dikkatinize sunarım.

Yüce Mevlam ailemizi ve Milletimizi her türlü şerden muhafaza eylesin, Yöneticilerimize de ayrıca basiret ve adalet lütfetsin.

 

Avrupa Konseyi Sözleşmeler Dizisi – No. 210

Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi

İstanbul, 11.V.2011

Orijinal Kaynağındaki
Türkçe Çeviri[1]
Maddeler Hakkında Yorum ve Tespitler
Ercan ÖZÇELİK
Giriş
 Avrupa Konseyi Bakanları Komitesinin Avrupa Konseyi üye devletlerine gönderdiği aşağıdaki tavsiye kararlarını hatırda tutarak: Kadınların şiddete karşı korunmasına ilişkin Rec(2002)5 sayılı Tavsiye Kararı, toplumsal cinsiyet standartları ve mekanizmalarına ilişkin CM/Rec (2007)17 sayılı Tavsiye Kararı, kadın ve erkeklerin çatışmayı önleme ve sona erdirme ve barışı oluşturmadaki rolüne ilişkin CM/Rec(2010)10 sayılı Tavsiye Kararı ve ilgili diğer tavsiye kararları; Atıf yapılan AB’nin CM/Rec (2007)17 belgesinde BM’nin CEDAW sözleşmesine yoğun atıflar yapılarak toplumsal cinsiyet eşitliği ön plana alınmıştır. Hatta daha da ileri gidilerek “Elimination of sexism from language and promotion of language that reects the principle of gender equality” başlığı altında cinsiyet farklılıklarını içeren ifadelerin konuşulan dillerden de çıkarılması savunulmuştur. İstanbul Sözleşmesi bu konuda daha radikal bir söylem geliştirerek Bölüm III, Madde 12’de “… kadınların ve erkeklerin toplumsal olarak klişeleşmiş rollerine dayalı ön yargıların, törelerin, geleneklerin ve diğer uygulamaların kökünün kazınması amacıyla..” şeklinde daha keskin bir hedef belirlemiştir. Kökü kazınacak ve klişeleşmiş diye tanımlanan toplumsal rollerin büyük bir kısmı İslam’a bir kısmı da Türk gelenek ve göreneklerine dayanmaktadır. Kültürel dokumuza yönelik bir tehdit söz konusudur. Bu açılardan bakılınca, İstanbul Sözleşmesinin CEDAW’ın Avrupa versiyonu ve daha keskin hali olduğu anlaşılmaktadır.
 Kadına karşı şiddetin ve aile içi şiddetin her türünü kınayarak; Orijinal metinde domestic violence ifadesi var. Cambridge Sözlüğüne göre[2]the situation in which someone you live with attacks you and tries to hurt you” demektir. Yani birlikte yaşanılan kişinin saldırısı söz konusudur. Birlikte yaşamak yani partnerlik “AİLE” kavramının karşılığı değildir. Bu yüzden orijinal metinde yer alan domestic violence terimi ev içi şiddet anlamına gelir. Aile içi şiddet diye çevrilmesi yanlış ve kasıtlıdır. Orijinal metin geleneksel aile kalıplarının dışındaki birliktelikleri de aile ile eşdeğer tutmaktadır. Birlikte yaşanılan kişinin cinsiyeti ve diğer konularda her hangi bir tanımlama veya sınırlama söz konusu değildir.
 Kadına karşı şiddetin, kadınlarla erkekler arasında tarihten gelen eşit olmayan güç ilişkilerinin bir tezahürü olduğunu ve bu eşit olmayan güç ilişkilerinin, erkeklerin kadınlara üstünlüğüne, kadınlara karşı ayrımcılık yapmalarına ve kadınların tam anlamıyla ilerlemelerinin engellenmesine yol açtığının bilincinde olarak; AB’nin kültürel geçmişinde kadınlara karşı tarihten gelen ayrımcılık ve gücün kötüye kullanımı olduğu doğrudur. Mesela, Ortaçağ Avrupa’sında İngiltere’de bazı erkekler kendisinden sıkıldığı karılarının boyunlarına bir ip bağlayarak pazara götürüyor ve en yüksek fiyat verene satıyorlardı. Ünlü İngiliz yazar Thomas HARDY’nin “The Mayor of Casterbridge[3] adlı kitabı da böyle bir kadın satışı olayı ile başlar.[4] Ortaçağdan çok önce başlayan İslam medeniyetinde kadının konumunun en zayıf olduğu savaşlar, kölelik ve cariyelik dönemlerinde dahi, yapılan muamele çok yüksek insani değerleri göstermiştir. “…Harp bütün şiddetiyle devam ederken Allah Resûlü, yerde yatan bir kadın gördü. Etrafındakilere, “Bu kim?” diye sordu. Onlar da, “Hâlid b. Velîd”in öldürdüğü kadın.” dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber yanında bulunanlardan birine şöyle dedi: “Hâlid”i bul ve ona de ki: “Resûlullah (sav) sana, kadın, çocuk ve köleleri öldürmeyi kesinlikle yasakladı. [5][6]

Hanımlarımız hakkında ne dersiniz?” diye sorulduğunda Peygamber Efendimiz, “Yediklerinizden onlara da yedirin, giydiklerinizden onlara da giydirin, onları dövmeyin ve kötülemeyin.” buyurmuştur.[7] O (sav),“…Dikkat edin! Sizin hanımlarınız üzerinde hakkınız olduğu gibi, hanımlarınızın da sizin üzerinizde hakları vardır…”[8] diye hatırlatmada bulunmuştur.”[9] Bu maddede yer alan yorumların İslam değerleriyle çeliştiği açıktır.

 Kadına karşı şiddetin yapısal özelliğinin toplumsal cinsiyete dayandığını ve kadına karşı şiddetin, kadınların erkeklere nazaran daha ast bir konuma zorlandıkları en önemli sosyal mekanizmalardan biri olduğunun bilincinde olarak; Kadın ve erkeğin toplumsal rollerinin yanlışlığı, erkeklerin sorumluluklarından kaynaklanan yetkilerinin inkârı söz konusudur. Bu maddenin kapsamı Nisa Suresi 34. Ayete açıkça aykırıdır. “Allah’ın insanlardan bir kısmını diğerlerine üstün kılması sebebiyle ve mallarından harcama yaptıkları için erkekler kadınların yöneticisi ve koruyucusudur. Onun için sâliha kadınlar itaatkârdır. Allah’ın kendilerini korumasına karşılık gizliyi (kimse görmese de namuslarını) koruyucudurlar…”[10] Erkeklerin evlilik içinde kadınların ve çocukların yöneticisi olması doğal ve sorumlulukları gereğidir. Ancak bu durum erkeklere hiçbir zaman zulüm yapma hakkı vermemiştir. Nitekim, “Hz. Peygamber aile fertlerine asla baskı yapmaz ve onlara karşı zor kullanmazdı. Aşağılayıcı ve can sıkıcı sözlere, azar ve dayak gibi onur kırıcı yollara başvurmazdı. Hz. Âişe”nin anlattığına göre, “Resûlullah (sav), Allah yolunda cihad hâriç eliyle hiç kimseye vurmadı. Ne bir kadına ne de bir hizmetçiye!..”[11] Aksine zaman zaman onları onurlandıran ince davranışlarda bulunurdu. Kendisini yemeğe çağıran komşusunun davetini ancak eşini de çağırdığında kabul etmesi,[12] onun bu ince ve düşünceli davranışlarından birisidir. Hz. Peygamber, ashâbından da aileleriyle ilişkilerinde aynı hassasiyeti göstermelerini istemiştir. Nitekim Saîd b. Hakîm”in naklettiğine göre, dedesi Muâviye el-Kuşeyrî”nin, “Hanımlarımız hakkında ne dersiniz?” diye sorması üzerine Allah Resûlü şöyle buyurmuştur: “Yediklerinizden onlara da yedirin, giydiklerinizden onlara da giydirin, onları dövmeyin ve kötülemeyin.”[13]

İslam’ın emrettiği toplumsal cinsiyet rollerine karşı çıkmak ve bir zorlama olarak görüp mücadele etmek, açıkça dinin kendisiyle savaşa girmektir. İslam toplumlarını buna zorlamakta zulmün kendisidir.

 Kadınların ve genç kızların aile içi şiddet, cinsel taciz, ırza geçme, zorla evlendirme, sözde “namus” adına işlenen suçlara ve kadınların ve genç kızların insan haklarının ciddi bir biçimde ihlalini oluşturan ve kadınlarla erkekler arasında eşitliğin sağlanmasının önünde büyük bir engel olan kadın sünneti gibi ciddi şiddet türlerine sıklıkla maruz kaldığının çok büyük bir kaygıyla bilincinde olarak; Devletin dini adalettir. Namus veya başka bir gerekçeyle işlenen cinayetlerin, adil bir yargılama süreci içinde hesabının sorulması, İslam açısından haksız yere cinayet işleyenlere karşı kısas hükmünün uygulanması gerekir. Namus bahanesiyle haksız cinayetlerin işlenmesi, namus kavramının değersizliğini göstermez. “Sözde namus” aşağılaması ile saldırılara gerekçe olamaz. Namusunu korumak için mücadele etmekse, kadın ve erkek her insanın hakkı ve görevidir. Toplumsal bağlarımızın en güçlü yapı unsurlarından birisi de namustur. Nitekim 2015 yılında Ak Partinin propaganda parçası olarak kullandığı ve çok sevilen bir parçanın adı da “Ortağız Bir Namusa[14] olmuştur. Bu parçanın sözlerinde ve video klibinde, yurdun her yerinde aynı şekilde hissedilen namus duygusuna vurgu yapılmıştır. Kadın sünneti ise Afrika gibi sınırlı bölgelerde İslam’ın emri şeklinde değil, eski töre ve geleneklerin devamı olarak yapılagelmektedir. İslam’da erkeklerin sünnet olması istenmekte ve sünnet duygusuyla uygulanmaktadır.
Bölüm I – Maksatlar, tanımlar, eşitlik ve ayrımcılık yapılmaması, genel yükümlülükler
 Madde 1 – Sözleşmenin Maksatları
 1 Bu sözleşmenin maksatları şunlardır:
 a kadınları her türlü şiddete karşı korumak ve kadına karşı şiddeti ve aile içi şiddeti önlemek, kovuşturmak ve ortadan kaldırmak;

Orjinali:
protect women against all forms of violence, and prevent, prosecute and eliminate violence against women and domestic violence;

Haksız yere her hangi bir canlıya şiddet uygulanması hemen her inanç sisteminde reddedilmiştir. Bu sözleşme içinde kullanılan şiddet kavramı ise aşırı derecede genişletilerek hemen her türlü davranışın şiddet olarak tanımlanmasına yol açmaktadır. Kadına karşı her türlü şiddetin ucu açık ve her şeyi kapsaması söz konusudur. Yine partnerlik vb. farklı ilişki tiplerini de kapsayan domestic ifadesinin aile olarak tercümesi yanlıştır. Maksat gerçek aile ise domestic yerine family kelimesinin kullanılması gerekir. Her tür birlikteliği aile ile eşitlemiştir.
 b kadına karşı her türlü ayrımcılığın ortadan kaldırılmasına katkıda bulunmak ve kadınları güçlendirmek de dahil olmak üzere, kadınlarla erkekler arasında önemli ölçüde eşitliği yaygınlaştırmak; Aile, toplumun çekirdeği olarak farklı yapı ve yeteneklere sahip kan bağı ve nikâh sözleşmesiyle ilişkilenmiş insanlar grubudur. Aile içinde farklılıkların ahengi ve yönetimi söz konusudur. Kadın ve erkeklerin mutlak eşitlik iddiasıyla çatışma içine sokulması kaosa ve aile birliğinin temelden sarsılmasına yol açar. Farklı sorumluluklara uygun yetkilerin dağılımı esas olmalıdır.
 c kadına karşı şiddet ve aile içi şiddetin tüm mağdurlarının korunması ve bunlara yardım edilmesi için kapsamlı bir çerçeve, politika ve tedbirler tasarlamak; Aile tanımı yanlıştır. Domestic yerine family kullanılması gerekir. Her tür birlikteliği aile ile eşitlemiştir. Bu madde ile devletin eşcinsel, nikâhsız ve benzeri birliktelikleri aile statüsünde tanıyıp korumaya alması zorlanmaktadır. LGBTQ+ dallarının tamamı bu kapsama girmektedir.
 d kadına karşı şiddeti ve aile içi şiddeti ortadan kaldırma amacıyla uluslararası işbirliğini yaygınlaştırmak; Aile tanımı yanlıştır. Domestic yerine family kelimesinin kullanılması gerekir. Her tür birlikteliği aile ile eşitlemiştir. Uluslararası feminist ve LGBTQ+ dernekleriyle işbirliğine zorlama vardır. Onların faaliyet yapmasına, gösteri ve yürüyüşler düzenlemesine, trans güzellik yarışması gibi etkinlikler yapmasına ortam sağlanmak zorunda kalınmaktadır.[15]
 e Kadına karşı şiddet ve aile içi şiddetin ortadan kaldırılması için bütüncül bir yaklaşımın benimsenmesi maksadıyla kuruluşların ve kolluk kuvvetleri birimlerinin birbiriyle etkili bir biçimde işbirliği yapmalarına destek ve yardım sağlamak. Bu maddenin gereği 6284 sayılı kanunla abartılmış ve haklılığı kontrol edilmeden sadece beyanla son 5 yılda, 2 milyona yakın erkek evinden uzaklaştırılmıştır.[16]
 2 Tarafların söz konusu Sözleşmenin hükümlerini etkili bir biçimde uygulamalarını sağlama amacıyla bu Sözleşmede spesifik bir izleme mekanizması oluşturulmuştur. Bu madde ile İstanbul Sözleşmesinin hükümlerinin uygulanmasını takip eden, denetleyen, ziyaret ve incelemeler yapan ve en sonunda hazırlanan raporu Avrupa Konseyi Genel Sekreterliğine sunan GREVIO nun kuruluşu tanımlanmıştır. Ayrıca Sivil Toplum Kuruluşu gibi faaliyet gösteren çeşitli dernek ve oluşumlar da Gölge Rapor etiketiyle GREVIO benzeri çalışmalar yaparak karar vericileri yönlendirmeye çalışmaktadır. Türkiye’de KADEM, BİANET (LGBTQ oluşumu), KASAV, GİKAP, İstanbul Sözleşmesi İzleme Platformu ( Feminist + LGBTQ) tarafından gölge GREVIO raporları hazırlanarak kayda sokulmuştur.
 Madde 2 – Sözleşmenin Kapsamı
1 Bu Sözleşme, aile içi şiddet de dahil olmak üzere, kadınları orantısız bir biçimde etkileyen, kadına karşı her türlü şiddet için geçerli olacaktır. Aile tanımı yanlıştır. Domestic yerine family kelimesinin kullanılması gerekir. Her tür birlikteliği aile ile eşitlemiştir. Kadına karşı her tür şiddet denilerek, her türlü söz ve davranışı şiddet tanımına sokmuştur.
2 Taraflar bu Sözleşmeyi tüm aile içi şiddet mağdurları için uygulamaya teşvik edilir. Taraflar bu Sözleşmenin hükümlerinin uygulanmasında toplumsal cinsiyete dayalı şiddetin kadın mağdurlarına özel olarak dikkat göstereceklerdir. Aile tanımı yanlıştır. Domestic yerine family kelimesinin kullanılması gerekir. Her tür birlikteliği aile ile eşitlemiştir.
 Madde 3 – Tanımlar
 Bu Sözleşme maksatlarıyla:
 a “kadına karşı şiddetten”, kadınlara karşı bir insan hakları ihlali ve ayrımcılık anlaşılacak ve bu terim, ister kamu ister özel yaşamda meydana gelsinler, söz konusu eylemlerde bulunma tehdidi, zorlama veya özgürlüğün rastgele bir biçimde kısıtlanması da dahil olmak üzere, kadınlara fiziksel, cinsel, psikolojik veya ekonomik zarar ve acı verilmesi sonucunu doğuracak toplumsal cinsiyete dayalı tüm şiddet eylemleri olarak anlaşılacaktır; Bu tanım kadınların kendilerini rahatsız hissettiği veya hoşuna gitmeyen her türlü eylem ve düşünceyi fiziksel unsurlarla belirgin olmasa da “kadına karşı şiddet” kapsamına almaktadır. Buna göre bir erkeğin kadına göz dikip rahatsız etmesi ile fiilen tecavüz etmesi aynı kapsama girmekte ve istatistik verilere işlenmektedir. Kadınların isterse “kadına karşı şiddet” kapsamına sokamayacağı hiçbir davranış veya diyalog kalmamıştır.
 b “aile içi şiddet”, eylemi gerçekleştiren, mağdurla aynı ikametgahı paylaşmakta olsun veya olmasın veya daha önce paylaşmış olsun veya olmasın, aile içinde veya aile biriminde veya mevcut veya daha önceki eşler veya birlikte yaşayan bireyler arasında meydana gelen fiziksel, cinsel, psikolojik veya ekonomik şiddet eylemleri olarak anlaşılacaktır; Domestic ifadesinin resmi evli karı-koca ve çocuklardan oluşan aileyi karşılamadığı burada itiraf edilmiş! Orijinal metinde “domestic violence” yazıyor. Aile içi şiddet denemez. Ev içi şiddet denebilir. Zaten devamında eski ve yeni eşler, birlikte yaşayan bireyler (cinsiyet sınırlaması yapılmadan) yani partnerler arası sorunları da “aile içi şiddet” diyerek yasal zemine oturtuyor. Artık aile sayılması için nikâh veya cinsiyet gibi sınırlamalar kalmıyor.
 c “toplumsal cinsiyet”, herhangi bir toplumun, kadınlar ve erkekler için uygun olduğunu düşündüğü sosyal anlamda oluşturulmuş roller, davranışlar, faaliyetler ve özellikler olarak anlaşılacaktır; İslam toplumunda kadın ve erkeklerin “toplumsal cinsiyet” rolleri Kur’anı Kerim, Sünnet-i Seniyye, İslam’la çatışmayan gelenek ve görenekler etrafında şekillenmiştir. Hepsinin birleşiminden ve geçmişten getirilen değerlerden de kültürümüz oluşur. Kur’anı Kerim’de kadının toplumsal rollerini ve görevlerini tanımlayan bazı ayetler:

Mümtehine-12, Nisa-34, Bakara-233

 d “kadınlara karşı toplumsal cinsiyete dayalı şiddet”, bir kadına karşı, kadın olduğu için yöneltilen veya kadınları orantısız bir biçimde etkileyen şiddet olarak anlaşılacaktır; Şiddetin tanımı yukarıda olduğu gibi aşırı geniş tutulunca artık her şey kadına şiddet sayılabilmektedir.
 e “mağdur”, a ve b fıkralarında belirtilen davranışlara maruz kalan herhangi bir şahıs olarak anlaşılacaktır; Mağdur olarak a ve b fıkralarında belirtilen davranışlara maruz kalan veya iddia eden her hangi bir şahıs deniliyor, kadın değil! Demek ki mesele kadınları korumak değilmiş! Kadın veya erkek olması fark etmiyormuş. Bu madde ile bütün homoseksüeller veya cinsiyetsizler isterlerse mağdur sayılarak koruma kapsamına girmiş oluyor.
 f “kadın” terimi, 18 yaşından küçük kızları da kapsayacaktır. 18 yaşından küçük kızlar demek doğumdan itibaren bütün kızlar aslında kadındır demektir. Bu tanım oldukça tehlikelidir. Pedofiliye kapı aralamaktır. Babaların veya diğer aile bireylerinin 18 yaş altı kız çocuklarına yönelik her türlü uyarı, ikaz, yönlendirme veya terbiye ve koruma amaçlı engellemeleri dahi “kadına şiddet” kapsamına alınmaktadır. Örneğin küçük kızının gece vakti sokağa çıkmasına engel olan baba veya ağabey de “kadına şiddet” uygulamış sayılacaktır. Batı dünyasında LGBT sapkınlıkları içinde henüz tam legalleştiremedikleri pedofiliyi meşrulaştırmak için çalışmalar artmıştır.[17] Pedofilinin yaygınlaşmasını savunan kitaplar yazılmış[18], siyasi partiler[19]  dernekler kurulmuştur. Uzakdoğu ülkelerine ve Myanmar gibi kriz bölgelerine pedofili sapkınlıklarını tatmin etmek için giden çok sayıda sapkın bulunuyor.[20] Darp ve cebir olmazsa rıza vardır denilerek, küçük yaşlardaki çocuklarla cinsel ilişki meşrulaştırılmaya çalışılmaktadır.[21]
Madde 4 – Temel haklar, eşitlik ve ayrımcılık yapılmaması
1 Taraflar herkesin, özellikle de kadınların, gerek kamu gerekse özel alanda şiddete maruz kalmaksızın yaşama hakkını yaygınlaştırmak ve korumak için gerekli olan yasal ve diğer tedbirleri alacaklardır. Kadınlar için alınan tedbirler 6284 sayılı yasa ve TCK’nın 102. Maddesinde “Kadının Beyanı” veya “şikâyeti” esas alınarak derhal infaz uygulamasına dönük olmuştur. Her hangi bir erkeğin geleceği, şerefi, mesleği ve iş hayatı bir kadının delil olmaksızın iftira niteliğinde şikâyeti ile yok olabilmektedir. Düşük not alan öğrenciler öğretmenlerine[22], çalışan bayanlar kızdıkları amirlerine veya her hangi birisine, her zaman için hayatı zindan edebilme imkânına kavuşmuştur.[23]
 2 Taraflar, kadınlara karşı her türlü ayrımcılığı kınayacak ve ayrımcılığı önlemek üzere, özellikle aşağıdakiler dahil olmak üzere, gerekli yasal ve diğer tedbirleri alacaklardır: Kadınlara karşı fiilen ayrımcılık kalmamıştır. İstenen şey kadınlara özel ve yeni ayrıcalıkların tahsis edilmesidir.
 – ulusal anayasalarında veya ilgili diğer mevzuata kadın erkek eşitliği ilkesini dahil edecek ve bu ilkenin uygulamada gerçekleştirilmesini temin edeceklerdir; Kadın ve erkeklerin sosyal yaşamda eşit sayılması tarifiyle yine konu toplumsal cinsiyet eşitliğine gelmekte ve cinsiyete özel rollerin inkârı istenmektedir.
 – yerine göre, yaptırımların uygulanması yolu da dahil olmak üzere, kadınlara karşı ayrımcılığı yasaklayacaklardır; Kadınlara karşı ayrımcılık değil, erkeklere karşı ayrımcılık söz konusu olmuştur. TCK, TMK ve 6284 bu şekilde değiştirilmiştir. İspat şartı kalkmış sadece beyan yeterli sayılmıştır. Bu yasalar geçerliyken Hz. Yusuf’un kıssası yaşansa doğrudan ceza alması gerekecekti.[24]
 – kadınlara karşı ayrımcılık yapan yasa ve uygulamaları yürürlükten kaldıracaklardır. Kadınlara karşı olan değil, kadınlar için aşırı ayrımcılık yapan yasaların işgalindedir hukukumuz. Erkeklerin aile reisliği ve babalık gibi doğal yetkilerine el konulmuştur.
3 Taraflar bu Sözleşme hükümlerinin, özellikle de mağdurların haklarını korumaya yönelik tedbirlerin, cinsiyet, toplumsal cinsiyet, ırk, renk, dil, din, siyasi veya başka tür görüş, ulusal veya sosyal köken, bir ulusal azınlıkla bağlantılı olma, mülk, doğum, cinsel yönelim, toplumsal cinsiyet kimliği, sağlık durumu, engellilik, medeni hal, göçmen veya mülteci statüsü veya başka bir statü gibi, herhangi bir temele dayalı olarak ayrımcılık yapılmaksızın uygulanmasını temin edeceklerdir. Bütün sözleşmenin amacı bu maddede açıkça itiraf edilmiş. Demek ki domestic ifadesinden geleneksel karı koca ailesini değil, her türlü cinsel yönelim ve bunların varyasyonlarını da kapsayarak aile gibi işleme alınmasını, kanunla korunmasını, bu sözleşmenin dayattığı ayrıcalıklardan eksiksiz faydalanmasını garantiye almak istiyorlarmış. Hiçbir sınırlamayı kabul etmedikleri burada netleşti. İslam ve toplumsal ahlak değerlerinin tamamı bu madde ile rafa kaldırıldı. Kur’anı Kerim’de bahsi geçen ve homoseksüel sapkınlıkları yüzünden helak edilen Lut kavmi mensupları bugün yaşasaydı yasal güvenceleri olacaktı.
 4 Kadınların toplumsal cinsiyete dayalı şiddete karşı korunması için gerekli olan özel tedbirler, bu Sözleşme hükümlerince ayrımcılık olarak sayılmayacaktır. Yani aslında yaptıklarının bal gibi ayrıcalık olduğunu onlarda biliyor ama ayrıcalık saymayalım diyorlar. Bu sözleşme ve buna dayanan kanunların tamamı erkekleri dışlayan ve 2.sınıf muamele görmesine neden olan maddelerle doludur.
 Madde 5 – Devletin yükümlülükleri ve titizlikle yapması gereken inceleme ve araştırmalar
 1 Taraflar kadınlara karşı herhangi bir şiddet eylemine girişmekten imtina edecek ve devlet yetkililerinin, görevlilerinin, organlarının, kurumlarının ve Devlet adına hareket eden diğer aktörlerin bu yükümlülüğe uygun bir biçimde hareket etmelerini temin edeceklerdir. Yukarıdaki şiddet tanımına göre kadınlarla ilgili şiddet sayılmayacak hiçbir şey kalmadığından, Devletin uygulamaları da bu şekilde sınıflanabilecektir. Nafaka düzenlemesinde yapılan tartışmalar da bundan kaynaklanıyor. Haksız şekilde kazandıkları ayrıcalıklardan ödün vermek istemiyor ve Devleti tehdit ediyorlar. Bu sözleşmeye göre şiddet eyleminin tanımı aşırı geniş ve suiistimale açıktır.
 2 Taraflar, devlet dışı aktörlerce gerçekleştirilen ve bu Sözleşmenin kapsamı dahilindeki şiddet eylemlerinin önlenmesi, soruşturulması, cezalandırılması, ve bu eylemler nedeniyle tazminat verilmesi konusunda azami dikkat ve özenin sarf edilmesi için gerekli yasal ve diğer tedbirleri alacaklardır. Aile birliğini güçlendirmek ve adaleti tesis etmek için Devletin düzenleme yapmasına engel oldukları gibi, aile hukukunu hatırlatan ve dini kökenli değerleri kazandırmaya çalışan sivil toplum kuruluşları veya eğitim merkezlerini de önlemeye çalışıyorlar. Bu maddeye göre İslam’da karı-koca haklarını anlatan ve öğretenler suç işlemiş sayılsın ve ceza verilsin deniliyor.
 Madde 6 – Toplumsal cinsiyet konusunda hassasiyet gerektiren politikalar
Taraflar bu Sözleşmenin uygulanmasına ve sözleşme hükümlerinin etkilerinin değerlendirilmesine bir toplumsal cinsiyet bakış açısı katacak ve kadınlarla erkekler arasında eşitliğe ve kadınların güçlendirilmesine ilişkin politikalarını yaygınlaştıracak ve etkili bir biçimde uygulayacaklardır. Döne döne toplumsal cinsiyet ve onun altında yatan cinsiyete özel rollerin iptali hatırlatılıyor.
Bölüm II – Bütüncül politikalar ve veri toplama
 Madde 7 – Kapsamlı ve koordineli politikalar
 1 Taraflar bu Sözleşme kapsamındaki her türlü şiddetin önlenmesi ve bu tür şiddet eylemleriyle mücadele edilmesine yönelik ilgili tüm tedbirleri içeren Devlet çapında etkili, kapsamlı ve birbiriyle koordineli politikaların benimsenip uygulanmasını mümkün kılacak, gerekli yasal ve diğer tedbirleri alacak ve kadına karşı şiddete karşı bütüncül bilmukabelede bulunulmasını temin edeceklerdir. Hayata dair her diyaloğu, bu sözleşmede bahsedilen şiddet kapsamına almak mümkündür.  Bu sözleşmeye dayalı olarak çıkarılan 6284 sayılı yasa uygulamasında son 5 yıl içinde 2 milyon erkek evinden uzaklaştırılmıştır.[25] Kadın cinayetlerinde ve şiddet olaylarında görülen artışlar, evlenme sayısının düşmesi, ama boşanma davalarında 2011’den itibaren %41 artış görülmesi tesadüf değil, bu sözleşme ve kanunların eseridir.

Aile Mahkemesi Dosya Sayıları, TÜRKİYE (2011-2018)[26]

 

3 Bu fıkra uyarınca alınacak tedbirlere, yerine göre, hükümet kuruluşları, ulusal, bölgesel ve yerel parlamentolar ve yönetimler, ulusal insan hakları kurumları ve sivil toplum kuruluşları gibi, ilgili tüm aktörler müdahil olacaktır. LGBT dernek ve platformları ile feminist odakların sözleşme garantisini sağladıkları maddelerden birisi de budur. Kendilerini Sivil Toplum Örgütü olarak lanse ediyorlar. Dini ve toplumsal değerlere savaş açıyorlar. Açık Toplum Vakfı gibi yabancı ve karanlık finans kaynaklarından besleniyorlar. Çıkardıkları gölge raporlar[27] ile devleti ve kurumları baskı altında tutuyorlar. AB’nin TR’ye karşı politikalarını etkiliyorlar.[28] KADEM gibi iktidara yakın örgütlerde İstanbul Sözleşmesinin daha da etkili olması için fonların arttırılmasını talep eden, 6284 sayılı yasayla aile kurumuna vurulan darbeyi başarı olarak lanse eden raporlar düzenliyor.[29]
 Madde 8 – Finansal kaynaklar
Taraflar, devlet dışı aktörler ve sivil toplum tarafından gerçekleştirilenler de dahil olmak üzere, bu Sözleşmenin kapsadığı her türlü şiddet eylemini önlemeye ve bunlarla mücadeleye yönelik bütüncül politikaların, tedbirlerin ve programların yeterli bir biçimde uygulanması için uygun finansal kaynakları ve insan kaynaklarını tahsis edeceklerdir. Devletlerin kendi kuruluşları dışında, LGBT ve Feminist örgütlere de finans sağlaması ve insan kaynağı tahsis etmesi için baskı yapan bir maddedir.
 Madde 9 – Sivil Toplum Kuruluşları ve sivil toplum
Taraflar kadınlara karşı şiddet uygulanmasıyla mücadelede aktif bir rol oynayan sivil toplum kuruluşlarının çalışmalarını her düzeyde takdir ve teşvik edecek ve destekleyecek ve bu kuruluşlarla etkili bir işbirliği gerçekleştirecektir. Yine feminist dernekler ve LGBT oluşumlarını olumlama ve işbirliğine zorlama var.

LGBT ve Feminist dernekler kendi gölge raporlarını hazırlayarak AB’nin komiser komisyonu GREVIO ile paylaşmıştır.

Gölge Rapor hazırlayan BIANET gibi LGBT oluşumları ile Mor Çatı ve KADEM gibi feminist örgütlerin gölge raporları Avrupa Konseyi sitesinde yayınlanmaktadır.[30]

 Madde 10 – Koordinasyon kurumu
 1 Taraflar bu Sözleşme kapsamındaki her türlü şiddeti önleme ve bunlarla mücadeleye yönelik politika ve tedbirlerin koordinasyonu, uygulanması, izlenmesi ve değerlendirmesinden sorumlu bir veya birden fazla kurumu belirleyecek veya kuracaktır. Burada Türkiye açısından büyük bir tuzak vardır. Sözleşme kapsamında basit bir söz bile kadına şiddet sınıfına konulduğu için, 6284 sayılı yasa ve diğer mevzuatın desteği ile önce suç olmayan eylemler dahi suç kategorisine alınacak ve sanal ve sayısal bir şiddet olayı patlaması varmış gibi süreç işletilecek sonra da bu kayıtlar raporlanarak ülkenin şiddet haritası veya karnesi son derece bozulmuş gibi gösterilecektir. Bu işlemler için verilerin toplanmasını da devletin kendisi sağlayacaktır.
Bu kurumlar Madde 11’de belirtildiği gibi verilerin toplanmasını koordine edecek, verileri analiz edecek ve sonuçlarının dağıtımını sağlayacaktır. Her türlü şiddet ifadesiyle kapsam içine alınan ve normalin çok üstünde çıkarılan eylemlerin verileri tayin edilen kurum tarafından işlenecektir.
2 Taraflar bu fıkra uyarınca belirlenen veya oluşturulan kurumların Bölüm VIII uyarınca alınan tedbirlerin genel mahiyeti hakkında bilgilendirilmelerini sağlayacaktır. Ülkeden toplanan ve kapsamı sorunlu bulunan verilerin bu madde ile uluslararası kurumlara aktarılması ve işlenmesi talimatı verilmektedir.
 Madde 11 – Veri toplama ve araştırma
1 Taraflar bu Sözleşmenin uygulanması maksadıyla aşağıdakileri yapacaklardır:
 a Bu Sözleşme kapsamında kalan her türlü şiddet olayıyla ilgili birleştirilmemiş istatiksel veriyi düzenli aralıklarla toplayacaklardır; Her türlü şiddet tanımı aşırı derecede genişletilmişken, bunlarla ilgili verilerin istatistik tablolarda aynı başlıklar altında birleştirilmesi bilgi cinayeti gibi vahim ve tehlikelidir. Örneğin gerçek tecavüz olayları ile laf atma gibi rahatsız edici sözlerin hepsi cinsel taciz başlığı altında toplanmaktadır. Toplumsal şiddet olaylarında patlama var algısına yol açılmaktadır.
2 Taraflar bu Sözleşme kapsamında kalan her türlü şiddet olayının yaygınlığını ve nasıl bir eğilim içinde olduğunu değerlendirmek üzere, düzenli aralıklarla halk anketleri yapmaya gayret edeceklerdir. Şiddet olaylarını araştırma bahanesi ile cinsel yönelimlere karşı duyulan ahlaki toplumsal tepkilerin yok edilmesi, cinsel yönelim adı altında meşru gösterilmesi, partnerlik ilişkilerinin aile türleri arasında gösterilmesi söz konusudur.
3 Taraflar uluslararası işbirliğini harekete geçirmek ve bu alanda uluslararası standartların yerleştirilmesini sağlamak üzere, bu fıkra uyarınca toplanan bilgileri bu Sözleşmenin Madde 66’sında belirtilen uzmanlar grubuna vereceklerdir. Ülkeye ait bütün aile bağlantılı verilerin GREVIO ya verilmesi stratejik bir hata ve toplumsal provokasyonlara, sosyal mühendisliğe açık bir durumdur.
Bölüm III – Önleme
 Madde 12 – Genel yükümlülükler
1 Taraflar kadınların daha aşağı düzeyde olduğu düşüncesine veya kadınların ve erkeklerin toplumsal olarak klişeleşmiş rollerine dayalı ön yargıların, törelerin, geleneklerin ve diğer uygulamaların kökünün kazınması amacıyla kadınların ve erkeklerin sosyal ve kültürel davranış kalıplarının değiştirilmesine yardımcı olacak tedbirleri alacaklardır. Kadınların daha aşağı düzeyde olduğu düşüncesi yerli ve milli kökenlere sahip değildir. Avrupa medeniyetinin mirasıdır. Toplumsal olarak klişeleşmiş roller ise en başta İslam dini ve uygulaması ile tarihten gelen gelenek ve göreneklerimize dayanmaktadır. Anneliğin kutsallığı, babalığın erdemleri ve korumacı tabiatı gibi doğal rollerin kökünün kazınması ile kimliksiz, kişiliksiz bir toplum üretilmek isteniyor. Temel ahlaki değerleri ve koruyucu kurallarından sıyrılınca aile bütünlüğünün bozulması kaçınılmaz olacaktır. Bozulan veya yıkılan değerlerin yerine müflis batı değerlerinin ve LGBTQ gibi sapkınlıkların yerleştirilmesi amaçlanmaktadır. Sadece bu madde dahi sözleşmeden çekilmek için yeterli bir nedendir. Bu sözleşmeyi savunanları, kökümüzü kazımak isteyenlerin işbirlikçileri olarak görüyoruz.
2 Taraflar herhangi bir gerçek veya hükmi şahsiyetin bu Sözleşmenin kapsamında kalan her türlü şiddet eylemini önleyecek gerekli yasal ve diğer tedbirleri alacaklardır. Bu sözleşmenin 4.madde 3. fıkrasında çizilen kapsam içine girmeyen bir şey kalmamıştır. Dolayısı ile toplumun dini ve tarihsel değerlerinin en büyük düşmanı olan akımlar ve davranışlarda yasal koruma ve güvence altına alınmalıdır şeklinde bir dayatma söz konudur.
3 Bu bölüm uyarınca alınan tüm tedbirlerle, belirli şartlar nedeniyle hassas konuma gelmiş insanların ihtiyaçları göz önüne alınacak ve karşılanmaya çalışılacak ve tüm tedbirlerin merkezinde mağdurların insan hakları yer alacaktır. Her türlü cinsel sapkınlık devlet korumasına alınınca, bunların özellikli ihtiyaçları da devlet tarafından karşılanmak zorundadır. Mesela, ameliyatla transseksüel kadın formuna geçen eski erkeklerin, göğüs büyütme ameliyatlarının devlet tarafından karşılanması gibi.[31]
5 Taraflar kültür, töre, din, gelenek veya sözde “namus” gibi kavramların bu Sözleşme kapsamındaki herhangi bir şiddet eylemine gerekçe olarak kullanılmamasını temin edeceklerdir. Bu sözleşmenin şiddet tarifine girmeyen hemen hiçbir insani tutum veya davranış kalmamıştır. Bir bakış veya kuruntu denilebilecek hislerin neticesinde şiddet kovuşturması yapılabilmektedir. Dolayısı ile bir babanın namus kaygısıyla kızının gece dışarıda kalmasını önlemesi gibi en yaygın müdahalelerin de yok edilebilmesi için, töre, din ve geleneklerin yok edilmesi veya yürürlükten kaldırılması istenmektedir.
 Madde 13 – Farkındalığın arttırılması
1 Taraflar bu Sözleşme kapsamındaki her türlü şiddet eyleminin ortaya farklı şekillerde çıkışı ve bu eylemlerin çocuklar üzerindeki etkisi ve bu şiddet eylemlerinin önlenmesi ihtiyacı konusunda halk arasındaki farkındalığın ve anlayışın arttırılması için, yerine göre ulusal insan hakları kuruluşları ve eşit haklar kuruluşları, sivil toplum kuruluşları ve özellikle de kadın örgütleriyle işbirliği de dahil olmak üzere, düzenli olarak ve her düzeyde farkındalık arttırıcı kampanya ve programları yaygınlaştıracak veya uygulayacaktır. KADEM farkındalık kampanyalarını oldukça başarıyla yürütmüş ve bütün erkekleri ayılara benzeterek mükemmel bir performans göstermiştir. İnsanoğlunu hayvan cinsleri ile denk tutarak “bazı cinslerin diğer cinslerden öğreneceği çok şey var” demiştir.[32]
 Madde 14 – Eğitim
1 Taraflar, yerine göre, tüm eğitim seviyelerinde resmi müfredata, kadın erkek eşitliği, toplumsal klişelerden arındırılmış toplumsal cinsiyet rolleri, karşılıklı saygı, kişisel ilişkilerde çatışmaların şiddete başvurmadan çözüme kavuşturulması, kadınlara karşı toplumsal cinsiyete dayalı şiddet ve kişilik bütünlüğüne saygı gibi konuların, öğrencilerin zaman içinde değişen öğrenme kapasitelerine uyarlanmış bir biçimde dahil edilmesi için gerekli tedbirleri alacaklardır. 2014 yılından itibaren Milli Eğitim Bakanlığınca başlatılan ETCEP projesi ile çocuklarımıza eşcinsellik propagandası ve yönlendirmesi yapılmıştır.[33]  Halktan yükselen tepkiler sonucu askıya alındığı söylense de fiilen etki ve uygulamaları devam etmektedir. Bu projenin sahipleri Sayın Emine ERDOĞAN’ın demeçlerini de etkilemiş ve onun ağzından “Çocuklarımızı engel, cinsiyet, ırk, etnik köken gibi farklılıklara karşı nötr kalacak şekilde yetiştirelim.”[34] Şeklinde tehlikeli ifadelerin çıkmasına neden olmuşlardır.
 Madde 16 – Önleyci müdahale ve tedavi programları
1 Taraflar ileride meydana gelecek şiddet olaylarını önleme ve şiddete dayalı davranış kalıplarını değiştirme amacıyla, aile içi şiddet girişiminde bulunanlar için, kişisel ilişkilerde  şiddete başvurmayan davranışlar benimsemeyi öğretmeye yönelik eğitim programları oluşturulmasını veya desteklenmesini mümkün kılacak gerekli yasal veya diğer tedbirleri alacaklardır. Domestic (ev içi) kelimesinin aile olarak tercüme edilmesi yukarıda açıklanan kasıtlı bir tavırdır.
 Madde 17 – Özel sektör ve medyanın katılımı
1 Taraflar, özel sektörü, bilgi ve iletişim teknolojisi sektörünü ve medyayı, bu sektörlerin ifade özgürlüğüne ve bağımsızlığına gerekli saygıyı göstererek, kadına yönelik şiddeti önlemeye ve kadın onuruna saygıyı arttırmaya yönelik politikaların oluşturulmasına ve uygulanmasına ve bu konularda kılavuzların oluşturulmasına ve kendi kendini düzenleyici standartların belirlenmesine katılmaya teşvik edecektir. Medyada bir yandan LGBTQ cinsel sapkınlarının yayılması ve normal gösterilmesi yaşanırken, diğer yandan TV dizilerinin hemen hepsinde kadınlara yönelik şiddet olayları abartılarak işlenmekte ve adeta teşvik edilmesi gözlenmektedir. GREVIO ve yerli işbirlikçi STK ve diğer oluşumların, TV Dizilerindeki yozlaşmış aile senaryolarına ve sıradanlaşan şiddet öğelerine karşı her hangi bir girişimde bulunmaması dikkat çekicidir.
Bölüm IV – Koruma ve destek
 Madde 18 – Genel yükümlülükler
2 Taraflar, iç hukukları uyarınca, bu Sözleşmenin 20 ve 22’nci maddelerinde belirtilen genel ve uzman destek hizmetlerine sevk de dahil olmak üzere, mağdurları ve tanıkları bu Sözleşmenin kapsadığı her türlü şiddet eylemine karşı korur ve desteklerken; yargı birimleri, savcılar, kolluk kuvvetleri, yerel ve bölgesel yönetimler dahil, ilgili tüm devlet kurumlarının yanı sıra, sivil toplum kuruluşları ve ilgili diğer kurum ve kuruluşlarla etkili bir işbirliği için uygun mekanizmaların mevcudiyetini temin etmek üzere, gerekli yasal ve diğer tedbirleri alacaklardır. Türkiye’de bu maddenin gereği veya sonucu olarak 6284 sayılı kanun yürürlüğe sokulmuştur. Ancak fiili durum aile bütünlüğünü tehdit eder hale gelmiştir. 6284 sayılı yasa ile ailelerin bir daha buluşamayacak şekilde bölünmesi ve tarafların barışma imkânlarının yok edilmesi yaşanmaktadır.[35]
3 Taraflar bu bölüm uyarınca alınan tedbirlerin:
 – kadınlara karşı şiddetin ve aile içi şiddetin toplumsal cinsiyet boyutlu bir anlayışa dayalı olmasını ve mağdurun insan haklarına ve emniyetine odaklanmasını, Domestic (ev içi) kelimesinin aile olarak tercüme edilmesi yukarıda açıklanan kasıtlı bir tavırdır.
Bölüm V – Esasa müteallik hukuk
 Madde 31 – Velayet altına alma, ziyaret hakları ve emniyet
1 Taraflar çocukların velayetinin ve ziyaret haklarının belirlenmesinde, bu Sözleşme kapsamındaki şiddet olaylarının göz önüne alınmasını temin edecek gerekli yasal veya diğer tedbirleri alacaklardır. Türkiye’de çocukların vekâleti erkeklerin aleyhine olarak çoğunlukla kadınlara verilmektedir. Boşanma nedeni kadının aldatması olsa dahi böyle olmaktadır.[36]

İstanbul Sözleşmesiyle şiddetin tanımı aşırı geniş tutulmuş ve 6284 ve diğer yasalarda kadının beyanı yeterli görülerek fiilen erkeklere göre üstünlük kurulması sağlanmıştır. Bu durum sonunda EYS (ebeveyni yabancılaştırma senromu) ve çocukların velayeti olmayan ebeveynden saklanması nedeniyle “çocuk haczi” uygulaması yaygınlık kazanmıştır.[37]

2 Taraflar herhangi bir ziyaret hakkı veya velayet hakkının kullanılmasının mağdurun veya çocukların haklarını veya emniyetini tehlikeye düşürmemesini sağlayacak gerekli yasal veya diğer tedbirleri alacaklardır. Çocuk velayeti verilmeyen ebeveynlerin çocukla birlikte geçirebilecekleri süreler oldukça az ve yetersizdir. Velayeti olmayan tarafın dede, teyze ve hala gibi 2. Derece yakınlarının çocuklarla zaman geçirme ihtimali kalmamaktadır. Bu durum en başta çocuk haklarının ihlalidir.
 Madde 37 – Zorla yapılan evlilikler
1 Taraflar bir yetişkini veya çocuğu kasten evliliğe zorlamanın cezalandırılmasını temin etmek üzere gerekli yasal veya diğer tedbirleri alacaklardır. İstanbul Sözleşmesine göre çocuk yoktur! Kız olarak doğan herkes birer kadındır (Madde 3. Tanımlar f. bendi). Bu açıdan kendisiyle çelişme söz konusudur. Türkiye’de 18 yaş altı genç kızlar da çocuk sayılarak ergenlik sonrası evlenmeleri suç sayılmıştır. Hâlbuki Avrupa ülkelerinin genelinde evlilik yaşı 16 da başlamaktadır.[38] Toplumsal yapıya uymayan bu sert kural nedeniyle Genç Yaşta Evlilik Mağdurları diye bir grup oluşmuştur.[39] 18 yaş altında evlenen genç kızların kocalarına tecavüz suçu cezası verilerek gerçek tecavüzcülerin arasında hapis yatmaları sağlanmaktadır. Bu kişilerin eş ve çocukları ise mağdur ve kimsesiz bırakılarak onların da ceza çekmesine neden olunmaktadır. [40]
Madde 38 – Kadın sünneti Türkiye’de kadın sünneti geleneği yoktur.
 Madde 40 – Cinsel taciz
 Taraflar bir şahsın onurunu ihlal etme etkisi yaratan veya bu maksatla gerçekleştirilen, ve özellikle de aşağılayıcı, düşmanca, hakaretamiz, küçük düşürücü veya saldırgan bir ortam yaratırken, her türlü istenmeyen, cinsel mahiyette sözlü veya sözlü olmayan veya fiziksel davranışın cezai veya diğer yasal yaptırıma tabi olmasını temin etmek üzere gerekli yasal veya diğer tedbirleri alacaklardır. “Her türlü istenmeyen” ibaresi yasalarımızdaki “kadın bayanı esastır” hükmü ile birleşince erkekler için oldukça tehlikeli bir duruma yol açmaktadır. Cinsellikle ilgisi olmayan, kasıtlı yapılmayan sıradan davranışların bile “cinsel taciz” olarak tanımlanabilmesine karşılık erkeklerin yapabileceği veya korunabileceği hiçbir husus kalmamıştır. Bu açıdan erkeklerin kaderi ve geleceği kadınların iki dudağı arasında sıkışmış durumdadır.
 Madde 42 – Sözde “namus” adına işlenen suçlar da dahil olmak üzere, işlenen suçlar için gerekçelerin kabul edilmemesi 1 Taraflar bu Sözleşme kapsamında kalan şiddet eylemlerinin gerçekleştirilmesinden sonra başlatılan ceza davalarında kültür, töre, din, gelenek veya sözde “namus”un gerekçe olarak  öne sürülmesinin önlenmesini temin etmek üzere, gerekli yasal veya diğer tedbirleri alacaklardır. Namus kutsal bir kavramdır. Namus bahanesiyle haksız şiddet eylemleri yapanların veya kendi yanlışlarına namusu kılıf yapanların ayrılması ve cezalandırılması gerekir. Örneğin, evine geldiğinde karısını başka bir adamla yatakta basan bir adamın o anda yapabileceği şiddet eylemlerinde “namus” kaygısının olduğu açık ve ağır tahrik nedenidir. Bu durumlarda normal ve sağlıklı davranışlar beklenemez. Namus duygusu ve hassasiyeti göz ardı edilemez. Ancak, farklı nedenlerden cinayete kurban giden kadınların arkasından namus savunması yapılarak, fazla cezadan kurtulmaya çalışanlara karşı tolerans gösterilmemesi, yargıdan beklenen bir tavırdır. Bu madde, haklı olunduğunda dahi namus kavramının kullanılmamasını ve toplumun namussuzlar gibi rahat ve geniş mideli olmasını istemektedir.
Bölüm VI – Soruşturma, kovuşturma, usul hukuku ve koruyucu tedbirler
Bölüm VII – Göç ve iltica
VIII. Bölüm – Uluslararası işbirliği
 Madde 62 – Genel prensipler
1 Taraflar, bu Sözleşmenin hükümlerine uyarak, medeni hukuk ve ceza hukuku konularında işbirliğine ilişkin uluslararası ve bölgesel anlaşmaları ve belgeleri uygulayarak, ortak veya karşılıklı mevzuat ve iç hukuk kuralları esas alınarak üzerinde mutabakata varılmış düzenlemeleri uygulayarak, ve mümkün olan en kapsamlı şekilde, aşağıdaki amaçlara yönelik olarak işbirliği yapacaklardır: “mümkün olan en kapsamlı şekilde” ibaresi şiddet tariflerinin ve suçlanan davranışların aşırı derecede genişletilmesini ve aile bütünlüğünü tehdit eder boyutlara gelmesini sağlamaktadır.
 a bu Sözleşmenin kapsamına giren her türlü şiddet eyleminin önlenmesi, bunlarla mücadele edilmesi ve bunların kovuşturulması; “her türlü şiddet” ibaresi de muallak, belirsiz ve istenilen her davranışın yaftalanabileceği bir tavrı doğurur. Aile içinde erkeklerin, eş veya çocuklarına yönelik temel yaşam kurallarını ve ahlak kurallarını hatırlatarak uymalarını isteme hakkı bile kalmaz.
 4 Taraflar, kadınlara yönelik şiddetin ve aile içi şiddetin önlenmesi ve bunlarla mücadele edilmesi çabalarını, üçüncü Devletlerin yararlanacağı kalkınma amaçlı yardım programlarıyla, gereken yerlerde bütünleştirecekler, Madde 18, 5. fıkra uyarınca mağdurların korunmasını kolaylaştırmak amacıyla üçüncü Devletlerle ikili ve çok taraflı anlaşmalar yapacaklardır. “domestic violence” yani ev içi şiddetin, ısrarla aile içi şiddet şeklinde tarif edilmesi devam eden bir kasıttır. Bütün birlikte yaşam formlarını medeni durum, cinsiyet, tür ve yaş gibi kriterleri dikkate almaksızın aile olarak meşrulaştırmanın ifadesidir.
IX. Bölüm – İzleme yöntemi
 Madde 66 – Kadınlara yönelik şiddetle ve aile içi şiddetle mücadele konusunda uzmanlar grubu “domestic violence” yani ev içi şiddetin, ısrarla aile içi şiddet şeklinde tarif edilmesi devam eden bir kasıttır. Bütün birlikte yaşam formlarını medeni durum, cinsiyet, tür ve yaş gibi kriterleri dikkate almaksızın aile olarak meşrulaştırmanın ifadesidir.
 1 Kadınlara yönelik şiddetle ve aile içi şiddetle mücadele konusunda uzmanlar Grubu (bundan böyle “GREVIO” olarak anılacaktır) bu Sözleşmenin Taraflarca uygulanmasını izleyecektir. “domestic violence” yani ev içi şiddetin, ısrarla aile içi şiddet şeklinde tarif edilmesi devam eden bir kasıttır. Bütün birlikte yaşam formlarını medeni durum, cinsiyet, tür ve yaş gibi kriterleri dikkate almaksızın aile olarak meşrulaştırmanın ifadesidir.
 e üyeler kendi kişisel özellikleriyle katılacaklar, görevlerini yerine getirirken bağımsız ve tarafsız davranacaklar ve görevlerini etkili bir şekilde yerine getirmeye müsait olacaklardır. Türkiye’yi temsilen GREVIO üyesi seçilen Prof.Dr. Aşkın ASAN kesinlikle tarafsız ve bağımsız değildir. İstanbul Sözleşmesi ve 6284 gibi kanun uygulamalarında aşırı feminist yaklaşımlar sergilemekten ve Aile Meclisi Platformu gibi meşru aile haklarını savunan gruplara FETÖCÜ gibi iftiralar atmaktan geri durmamaktadır. Toplum ve aile yapısı ile ilgili konularda toplumun önemli bir kısmı tarafından güven duyulmamaktadır.
 5 GREVIO, Sözleşmenin uygulamasıyla ilgili bilgileri, insan haklarının korunmasıyla görevli ulusal kurumlar yoluyla olduğu kadar sivil toplum kuruluşlarından ve sivil toplumdan da edinebilir. GREVIO’nun kendisine partner olarak seçtiği Sivil Toplum Kuruluşları genelde aşırı feminist veya LGBTQ sapkınlarının kuruluşları olmaktadır. Geleneksel toplum değerlerini savunan kurum ve kuruluşlara söz hakkı verilmemekte ve dışlanmaktadır. Avrupa Konseyi web sitesinde GREVO için gölge rapor hazırlayan ve kabul edilen kuruluşlar bu gerçeği açıkça ortaya koymaktadır.[41] Partner seçilen 5 kuruluştan 2’si sapkın LGBTQ oluşumudur. Diğerleri de seküler veya muhafazakâr feminist yapılardır.
 9 GREVIO, elde edilen bilgiler yetersiz ise veya 14. fıkrada hükmedilen koşullarda, ulusal makamların işbirliği ve bağımsız ulusal uzmanların yardımıyla, ülke ziyaretleri düzenleyebilir. Bu ziyaretler sırasında GREVIO’ya belirli konularda uzmanlaşmış kişiler yardımcı olabilir. GREVIO bu madde ile adeta müstemleke komiserleri gibi denetleme ve kontrol ziyaretleri yapabilecektir. Tüm kurum ve kuruluşlar da kendileri ile işbirliği yapmak ve bilgi paylaşmak zorunda kalmaktadır.
X. Bölüm – Diğer uluslararası enstrümanlarla ilişkiler
XI. Bölüm – Sözleşmede yapılacak değişiklikler
 Madde 72 – Değişiklikler
 1 Taraflardan herhangi birinin bu Sözleşmede değişiklik yapmak üzere getireceği her teklif, Avrupa Konseyi Genel Sekreterine iletilecek ve Genel Sekreter tarafından Avrupa Konseyi üye Devletlerine, bütün imza sahiplerine, bütün Taraflara, Avrupa Birliğine, Madde 75’in hükümleri uyarıca bu Sözleşmeyi imzalamaya davet edilen Devletlere ve Madde 76’nın hükümleri uyarınca bu Sözleşmeyi kabul etmeye davet edilmiş bütün Devletlere gönderilecektir. Türkiye’nin bunca sorunlu maddelere karşılık 1 tane bile değişiklik yapma talebinde bulunmaması ne büyük bir gaflettir!
XII. Bölüm – Son maddeler
 Madde 78 – Çekinceler
 1 2. ve 3. fıkralarda belirtilen istisnalar hariç, bu Sözleşmenin hiçbir hükmüne ilişkin çekince konamaz. İmzalarken çekince konulmasına dahi karşı çıkılıyorsa hedefe yani aile kurumunu yok etmeye ne kadar kilitlenmiş olduklarının fark edilmesi gerekirdi!
 2 Bir Devlet veya Avrupa Birliği, Sözleşmeyi imzaladığı esnada veya onay, kabul veya katılım belgesini teslim ederken, Avrupa Konseyi Genel Sekretine bildirimde bulunup aşağıdaki maddelerin hükümlerini uygulamama hakkını veya yalnızca spesifik durumlarda veya koşullarda uygulama hakkını saklı tuttuğunu beyan edebilir: Uygulamama hakkı verilen maddelerin hiç birisi esasa yönelik hükümler değildir!
 – Madde 30, 2. fıkra; Sigorta hasarını devletin karşılaması hakkında
 – Madde 44, 1.e, 3. ve 4. fıkra; 1.e:Yabancıların suç işlemesinde ikametgâh durumu
3. :Suçun işlendiği yerde yargılanma meselesi
4. : Devletlerin yargı yetkisi hakkında
 – Madde 55, küçük suçlara ilişkin Madde 35’e göre 1. fıkra; Farklı ülke topraklarında işlenen suçların yargılanması
 – Madde 37, 38 ve 39’a göre Madde 58; Zaman aşımı konusu
 – Madde 59. Oturma izni ile ilgili konular
 3 Bir Devlet veya Avrupa Birliği, Sözleşmeyi imzaladığı esnada veya onay, kabul veya katılım belgesini teslim ederken, Avrupa Konseyi Genel Sekreterine bildirimde bulunup Madde 33 ve 34’te belirtilen davranışlar için cezai yaptırımlar yerine cezai olmayan yaptırımlar uygulama hakkını saklı tuttuğunu beyan edebilir. Psikolojik şiddet veya taciz amaçlı takip için cezai olmayan yaptırım uygulama seçeneği söyleniyor. TCK ve 6284’e göre bunlarda en ağır şekilde cezalandırılmaktadır. Mağdur olduğunu iddia eden kişi kadınsa sadece beyanı yeterli görülmektedir.
 Madde 80 – Sözleşmenin feshi
 1 Taraflardan herhangi biri, Avrupa Konseyi Genel Sekreterine yapacağı bir bildirimle, herhangi bir zaman bu Sözleşmeyi feshedebilir. Türkiye her an bu sözleşmenin feshini isteyebilir!

Bunun için her hangi bir engel veya yaptırım yoktur!

Ek – İmtiyazlar ve muafiyetler (Madde 66) GREVIO üyelerinin süper yetkili ve korumalı müstemleke komiserleri olduğu bu bölümde ayrıntılı olarak açıklanmıştır.

Ercan ÖZÇELİK
Türkiye Aile Meclisi Yönetim Kurulu Üyesi
Kartal İlçe Başkanı

KAYNAKLAR

Görsel kaynağı: Avrupa Konseyi Resmi Web Sitesi

[1] https://rm.coe.int/1680462545

[2] https://dictionary.cambridge.org/dictionary/english/domestic-violence

[3] https://freeclassicebooks.com/Thomas%20Hardy/Novels/Mayor%20of%20Casterbridge.pdf

[4] https://www.medyafaresi.com/foto-galeri/ingiliz-erkekler-karilarini-satiyor/802837/5

[5] HS5/127 İbn Hişâm, Sîret, V, 127.

[6] https://hadislerleislam.diyanet.gov.tr/sayfa.php?CILT=7&SAYFA=128&SRC=k%C3%B6leler

[7] D2144 Ebû Dâvûd, Nikâh, 40-41.

[8] T1163 Tirmizî, Radâ, 11.

[9] https://hadislerleislam.diyanet.gov.tr/sayfa.php?CILT=4&SAYFA=215&SRC=yediklerinizden

[10] https://kuran.diyanet.gov.tr/mushaf/kuran-meal-2/nisa-suresi-4/ayet-34/kuran-yolu-meali-5

[11] M6050 Müslim, Fedâil, 79

[12] M5312 Müslim, Eşribe, 139.

[13] D2144 Ebû Dâvûd, Nikâh, 40-41.

[14] https://www.youtube.com/watch?v=4FudU_m8kbk

[15] https://gaiadergi.com/trans-kadinlar-da-var-2016-turkiye-trans-guzellik-yarismasi/

[16] http://www.sanalbasin.com/5-yilda-2-milyon-erkek-evden-uzaklastirildi-33356314

[17] https://www.ahmethakancakici.com/2018/10/ailesiz-toplum-4-bi-acayip-aileler.html

[18] https://www.dw.com/tr/pedofili-tart%C4%B1%C5%9Fmas%C4%B1/a-17013042

[19] http://www.lambdaistanbul.org/s/medya/hollandada-pedofili-partisi-secime-katilacak/

[20] https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-43481172

[21] https://www.mynet.com/fransada-riza-yasi-tartismalari-110103722010

[22] http://www.guncelegitim.com/haber/10433-ogretmen-dusuk-not-verirse-taciz-etti-derim.html

[23] https://www.yeniakit.com.tr/yazarlar/sefa-saygili/kadinin-beyani-esastir-denilirse-29378.html

[24] http://www.sanalbasin.com/hz-yusuf-kadinin-beyaninin-esas-alindigi-bir-sistemde-yargilansaydi-32748519

[25] http://www.sanalbasin.com/5-yilda-2-milyon-erkek-evden-uzaklastirildi-33358769/

[26] https://adlisicil.adalet.gov.tr/Resimler/SayfaDokuman/1982019170455istatistik2018.pdf

[27] https://rm.coe.int/bianet-shadow-report-grevio/168072fc27

[28] https://rm.coe.int/turkey-shadow-report-2/16807441a1

[29] https://rm.coe.int/kadem-shadow-report-turkey/168074c1dc

[30] https://www.coe.int/en/web/istanbul-convention/turkey

[31] https://www.haberturk.com/trans-bireyin-gogus-buyutme-ameliyatini-devlet-karsilayacak-2158570

[32] https://www.youtube.com/watch?v=pmYqzXG8_dI

[33] https://www.yeniakit.com.tr/haber/etcep-projesi-ile-cocuklara-escinsel-sapkinlik-asilaniyor-580447.html

[34] http://www.hurriyet.com.tr/gundem/emine-erdogan-hayati-engelliler-ve-engelsizler-diye-ayirmayalim-41157080

[35] https://www.yeniakit.com.tr/haber/6284-yuva-yikiyor-393091.html

[36] http://www.kubraakkaya.av.tr/kocami-aldattim-ve-o-bunu-ispat-edip-cocugun-velayetini-alacagini-soyluyor-alabilir-mi.html

[37] https://annebebekkulubu.com/cocuk/icradan-satilik-cocuklar/

[38] https://www.blogarti.com/ulkelere-gore-resmi-evlenme-yaslari.html

[39] http://www.sanalbasin.com/cezaevindeki-genc-evlilik-magdurlarina-mujde-32809334/

[40] https://www.youtube.com/watch?v=8IQXhWUcGbg

[41] https://www.coe.int/en/web/istanbul-convention/turkey

 




Bir Çırpıda #SüresizNafaka

Soru: Nafaka nedir? Kaç çeşittir?
Cevap: Bir insanın geçinebilmesi için gerekli asgari maddi miktara genel olarak nafaka denir. Türk Medeni Kanununda((TÜRK MEDENİ KANUNU)) 4 çeşit nafaka tanımlanmıştır.
1-Tedbir Nafakası: Madde 169- “Boşanma veya ayrılık davası açılınca hâkim, davanın devamı süresince gerekli olan, özellikle eşlerin barınmasına, geçimine, eşlerin mallarının yönetimine ve çocukların bakım ve korunmasına ilişkin geçici önlemleri re’sen alır.”
2- Yoksulluk Nafakası: Madde 175- “Boşanma yüzünden yoksulluğa düşecek taraf, kusuru daha ağır olmamak koşuluyla geçimi için diğer taraftan malî gücü oranında süresiz olarak nafaka isteyebilir. Nafaka yükümlüsünün kusuru aranmaz.” Yoksulluk nafakasının süresiz bağlanacağı hükmü, yürürlükten kaldırılmış bulunan 743 Sayılı eski Türk Medeni Kanununa ilk defa 1988 yılında eklenmiştir.
3- İştirak Nafakası: Madde 182 – ” … Velâyetin kullanılması kendisine verilmeyen eşin çocuk ile kişisel ilişkisinin düzenlenmesinde, çocuğun özellikle sağlık, eğitim ve ahlâk bakımından yararları esas tutulur. Bu eş, çocuğun bakım ve eğitim giderlerine gücü oranında katılmak zorundadır. …”
4- Yardım Nafakası: Madde 364- “Herkes, yardım etmediği takdirde yoksulluğa düşecek olan üstsoyu ve altsoyu ile kardeşlerine nafaka vermekle yükümlüdür. Kardeşlerin nafaka yükümlülükleri, refah içinde bulunmalarına bağlıdır. Eş ile ana ve babanın bakım borçlarına ilişkin hükümler saklıdır.”

Soru: Süresiz nafaka nedir?
Cevap: Boşanma davası açıldığında, Hakim re’sen veya taraflardan birinin talebini uygun görmesiyle dava bitene kadar geçim desteği olmak üzere Tedbir Nafakası tayin eder. Dava boşanma ile sonuçlanınca tedbir nafakası genellikle yoksulluk nafakasına çevrilir. 1988 yılına kadar yoksulluk nafakası en fazla 1 yıl bağlanabiliyordu. 1988’de kanun maddesine “süresiz” ifadesi eklenerek ucu açık, vadesi belli olmayan ödeme mahkumiyeti verilebilir oldu. Nafakanın süresiz olmasının doğal sınırı taraflardan birinin ölmesi, nafaka alan kişinin resmen evlenmesi veya yüksek maaşla bir işe girmesidir. Yargıtay’ın son kararlarında asgari ücretle çalışmanın nafakanın kesilmesine neden olamayacağı yer almıştır. Süresiz nafaka alanlar, her yıl nafaka artırım davaları açabilmekte, davayla ilgili her türlü masraf da nafaka ödeyene yüklenmektedir. Nafakasının kesilmesini istemeyen kişiler, sigortasız ve kayıt dışı çalışmakta, başka birisiyle evlenmek yerine resmi nikahsız dost hayatı yaşamaya devam etmektedir. Süresiz nafaka ödemek istemeyen tarafın nafaka iptal davası açarak meşru ve geçerli gerekçeler göstermesi gerekmektedir. Nafaka alanın başka biriyle yaşadığını veya bir işte çalıştığını ispat etmesi gerekir. Ancak gerekli bilgileri araştırması da kişisel bilgilerin gizliliği ile ilgili mevzuat yönünden suç sayıldığı için, kabul görmemektedir. Sonuç olarak, nafaka ödeyen kişi ölene kadar gittikçe artan bir borcu ödemeye mahkum edilmiş olur. Buna Süresiz Nafaka köleliği veya eziyeti diyoruz.

Soru: İslam’da nafaka nasıldır?
Cevap: İslam’da nafaka aslında evlilik içinde önemsenen bir husustur. Erkekler ev ahalisinin nafakasını temin etmekle sorumludur. Ahaliden kasıt karısı ve çocuklarıdır. Ayrıca evinde yaşayan anne-baba gibi büyükleri varsa onlara da bakmak zorundadır. Erkeğin karısına asgari kendi şartları içinde yedirme, giydirme ve barındırma sorumluluğu vardır. Karısı zengin de olsa, fakir de olsa bu sorumluluğu üzerinden kalkmaz. Bir kadının kocasının ölmesi halinde 4 ay 10 gün, boşanması halinde 3 ay 10 gün, hamileyse çocuğunu doğurana kadar başka bir erkekle evlenmesi haramdır yani caiz değildir. Bu zorunlu bekleme süresine iddet denilir. Kocası ölmemişse, boşandığı kadının iddet süresi kadar nafakasını temin etmesi üzerine borçtur. İddet süresi dolunca, kadın artık hür ve başkasıyla evlenebilir durumda olduğundan, eski kocasının nafaka borcu da sona erer. Şayet çocukları varsa 7 yaşına gelene kadar erkeğin rızası ile boşandığı kadının yanında durabilir. Bu süre içinde çocukların nafakasını yani tüm masraflarını karşılamak yine erkeğin borcudur. Çocukların babanın velayetinde olması esastır.((https://webdosya.diyanet.gov.tr/DiyanetAnasayfa/UserFiles/DiniBilgiler/ilmihal_cilt_2.pdf))

Soru: Nafaka ile bağlantılı sorunlar nelerdir?
Cevap:
* Boşanma davası açıldığında, aldatan tarafta olsa tedbir nafakası bağlanıyor. Aldatılan eş, boşanmak istediği aldatan eşine bir de nafaka ödemeye mahkum ediliyor.
* Süresiz nafaka borcu her yıl nafaka arttırım davalarıyla çoğaltılıyor. Bu mahkemelerin ortalama 3-4 Bin TL tutan masrafı da nafaka ödeyenin üzerine yıkılıyor.
* Nafaka alan tarafın işe girmesi ve asgari ücretle çalışması bile nafakanın kesilmesine yeterli görülmüyor.
* Aldatılan taraf, başkasından peydah edilen çocukların iştirak nafakalarını da ödemeye mahkum ediliyor.
* Nafaka borçlusu ödeme güçlüğüne düştüğünde tazyik hapsine atılıyor. Hapiste geçirdiği sürede borcu işlemeye devam ediyor.
* Süresiz nafaka mahkumu kişinin sosyal ve ekonomik durumu, sağlığı, yeniden yaptığı evliliğindeki eş ve çocuklarının hakları gözetilmiyor. Vadesi belli olmayan ömür boyu borç ile, 10 günlük evlilikten sonra dahi, 29 yıl süren ve devam eden nafaka mahkumiyeti verilebiliyor. Yatalak veya engelli taraflar nafaka ödemek zorunda bırakılıyor. Bazı vakalarda eski eşin nafakasını ödeyebilmek için 2. eş de çalışmak zorunda kalıyor.
* Nafaka ödemeleri çocukların üzerinden tehdit amacıyla kullanılıyor. Nafakasını ödeyemeyen tarafa çocukları gösterilmiyor. Bazı durumlarda nafaka ödense bile art niyetle gösterilmediği için, ancak icra yolu ile çocuk görüşleri sağlanıyor. İcra yolu da nafaka ödeyeni ekonomik ve psikolojik yıpranmaya maruz bırakıyor.
*Uzun süren boşanma davaları ve sonrasındaki nafaka zorlamaları, şiddet ve cinnet nedeni olabiliyor. Cinayet ve yaralamaya psikolojik ortam hazırlıyor.

Soru: Nafaka için ne yapılması isteniyor?
Cevap: Nafakayı etkileyen en önemli hususlardan birisi boşanma davalarının aşırı uzun sürmesidir. Uzun süren davalar tarafların özgürlüklerini kısıtlıyor, ekonomik zorluk yaşatıyor, koparılamayan evlilik bağları yüzünden çatışma ve şiddet kaynağı oluşturuyor, kendi düzenlerini kurmalarını geciktiriyor, çocuk varsa onları da kötü yönde etkiliyor. Boşanma davalarında genellikle tedbir nafakasının bağlanması da ayrı bir külfet oluşturuyor. Yani, Türkiye’de evlenmek çok kolay ama boşanmak zor ve uzun sürüyor. Boşanma davalarında hedef süre sınırı konulması, taraflar arasında fiili ayrılık varsa, artık aynı evde yaşamıyorlarsa tedbir nafakasının bağlanması ancak, tedbir nafakasının da yoksulluk nafakası yerine sayılarak en çok 6 ay, hamilelik durumu varsa en çok 1 yıl süreli olması gerekir. Bu süreleri aşan her durumda nafaka ödeyen taraf mağdur edilmektedir. Meşru ve helal bir durum söz konusu değildir. Şayet bu süre dolduktan sonra nafaka alan tarafın ekonomik zorluğu devam ediyorsa TMK 364. maddesi işletilerek üstsoyu ve altsoyunun, yani aile ve akrabasının yardım nafakası ödemesi sağlanmalıdır. Onlar da yoksa veya ödeme zorluğu yaşıyorsa sosyal devletin devreye girerek mağdur tarafa iş, eğitim ve kendisi kazanana kadar maddi yardım desteği verilmelidir.

Soru: Nafakada ne istenmiyor?
Cevap: Tedbir nafakası ayrı, yoksulluk nafakası ayrı hesap edilmemelidir. Mahkemenin uzaması boşanan tarafların kusuru sayılamaz. Maddi külfeti de nafaka yükümlüsüne atılamaz. Fiili ayrılık var ise, tedbir+yoksulluk nafakası toplam 1 yılı geçmemelidir. Aldatan tarafa, her ne şekilde olursa olsun nafaka bağlanmamalı, çocukların velayeti verilmemelidir. İştirak nafakası paralı bakıcılığa dönüştürülmemeli, tarafların velayet gücünü silah olarak kullanması engellenmeli, velayeti elinde tutanın sorumluluk ve masrafları üstlenmesi esas olmalıdır. Şayet geçim zorluğu var ise, iştirak nafakasının arttırımı ile birlikte çocuklarla birlikte geçirilecek süre de arttırılmalıdır. Çocukların ana – baba  hakları gözetilmelidir. Nafaka borcunu ödeyemeyen taraflara verilen tazyik hapsi cezası acilen iptal edilmeli, halen bu suç iddiasıyla hapiste tutulanlar salıverilmelidir.

Yoksulluk Nafakasının Süresi Hakkında Twitter Anketi ve Sonuçları




Sizce Hangi Sözleşme Daha Zararlı?

Eğitim ve Aile yapımıza zararı tartışılmaz olan bu 3 anlaşma hakkında, vatandaşlarımızın görüşünü merak ederek, sizce hangisi daha zararlıdır şeklinde bir twitter anketi düzenledim. 309 kişinin oylaması ile çıkan tablo, önemli bir ibret ve derin bir oyunun vesikası oldu. Bu anketten yola çıkarak düşünce ve tespitlerimi paylaşmak istiyorum.

Milletin eğitimini ABD’nin kontrol ve tekeline sokan, yani nesiller boyu yerinde saymamıza, ilim ve irfanda geride kalmamıza, sürekli yapbozlarla nesilleri heba etmemize neden olan ve resmen ABD mandasına girişimizin delili olan anlaşma, Fulbright Anlaşmasıdır. Kaldı ki bu anlaşmanın uygulanmasını denetlemek için kurulan komisyonun adı da “Birleşik Devletler Eğitim Komisyonu“dur. İnanmayan veya henüz duymayanlar TBMM’nin resmi adresinden((https://www.tbmm.gov.tr/tutanaklar/KANUNLAR_KARARLAR/kanuntbmmc032/kanuntbmmc032/kanuntbmmc03205596.pdf)) bakarak görebilirler. Neslimizi eğitim alanında kurutmaya hedeflenen bu müstemleke anlaşması, 1946 yılında CHP ve İsmet İNÖNÜ Hükumeti tarafından imzalanmıştır.

Toplumsal Cinsiyet Eşitliği fitnesini ilk defa ortaya atan ve geleneksel kadın-erkek rollerine, yani aslında din ve kadim geleneklere dünya çapında savaş açan sözleşme, Birleşmiş Milletler CEDAW Sözleşmesidir((https://www.tbmm.gov.tr/komisyon/kefe/docs/cedaw.pdf)). Bütün şeytani emellerinin önüne de kadınları koyarak, güya onları koruma adına yuvalarından koparmak ve annelikten uzaklaştırmak amacıyla tasarlanmıştır. Sonrasında yapılan ek sözleşmelerle kendi komiser grubu olan GREVIO komisyonunu “Kadınlara Karşı Ayrımcılığın Önlenmesi Komitesi” adıyla her ülkede kurdurarak, feminist ve hatta terör sempatizanı kadın gruplarının bu alanda cirit atmasını, LGBTQ+ sapkınlıklarının yayılmasını sağlamıştır. Mesela, İstanbul’da 1993 yılında kurulan “Kadının İnsan Hakları – Yeni Çözümler Derneği“, birçok feminist ve LGBTQ+ oluşumlarına üye olarak faaliyet gösteriyor. Bahsettiğim gruplar ile birlikte düzenli olarak CEDAW Komitesini etkilemek için “CEDAW Türkiye Gölge Raporları“ hazırlayarak Türkiye adına alternatif bilgilendirme, şikayet, karalama ve karar vericileri etkileme faaliyeti gösteriyor. Bu aile yıkım sözleşmesi de maalesef alnı secdeli dindar liderlerimizden Turgut ÖZAL tarafından 1985 yılında imzalandı ve işletildi.

Aile yapımızı parçalama projesinin, Avrupa Birliğinde tasarlanan son halkası da İstanbul Sözleşmesi olmuştur((https://rm.coe.int/1680462545)). Bu sözleşmenin içerdiği maddelere uygun ifadelerden birisi olan “farklı aile formlarının toplumlara öğretilmesi” yani eşcinsel ve benzer sapkın evliliklerin tanınması anlamına gelen cümlelerin yer aldığı AB Bildirgesine, 2010 yılında imza atmayan zamanın Aile Bakanı Sayın Selma Aliye KAVAF, büyük bir kumpas ve planlı medyatik saldırılar neticesinde görevden alınmıştır. Yerine gelen Sayın Fatma ŞAHİN ise kısa sürede bu sözleşmenin, hem de İstanbul’da imzalanmasını sağlayarak, büyük bir başarı (!) göstermiştir. Sonrasında çıkarılan 6284 sayılı yasa ve uygulamalarının aileleri nasıl dağıttığını, boşanma ve nafaka kaynaklı kadın cinayetlerinin nasıl patlama yaptığını, hep birlikte dehşetle izliyoruz. Bu şeytani İstanbul Sözleşmesini de, halkın büyük bir teveccühle iktidara getirdiği Sayın Recep Tayyip ERDOĞAN’a 2011 yılında imzalattılar. Yani, bizi bize vurduruyorlar.

Şu 3 sözleşme içinde, aslında en zararlıları olan Fulbright ve CEDAW yerine, İstanbul Sözleşmesinin ankette oy patlaması yapmasının bir başka şeytani hedefi de, halkın en son ve en çok sevdiği liderinden soğutulması ve çaresiz bırakılmasıdır. Böylece hem geçmiş günahların üstü örtülecek, hem de şimdiki liderin aşırı yıpratılarak icraat yapamaz hale gelmesi sağlanacaktır. Sayın Cumhurbaşkanı bu tuzağı fark etse bile, aşırı velvele, yerli-yabancı feminist akımların medya destekli baskı ve yönlendirmeleri, sapkın ve anarşist güçlerin şerlerinden çekinerek, sözleşmelerden çıkması önleniyor. Bu hain odaklar en mahrem yere kadar ulaşarak, Sayın Emine ERDOĞAN’ın demeçlerini bile istedikleri şekilde yönlendirebilecek sinsiliğe ve etki gücüne sahiptir. “Sevgili aileler, lütfen çocuklarımızı engel, cinsiyet, ırk gibi farklılıklara karşı nötr yetiştirelim.” demecindeki NÖTR kelimesi sapkınlıkları normalleştirme ve kabullenme amacına hizmet etmektedir. 18 yaş altı genç evliliklerini de batılıların jargonuyla “Çocuk yaşta zorla evlilik hiçbir surette kabul edilemez ve en büyük şiddettir, insan hakları ihlalidir, suçtur. Daha çok kızlarımız erken evliliğin mağduru olmaktadırlar. Bu, kadın haklarının dahi hiçe sayılması anlamına gelir.” şeklinde ifade etmesi, dinle ve diyanetle, toplumun gerçekleriyle çelişmektedir. 18 yaş altı gençler 13 yaşından itibaren flört edebilir, 15 den sonra rıza ile cinsel ilişkiye girebilir. Karşı çıkan olursa İstanbul Sözleşmesine ve yasalarımıza göre o bir “KADIN” dır. Ama zina yapmak yerine, helalinden ve her tarafın rızası ile evlenmeye kalkarsa birden bire “ÇOCUK” olur. Evlendirenler veya evlenen gençler tecavüzcü olarak damgalanıp hapse atılır. Gerçek sapık ve tecavüzcülerin arasında tutulur. Tıpkı halen hapiste olan 8.000 civarındaki genç evli, başka da bir suçu olmayan kardeşlerimiz gibi. Bu gençlerin dışarıda sahipsiz kalan eş ve çocuklarını kimse sormaz. Twitter mesajlarından, hapse atılan kocalarının bırakılmasını isteyen onlarca mağdur genç kadının şikayet videolarını izleyebilirsiniz.

Bu kirli oyunun bir an önce boşa çıkarılması, halkın ve ümmetin ümitlerini bağladığı Sayın Recep Tayyip ERDOĞAN’ın bu şeytani halkadan koparılması gerekir. Bütün bunları görüp bildiği halde müdahale etmeyen ve hakkı söylemeyen, yetkili veya ilgili kişilerin tamamı, ya gerçek birer haindir veya ehliyetsiz ve liyakatsiz, beceriksiz birer gafildir. Yüce Mevla’m her şekilde bunlardan kurtarsın ve liderlerimize hakkı eğip bükmeden konuşan, hayra çağıran, şerden uzaklaştıran gerçek vatansever, hakiki dindar, ehil ve liyakatli yardımcılar göndersin.