Erkekler Ne Bekler?

Kadınlar hakkında bir kaç yazı yazdıktan sonra, erkekler hakkında yazmazsam şık olmaz diye, kendimi sorumlu hissettim. Hemcinslerimin hakkını vermek ve kadınlara da faydalı olabilecek bazı tüyoları paylaşmak istiyorum. Kadın ve erkek ilişkileri hakkında birçok konu olmakla beraber, evlilik yoluna girmiş veya evlenmiş olan kadın ve erkekler üzerinde durmayı planlıyorum.

Kadınlar nasıl bir şefkat abidesi olarak yaratılıp, eşsiz duyularla zenginleştirilmişlerse; erkeklerde doğuştan sorumluluk alabilecek, sorun çözmeye odaklı, güçlü ve lider niteliklerle donatılmıştır. Cesaret, güç, dayanıklılık, liderlik gibi davranışlar erkeklere; nezaket, utanç, duygusallık, uyumluluk gibi davranışlarda kadınlara daha çok yakışıyor. İstisnalar konu dışı olmakla beraber, kadın ve erkek ilişkilerinde başarılı ve sürekliliği bulunan evlilikler fıtri rollere uygun davranıldığı ölçüde gerçekleşiyor.

Eşini arayan bir erkek için, yukarıda saydığımıza benzer özellikleri taşıyan ve fiziksel olarakta çekici gelen bir kadın, ideal hanım adayının temel değerlerini oluşturuyor. Kadının eğitimi, işi, gelir seviyesi, aile durumu gibi bilgilerde bonus gibi artı değerler olarak sıralanıyor. Kadınlar veya erkekler, beklentilerini karşısındakinde bulabildiği ölçüde sonuca gitmeye yakın davranırlar. Beklentilere ters gelen tavırlar ise hemen sivrilir. Örneğin, birlikte gidilecek mekânın adresini bulmaktan aciz bir erkek, kadın için ne kadar güven kırıcı ve soru işareti doğurucu ise; yenilen yemeğin parasını ısrarla ödemeye kalkan veya etrafıyla fazla meşgul bir kadın da erkek için sıkıntılı ve sorunlu bir imaj doğuracaktır.

Erkekler, genelde bir adım sonrasını veya sürecin sonucunu öngörmeye ve buna göre gidişatı yönetmeye çalışırlar. Bu nedenle eş adayı olabilecek kadının ev hallerini, anneliğini, ailesiyle iletişimini vb. tahmin ederek muhatabını belli bir süre analiz ve değerlemeye tabi tutarlar. Kendince verdiği karar durumuna göre tamam veya devam derler. Kadın tarafında, erkeğin verdiği kararı alt üst edebilecek bir tavır değişikliği olmadığı sürece, erkeğin sadık ve kararlı olacağına neredeyse emin olabilirsiniz. Yani fazladan sürprizlere, sınırları ve sinirleri zorlayabilecek sabır testlerine hiç gerek yok diyoruz.

Erkekler ve kadınlar evlilik hayatında mükemmel bir takım çalışmasını ortaya çıkarabilecek potansiyele sahiptir. Birbirini tamamlayan ve güçlendiren yönleri ile ideal bir ekibi oluştururlar. Karı ve koca ilişkisinde erkeğin temel beklentisi saygıdır. Sevgi, sadakat, hizmet, destek, koruma, ilgi vb. ifadelerin tamamını oluşturan değerler zinciri, saygı ile başlar. Sevgili Peygamberimizin ( S.A.S.) kadınların kocalarına saygı duyması hakkında birçok öğüdü vardır. İki kişi yolculuk ederken bile birisinin imam/lider olması ilkesi ışığında, evlilik hayatında yönetimin erkeğe verilmesi, kadının da uyumlu ve saygılı olması ile huzur ve güven ortamı sağlanacaktır. Erkeğe verilen liderlik ve diğer yetkiler aslında onu, kadının kaldıramayacağı sorumluluklarında altına sokmaktadır. Her işinde adalet ve iyilikle emredilen erkekler için, yetkilerini nasıl kullandığı da ayrıca sorulacaktır. Kur’anı Kerim’de ve Sevgili Peygamberimizin ( S.A.S) lâtif sözlerinde erkekler için önemli uyarı ve hatırlatmalar yer alır.

Evi, erkeğin kalesidir. Her erkek kalesinde komutan olduğunun bilinmesini ve saygılı davranılmasını bekler. Kalesini ve içindekileri korumak için gerekirse ölümü göze alır, ama kale içindekilerden gelecek yanlış hareketler basitte olsa onu sarsabilir, duruma göre de yıkabilir. Erkekler, kadınlarını ve çocuklarını 3. kişilerin yanında ve dış ortamlarda sürekli koruma ve kollama içgüdüsü ile davranır. Buna karşın onların da kendisine tabi olmalarını ve saygılı davranmalarını bekler. Başkalarının yanında otoritesi sorgulanan, eleştirilen, küçük düşürülen, hataları ortaya dökülen, eksik veya zayıf yanları açık edilen erkeğe çok ağır hasarlar verilmiş demektir. Yaralı ve köşeye sıkıştırılmış bir arslandan anlayış ve sakinlik beklemek ne kadar boş gelirse öyle düşünmek gerekir. Bu ve benzeri şekillerde davranan kadınlar var ise evliliklerinin neden kötüye gittiğini hiç merak etmesin derim.

Erkekler için, gayri meşru ilişkilere veya evliliklerini bitirmeye en yakın olduğu zamanlar, eşlerinden soğumaya ve uzaklaşmaya başladıkları zamanlardır. Kısa dönemler için bile olsa kocalarını küstüren ve kendilerinden uzaklaştıran kadınlar, büyük riskler aldıklarının farkında olmalılar. Kadınların ilgisizliği ve davranış bozukluğu erkeklerin kötü davranışları için en büyük bahanesi ve kılıfıdır. Böyle bir bahaneyi ellerine kolayca vermemek gerekir.

Erkeklerin beyni kişisel ihtiyaçlarının dışında bir görev listesi mantığıyla çalışır. Yani sorun çözmeye ve eyleme geçmeye odaklıdır. Kadınlara tavsiyem: Gerçekten çözülmesini istediğiniz sorunlar veya olaylar dışında gereksiz bilgileri aktarmamaya çalışın. Çünkü sizin için paylaştığınız şeyler çok önemli olmasa da, erkekler bunu görev listelerine yazar ve en kısa zamanda halletmeye çalışır. Görev sayısı arttıkça ve çözülemeyen konular biriktikçe erkekte stres ve gerginlik yapar. Başarısızlık, yetersizlik gibi duygulara sebep olur. Bunun olumsuz yansımaları da önce size gelir. Eşinizi kısa zamanda bunaltmak ve evden uzaklaştırmak istemiyorsanız konuşmadan önce bir filtreleme yapmanız gerekir. Örneğin, komşu çocukları arasında gelişen sorunlara kadınlarda karıştığında durum ciddileşir. Ama işin içine erkekler girdiği anda artık geri dönüşü çok zor kötü olaylar zinciri başlar. Meslek hayatımda bunun pek çok örneğini gördüm.

Kadınların konuşmaya ihtiyacı olduğu gibi erkeklerinde kafa dinlemeye ve biraz yalnız kalmaya ihtiyacı vardır. “Erkekler Mars’tan, Kadınlar Venüs’ten” kitabında bu durum “inine çekilmek” şeklinde tabir edilir. İnine çekilen bir hayvan (herkesi tenzih ederim) rahatsız edildiğinde ne kadar yırtıcı olabilirse, erkekler de saldırgan ve sinirli olabilir. Genelde akşamları 1-2 saat odasına çekilen, TV izleyen veya gazete kitap okuyan kocanız bariz şekilde tepkisiz ve sessiz duruyorsa “inine çekildiğini” düşünebilirsiniz. Bedeni ordadır ama zihni gezintiye çıkmış, dalmış olabilir. Biraz sabrederseniz kendisi tekrar dünyaya gelecektir. Sizden bir çay istediğinde veya ne haber, bugün ne yaptın gibi sorular sorduğunda sıra size gelmiş demektir.

Tok insanın yemek çalması zordur. Kocalarını her anlamda doyurmayı başaran kadınların da ihanete uğramaları ve üzülmeleri zor olacaktır. İnanan bütün erkek ve kadınların sadece bu dünyada değil, Cennet-i Alâ’da da sürdürecekleri evlilikler yapabilmesini dilerim…




Damdan Düşen Acemi Girişimciden Deneyim Paylaşımı

Gerçek midir, şehir efsanesi midir emin değilim, ama kısa bir hikâye ile başlamak istiyorum: Derler ki, İstanbul’da yapılan büyük bir köprünün inşaatında kullanılan dev boyutlardaki bir vincin operatörü nasıl hata yapmışsa vinci devirmiş. Zarar çok büyük ama yapacak bir şey olmamış. Yurt dışında bulunan patron geri geldiğinde olayı çekinerek anlatmışlar. O da, peki siz ne yaptınız diye sormuş. Efendim derhal gereğini yaptık ve vinç operatörünü kovduk demişler. Fakat patron buna daha çok kızmış. Dünyada bu boyutlarda bir vinci devirmiş kaç tane operatör var? Asıl bundan sonra değerli bir adamdır o, neden işten çıkardınız, demiş. Bende, koca bir vinç devirmiş gibi, başarısızlıkla sonuçlanan bir şirket maceram olduğu için deneyimli sayılırım. Bir daha fırsat olur mu, yeniden yapar mıyım bilmem, ama en azından bu yazıyı okuyanlara faydalı olabilecek bir paylaşımda bulunmak istedim.

En baştan söylemek gerekirse amatör ruhla düşünüp, profesyonel yöntemle iş yapmak girişimcinin şiarı olmalıdır. Profesyonel iş yapma durumu, zayıf halkaya tahammülü olmayan güçlü bir zincir gibi işin her aşamasında ve her konuda olmalıdır. Amatör ruhla düşünmek ve hayal etmek ihtiyacımız olan motivasyonu ve enerjiyi sağlıyor. Kendi işimde başarılı olduğum takdirde ürünümü Türkiye’de üretip, Mekke ve Medine’deki kutsal mekânlarda Allah rızası için uygulayabilecek günleri görmek benim en büyük hayalimdi. Kısmet olmadı ama hayal edebildiğim için bile mutluyum. Hayal bile olsa, bir hedef koyarak ilerlemeye çalışmak tükendiğimiz noktalarda bir can simidi etkisi yapıyor. Yazının esas konusu profesyonel iş yapmak üzerine olduğu için, ileride her paragrafta bir konuyu irdelemeye çalışacağım.

Öncelikle, yapacağınız işe tek başınıza mı, ortaklarla mı girişeceğinizi netleştirmeniz gerekiyor. Benim olayım ortaklı olduğu için bu konuyu ele alacağım.  Hemen söyleyeyim: sadece sözle iş yapmayın! Yani, ortaklarınızı ne kadar iyi tanırsanız tanıyın, ne kadar güvenirseniz güvenin fark etmez, kararlı ve prensipli olun. Alınan kararlar yazılı olarak belgelenip imzalandıktan sonra, mesela sermaye oluşumunda herkes payına düşeni ortaya koymadan siz harcamaya başlamayın. Hallederiz, haftaya ayarlarım, canım sen şirketi kur ben filanca yerden alınca vereceğim vs. vs. sonu hep hüsran yollara çıkan başlangıçlar demek. Paranız kasada ya da bankada olmadan işe başlamayın derim.

Ticaret söz konusu olduğunda, satacağınız hizmet ya da ürünün piyasa araştırmasını yeterince yapmanız gerekiyor. Özellikle niş tabir edilen fırsat alanlarını hedeflediyseniz ve başkaları tarafından üretilen bir ürünü veya hizmeti satacaksanız yasal altyapısının tam ve eksiksiz olmasına dikkat etmelisiniz. Ürün ne kadar iyi olursa olsun, ruhsat vb. belgeleri eksik olduğunda yaptığınız yatırımlar bir anlam ifade etmiyor. Kendi işimizde, satacağımız ürün için oldukça profesyonel bir kurumsal kimlik yapılandırması içinde web sitesi, logo, broşür, katalog vb. hazırlıklar yaptığımız halde, distribütör firma Türkiye de tam yeterli satış ruhsatı alamadığı için ayazda kalmıştık. Yapılan bütün çalışmalar ve harcamalar havaya gitmiş oldu.

Sözle iş yapma konusu şirket içindeki işler dışında, satış vb. ticaret konularında da kaldırılamayacak riskler içeriyor. Network pazarlaması yapan tiplerin satışına gelmeyin. Çok kişiyi veya kurumu tanımak ayrı şeydir, satış yapabilmek daha ayrı şeydir. Kazanmadığınız parayı harcamak veya paylaşmak için acele etmeyin.

Şirket işleri için ortak olan kişiler arasındaki yük dağılımı ve görev bilinci dengeli olmalı. İşi sahiplenen bir kişi ne kadar azimli olursa olsun iki kişiden azdır. Ortakların birlikte sorumluluk alarak gayret etmesi gerekir.

Parayı kullanmak ve yönetmek ise apayrı bir yetenek ve karakter gerektiriyor. Yıllarca kamuda ve kurumsal yapısı güçlü firmalarda görev yapmış birisi olarak, ödemelerde düzenli ve prensipli davranmak benim için doğal bir durumdu. Mesela, bir borç oluştuğunda cebimde duran para beni rahatsız ediyordu. İmkânım varsa ödemek en doğrusu gibi geldiği için öyle davrandım. Ama ticaret hayatında maalesef öyle olmuyor. Bütün ödemeleri en son vadesine kadar bekletmek ve mesela alacaklı başka bir esnafsa o sıkıştırıncaya kadar ertelemek meziyet görülüyor. Nakit parayı en uzun süre tutan güçlü sayılıyor. Çünkü onlarda size aynısını yapıyor. Kesilen faturalar ve ödemeler hep sarkıyor.  Bu durumu halen kabullenmiyorum ama yapacak bir şeyde yok. Durumu bilerek tedbir almak lazım.

Her şeyde olduğu gibi ticaret hayatında da iniş ve çıkışlar yaşanabilir. Geri dönmek veya farklı bir yola sapmak için gerekli kaynak ve enerjiyi bir yerlerde tutmak cidden doğru olacaktır. Her şeyimizi tek seferde tüketmek yıkım getirir. Birde, güçlü bir aile yapısı ve anlayışlı bir eşinizin olması emsalsiz bir değer olacaktır. Eviniz kalenizdir, işiniz evinizi kötü etkilemeye başlamışsa derhal çözüm yoluna gitmeniz veya vazgeçmeniz gerekir. Köprüden önceki son çıkışınız bu noktadır. Yeni iş bulmak, yeni bir iş kurmak daha kolaydır. Yeni bir ev ve aile kurma şansınız olmayabilir. Evinizi ve ailenizi harcayacak işlerden uzak durun.

Bu konuda tekrar yazmak kısmet olur mu bilmiyorum ama devlet konusunu da eklemezsem eksik kalır. Mevzuat hazretleri dürüst taciri acımadan eziyor ve enayi durumuna sokuyor. En büyük ve en acımasız ortak bütün işlerde bizzat devletin kendisidir. Kazanmadığınız, fatura bile kesmediğiniz hallerde birçok isim altında vergi ödüyorsunuz. Şirketin adresi olarak kiralanan yerin mal sahibine kira verdiğiniz gibi devlete de bunun stopaj vergisini yine siz ödüyorsunuz. Şirketin tasfiyesini verdiğimiz ve bütün faaliyetlerini sonlandırdığımız halde; bir yıldır aylık beyannameler, 3 aylık vergiler ve defter tasdikleri gibi isimler altında eziyet vergilerini ödemeye devam ediyoruz. Sistem, masum ve dürüst olan çoğunluğu rahatlatmak ve işini kolaylaştırmak için değil, uyanık ve kuralsız azınlığı dizginlemek için kurulduğundan, ticaret hayatını çekilmez hale getiriyor. Girişimcinin kazanıp kazanmaması sistemin umurunda değil.

Özetlemek gerekirse, ticaret hayatında idealist davranmak, herkesi kendin gibi bilmek kişiyi beladan uzak tutmuyor. Doğru işi, doğru kişilerle, doğru yer ve zamanda yapıp, ortaklardan ve devletten arta kalan değer gerçekten anlamlı bir boyutta olacaksa yeni işlere girişmek lazım.  Çok düşünüp, çok danışarak yola çıkmayı tavsiye ederim.




Hanımlar Başkasına Kızmayın, Bu Magandalar da Sizin Eseriniz

Geldik en tehlikeli bölüme. Yani, kadınların daha çok eleştirildiği kısımdayız. İçimden dua ederek yazmaya başlıyorum. İnşallah yazı sonuna kadar iyice kırıp dökmeden toparlamak nasip olur.

İnsan olarak dünyaya gelen her varlığın bir annesi olduğu için,  sınıfları sayarak okuyucuyu yormak istemem. Sadece, katillerin de doktorların da bir kadın tarafından doğrulup büyütüldüğünü söylemek yeterli olacaktır. Güzellikte olduğu gibi, kötülükte de annelerin payı vardır. Baba faktörünü bahis dışı tutarak ilerlemeye çalışacağım.

-Kaç çocuğun var? Sorusuna, kızlarını hariç tutarak cevap veren anne ilk ayrımcılığı feci şekilde yapmaya başlamış oluyor zaten. Denebilir ki o eskidendi ve kırsal alanlarda daha çok söyleniyordu. Modern kentlerde bu ayrımcılık devam etmiyor mu? Bence ediyor. Kızların zaten evlenip ele gideceği varsayılarak, onlara yapılan yatırımlar kısıtlı tutulmaya çalışılıyor. Birileri bu durumu hemen toplumun inanç değerlerine yıkmaya çalışsa da bunun doğru olmadığı güneş kadar açık delillerle ortada. Yüce Kitabımız ’da mü’min erkekler ve mü’min kadınlar vurgusu hep vardır. Sevgili Peygamber’imiz (S.A.S.) kadınlara yönelik pozitif ayrımcılık tavsiyelerini ve uygulamalarını tüm hayatıyla ortaya koymuştur. İlahi takdir gereği, Peygamberimizin mübarek soyu oğulları üzerinden değil, kızı üzerinden devam etmiş ve erkek egemen soy bağının tek başına doğru olmadığını ortaya koymuştur. Maalesef, yanlışta olsa bazı sosyal tavırlarımız kökleşip manevi değermiş gibi genel kabul görmeye başladığından, çoğu kere sorgulanmadan uygulanmaya devam edilmiştir.

Kız ve erkek evlatlarına annelerin eşit davrandığını söyleyemiyoruz. Hatta aynı cinslerde olanlara bile eşit davranılmıyor. Kızları yok veya geçici sayma, erkeklerin haşarılıklarına aşırı tolerans tanıma, kendi aralarında gereksiz rekabet duygularına yol açacak şekilde taraf tutma, sürekli birbirleri veya başkaları ile karşılaştırma içinde tutarak kin ve düşmanlık duygularını körükleme gibi davranışları az veya çok görüyoruz. Annelerin tavırları durum ve zamana göre sürekli değişiklik gösterebildiğinden, evlatları açısından da güvensiz, belirsiz ve endişeli bir durumun oluşmasına yol açabiliyor. Eğer anne ve baba arasında da uyum sorunları var ise durum daha da karmaşık hale geliyor. Aile içinde kişisel pozisyonunu güçlü ve sağlam tutmaya çalışan çocuklar kardeşleri ile anlamsız rekabet sürtüşmelerine girdiği gibi, anne-babasının durumuna göre pozisyon almaya çalışarak varlık mücadelesi veriyor. Özellikle çok çocuklu ve de geniş aile yapılarında buna benzer durumlar daha net gözlenebilir. Çocuklar için, kardeşleri ve anne-babası ile olan ilişkilerinde yaşadığı hareketli süreçler aslında kişisel gelişim ve hayat mücadelesi anlamında faydalı katkılar sağlar. Ne var ki, bu süreçlerin sınırlı ve kontrollü olmasını sağlamak ebeveynlerin, özellikle de annenin görevidir. Şiddet eğilimi beslenerek veya şiddete maruz kalarak yetişen çocukların kendi ailelerini kurduklarında şiddete başvurmaya çok daha meyilli oldukları ve çözüm olarak gördükleri psikoloji konulu kaynaklarda sıkça yer alıyor. Aynı şekilde, ailesinde şiddete maruz kalarak büyüyen kız çocuklarına da evlilikleri sırasında şiddete uğramak neredeyse normal geliyor.

Konunun birde topluma bakan yönü var. Topluma ve çevreye karşı suç işlemiş olsa da anneleri tarafından taltif edilen ve hatta teşvik edilen çocuklar ahlak zafiyeti içinde büyüyor. Çocuğun akşam vakti eve getirdiği bir eşyayı veya parayı nasıl temin ettiğini sorgulamayan, sorgulamadığı gibi tekrarı için destek veren anneler gaspçı veya hırsız yetiştirdiklerini aslında bal gibi biliyor. Haksızda olsa, girdiği bir kavgada başka bir çocuğun canını yakan çocuğunu koruyan ve uygun şekilde uyarı ve ceza almasını engelleyen bir anne; zorba, kabadayı ve şiddetle iş görmeye meyilli bir psikopat yetiştirmiş olmuyor mu? Kendi kızı olmuş olsa asla izin vermeyeceği şekil ve zamanlar içinde, oğlunun başka bir kızla vakit geçirmesine ses etmeyen, diğer kızın manevi sorumluluğunu hissetmeyen anne, topluma bir hovarda ya da zampara daha kazandırdığının farkında değil mi? Evlilik söz konusu olduğunda gelin adayı için kılı kırk yaran ve çok hassas davranan anneler, sadece gönül eğlendirmek istediğini anladığı oğulları için “eğlencelik” kızlarla istediği gibi vakit geçirmesini hoş gördüğünde kızları “eğlenilecek” ve “evlenilecek” olanlar şeklinde vasıflandırdığını, “eğlenilecek” kızlarında bir ana-babaları olduğunu unutmuş olmuyor mu?

Oğlunu ev ve mutfak işlerinden uzak tutarak büyütenler de kadınlar, evlendiklerinde kocalarının kendilerine hiç yardımcı olmadığından şikâyet edenler de kadınlar. Odasını dağıtan oğlunu uyarmak yerine çoğu kez toplamayı tercih eden ama kocasının eşyalarını gelişi güzel kullanmasından da yakınan yine kadınlar.

Bu kadar eleştiriden sonra acizane önerilerde bulunmadan yazıyı kapatmak doğru olmayacağı için, kısaca belirtmek istiyorum. Anneler çocuklarını cinsiyetlerine göre değil, huy ve karakterlerine göre ayırarak muamele yapmalı. Yani çocuklara eşit değil, yaratılışlarına uygun davranmak  doğru olacaktır. Çocuğun durumuna göre bazen engellenmeye, yönlendirmeye, teşvik edilmeye, desteklenmeye, korunmaya vb. farklı ölçü ve tiplerde tavır almaya ihtiyaç vardır. Eşit davranmak yetmez adalete uygun davranmak lazımdır. Adalet ise bazen arttırmayı bazen de eksiltmeyi gerektirir. Tarafsız yaklaştığı takdirde bu dengeyi en iyi anneleri gözetebilir çünkü çocuklarını doğum öncesinden itibaren en iyi tanıyan ve anlayanlar yine onlardır. Yeter ki adil olsunlar.

Görsel Kaynağı: http://metrosfer.com/ya-magandaliktan-ya-da-abden-vazgececegiz/maganda-cizim/




Çapraz Ateş Arasında Kalmak

Bir erkeğin en çetin ve bitmeyen sınavlarından birisidir: Annesi ile Hanımı arasında kalmak. Ne yardan ne anadan geçilir. Bazen tatlı, bazen acı veren didişmelere yol açar. Kontrolü kaybedilince ailenin yıkımına varan sonuçlara da gebedir. Pısırık ve ana kuzusu olarak suçlanan da, hain evlat ve kılıbık olarak suçlanan da aynı erkek olur. İki ayrı kadın veya eski eş – yeni eş arasında kalma gibi durumlar bilgi ve ilgi alanım dışında olduğu için pas geçeceğim.

Erkek evlat, geleneksel olarak anneler için geleceğe dair bir garanti gibi algılanır. Bin bir zahmet ve çile ile büyütülen, kahrı çekilen ama yaşlılık ve düşkünlük zamanında yanında olunacağı ve bakılacağına inanılan bir güvencedir.  Annesinin bir dediğini iki etmeyen, sevgi ve saygısını esirgemeyen, ihtiyaç duyduğu anda yanında biten çocuğuna bir haller olmuştur. Vaktinin ve ilgisinin çoğunu almaya başlayan “el kızı” yüzünden sinirler gerilmeye ve rekabet rüzgarları bazen meltem, bazen fırtına olmaya aday şekilde esmeye başlar.  Burada bir durmak lazım: Oğlu evlenen annelerin ve oğullarının yer aldığı birçok farklı senaryo yaşanabilir. Hepsini genelleyerek konuşmak tabii ki yanlış olacaktır.  Bazı durumlarda evlilik yaşı gelmiş çocuklarını baş göz etmek için olmadık yollara başvuran annelerde var. Bense, hayatın normal seyri içinde büyümüş ve iş güç meselesini halledip kendince hayırlı bulduğu bir hanım ile evlilik yoluna girmiş erkekleri ele alıyorum. Ayrıca, ailesi tarafından uygun bulunan bir eşle evlense bile, sonradan anne-hanım arasında kalma durumuna düşen erkeklerde az sayıda değildir.

Anne ile hanım arasında kalma durumu birçok olayda kendini gösterebiliyor. Başlıca olanlar; maddi konular, aile ve akraba ziyaretleri, görüşme sıklığı, çocuk terbiyesi, yaşam biçimleri vb. şekilde sıralanıyor. Hepsinin temelinde ise annenin oğluyla ilgili alışılageldik hayat şeklini korumak ve kural koyucunun halen kendisinin olduğunu ispat gayretine karşılık; gelin hanımın, kendi evinin yöneticisi olmak ve kocasının hayatındaki diğer unsurları kendine göre sınırlandırmak mücadelesi yatıyor. Bu noktada, kontrolü kaybeden erkekte tıpkı rüzgar önündeki çalı yumağı gibi oradan oraya savrulup gidiyor.

Uzun yol otobüs şoförlerinin, araç hareket halinde iken sürücü değiştirdiklerini hiç gördünüz mü?  Araç düz yolda giderken, iki sürücünün direksiyon değişimi tehlikeli ve yasak olmakla beraber, bazen yaşanıyor. Bende bu olaya birkaç kez şahit olmuştum. Anlatmak istediğim konuya uyan bir örnek olduğu için ele almak istiyorum.  Teşbihte hata olmaz derler.  Otobüs, evlenmiş olan erkeği temsil eder. Halen kullanan ve yorulan sürücü anneyi, nöbeti devralmaya gelen yeni sürücü de gelin hanımı temsil eder. Uyumlu ve güvenli bir yolculuk için, öncelikle yolda kalmak ve kurallara uygun hareket etmek gerekir. Nöbet değişimine kadar, otobüsün bakım ve onarımı dahil her şeyiyle ilgilenen ve çalışır durumda olması için gayret sarf eden ilk sürücü, yani anne, evladını doğurup büyütmüş ve hayatta tutunabilecek maddi-manevi donanımlara sahip olmasına çalışmıştır. Bu açıdan emeği ve değeri inkar edilemez. Bu yüzden “Cennet, anaların ayakları altındadır.” demiş şanlı Peygamberimiz (s.a.s.). Yeni sürücünün, arabayı yoldan çıkarmadan ve görevini devredecek sürücüyle uyumlu şekilde, dikkatli davranması beklenir. Hoyrat ve dengesiz hareketler aracın kontrolünü kaybetmelerine ve hep birlikte kazaya maruz kalmalarına neden olur. Artık yorulan ve nöbet değişimi gelen ilk sürücünün de, yeni sürücüye görev yerini terk ederken uyumlu olması, direksiyonu bırakmamak gibi sakıncalı hareketlerden kaçınması gerekir. Yani, annelerde oğullarının yeni bir aile kurduğunu ve bu ailenin diğer ortağı olan gelin hanımında kabule şayan, değerli, saygı ve sevgiye layık olduğunu bilerek davranmalıdır. Oğullarının, kendilerine olduğu gibi, eşlerine ve çocuklarına karşı da görev ve sorumlulukları vardır. Olur olmaz nedenler için gelin hanımı kötülemek, her işlerine karışmak ve rahatsız edici söz ve tavırlarda bulunmak annelik makamına yakışmaz, ama maalesef yapıla gelir.

Bu amansız rekabet ve gerginlik ortamında dengeyi sağlamak ve herkesin kendi alanında değerli olduğunu bilerek sınırları çizmek erkeklere düşer. Erkeğin aradan çekildiği veya etkisiz eleman olduğu durumlarda yıkım ve mutsuzluk kaçınılmaz şekilde yaşanır. Benzer sıkıntılar yaşayan hemcinslerime naçizane tavsiyelerim ise özetle şunlar olacaktır:

– Annenizle eşiniz arasında rekabet konusu olacak işleri gündeme getirip olayı körüklemeyin. Mesela, “Yemek yapmayı beceremiyorsun, annem gibi yapamadın gitti.” gibi tehlikeli cümleler ve karşılaştırma, kötüleme içeren ifadeler kullanmayın.

– Gıyabında birbirlerini kötülemelerine müsaade etmeyin ve rahatsız olduğunuzu belirtin. Olmayan kişinin de değerli olduğunu ve sevip saydığınızı, kötülenmesi halinde mutsuz olacağınızı belirtin.

– Özel günlerinizde ve bayramlarda adil bir ziyaret trafiğiniz olsun. Eşiniz ve ailenizle kaliteli zamanlar yaşamaya özen gösterin.

– Maddi konularda şeffaf davranmaya ve yapacağınız yardımlarda eşinizin de rızasını alarak dengeli harcamalarda bulunmaya dikkat edin.

– Her olayın birden fazla boyutu bulunduğunu ve kişilerinde algısına göre farklı durumların yaşanabileceğini unutmayın. Yani, asla tek tarafı dinleyerek aksiyona geçmeyin. Söz konusu kadınlar olduğunda, ikna edebilmek için abartılı ifadelerde bulunabileceklerini unutmayın.

– Tartışma ortamından kaçınmak en doğrusu, ama mecbur kalındığında en azından anne ve hanımla aynı ortamda tartışmaktan kaçının. 3. Kişilerin yanında kızgınlıkla söylenen sözlerin kötü etkisi daha fazla olur ve geriye toparlamakta zorlaşır. Ayrı ayrı konuşmakta her zaman fayda var.

– Tavsiye edilebilecek şeyler uzayıp gidebilir. Konunun tamamı için verilecek esas tavsiye ise şudur: Birisi için diğerini yok saymadığınızı fark ettirecek şekilde sevgi ve saygınızı, ilginizi ve vaktinizi düzenleyin. Onlarında bu duruma saygı duymalarını sağlayacak şekilde dirayetli bir duruş sergileyin. Sorunlar tamamen yok olmasa da asgari müştereklerde buluştuklarını göreceksiniz.

Huzurlu ve mutlu günler dilerim.




Zor Konuya Devam: “Kadınları Anlamak”

En baştan söyleyeyim; kadınları anlamanın standart veya sihirli bir yolu yok! Bazen katlanılmaz bir durum olsa da, aslında hayatın cazibeli yanlarından birisi de budur bence. Derdimi seviyorum şeklinde bir ifade vardır ya; zahmetli ama lezzetli olaylar veya kişiler için söylenir. Mesela evlatlarımız gibi, mesela işimiz gibi. Kadınların anlaşılmazlıkları da aslında biz erkekler için çekim alanını güçlendiren etkenlerden birisi değil midir? Çözdüğü bir bulmacayı silip yeniden çözen kaç kişi olabilir? Kadınları anlaşılmazlıkları ile birlikte seviyoruz ama uyumlu bir hayat için öğrenmemiz gereken temel kurallar ve bazı ipuçları da var. Ancak bu şekilde onların da bize karşı olan duruşlarını sağlıklı bir yola koyabiliriz.  Tamamen ayrı kanallarda kalırsak bir Temel fıkrasında olduğu gibi iki tünelimiz olmuş olur.

(İngiltere ve Fransa’yı denizaltından birbirine bağlayan Manş Tüneli yapılmadan önce ihale görüşmeleri ve teklif alımları yapılır. Japonlar tekliflerini anlatır:  -Fransa ve İngiltere’den aynı anda tünele başlarız 8 ay sonra +/- 5 cm farkla deniz ortasında buluşuruz. Almanlar tekliflerini sunar:  -Her iki kıyıdan kazmaya başladığımızda 9 ay sonra +/- 10 cm farkla ortada buluşuruz. Türkiye adına müteahhit Temel teklifini anlatır: -İki taraftan aynı anda tüneli açmaya başlarız bir yıl sonra ortada buluşabilirsek buluşuruz. Buluşamazsak 2 tüneliniz olur.  (Karadenizli dostlarımızın hoşgörüsü ile.))

Ortak paydaları arttırmak veya güçlendirmek adına bazı tespitlerimi ifade etmeye çalışacağım.

Kadın beyninin erkeklerden farklı olarak sağ ve sol lobları arasında güçlü çapraz bağlantılara da sahip olduğu yeni yapılan bir araştırmada tespit edildi. (Ayrıntı için tıklayabilirsiniz, bence sonra tıklayın.) Bu araştırma aslında malumun ilanı gibi bilinen doğruları da destekledi. Bir önceki yazımda da ifade etmeye çalıştığım gibi, özellikle iletişim açısından kadınlar doğuştan yetenekli ve gelişmiş olarak hayata başlıyorlar. Erkeklerin özel yetenek veya eğitimle edinebildikleri beden dili okuma, davranış analizi gibi ileri iletişim yönetimine doğal olarak sahip olduklarından, genelde kontrolü ellerinde tutuyorlar. Yalanı en kolay anlayan, ama başka zaaflarından dolayı yalanda olsa inanmayı tercih eden bir yapıları var. Aslında, genellikle kandırılan kadın değil, kandırılmayı tercih eden kadın olur.

Malumdur; erkekler sonuç odaklı, kadınlarda süreç odaklı düşünürler. Bu yüzden ne yaptığınız kadar, nasıl yaptığınızda çok önemlidir. Öyle ki; duygusuz bir şekilde, öylesine verilen kıymetli bir hediyedense, ruhunuzla diz çökerek verdiğiniz tek bir gül dünyalara bedel bir mutluluk ve sevgi etkisinde bulunabilir. Çünkü sadece sözlerinize bakılmaz, gözleriniz ve bedeninize de bakılır. Yapmacık ve isteksizlik hemen anlaşılır. O zaman dürüstlük ve samimiyetin kadınlarla iletişimdeki değeri ortaya çıkmış oluyor.

Empati yeteneği kadınlarda oldukça gelişmiş bir seviyededir. Seyrettiği bir filmdeki karakterin yerine hemen kendini koyması ve ağlaması, korkması, üzülmesi, sevinmesi hep gerçektir. Kendi aralarında da empati yapabildikleri için daha kolay anlaşır ve kaynaşırlar. Erkeklerin temel sorunlarından birisi de duygusuz, anlayışsız olmakla suçlanmaları yani empati eksikliğidir. Durumun nazikliğine göre biraz daha esnek ve anlayışlı olabilen bir erkek, kadının kahramanı olur. Özellikle 3. kişilerin ve de diğer dişilerin yanında eşini yücelten, kırmayan ve hoşlanmasa da o anda sabreden erkek paylaşılmaz, kıskanılır.

Allah, kadını cömert yaratmıştır. Eşiyle ruhunu ve hayatını paylaşır. Evladı ile canını paylaşır. Sevgisini ve ilgisini sürekli paylaştığı halde bir eksiklik hissetmez. Etrafta güzel bulduğu ne varsa sevgisini verebilir. Ama düşüncelerini ve yaşadıklarını da anlatarak paylaşmaktan büyük keyif alır. Yani paylaşmaya ihtiyacı vardır. Yaşadıklarını da doğal olarak en yakınındakiler ile paylaşmayı çok ister. Bu paylaşımlar genellikle bir sonuç çıkarmak için değil, paylaşmış olmak içindir. Başta eşini seven bir erkeğin olmak üzere, ailesindeki kadınlara değer veren erkeklerin onlara her gün paylaşımda bulunmaları için fırsat vermeleri gerekir. Her akşam evindeki kadınını en az yarım saat aktif olarak dinleyen bir erkeğin, eşiyle muhtemel sorunlarının en az %50 azalacağına neredeyse garanti verebilirim.

Buraya kadar genel doğruları ve bilinenleri sıralamaya çalıştım. Biraz daha nokta atışı yapmak ve belirli bir kadını daha iyi anlayabilmek için, onun eğitimi, aile yaşantısı, inanç yapısı, burcu, karakter rengi, yüz yapısının karakter etkisi, bükçe dili, sevginin 5 dili, erkekler Mars’tan- kadınlar Venüs’ten gibi farklı ve derinlikli konu ve kitaplardan bilgi sahibi olmak gerekiyor. Bütün bunların üzerine bünyelerini her ay alt üst eden kadınlık hallerini de eklerseniz yapılarının karmaşıklığı daha da iyi anlaşılır.

Özellikle, evlendikten bir süre sonra aşkın kaybolduğundan, evliğin tekdüzeliğinden ve sevginin azalmaya başladığından şikâyet eden erkeklerin, kadınlarını daha iyi tanımaya çalışarak harika sonuçlara kavuşacağını söylemek gerekir. Bu arkadaşlara önerilerimdir: Eşinizin burcunu, hatta yükselen burcunu öğrenin. Burçlardan kastım kesinlikle fal olayı değildir. Mevcut durumları ve olaylara yaklaşım tarzlarını çözmek içindir. Her insanın bir karakter rengi vardır. Kendi renginizi ve eşinizinkini tespit edin. Bu konuda internette çok sayıda belge ve video bulabilirsiniz. Yüz ve beden yapısını okuma konusunda da bilgi sahibi olmakta fayda var. Eşinizin yüz ve beden yapısı karakteri üzerinde etkilidir. Düşünme mantığını daha iyi çözersiniz. Bükçe dili ise kadınlar konusunda bazı standart yaklaşımları içerdiğinden faydalı olacaktır. Eşinizin ve kendinizin sevgi dilini keşfedin ve buna uygun adımlar atmaya başlayın. Hayatınızda göremediğiniz renk ve tonlarda mutlulukla karşılaşacaksınız. Sevgi ve aşk tek taraflı olmadığı için, sizin çabalarınız karşı tarafta fark edilecek ve olumlu yankı bulacaktır. Bu satırların yazarı olarak ben hepsini mükemmel şekilde biliyor ve uygulayabiliyor muyum?  Cevap hayır, ama en azından fırtınalardan korunacak ve gerektiğinde takviye alacak kadar biliyorum. Bu haliyle bile çok faydalandığımı söyleyebilirim. Günün sorusu şudur o zaman: Eşinizi gerçekten ne kadar tanıyorsunuz?




Zor, Devasa, Tehlikeli ve Güzel Bir Konu: Kadınlar

Neden Zor?

İnsanı en çok zorlayan konular; donanım, bilgi ve yeteneğinin üzerinde birikim gerektiren ve sürekli gelişen alanlardır. Kadınlar, Yaratıcı’mızın insanı yoktan yaratma fiiline beşiklik eder. Bu yüzden normalin üzerinde yeteneklere sahip, duygu ve algı yelpazesi geniş ve kuvvetli değerlerdedir. Bir erkek olarak bu yapılarını keşfettikçe zorluklarını daha iyi anlayabiliyorum. İşin komik yanı, kadınlar diğer kadınlar için de zor gelen varlıklardır. Hayatın getirdikleri ve aldıkları sorumluluklar, onların zor olmasını gerektirdiğinden olsa gerek, bu özellikleri daha çocukken ortaya çıkıyor. Kızımdan biliyorum, daha üç yaşındayken olayları algılama şeklinden tutun, dikkat ve hafıza yeteneğine kadar, her şeyiyle farklı, güçlü ve zor. Örneğin; bir hatasından dolayı benden sitem veya azar işitmişse, o anda sessiz kalıp başka bir zaman eğlendiğimiz ve sevgiyle coştuğumuz sırada, yani en zayıf anımda, sen neden bana şöyle söyledin veya yaptın deyip nakavt etmesine hala alışamadım.

Neden Devasa?

Ben, kadınları dünyayı her yönden çevreleyen okyanuslara benzetiyorum. Özünde hepsi deniz ama bulunduğu yere göre çok farklı içerik ve sıcaklık değerlerine sahipler. Kutuplardaki denizin yapısını, içinde yaşayan canlıları ve sıcaklığı ile tropikal iklimleri düşünürsek zıtlığın tonu artar. Ama Akdeniz ile Karadeniz arasında da dağlar kadar fark yok mudur? Her kadın size dünyanın farklı bir bölgesindeki sahilindeymişsiniz gibi zengin duygular yaşatacak yeteneği ve kapasiteyi barındırır. Aynı zamanda, sizi de bilerek veya bilmeyerek tarif ettiğiniz sahillerdeki gibi yaşatabilecek esnekliğe de sahiptir. Bu esnekliğin bittiği yer onların vazgeçtiği veya pes ettiği noktadır ki, bu da aslında oldukça zor alınan bir karardır. Bence, bir erkek açısından bütün mesele muhatap olduğunuz kadının nasıl bir sahili vaat ettiğini anlamak veya istediğiniz sahile dönüşmesine yardım etmek ve cesaretlendirmekte bitiyor. Bunu anlamanın çeşitli yolları var: Sevgili Peygamberimizin tavsiyeleri başta olmak üzere, günümüzde Sevginin 5 Dili gibi kitaplarda yol gösterici olacaktır.

Neden Tehlikeli?

Erkek milletinin en büyük imtihanlarının başında kadınlar konusu geliyor. Hz. Yusuf A.S. gibi özel olarak korunmuş olanlar müstesna olmak üzere, kadınlar konusunda sıkıntı yaşamayan erkek neredeyse yok gibidir. Allah, hiç kimseyi kararlı bir kadının hedefi haline getirmesin, buna kadınlar da dahil!  Nice kudretli yöneticilerin, siyasetçilerin, tüccarların, hatta din adamlarının kadınlar nedeniyle tarumar olduğunu, ikbal ve servetini ve de saygınlığını kaybettiğini gördük ve görmeye devam ediyoruz. Kendi ailesinde bir sevgi ve şefkat abidesi olabilen bir kadın isterse, başka aileler için en büyük yıkım ve zarar kaynağı da olabiliyor.  Erkekler üzerindeki yok edici yeteneği kadar diğer kadınlar için de en büyük psikolojik baskı ve yıldırma yeteneğini de barındırıyor. İşin bu yönünü düşününce evinizde sizi sevgi ve saygıyla bekleyen bir eşten daha kıymetlisi var mıdır?

Neden Güzel?

Sevgili Peygamberimiz  (S.A.S.) “ Bana üç şey sevdirildi: Güzel koku, kadınlar ve gözümün nuru namaz” diye buyurmuş. Kadınlar güzel yaratıldığı gibi erkeklere de bu güzelliğe meyilli olmak bahşedilmiş. Eşine sevgiyle bakan bir kadının gözleri ile ancak, yine onun doğurduğu çocuklar rekabet edebilir. Gece gündüz hayalden çıkmayan, uğruna nice çılgınlıklar yapılan kadın güzelliği değil midir? Bir arkadaşınıza 1 sayfa mektup yazmak zor gelirken, tek seferde 15 sayfa yazdıran (internetten önceki zamanlarda  🙂  ) sevdalar yaşamadık mı? Kadın hem güzeldir, sevdiğine cömertçe paylaştığı; hem de sığınaktır zararlı sarmaşıklardan, yıkıcı fırtınalardan kaçırıp saklayan ve kollayan. Mükemmel bir yoldaştır, dünyada başlayıp ahrette devam eden çizgide. Doğru kadın yolda tutar, sevdiklerine canını katar. Yıllar geçse de güzelliği gitmez, yüzünde fedakârlığının çizgileri belirir ki bunlarda değerine değer katar.

……

Kadınlar hakkında herkesin farklı duygu ve düşünceleri olduğu doğrudur. Benden bir şeyler yazmaya çalıştım.  Kadınların eksik, erkeklerin abartılı bulabileceğini tahmin ediyorum. Olumlu tepkiler alırsam ve cesaretim kırılmaz ise kadınlar hakkında farklı yazılar yazmayı da düşünüyorum. Tehlikeli sularda yüzdüğümün de farkındayım. Allah sonumuzu hayretsin.




40 Yaşın Getirdikleri ve Hissettirdikleri Üzerine

“Bin sene de okusam, ne biliyorsun diye sorsalar bana “haddimi bilirim” derim.” diyen Mevlana’yı, en iyi 40 yaşına girmiş olanların anlayacağına inanıyorum.  73 model bir insan olarak en çok buna benzer duygular yaşadığımı söyleyebilirim. Gerçekten de her şey bir yana; insan en çok ne yapıp ne yapamayacağına, cürmünün etki alanına, bünyesinin direnme gücüne ve kul olarak acziyetinin idrakine en iyi 40 yaşlarında varıyor.

40 yaş sendromu denebilecek bir tükenmişlik veya yorgunluk duygularını ifade anlamında söylemiyorum. Aksine, aşırı makyajlanmış bir yüz gibi abartılı özgüven duyguları katan gençlik, toyluk, hayatta ve evlilikte acemilik gibi ortalama değerleri etkileyen uçlardan arınmış gerçek yüzün ortaya çıkması, sınırları ve etkisi kanıtlanmış bilinçli bir güç ve reel karizmadan bahsediyorum. 40 yaşına girmiş ortalama her insan, artık yaptıkları veya yapmadıkları ile neleri kazanıp neleri kaybedeceğine vakıf bir donanıma sahip demektir. Gençlik yıllarında belirsizliklerin getirdiği heyecanlar, umutlar ve beklentiler uğruna girilen maceraperest davranışların yerini daha planlı, düşünülmüş, sonuçları hesaplanmış tavırlar alır. Çünkü artık alınan riskler daha değerlidir, hayatın kısalığı, sağlığın değeri, ailenin önemi, bağlı insanların sorumluluğu vb. birçok değişkene dikkat etmek kaçınılmaz bir gereklilik olmuştur. 5 deneyip 1’i umut etmek yerine, en azından 3’te 2 gibi yüksek skor olasılığı olmadıkça kaçınmak gibi tavırlar gelişir.

Dengeli bir dönemi ifade eder 40’lı yaşlar. Gençlik zamanında daha çok çıkar ve kişisel heyecanların çevrelediği dünyevi hedefler, istekler ve ümitler yoğunlaşırken; uhrevi görevler, toplumsal görevler biraz ihmal edilir. Olgunluk dönemlerinde, dünyanın gerekliliği bilinir ama uhrevi görevlerin önemi ve kaçınılmaz hesaplaşmanın yakınlaşması hissedilir. Artık alınan kararlarda vicdanın rolü daha baskındır. Dini görevler, kul hakları, toplumsal görevler, ailevi sorumluluklar kişileri hem koruyan hem de aşırılıklardan sınırlayan güçlü kalkanlar haline gelir. Pozitif anlamdaki toplumsal baskılarda bu gelişmelere destek verir.

Genç ebeveynlerin çocukları ile ilgili kaygıları daha çok sağlıklı büyümeleri, ihtiyaçlarının giderilmesi, iyi okullarla hayata hazırlanmaları şeklinde oluşurken; olgunluk dönemlerinde iyi ve erdemli insanlar olmaları, dini ve ahlaki değerlerinin olgunlaşması, doğru eğitimleri almaları ve zamanı gelince de doğru kişilerle evlilik yapıp hayata katılmaları gibi gelişim gösterir. Kendilerinin de bir zamanlar genç olduğunu unutan ebeveynler bütün iyi niyetlerine rağmen; anlayışsız, aşırı idealist ve katı tutumları ile çocuklarının uzaklaşmalarına neden olabilir. Kişiler olgunlaşmıştır ama etraflarındakilerin de aynı dengeli davranışları göstermelerini beklemek gibi bir hataya düşebilir. Daha bilinçli ve empati yeteneği gelişmiş olgun ebeveynler ise karanlık ve fırtınalı havalarda gemileri emniyetli yerlere yönlendiren deniz fenerleri gibi değerli ve etkili olurlar.

Diğerkâmlığın zirve dönemleridir. Yaşanan olaylar, tanınan kişiler, gezilen yerler, alınan eğitimlerin hepsi bir renk ve tat öznesi olarak kişinin dağarcığına yerleşir. İyi ve etkili olanlar ile kötü ve acılı olanlar daha kalıcı olurlar. İyiyi tanımak, kötüden kaçınmak için aşı görevi yaparlar. Aşılı kişiler hastalığı bildiği için diğerlerine ve özellikle ailesine karşı hep uyarıcı, öğretici, yönlendirici rol üstlenir. Bir anne babayı en çok üzen şey, kendi yaptığı hataları evlatlarının da yaptığını görmek olsa gerek. Bu yüzdendir acıyla burulmaları, çocuklarına yalvarırcasına nasihat etmeleri.

İş hayatında ise yüksek gelirlerden ziyade, güvenli ve kurumsal yönü güçlü işyerlerinde çalışmak tercih edilir bu dönemde.  Kurumsallaşan sabit aile giderleri riskli hareketlerden kaçınmayı gerektirir. Mobinge de maruz kalsa sabretmek ve idare etmek esastır. Vazgeçilmez derecede kilit görevleri icra ederek dokunulmazlık sağlamak, rekabet ihtimali bulunan kişilere karşı önlem almak ve bilgiyi korumak gibi savunmacı tavırlar bile gelişebilir. Bu savunmacı tavırlar ve endişeler bazen kişileri körleştirdiği için demode olduğunu, ekipten ayrıştığını, örgütü tıkadığını bile fark edemeyebilir. Bu noktada yapılacak işten çıkarmalar veya görev değişiklikleri maalesef kişiler üzerinde çok yıkıcı sonuçlar doğurabilir.

Bir erkek olarak kadınlar hakkında ahkâm kesiyor gibi olmak istemem ama onların da durulduklarını ve özellikle en güçlü yönleri olan duygu dünyalarının dengelendiğini söyleyebilirim. 40 yaş kadını artık eşine ve hayata karşı bir şeyleri ispat etme mücadelesini tamamlamış, anneliğin zirvelerinde gezen, kocasını bilen ve ustaca yönetebilecek kadar tanıyan toplumun gizli/açık liderlerindendir. Bir çatışma varsa o istediği için başlamıştır, sükûnet ve huzurun da mimarı odur.

Velhasıl 40’lı yaşlar; yüksek hızda araç sürerken etrafı ve manzarayı kaçıran sürücüler yerine, dengeli ve güvenli bir hızı tercih edip aracını, beraber seyahat ettiklerini ve yol aldığı çevreyi fark edip etkileşime giren sürücüler gibi olunan dönemlerdir diye düşünüyorum. Yaşımın bir gereği olarak ta paylaşma ihtiyacı duyduğumdan olsa gerek bu makaleyi yazmak kısmet oldu.




Linkedin’de Network Oluşturmanın Etiği Hakkında

Tutuculuk seviyesinde olmasa bile alışkanlıklarına bağlı kalmaya çalışan bir insanım. Bilişimci kimliğim olmasına karşın, her mecrada adım olsun gibi düşünmediğimden, ancak güncelleyip takip edebileceğim ve faydasına inandığım platformlarda yer almaya çalıştım. Bu nedenle mail listemde yer alan bir çok arkadaşımdan gelen davetlere rağmen linkedin’den uzun süre uzak durdum. Geçtiğimiz yıl ise inceleyip kayıt olmaya karar verdim.

Linkedin’in profesyonel iş hayatına katkıları ve uzmanlara erişim imkanı sunması gibi bir çok faydasını gördükten sonra geç kaldığım için hayıflandığımı söyleyebilirim. Şu anda yaklaşık 2200 civarında kişiyle oluşan network çevrem ile iletişim ve potansiyel açısından çok yönlü desteğe sahip olduğumu hissediyorum.

Başlangıçta zaten tanıdığım insanlarla bağlantı kuruyordum. Sonra tanışmak istediğim veya iş potansiyelini beğendiğim kişilerle de bağlantı kurmak üzere davetlerde bulundum. Sanki bir ortamda ilk defa tanışmış ve karşılıklı kartvizitlerimizi paylaşmışız gibi. İletişimde olabildiğince açık olmaya ve bilgi paylaşımına değer verdiğim için profilimi güncel ve ayrıntılı tutmaya çalışıyorum. Beni tanımayan bir insanı davet ettiğimde profilimden beni ve işlerimi tanımasını ve mümkün olduğu kadar bilgilenmesini amaçlıyorum ki kiminle bağlantı kurduğunu anlasın ve bilerek karar versin.

Benzer şekilde benimde tanımadığım kişilerden davetler geliyor. Bu sefer bende onların profilini inceliyorum ve tam bu noktada bazen hatlar kopuyor. Son zamanlarda sıkça karşılaştığım bu durum için benzer şekilde hissedenlerin de olabileceğini düşünerek duygularına tercüman olmak istiyorum.

İlk defa tanıştığınız bir insana hiç bir bilgi vermeden onun her şeyini sizinle paylaşmasını beklemek ne kadar doğru olur? Arkadaşımız profilinde işi, nerede çalıştığı, eğitimi v.b. konulardan hiç birisini yazmamış. Sadece adı soyadı ve son çalıştığı iş yerinin adı var. Kendi görevini bile belirtmemiş. Resmi zaten yok.  Sırf netwok şişsin, büyüsün  diye bu tür davetlere olumlu cevap vermiyorum. Kimseye bir şeyler dikte edecek veya yargılayacak değilim ama bu hissettiklerimi paylaşmazsam kendimle çelişeceğim.

Bunun birde firma versiyonları var. Şirket kısmı yerine kişisel profil tarzında hesap açılmış, resim yerine logo konulmuş, sadece şirketin adı var. Nasıl bir kurumsallığa sahipse kendi adına değil de gmail, hotmail türünde mail hesabı açarak yazmış bir firma size bağlantı teklif ediyor. Belli ki size ve ağınızdaki kişilere pazarlama yapmaktan, bilgi toplamaktan başka bir amacı yok. İş hayatının içinde pazarlama, iş geliştirme, insan kaynağı araştırma gibi bir çok ihtiyacı karşılamak üzere linkedin platformunun kullanılması doğaldır ama bunun da usturuplu şekilde yapılması gereğine inanıyorum.

İnsan sosyal bir varlık, birbirimize ihtiyacımız var. Modern çağın sosyalleşme platformlarından olan linkedin de beklenen yaklaşımları ortaklaşa gösterebilirsek toplam fayda katsayısının herkesin lehine artacağından kuşku yok.

Sevgiyle ve empati ile sorunları daha güzel aşabiliriz…




İlk Yardımı Neden Bilmeliyiz?

İnsan vücudu mükemmel işleyen bir sistemler bütünüdür.  Her sistemin kendine göre sorunlarla baş edebilme ve diğer sistemlere destek verebilme kapasitesi bulunur. Ancak dolaşım sistemi, solunum sistemi ve sinir sistemi gibi sistemler için sorunlara tahammül düzeyi ve süresi oldukça sınırlıdır. İşte tam bu noktada İlk Yardım konusunun anlam ve önemi ortaya çıkar.

Hayatın devam edebilmesi için; dolaşım sisteminde asgari miktarda kan bulunması ve çalışan bir kalp ile devir-daim yapması, solunum sistemi ile sağlanan oksijenin kandaki değerinin belirli bir seviyede olması ve karbondioksit gazının dışarı verilebilmesi gerekir. Dolaşım ve solunum sisteminin çalışabilmesi için ise merkezi ve çevresel sinir sisteminin temel yaşam organlarını yönetebilecek durumda olması şarttır. Bu yazı içinde ayrıntılar ve normal vücut fonksiyonlarının sayısal değerlerini vermekten çok işin mantığını ve gerekliliğini ifade etmeye çalışacağım.

İlk yardım hayat kurtarır

Bulunduğumuz yerler kırsal ve sınırlı imkânlara sahip bölgeler de olabilir, şehrin en merkezi ve imkânı geniş ortamları da olabilir. Hayati durumlar söz konusu olduğunda aslında bu önemli bir fark değildir. Çünkü beynimize oksijen ve kan gitmediğinde en fazla 3-5 dakika canlı kalabiliriz. Yani solunum ve dolaşım sistemi açısından ilk 5 dakika en hayati süredir. Aynı şekilde kazalar veya diğer nedenlerle hayati fonksiyonları etkileyen olaylar sonucu ölümler en çok ilk yarım saat – bir saat arasında yoğunlaşır. İlk Yardımın hayat kurtarıcı etkisi bu erken zaman diliminde yapılan müdahale sonucu hayati fonksiyonların daha da kötüleşmesini önlemek ve hastaya bir sağlık kuruluşuna gidebilecek kadar zaman kazandırmakta saklıdır.

İlk Yardım bir tedavi değildir, bir destekleme ve düzenleme hizmetidir. Mağdur olan kişinin vücut bütünlüğünü korumak, zarar gördüğü ortamdan uzaklaştırmak, ideale en yakın ve duruma uygun pozisyonu aldırmak, dolaşımı ve solunumu tehdit eden kanama veya tıkanma benzeri sorunları önlemek, ilgili birimlerle haberleşmeyi sağlamak ve kişinin sağlık kuruluşuna naklini gerçekleştirmektir. Bütün bu hizmetleri yapabilmek için olaya sistematik bir yaklaşımda bulunmak, işlem sırasını ve yapılacak uygulamaları düzenlemek ve paniğe kapılmadan mümkün olduğu kadar serinkanlı bir yaklaşım göstermek gerekir. Bu konularda biraz hassas davranarak temel bilgileri öğrenmeye çalışmak ve ilk yardım ile ilgili eğitim fırsatlarını en hayati bilgiler olduğunun bilinciyle değerlendirmek yeterli olacaktır.

İlk yardıma hangi durumlarda ihtiyaç duyulur?

İlk Yardım müdahalesi gerektirecek durumlar karşımıza kazalar, felaketler, kronik veya akut hastalıklar, adli vakalar gibi nedenlerle çıkabileceği gibi evde, işyerinde, çarşıda veya okulda yani her yerde ve her zaman olabilir. Bu durumda hayatın her anında ihtiyaç duyulabilir demek yanlış olmaz. Aynı evi paylaştığımız aile fertlerimiz, akrabalarımız, komşularımız ve iş arkadaşlarımız gibi yakın çevremizdeki insanların her an bir hastalık veya kaza sonucu ilk yardım müdahalesine muhtaç olabileceğini ve belki de onların yaşamlarını kurtarmak durumunda olacağımızı düşünürsek işin önemi daha da netleşir.

Bazı kişilerin İlk Yardım konusunda daha dikkatli ve bilgili olması gerekir. En başta da kadınların. Çalışsın veya çalışmasın bütün kadınlar ilk yardımı bilmelidir. Özellikle evinde çocuk ve yaşlılarla birlikte yaşayan kadınların İlk Yardım bilgi ve becerisine sahip olması bence şarttır. Çünkü kaza ve benzeri sorunları yaşama ihtimali en yüksek kesimler çocuklar ve yaşlılardır.  Düşme, yangın, kesici alet yaralanmaları, zehirlenmeler, elektrik çarpmaları gibi ev kazalarının yanı sıra, solunum ve kalp yetmezlikleri gibi akut veya kronik hastalıklar sonucu gelişen ani rahatsızlıklarla her an karşılaşılabilir. Olaya en yakın kişilerden olması muhtemel olan kadınların zamanında yaptığı doğru uygulamalar ile sevdiklerinin hayatını kurtarabileceklerinin bilincinde olması gerekir. Mesela, soluk borusuna yabancı bir cisim kaçmış çocuğunu alıp bir yerlere yetiştirmeye çalışmak yerine, önce kolunun üzerinde bir ceket katlar gibi yüzüstü tutup baş aşağı sarkıtarak, sırtına diğer elinin içi ile kuvvetlice vurması daha doğru ve mantıklı bir müdahale olacaktır. Zamanında çıkarılamayan bir cisim nedeniyle çocuğun birkaç dakika içinde boğulmasını hangi anne isteyebilir?  Bilen yapar, bilmeyen panikler ve sonrasında acı ve pişmanlık yaşar.

Sürücülerin, işyeri sahiplerinin, öğretmenlerin, ustabaşların v.b. yani sorumluluk sahibi olan ve diğer insanların hayatını etkileme noktasında bulunan herkesin ilk yardımı bilmesi ve gerektiğinde uygulaması beklenir.

İlk Yardımın bilincinde ama ihtiyaç duymadığınız günler yaşamanızı dilerim.

* İlk defa www.kadinmag.net sitesinde yayınlanmıştır.




Yeni Anayasa Paketi Sağlık Bilişimine Neler Getirecek?

 Anayasa değişikliğini ve değişen mevzuatlarının sağlık bilişimine etkisini yorumlayan Sentim Bilişim Teknolojileri Genel Müdür Yardımcısı ve Sağlık Sektörü Yöneticisi Ercan Özçelik, kabul edilen bütün maddelerin şüphesiz önemli ve değerli etkilere sahip olduğunu ancak konumuzla yakından ilgili olan bölümün 20. Madde de “Özel Hayatın Gizliği” hakkındaki maddeye eklenen, “Herkes, kendisiyle ilgili kişisel verilerin korunmasını isteme hakkına sahiptir. Bu hak; kişinin kendisiyle ilgili kişisel veriler hakkında bilgilendirilme, bu verilere erişme, bunların düzeltilmesini veya silinmesini talep etme ve amaçları doğrultusunda kullanılıp kullanılmadığını öğrenmeyi de kapsar. Kişisel veriler, ancak kanunda öngörülen hallerde veya kişinin açık rızasıyla işlenebilir. Kişisel verilerin korunmasına ilişkin esas ve usuller kanunla düzenlenir” kısmı olduğunu ifade etti.

 Özçelik, şunları söyledi: “Bu maddenin işaret ettiği pek çok yön olmakla birlikte, biz sadece kişisel sağlık bilgilerine odaklanalım. Sağlık bilişimi ve teknolojisinin en önemli çıktısı sağlık bilgisi veya verisi. Sağlık hizmetinin ana unsuru olan hekim tarafından hasta hakkında bir karar verinceye kadar gerekli olan her türlü inceleme ve araştırma sonucu sağlık teknolojisinin desteği ile derlenir ve anlamlı hale getirilerek hekim dikkatine sunulur. Bu sürece çok çeşitli kişi veya sistemler katkıda bulunabilir. Hastanın ateş veya tansiyonunu ölçen, EKG’sini çeken yardımcı sağlık personelinden, kan değerlerini ölçen gelişmiş laboratvuar cihazlarına veya BT, MR gibi ileri görüntüleme sistemlerine kadar her birimin amacı, doğru tedaviye götürecek doğru teşhis için hekimin yeterince bilgilenmesine imkân sağlamaktır. Hekime kadar olan veri toplama sürecine INPUT diyebiliriz. Bu kısım 1. Sağlık Verisi grubunu oluşturur. Hekim grubunu merkezi işlem birimi, bilişimdeki tabiri ile CPU olarak tanımlayabiliriz. Gelen veriler ve kişisel muayenesi sonucunda hekim tarafından bir teşhis konulur. Bu durumda 2. Sağlık Verisi grubu oluşur. Hekimler tarafından verilen kararın uygulanma şekli ve süreci ise 3. Sağlık Verisi grubudur ki bu süreçte: ameliyatlar, ayakta veya yatarak tedavi şekilleri, tercih edilen tedavi unsurları bulunmaktadır. Bu gruba da OUTPUT diyebiliriz. Her bireyin bu üç grupta dağılan sağlık verileri en özel ve hassas kişisel bilgilerindendir. Tetkik sonuçları, konulan teşhisler, kullanılan ilaçlar gibi her veri türü önemli ve mahremdir.”

 Çok önemli tespit ve kurallar:

Hiç kimse açıkça gerekli olmadığı halde sağlık durumlarına ait verilerin paylaşılmasını ve isteği dışında bir takım ölçütlere göre sınıflandırılmasını istemez. Bu verilerden yola çıkılarak ticari, siyasi, sosyal, ekonomik süreçlerde kendisine karşı kullanılmasını da istemez. Meşhur bir bilgi olduğu ve yeri geldiği için hatırlatmak uygun olacaktır; ABD Başkanlarının ülkeleri dışındaki ziyaretlerinde biyolojik içerikteki kişisel atıklarının dahi kalması önlenir, ihtiyaçları için özel seyyar WC’ler kullanılır ve dışarıda sağlık hizmeti almadıkları gibi DNA çözümlemesi yolu ile bilgi sahibi olunma riskini bile önlemek isterler. Devlet adamları, tanınmış sanatçı veya iş adamları gibi toplumda bilinen ve merak edilen kişilerinde sağlık bilgileri hep dikkatle izlenmiştir. VIP nitelikli kişiler hakkında daha önce gösterilen bu hassasiyet şimdi anayasamızdaki değişiklikle normal vatandaşlar içinde gösterilmek zorunda. Anayasada artık kesinleşen bir hüküm olduğu için diğer mevzuatta da süratle revizyona gidilmesi gerekmekte. Sağlık Bakanlığı, anayasadaki değişikliği zamanında görerek kendi mevzuatında buna uygun düzenlemelere gitmiştir. 19 Ağustos 2010 tarihinde yayınlanan 2010/61 sayılı Genelge bu açıdan oldukça önemli hükümleri ihtiva etmektedir. Genelgenin 7. Maddesi “Kişisel Sağlık Verilerinin Gizlilik, Güvenlik, Bütünlük, Erişilebilirlik ve Mahremiyetinin Sağlanması” başlığı altında çok önemli tespit ve kurallar sıralamıştır. Bunlar arasında; konunun önemi ve yasal çerçevesinin hatırlatıldığı kısımlar, kişisel sağlık verilerinin kullanılması veya paylaşımındaki temel kurallar ve yüklenicilerle yapılması artık zorunlu tutulan “Gizlilik Sözleşmesi” hakkındaki şartlar bulunmaktadır. Bu genelge ile eş zamanlı olarak yayınlanan bir başka belge ise “Hastane Bilgi Yönetim Sistemleri Alım Kılavuzu (Sürüm 5.1)” dir. Bu belge de anayasa ve diğer mevzuatın paralelinde “Kişisel Sağlık Bilgileri” açısından oldukça hassas bir yaklaşım göstermiştir. “Gizlilik Güvenlik” başlığı altındaki 2.1.32. maddesi: “Kişisel sağlık verilerinin hassas veriler kapsamında olması sebebiyle; İş bırakılırken, kayıtlı tüm veriler hiçbir surette, hiçbir zaman işi bırakan şirkette kalmak üzere kopyalanamaz, çıktı alınamaz, şirket sunucularına aktarılamaz, ifşa edilemez. Aksi davrandığı tespit edilenler hakkında Türk Ceza Kanununun İlgili hükümlerine, ayrıca ihale mevzuatına aykırı davranmaktan dolayı Kamu İhale Mevzuatı hükümlerine göre İdare tarafından Hukuki süreç başlatılır.” 4.8.13. maddesi: “Bilgi sistemleri kapsamında tutulacak her türlü kişisel bilginin gizliliği esastır. Bu amaçla; Kişiler hakkında tutulacak bilgiler gereken en düşük düzeyde tutulmalıdır. Kişisel bilgilerin hizmetin sürdürülmesi ve geliştirilmesi amacı dışında işlenmesi engellenmiş olmalıdır. Sistemde kişisel bilgilerin kurum iş akışını engellemeyecek ancak belirlenen amaçlar dışında kullanımını engelleyecek önlemler olmalı, hasta haklarına riayet edilmelidir” şeklinde ifade bulmuştur.

 Kişisel sağlık bilgileri için hassasiyeti göstermeyen kişi ve kurumlar yaptırımlara maruz kalacak:

Yukarıdaki belgelerin ikisinde de atıfta bulunulan “Gizlilik Sözleşmesi” taslağında ise baştan sona uyarılar ve yaptırımlar bulunmaktadır. Örnek olarak dikkat çeken 5.8. maddede: “Herhangi bir vatandaşa ait kişisel verileri ile kişisel sağlık verilerinin SGK, kişilerin özel sigorta şirketleri ile yapmış oldukları sözleşme kapsamı ile sınırlı olmak üzere bu şirketler, İl Sağlık Müdürlüğü ya da Bakanlık Merkezi haricindeki sunucu bilgisayarlara kaydedildiğinin bağımsız ve yetkili, en az üç kişiden oluşan bir teknik ekip tarafından tespit edilmesi halinde, yazılım tedarikçisine yazılı tebligatta bulunulur ve mümkün olan en kısa süre içerisinde ihlal şartları ortadan kaldırılarak bu yazılımın kullanımına en kısa zamanda son verilir. Yazılımı kullanan diğer hastanelerin de kullanımına son verilmesi için tespitin yapıldığı yerdeki idare tarafından derhal Sağlık Bakanlığına yazılı bildirimde bulunulur“ şeklinde keskin ifadeler bulunuyor. Bütün gelişmeler, artık hem sağlık hizmet sunucularında hem de iş gereği birlikte çalışılan yüklenici firma veya kurumlarda bilişim yönündeki keyfilik ve rahatlıkların yapılamayacağını, kişisel sağlık bilgileri için gereken hassasiyetİ sağlamayan kişi ve kurumların ciddi yaptırımlara maruz kalacağını göstermektedir. Kurumsal bilgi sistemlerinin sağlıklı kurulması ve bilgi güvenliği açısından gereken önlemlerin alınabilmesinin yolu legal yazılım ve hizmet alımından geçmektedir. Bu açıdan yazılım lisanslarının mutlaka tamamlanması ilgili genelgenin en başında 1. Madde olarak yer almıştır. Lisanslı yazılımın kullanılmadığı ve dolayısıyla gereken bakım ve güncellemelerin yapılmadığı bir bilişim altyapısında bilgi güvenliğinden emin olunması ya ileri derecede ihmal veya bilgisizlikten kaynaklanan saflık olabilir. Sağlık Bakanlığı bu durumun sakıncalarını gördüğü için en başta ifade etme ihtiyacını duymuştur. Kamu kesiminde yazılım lisanslarını almadan kullanmak bazen bir başarı veya kamu yararına bir durum olarak algılanabilmektedir. Buna, kamuya baskı yapılamayacağına olan güven duygusu da neden olabilmektedir. Ancak artık durum değişmiştir. Çünkü, aynı kamu kurumunda kurum yöneticilerinin ihmali nedeniyle alınmayan lisanslar ve bunun sonucunda meydana gelen güvenlik açığı ve sistem çökmelerinde yaşanan maddi (ekonomik verilerin kaybolması veya eksilmesi, gecikilmesi, hizmetin aksaması,) ve manevi (bilgilerin izinsiz dağıtılması, kişisel ve kurumsal itibar kaybı v.b.) kayıpların tespit edilmesi halinde sorumlular hakkında adli ve idari işlem yapılacağı çok net olarak ortadadır. Böyle bir durum yaşandığında lisansların eksik olması bir başarı değil suç unsuru olarak ilgili taraflara zarar veren sonuçlar doğuracaktır.

 Kişisel Sağlık Bilgileri bireysel mülkiyet haklarına konu olacak kadar değerli olduğu gibi, sağlık kurumlarındaki işlenmiş veya ham sağlık verileri de entelektüel, stratejik ve ekonomik değeri yüksek kurumsal hazine niteliğindedir. Bu açıdan bakıldığında bu hazineyi işlemeye ve işletmeye talip olan yüklenicilerin artık daha dikkatli, yeterli donanıma sahip ve yüksek kalite döngüsünde hizmet üretebilen kurumlar olması gerekmektedir. İlgili mevzuat ile belirli bir seviye çizgisi çekilmektedir.

 * İlk defa BT Haber Dergisi 888. sayısında yayınlanmıştır.




Kamu Hastanelerinde Hizmet Alımı Yolu İle Personel İstihdamı

Kamu hastanelerinde hizmet alımı yolu ile personel istihdam edilmesi günümüzde kaçınılmaz bir ihtiyaç ve hizmet politikası olarak yaşanmaktadır. Bu konuda beklenen verimin alınabilmesi ve güvenlik v.b. sakıncaların yaşanmaması için planlı bir yapılanma gereklidir.

 Kilit noktalardaki hizmetlerin kamu disiplinine sahip, yasal yetkileri ve sorumlulukları taşıyan personel tarafından yürütülmesi ( Örneğin; Ücretli vezneler, sicil / özlük / maaş kayıtları, tahakkuk birimleri, satınalma gibi) gereklidir. Ancak kamu personelinin sayıca ve nitelikçe azlığı ( halen hastanelerde çalışan memurların genelde sayıları az olduğu gibi yaş ortalamaları oldukça yüksektir ve bilişim teknolojileri v.b. kullanma kapasiteleri düşüktür) bunu imkansız kılmaktadır. Özelliği olan birimlerde çalışan taşeron firma personelinin hemen her türlü evraka ulaşabilmesi, suistimalleri karşısında yaptırımların kısıtlı olması, görevin gerektirdiği yasal altyapıya sahip olmamaları sürekli bir sorun kaynağı olabilmektedir. Hastanelerin konusunda uzman personel ile doğrudan sözleşme yaparak yasal mevzuat içinde çalıştırabilmesi en sağlıklı yöntem olacaktır.

 Hizmet alımı yapılan işin iyi kontrol edilebilmesi ve değerlendirilebilmesi için kamu tarafında yetkin yöneticilerin bulunması gereklidir. Temizlik, güvenlik, yemek v.b. genel hizmetlerde bu durum karşılanabilmektedir. Bilgi işlem v.b. teknolojik hizmet alımlarında ise konusunda uzman personelin eksikliği hemen her kurumda yaşanmaktadır. Kamuda hem hizmet alanına hem de teknolojiye hakim alt ve orta düzey yönetici eksikliği sürekli bulunmaktadır. Sağlık Bakanlığında önceden buna benzer ve mesleki eğitim ihtiyaçlarını gidermek üzere tesis edilen Sağlık Eğitim Enstitüleri bu konuda yeterince değerlendirilmemiştir. Bu okulların kapatılmasından sonra ilgili devir protokollerinde bulunmasına rağmen önceki mezunların akademik gelişimlerini sağlayacak lisans tamamlama programları yeterince açılmamış ve Tıbbi Teknolog ünvanıyla çalışan bu grup ortada kalmıştır. Eğitim imkanları sağlanamadığı gibi sağlık kuruluşlarındaki görev tanımları ve ünvanları yeterince açık olmadığı için joker karakter gibi değerlendirilmektedir. Aslında Tıbbi İstatistik ve Bilgisayar bölümlerinin sayısının ve mezunlarının arttırılması ile sağlık kuruluşlarında hem sağlığı hem de teknolojiyi bilen orta sınıf yönetici personel ihtiyacı giderilebilirdi. Şimdi ise hastaneler için hayati değere sahip verilerin işlenmesi, yönetilmesi ve değerlendirilmesi çoğu kez taşeron firma personellerinin kontrolünde yapılmaktadır. Veri güvenliğinden hasta mahremiyetine kadar bir çok konuda potansiyel risk yüksektir.

Kamu hastanelerinde yaşanan önemli bir sorunda taşeron personelin maaşlarının hesaplanmasıdır. Uzmanlık ve özel eğitim gerektiren işlerde çalışan personel için belirli bir rayiç bedelin gösterilmesi zordur. Hastane yöneticileri sorumlu tutulmak ile personeli elde tutabilecek piyasa şartlarına uygun maaş katsayısı tanımlamak arasında çelişkiye düşmektedir. Çoğu kez uzmanlık gerektiren ( Örneğin uzman yazılımcı personel) işler için tarif edilen maaş katsayısı hastane yöneticilerinin maaşlarının çok üzerinde olmakta, bu durum gizli bir sıkıntı kaynağı teşkil etmektedir. Aksi takdirde emek verilen deneyim sahibi personel diğer kurumlara transfer olmaktadır.

Kamuda çalışan taşeron personelin kıdem tazminatı KİK hesaplama tablolarında yer almadığı için hastane satın alma birimlerince maliyet kalemleri arasında gösterilemez ve yok sayılır. Bu durumda hastanede farklı firmalar adı altında uzun süre çalışan bir personelin iş çıkışında kıdem tazminatı alması zorlaşır veya firmalar ödemekten imtina ederler. Ancak kıdem tazminatı İş Kanununa göre yasal bir haktır. Taşeron firma ile birlikte üst işveren olan hastanelerde bu hakkın kullanılmasından müteselsilen sorumludur.




Ek Ödeme Sisteminin İyileştirilmesi

Halen kamu hastanelerinde uygulanan ek ödeme sistemi 2 ayrı yapıda çalışmaktadır. Normal devlet hastaneleri ve Eğitim Araştırma Hastaneleri şeklinde esas alınmıştır. Her uygulamada olduğu gibi ek ödeme sistemininde de iyi ve kötü sonuçlar alınmaktadır. Başta sağlık personeline sürekli ve düzenli bir gelir sağlaması, çalışma hayatına belli standartlar getirmesi, hastalara yapılacak girişimsel işlemlerin hasta lehine teşvik edilmesi esas iyi sonuçlar olarak sayılabilir.

Sistemin genel yapısı üzerinde yapılacak eleştiriler ve beklenen düzeltmeler şunlardır:

1. Sistem %99 hekim performansı üzerine kurulmuştur. Hekimin dışındaki personelin tek performans göstergesi fazla mesai saati hesaplama gibi kalite ve performans ölçütü olamayacak bir kriterdir. Fiilen bir ekip hizmeti olan sağlık mesaisinin ana yapısı parçalanmış ve hekim dışı personel yok sayılmıştır. Performans puanlamasında hekimdışı personel hizmetleride dikkate alınabilmelidir.

2. Ek ödeme tavan katsayı sınırlarında hekim personelin maaşlarının 8 katına kadar performans karşılığı alabilme hakkı verilirken, hekim dışı personele sadece 1,5 ve özellikli birimlerde çalışan az sayıda personele 2 kat uygun bulunmuştur. Bu durum adalet duygusuna kökten aykırıdır. Fiilen fazla mesai yapmış olsa bile tavan eşiğine takılması nedeniyle fazla mesai karşılığı hiç bir zaman tam olarak alınamamaktadır. İş huzuru ve barışı bu noktada kırılmaktadır. Bir hekimin tavan tutarı 9900 YTL olabilirken, hizmetli sınıfı personel için tavan en çok 350 YTL, üniversite mezunu kıdemli hemşire sınıfı için tavan 1200 YTL civarında olmaktadır. Hekimdışı personelin tavan katsayısı arttırılmalıdır.

3. Genel olarak, yönetim kadrosunda bulunan, hastanelerin çalışabilmesi için kritik faaliyetleri yürüten, astronomik rakamlardaki evraklara sorumlu olarak imza atan ancak bir hata durumunda güvencesi olmayan idarecilere layık görülen tutarlar özel sektörde çalışan muadillerinin çok çok altında kalmaktadır. Yetişmiş uzman yöneticilerin bu durumda kamudan ayrılma talebi artmaktadır.

4. Verilen katsayılar hastanelerin durumlarına özel farklılıklara uygun olarak adil şekilde değişmediğinden başka bir haksızlık doğmaktadır. Örneğin: Büyük şehirde 700 yataklı,1200 personeli ve yıllık ortalama 100 milyon YTL ( TL olarak 100 Trilyon) cirosu olan bir hastanenin müdürü ile; bir ilçenin 50 yataklı, 200 personeli ve yıllık ortalama 20 Milyon YTL cirosu olan hastanenin müdürü aynı miktarda ek ödeme almaktadır. Burada verilen emek ile alınan riskler arasındaki anormal fark ek ödemeye yansımamaktadır. Kuruma özel farklar dikkate alınmalıdır.

5. Bazı formül ve katsayılar dışında Devlet ve Eğt.Arş. Hastanelerinde aynı sistemin kullanılması sağlıklı sonuçlar vermemektedir. Devlet hastanelerine güzel oturan sistem Eğt.Arş.Hastanesi formatına uymamaktadır.

6. Part time – full time uygulaması adil görülmemektedir. Performans puanı kişinin yaptığı eylem ve işler ölçüsünde toplanmaktadır. Kişinin özel hayatındaki durumu bu puanı etkilememelidir. Bu tıpkı evli olursanız puan x 5 bekar olursanız puan x 1 gibi ilgisiz bir konudur. Hekim hastanede çalışırken part time olduğu için işini eksik bırakmaz, gerektiğinde işine devam eder, icapçı nöbetine gelir, v.s. İşinden 1 saat önce çıkması zaten iş yapamayacağı için puanının azalması demektir. Ayrıca %70 oranında bir ceza uygulaması adil bir yaklaşım değildir. Bu tıpkı maçta 3 gol atan bir futbolcunun “-Sen uzun boylusun o yüzden 2 sini yok sayıyoruz” denmesi gibi bir şeydir. İşin bir başka yönü ise 2 defa vergi alınmaya neden olunmasıdır. Özel muayenehanesinde personel çalıştıran, ssk primi, gelir vergisi v.b. yükümlülüklerini yerine getiren hekimin ayrıca muayenehane ile hiç ilgisi olmayan resmi görevindeki gelirinin ayrıca kesintiye tabi tutulması çifte vergilendirmeden başka bir şey değildir.

Eğitim Araştırma Hastaneleri Uygulamasına Yönelik Eleştiri ve Öneriler:

1. Klinik şefliklerinin baskın yapısı nedeniyle hekimler özgürce performansa yönelik çalışma yapamamaktadır. Kimlerin ameliyata gireceğini, poliklinikte kimin olacağını şefler tayin etmektedir. Şefle arası iyi olan ve olmayan farkı her zaman olmaktadır.

2. Asistanların çalışmaları esas alınmadığı, fakat fiilen poliklinik hizmetlerinin çoğu asistanlar tarafından yapıldığı için sistem gerçek olmayan kayıtları teşvik edip, hiç polikliniğe gelmemiş olan şef ve uzmanların adlarının listeye alınmasını zorlamaktadır. Aktif olarak poliklinik yapmayan fakat o gün sorumlu olarak atanan hekim poliklinik puanı alabilmektedir. Asistaların bizzat yaptığı çalışmalarında kendi isimleri ile kaydedilmesi hem asistan açısından hem de uzmanlar açısından gerçek performans sonucunu verecektir. Kısaca işi kim bizzat yapıyor ise puan onun adına işlemelidir.

3. Sistem klinik şeflerinin de sıradan uzman hekim gibi çalışmasını zorlamaktadır. Aksi halde net performans puanı düşmektedir.Klinik yönetimi, bilimsel çalışmalar, asistan eğitim seminerleri v.s. işler puan olarak yeterince değerlendirilmemektedir. Bu durumda 2 sonuç doğmaktadır: Klinik şefi ve yardımcıları bizzat yapmadıkları halde bazı girişimsel işlemler onların adına kayıtlanmaktadır veya yönetim ve eğitim faaliyetleri asgariye indirilerek bireysel performans telaşına düşülmektedir. Klinik şeflerinin diğer yönetici kadrosu gibi standart olarak hastane ortalamasından belirli katsayılar üzerinden ek ödeme alması sağlanmalıdır. Bu durumda bir klinik şefinin başka bir kliniğin asistanından daha az ek ödeme alması gibi garabetler ortadan kalkacaktır.

4. Halen, asistan hekimlerin eğitim aldıkları ve yaptıkları işten sorumlu olmadıkları gerekçesi ile puan toplamaları önlenmiştir. Ancak TUS sınavını birlikte kazandıkları ve eşit haklara sahip oldukları halde şans eseri aynı branştan 2 ayrı kliniğe düşen asistanların ek ödemesinde bile büyük farklar olabilmektedir. Bu durumda puan hacmi yüksek kliniğe düşen şanslı, puan kapasitesi düşük olan kliniğe düşen şanssız ve cezalı gibi olmaktadır. Farklı branşlardaki asistanlar arasındaki farklar ise uçurum kadar derindir. İşin doğrusu madem ki asistanlar eğitime geliyor ve puan toplayamaz ise tamamı aynı miktarda yani hastane ortalamasından almalıdır.