Anayasa Değişikliği Yapılacaksa İstediklerimiz ve İstemediklerimiz Nelerdir?

Her ne kadar ülkemizin çok daha acil ve önemli sorunları olsa da Hükumetin anayasa değişikliğini ısrarla gündeme getirmesinden kaçınmanın pek mümkün olamadığını görüyoruz. Bu nedenle akıntıya karşı kürek çekmek yerine, doğru hedefe dümen kırmanın şuurunda olmak ve mümkün olduğu kadar hayırlı gelişmelere yöneltmek arzusuyla bu yazıyı kaleme alıyorum. Hukukçular gibi yapısal açıdan değil, duyarlı bir vatandaş ve akademisyen nazarıyla yaklaşıyorum.

Israrla yeni anayasa denilse de aslında hiçbir anayasa yeni kalmıyor. Darbe dönemlerinde yapılan büyük revizyonların dahi zaman içinde önemli ölçüde değiştirildiğini biliyoruz. Sırf değiştirmiş olmak için baştan sona farklı bir anayasa yazmak için ne toplumsal mutabakatın ne de siyasi olgunluğun gelişmediğini düşünüyorum. Çünkü görüş alınan STK’lar belli ve aşırı taraflı, iktidar kısmı son ana kadar gizli saklı, muhalefet tarafı her şeye hayır keskinliğinden bir türlü kurtulamıyor. Bu şartlar altında, toplumun önemli bir kısmının duygu ve düşüncelerine, temel değerlerine aykırı olsa da çok sayıda düzenlemenin umarsızca yapılageldiğini, yapılmasını istediklerinin de sürekli göz ardı edildiğini izledik.

Anayasa değişikliğinde yer almasını istediklerimiz:

1- 2010 yılında Anayasanın 10. maddesindeki  “Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür.” cümlesinin arkasına eklenen “Bu maksatla alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı olarak yorumlanamaz.” cümlesi ile buz gibi ayrımcılığın, kanunlar nezdinde erkek düşmanlığının, sapkın içerikli toplumsal cinsiyet dayatmalı İstanbul Sözleşmesinin önü açılmıştır! Kamu tarafında hem kadın-erkek eşitliği denilip hem de açıkça kadından tarafa anormal bir yapılanmaya neden olan bu ifade çıkarılmalıdır!

2-Sürekli istismar edilen ve darbelere dayanak tutulan laiklik ilkesinin ne demek olduğu anayasal metinde yer almalı, din ve vicdan hürriyeti kapsamında devletin dine ve dinini yaşama hakkına olan mesafesi tanımlanmalıdır.

3-Ailenin tanımı yapılarak erkek ve kadının evliliği ile çocuklardan oluşan çekirdek yapısı 41.madde içinde yer almalıdır. Eşcinsel evliliğin, eşcinselliğin reklam ve propagandasının yasaklığı açıkça yazılmalıdır. CEDAW sözleşmesinden sonra dayatılan Toplumsal Cinsiyet Rolleri Eşitliği sapkın düşüncesinden yola çıkılarak yok edilen “aile reisliği” modeli geri getirilmeli, insani olarak kadın -erkek eşitliği temelinde fakat aile içindeki doğal rolleri özelinde sorumluluk, hak ve yetkilerinin farklılığı sosyal ve kültürel değerlerimize uygun olarak işlenmelidir.

4-80 Darbesi sonrasında ABD’nin Türkiye’deki nüfus gelişimine ket vurmak için dayatmasıyla Anayasanın 41.maddesine sokulan “Devlet, … aile planlamasının öğretimi ile uygulanmasını sağlamak için gerekli tedbirleri alır, teşkilatı kurar.” ifadesi derhal çıkarılmalıdır. Nüfus büyüme hızımızın eksi değerlere düştüğü, toplumun hızla yaşlandığı bir süreçte aile planlaması denilen nüfus karşıtı ödevlerin Anayasamızda yer alması makul değil, zararlı bir haldir!

5-Ak Parti döneminde 2004 yılında Anayasanın 38. maddesine eklenen “Ölüm cezası ve genel müsadere cezası verilemez.” ifadesi değiştirilerek her türlü şüpheden uzak şekilde delillerle ispatlı haksız cinayetlerde, çocuk tecavüzleri ve silahlı terör eylemlerinde idam cezasının gelmesi sağlanmalıdır. Ayrıca mala ve bedene kasıtlı zarar verenler için fiilen kısas gibi mütekabil cezaların verilmesine imkan sağlanmalıdır. Bu değişiklikleri önleyen Avrupa İnsan Hakları ek protokollerinden ve diğer sözleşmelerden de çekilme kararı alınmalıdır.

6-Anayasanın mümkün olduğu kadar sadeleştirilmesi, güncel gelişme ve ihtiyaçlara göre hem daha hızlı hem de daha kolay olan kanunlar yoluyla ayrıntıların işlenmesi temel görüş olmalıdır. Bu nedenle temel konular dışında kalan ayrıntılar anayasadan çıkarılarak kanunlara aktarılmalıdır.

7-Devlet yapısının adeta bir din veya tarikat tutuculuğuna dönüşen keskin Kemalist ideolojiden rahatlatılması ve Milli birlik ve bütünlüğümüze halel getirilmeden yapılabilecek diğer kuşatıcı/birleştirici/kaynaştırıcı düzenlemelerden yana olmakla beraber; şu andaki siyasal ve toplumsal iletişimin zayıflığı yanında aşırı gerginliği nedeniyle çok anlamlı ve faydalı bulmadığımdan, daha esnek ve barışçıl bir süreç içinde değerlendirmek üzere ertelenebileceğini düşünüyorum.

8-Milletvekilliği bir meslek değil geçici görevdir! Milletvekilliğinden emekli olup sonra tekrar seçildiğinde bu sefer ayrıca maaş alma garabetine ve israfına son verilmelidir. Milletvekili olunduğu sürece makul bir ücret alınması, görevi bittiği zaman asli mesleği veya göreviyle ilgili gelirine dönmesi, eski milletvekili olmanın bazı konularla ve şahsi ayrıcalıkla sınırlı sosyal haklar şeklinde taltif edilmesi sağlanmalıdır.

Anayasa değişikliğinde yer almasını kesinlikle istemediklerimiz:

1-Siyonist sermeyenin sponsorluğu ve tahakkümü altında faaliyet gösteren Dünya Sağlık Örgütü ile Paris İklim Anlaşması gibi mihrakların dayattığı düzenlemeler anayasamıza işlenmesin, mevcut kişisel ve kamusal haklarımızdan geriye dönüş, azaltma, eksiltme ve daraltma olmasın!

2-Vatandaş olarak vücut bütünlüğümüz ve sağlığımız üzerindeki haklarımızda, yetkilerimizde, hem kişisel hem de Velisi-Vasisi olduğumuz aile fertlerimiz ve özellikle çocuklarımız açısından bir eksiltme-daraltma olmasın!

3-Seyahat ve mülkiyet gibi temel haklarımız, tarım ve hayvancılık, ticaret ve girişimcilik gibi faaliyetlerimiz açısından bir eksiltme, daraltma veya alıkoyma gibi yeni kısıtlamalar eklenmesin! Zorunlu haller açıkça tanımlansın ve yargı denetiminden kaçırılan idari karar yolları bulunmasın.

Konuyu ayrıntılarla uzatmak mümkündür ama meramımızı anlatmaya bu kadarının kafi olduğuna inanıyorum. Çözülmesi beklenen yığınla toplumsal sorun ve talepler meclis gündemine bile alınmıyorken, anayasa değişikliğinde bu kadar öncelik ve ısrarın; gündemi karartan ve oyalayan, küresel mihrakların hedeflerine hizmet eden sakıncalı bir yaklaşım olduğunu düşünüyor, her şeye rağmen Vatanımıza ve Milletimize hayırlara vesile olmasını diliyorum.




EYT Düşmanlığı Her Kabahati Örter mi?

Rahmetli Bülent Ecevit Hükumetinin, 1999 yılında Milletin başına bela ettiği 4447 sayılı kanunla ortaya çıkan Emeklilikte Yaşa Takılanlar meselesinde, tarih bir kez daha tekerrür etti! Sayın CB Recep Tayyip Erdoğan hükumetinin 2023 yılında çıkardığı  7438 sayılı kanunla, kendisi de ayrı bir facia olan 5510 sayılı yasaya geçici 95. madde eklenerek, EYT mağdurlarının büyük bir kısmına emeklilik yolu açıldı.

2023 EYT düzenlemesi SGK odaklı sorunları çözmek yerine, kerhen yani istemeyerek yapılan bir günü kurtarma operasyonuydu. Sivil toplum dayanışması açısından neredeyse kemikleşmiş ve giderek siyasallaşan büyük bir sosyal kitlenin; 2019 yerel seçimlerinde sandıktan verdiği acı mesajın farkında olunarak, 2019 yılı Kasım ayında “seçim kaybetsek de ben bu işte yokum” denilen inadı kırıldı ve kısmi rahatlık sağlandı. Aksi halde  2023 genel seçimlerinin kazanılamayacağı çok belli idi. Nitekim seçim sonuçları da bu tabloyu çok net gösterdi.

EYT’nin kendi içindeki mağdurları tam kapsamadan (kısmi ve 5000 primciler), Bağ-Kur tescil ve yüksek prim günü mağduriyetini söz verildiği halde gidermeden, EYT’den daha eski olan çırak ve stajyerlik sigortası sorununu çözmeden, sadece 1 gün fark olsa bile 9 Eylül 1999 sonrası işe girenlerin 17-20 yıl emekliliklerinin ötelenmesinin nedeni, mağdur kitleyi bölüp yönetilebilir parçalara ayırmaktır! SGK mağduriyetlerini tamamen kaldırmak değildir! Tarihin en eski emperyalist yönetim taktiklerinden birisi olan böl-parçala-yönet stratejisinde, İngilizler açık ara uzmandır. Kendisi de Milli Görüş hareketinin bölünmesiyle ortaya çıkan Ak Parti yönetiminin, mağdur kitlelerin siyasal etkinliğini kontrol etmek için bu yöntemi uygulaması etik olmasa da garip değildir!

EYT düzenlemesi, emeklilik haklarına geriye dönük el konulan mağdurlardan özel veya sağlık şartları gereği normal prim günlerini dolduramamış sigortalıların, yaş haddinden kısmi emeklilik haklarını geri vermemiştir. 1999 öncesi emeklilik için yeterli olan 5000 prim gününün aynen uygulanacağını defaatle ilan eden dönemin Çalışma Bakanı ve Ak Parti Meclis Başkan Vekillerine rağmen, kanundaki prim gün sayısı 2002 tarihli kademeli usulde çıkmıştır. Bu iki konuda yanlış yönlendirilen ve umut verilen zaten mağdur olan insanlarımız, eksik primlerini tamamlamak uğruna SGK’ya ödemeler yapmış, borca girmiş, kredi çekmiştir. Ancak günün sonunda hem emekli olamamış hem de borçlanarak ayrıca mağdur edilmiş, şeddeli zulme maruz bırakılmışlardır.

Bağ-Kur tescil mağdurları hiç gündeme dahi alınmamış, prim gün sayısının 9000’den 7200 güne indirilmesi için hem Bakan hem de CB tarafından söz verilmesine rağmen gereken yapılmamıştır. Sayın CB yakın zamandaki bir konuşmasında EYT düzenlemesinden memnuniyetsizliğini ve pişmanlığını tekrar etmiş, sadece Bağ-Kur prim indirim sözünü yinelemekle kalmıştır. Bakanların ve bazı vekillerin EYT düzenlemesine ve EYT mağdurlarına olan kötü duyguları defalarca ortaya konulmuş, SGK tabanlı ve özellikle emeklilere yaşatılan zulme en büyük bahane yapılmıştır. Bu düşüncesiz ve dirayetsiz tavır yüzünden diğer mağdur kesimleri ile EYT’den yararlanan eski mağdurlar arasına kin ve nefret tohumları ekilerek, sosyal fitneye neden olunmuştur!

CB ve kabinesinin EYT mağdurlarına olan düşmanca söylemlerine CB Sayın Erdoğan’ın oğlu Bilal Erdoğan’da katılarak yeni boyutlara taşımış veya yapılan garabete tüy dikmiştir! “EYT büyük bir felaketti, kandırıldık!” diyen Sayın Bilal Erdoğan, bu sözleri ile ne kadar topluma ve sorunlarına uzak kaldığını, babasının aksine ne kadar öngörüsüz ve dirayetsiz bir durumda bulunduğunu göstermiştir! Sayın Bilal Erdoğan ve onun gibi düşünen EYT düşmanlarına bazı konuları sormak isterim!

-Öncelikle EYT mağduriyetini tam olarak biliyor musunuz? “Emeklilikte yaşa takılanların yaş ortalaması 49,9’dur” diyen dönemin Çalışma Bakanı Sayın Vedat Bilgin’mi doğru söylüyor, yoksa “42-45 yaşında emekli oldular” diyen siz mi?

-Babanızın hükumeti ile 2008 yılında çıkarılan 5510 sayılı kanunla Emeklilikte Aylık Bağlanma Oranlarının %28 gibi anormal seviyelere düşürüldüğünü, bağlanan emekli maaşlarının da sadaka gibi kaldığını, bu maaş hesabından utanan Hükumetin en düşük emekli maaşına seyyanen zam katarak şu anda ancak 12.500 TL’ye çıkardığını, bu maaşla değil bir ailenin tek kişinin bile geçinmesinin mümkün olamayacağını bilmiyor musunuz?

-Gençlerimize Kur Korumalı Korumalı Mevduat Hesabı ile faiz simsarlarına hiç bir karşılığı olmadan hazineden hortumla para akıttığınızı anlattınız mı? Ödediği primlerin hakkı ile emekli maaşı alan EYT mağdurlarını şeytanlaştırırken, faiz simsarlarına neden kör, sağır ve dilsiz kaldınız? Sizi bu konuda kimler kandırdı?

-Hava ulaşımında aktif olmayan Balıkesir Havaalanı gibi ödeme garantili müflis yap işlet projelerden, pandemi sırasında herkes evinde mahpusken bile ödemesi azaltılmayan otoyol ve köprülerden hazineye doğan zararlar, EYT’nin doğal maliyetine göre devede kulak mı? Gençlerimizi bu konularda uyardınız da biz mi duymadık?

-Seçime bağlı geçici bir görev olan Milletvekilliğinden 2 yılda ballı emeklilik ve tekrar seçilince duble maaş saltanatından, 4-5 yerden huzur hakkı alan süper gelirli Bakan yardımcısı ve bürokratlardan, envai çeşit kuruluştan maaş bağlanan Ordu Büyükşehir Belediye Başkanı gibi siyasilerden, hiç bir alakası olmadığı halde demir çelik işletmelerine yönetim kurulu üyesi yapılan bakan eskilerinden, birilerine koltuk vermekten öteye gitmeyen işlevsiz ve cisimsiz kalan CB Politika Kurulu üyelerinden rahatsız oldunuz da biz mi bilmiyoruz? İsraf ve haksızlık denilince bunlar da aklınıza geliyor mu?

Maalesef her Türk genci sizin ve Sayın Binali Yıldırım beyin oğlu  gibi gemi filoları kuracak kadar şanslı veya nasipli değil! O yüzden kendiniz hak etseniz de burun kıvırdığınız EYT emekliliği hakkında, bir kısmı emekliliği nasip olamadan vefat etmiş mağdurlar için, haksız ve istihza dolu konuşmalar yapmayınız ve milyonlarca insanın vebalini üstlenmeyiniz! EYT düşmanlığınız her kabahatinizi örtmeye yetmez! Ama milletin gözünden ve gönlünden hızla düşmenize yeter de artar bile!

Gençleri gerçekten düşünüyor ve değer veriyorsanız; meslek liseli ve çırak gençlerimize yaşatılmaya devam edilen ucube yarım sigorta meselesini ve 1 gün farkla dayatılan 17-20 yıl geç emeklilik garabetini acilen çözmek için destek olabilirsiniz! Buyurun efendim, Halep oradaysa arşın burada!…




Devlet Memurlarının Talepleri Nelerdir?

Kısaca “Toplumsal Beklentiler” adıyla bilinen ve aslında yıllardır çözülmesi istenen, birçoğu kronikleşmiş talep ve mağduriyetlerimiz var. Ne yazık ki Yüce Meclisimiz tatil yapmaktan, ne kadar faydalı ve gerekli olduğu belirsiz devlet anlaşmalarını (Filistin vatandaşlarının Türkiye’de, Türk Vatandaşlarının Filistin’de ehliyetlerinin geçerli sayılması gibi!) tartışmaktan, toplumsal beklentileri konuşmaya bir türlü fırsat bulamıyor!

Gittikçe kabaran toplumsal beklentileri gruplara ayırarak derlemeye karar verdiğim yazı serisinin ilkinde, Devlet Memurlarının sorun ve taleplerini yazmaya çalışacağım. Ne kadar gayret etsem de mutlaka eksikler de çıkacaktır. Onları da yorumlama eklemeleri dileğiyle değerli okuyucularımın anlayışına bırakıyorum.

Devlet memurları arasında en fazla mağdur edilen grup, Yardımcı Hizmetler Sınıfıdır. Aidat tahsildarı, atama kulisçisi, lüks yaşama özentili sendika ağalarının kendi sözleşme ve belgelerini dahi unutarak mağduriyetlerini sürdürdüğü, kompleksli kamu amirlerinin yönetimde tahakküm şehvetlerini söndürdüğü, bütün kalite kriterlerine aykırı olmasına rağmen ısrarla sürdürüldüğü bir garip sınıftır yardımcı hizmetler. Yardımcı hizmetler sınıfının kaldırılarak mensuplarının eğitimlerine uygun genel idari ve teknik hizmetlere aktarılmasını istiyorlar ve haklılar da! Taşerondan sözleşmeli işçiliğine geçen kardeşlerimizden de düşük maaşları alan, emeklilikte en çok sefil edilenlerden olduklarını da söylemeye gerek yoktur sanırım.

Devlet memurlarının tamamını ilgilendiren büyük bir sorun da emekliliğe yansıtılmayan maaş ve aylık gelir kısımlarıdır. Özellikle geçen yıl kanuna karşı muhalefet edilerek 375. KHK’ya eklenen geçici 40. maddesi ile sadece çalışan memurlara seyyanen zam yapılması tam bir haksızlık, zulüm, ekonomik ve sosyal bir faciadır! Bu garabet yüzünden zincirleme sorunlar çıkmıştır! Emekli memurlar şimdi 14.500 TL olan fark yüzünden sefil olmaktadır. Maaş bağlanma oranlarını yüzde 40 civarına düşüren bu uygulama sonucu artık devlet memurları emekli olmayı asla düşünememektedir. Kamu kurumları 65 yaşına kadar zorla çalışan, mutsuz ve verimsiz personelle dolmaktadır. Artık devletin yaş ortalaması hızla yükselecektir. Memurlar emekli olmadığı için gençlerimiz de kamuda boş kadro bulup atanamıyorlar. Bu haksız ve vicdansız uyanıklığın millete maliyetini gören yok mu? Memurların maaşlarına çeşitli isimlerle eklenen sabit gelirlerin mutlaka emekliliğe yansıtılması gerekir. Değişken olanlarda ise bir oranlama sistemine geçilmelidir.

Sözleşmeli veya kadrolu memurların, gerek normal kurumlarda, gerekse  üniversite ve belediyeler gibi özerk kuruluşlarda en çok maruz kaldığı sıkıntılardan birisi de eş durumu sorunu ve aile birleşimi engelidir. Suiistimal edenlere ağır yaptırım ve önlemler eşliğinde, aile birleşimi kolaylığı sağlanmadığı sürece devletin aile hassasiyeti kağıt üzerinde kalmaktadır. Şu anda çoluk çocuk ayrı şekilde yaşamaya veya artık dayanamayarak boşanmaya zorlanan binlerce memur ailesi bulunmaktadır. Aile dostu politikalar gerçek icraatlar ile gösterilmelidir!

Devlet memurlarının, EYT düzenlemesi sonrası mağdur edildiği diğer bir konu da askerlik ve eğitim borçlanmasıdır. SSK ve Bağ-Kur sigortalıları işe giriş öncesi askerlik için borçlanarak, askerlik kadar süreyi geriye çekebilirken, bu haktan Devlet Memurları SGK’nın keyfi yorumuyla mahrum bırakılmıştır. Diğer dönem astsubaylar sivil okul borçlanmasından yararlanabilirken, 2000-2002 arası dönemlerdeki astsubaylar da tuhaf bir şekilde bu haktan faydalandırılmamıştır. Memurların, askerlik ve sivil eğitim borçlanma sorunları çözülmelidir.

Kurumlar arası yatay geçişle kariyer değişikliği imkanı 657 sayılı devlet memurları kanununda yer almasına rağmen, Milli Eğitim Bakanlığının 12 yıl önce yayınladığı bir yönetmelikle bu hakkın kullanımı iptal edilmiştir. Kanuna aykırı düşen bu yönetmelik 12 yıldır yürürlüktedir. Öğretmenlik eğitimi almış ve zaten memur kadrolu liyakatli öğretmenler varken çocuklarımızın öğretmensiz bırakılması, ücretli öğretmenlik vb. geçici çözümlere gidilmesi, iyi niyet ve başarılı yönetim anlayışıyla izah edilemez. Bu sorun giderilerek tekrar ilk atamalarda yüzde 3 oranında memur öğretmenlere yatay geçiş yolu açılmalıdır.

Türkiye’de çalışacak yabancı mimar ve mühendisler için en az asgari ücretin 4 katı maaş ödenme şartı bulunmaktadır. Ne yazık ki bu oran memur kadrosunda çalışan yerli mimar ve mühendislerimiz için çok görülmektedir. Milyonlarca insanın hayatın etkileyen iş ve projelere imza atan memur kadrolu mimar ve mühendislerin, çok düşük maaşlara mahkum edilmesi çok yönlü tehlike ve sıkıntı kaynağıdır. Nitelikli personelin devletten uzaklaşması, yolsuzluk gibi istenmeyen olaylara zemin kurması, kalite ve verimliliğin düşmesi gibi sorunlar sıraya girmektedir. Mimar ve Mühendisler ile yakın grupta sayılan hakim-doktor kadrolu memurlar arasındaki gelir farkı yıllar içinde uçuruma dönmüştür. Bu haksızlıkların giderilmesi gerekir.

3600 ek göstergenin verilmesinde eksik kalan ve vaatler yapıldığı halde unutulan lisans mezunu devlet memurları ile emeklilerinin geciken hakları verilmelidir. Aynı şekilde fiilen yöneticilik yetki ve sorumluluklarını üstlenen ama ek gösterge ve ek ödeme gibi konularda düz memur muamelesi yapılan kamu şeflerinin de bozulan ekonomik yapıları düzeltilmelidir.

Bazı bakanlıklarda meslekler arası ayrımcılık açısından anormal derecelerde sorunlar yaşanmaktadır. Örneğin Sağlık Bakanlığındaki yönetim makamlarının yüzde 95’i sadece hekimler tarafından doldurulmuştur. 39 sağlık branşının temsilcileri sayı ve görevlerine uygun hakkaniyetle temsil makamı bulamamaktadır. Bunun adı hegemonyadır. Aynı şekilde Türk Silahlı Kuvvetlerinde de subaylar ve astsubaylar arasındaki ayrımcılıklar göz ardı edilemez boyutlara ulaşmıştır. İnfaz Koruma Memurları fiilen hayati risk taşıyan tehlikeli ve yıpratıcı bir görev yaparken genel idari hizmetler sınıfında tutularak mağdur edilmektedir. Kısacası bakanlıklarda olması beklenen meslekler arası hiyerarşi ve hakkaniyet, yerini ayrımcılık ve zulüm boyutlarına bırakmıştır. Bunların düzeltilmesi istenmektedir.

Kurum yöneticilerinin keyfi tasarrufu ve bazı memurların asli işinden kaçınması sonucu yaşanan bir durum da memurların kendi kadro ve görevinde olmayan işleri yapmasıdır. Bazen zorunluluk nedeni olsa da genelde gönüllü bir görevlendirme olduğu bilinmektedir. Bu yüzden asli işini yapamayan memur ve memur adayları da çoktur. Bakanlıkların bu konuya göz yumması ve desteklemesi nedeniyle sağlık yönetimcisi, laborant, optisyen, İİBF mezunları gibi çok sayıda meslek mezunları kendi kadrolarında iş bulmakta zorlanmaktadır. Ayrıca yüksek puanlarla gelerek 4001 kodu kolaylığından yararlanan farklı meslek mezunları, kapağı devlete atabilmek için yapmayacakları işlere başvurmaktadır. İşe başlayınca yeniden atama için fırsat kollamakta ve ilk imkan bulduğunda bırakıp gitmektedir. Bu kişiler yüzünden işgal ettikleri kadrolar yanmakta, hem kamu kurumu hem de asıl branş mezunları mağdur olmaktadır. Bu tür etik olmayan zararlı memur yöntemlerine karşı tedbir alınmalıdır.

Yakın zamanda FETÖ vb. iltisaklı yöneticilerin kasıtlı işleri, bir kısmı haksız bir kısmı haklı da olsa verilen disiplin cezaları nedeniyle sicili bozulan memurlar da vardır. Çeşitli af ve düzenlemelerin konuşulduğu bugünlerde memurlara sicil affı da beklentiler arasındadır.

Bildiğim ve duyduğum memur sorunları ve beklentileri bunlardır. Meclis ve Hükumetin değerlendirerek çözmesi dileğiyle bilgi ve dikkatinize sunarım.




İklim Dayatmalarını Ne Kadar Biliyoruz?

Paris İklim Anlaşması, iklim yasası, iklim değişikliği bakanlığı, karbon ayak izi gibi ifadeleri ilk duyduğumda, ben de her vatandaş gibi vasat bilgi ve görüşlere sahiptim. Duruşuna değer verdiğim yazar ve tanınır kişilerin yoğun tepkisi ile, hükumetin büyük bir iştahla iklim yasasını ve beraberinde çok sayıda düzenlemeyi gündeme alma çabaları yeterince şüphe ve merak uyandırıcı oldu.

Devlet kurumlarında baş döndürücü bir yapılanma yaşandı. Daha ne olduğu anlaşılmadan Çevre ve Şehircilik Bakanlığına “İklim Değişikliği” de eklendi. İklim Değişikliği Başkanlığında ilk kurulan yapılardan birisi de Karbon Fiyatlandırma Dairesi Başkanlığı oldu! Sanki senaryosu ve oyuncuları çok önceden belirlenmiş ve eğitilmiş gerçek zamanlı “realityshow” içinde hissettik kendimizi!

Bu konuda ileri geri konuşmadan önce kaynak araştırması ve okumalar yapmak istedim. Böylelikle hissettiğim gidişatı gerçeğe en yakın olabilecek şekilde tarifleyebilirdim. Mümkün olduğu kadar kısa ve özet tutarak tespit ve düşüncelerimi sunuyorum.

Okumaktan çabuk sıkılanlar için süper kısa tespitlerim:

1- İklim anlaşmaları ve karbon hezeyanlarının temelinde, dünyanın var oluşunda, su ve hava gibi doğal kaynakların yaratılmasında hiçbir hakkı ve emeği olmayan muhteris bir güruhun, ısmarlama iklim paranoyalarına dayanarak global kazanç ve varlık kontrolünü sağlama açgözlüğü yatıyor!

2-Geleneksel tarım ve hayvancılık yöntemlerini baskılayarak suni kıtlıklar çıkarmak, gıda kaynaklarını ve dağıtım kanallarını tekelleştirmek istiyorlar!

3-Eşcinsel sapkınlığını kapıdan kovulsa da bacadan giren pislik gibi iklim değişikliği uygulamalarında da zorla sokuyorlar!

4-Geleneksel aile yapısına olan düşmanlıklarını “özellikle kadın” adresli işlemler ile hayata geçirip ailesinden koparılmış, erkeğinden ayrıştırılmış kadınların sayısını tarım ve işletmelerde de artırmayı hedefliyorlar!

5-Hızlı, kaliteli ve ekonomik sağlıklı et kaynağımız olan büyükbaş hayvancılığı bitirmek istiyorlar!

6-Haram kabul edilen yapay et ve böcek gibi alternatif protein kaynaklarına zorluyorlar!

7-Sıfır karbon dayatmasıyla konut ve işletmelerin büyük maliyetlere katlanarak ayak uydurmasını, buna gücü yetemeyen orta kuşak vatandaşların hızla mülk kaybı yaşamasını ve hemen her alanda sahip yerine kiracı modeline dönüşmesini amaçlıyorlar! Yani sinsi bir mülksüzleştirme projesini uyguluyorlar.

8-Deli Dumrul vergisi gibi yoktan ihdas ettikleri, kendilerine ait olmayan havanın kullanımından vatandaşa vergi çıkarıyorlar.

9-Karbon ayak izi veya kotası gibi uygulamalar ile en temel sağlık, seyahat, beslenme ve çalışma gibi haklarımıza kısıtlama getirmeyi hedefliyorlar!

10-Ülkenin temel egemenlik haklarını, ekonomik ve idari bağımsızlığını uluslararası çeteleşmiş örgütlere peşkeş çekmeye doğru gidiyorlar. Pandemi sırasındaki şaibeli davranışları ile öne çıkan, sapkın davranışlı yöneticileri ile meşhur olan Dünya Sağlık Örgütü’nün en büyük finans kaynaklarından birisi olan Bill Gates ve vakıflarının yürüttüğü nüfus karşıtı programları, binlerce ölüme ve sakatlığa yol açan aşı kampanyalarını duymayan kaldı mı?

Aslında yukarıda özetle açıkladığım tespitlerimi 39 resmi belgeyi ilk taramamla çıkarmıştım ve her birini açarak ilerlemek istiyordum ama vazgeçtim. İklim anlaşması, sözleşmesi, protokolü ve yasası gibi dayatmaların ne kadar art niyetli ve şeytani bir plan olduğunu anlatmak için arif olana bir paragraf yeter de artar bile! Siyasi tarafgirlik veya menfaatleri uğruna, gerçeklere gözünü ve gönlünü kapatmış olanlar içinse destanlar yazsak faydası yok!

Acknowledging that climate change is a common concern of humankind, Parties should, when taking action to address climate change, respect, promote and consider their respective obligations on human rights, the right to health, the rights of indigenous peoples, local communities, migrants, children, persons with disabilities and people in vulnerable situations and the right to development, as well as gender equality, empowerment of women and intergenerational equity,” (PARIS AGREEMENT, intro)

İklim değişikliğinin insanlığın ortak kaygısı olduğunu kabul ederek, Taraflar, iklim değişikliğine yönelik eylemde bulunurken insan hakları, sağlık hakkı, yerli halkların, yerel toplulukların, göçmenlerin, çocukların, engellilerin ve savunmasız durumdaki kişilerin hakları ve kalkınma hakkı ile toplumsal cinsiyet eşitliği, kadınların güçlendirilmesi ve kuşaklar arası eşitlik konularındaki yükümlülüklerine saygı göstermeli, bunları teşvik etmeli ve dikkate almalıdır.” (Paris Anlaşması, giriş)

Bu paragrafta geçen diğer insani atıflara hiç boşuna bakıp aldanmayın! Onlar asıl zehirlerini sulandırmak ve maskelemek için kullandıkları altı boş riyakar erdem kalıplarıdır!

Sapkınlık ve aile düşmanlığı parolası olan toplumsal cinsiyet eşitliğine atıf ve şart koşulması, Paris Anlaşmasının 3 yerinde geçiyor! Meselenin iklim değişikliği veya sıcaklık olmadığını anlamayacak kadar saf mıyız? Eşcinsellik tavan yapınca, aile diye bir şey kalmayıp herkes hayvanlar gibi güdüsel yaşayınca mı hava sıcaklığı düşecek, atmosfer tamir olacakmış? Güya iklim ve atmosfere bu kadar hassas olan AB ve ABD’nin, Gazze gibi küçücük bir alana katil israil siyonistleri tarafından son bir yılda atılan binlerce ton bomba için en ufak bir itiraz veya önlem aldıklarını duydunuz mu?

İklim anlaşması ve yasası ile peşinden getirilmek istenen anayasa değişikliğinin, milletimizin ve neslimizin hayrına olmadığına kanaatim tamdır! Yüce Allah önce bizlere, sonra başımızdakilere iman ile feraset nasip etsin, siyonist senaryolu bu tuzaklardan cümlemizi muhafaza eylesin! Amin!…




Çoktan Kaybettiğimiz Bir Cephe: #Pornografi

Erkekler; yaratılışları gereği kadınlara meyyal, şehvetlerine düşkündür. Bu zafiyetleri, aile birliği kurmanın, kadın ve çocukların sorumluluklarını üstlenmenin bir ödülü ve teşvik unsuru olduğu gibi, en büyük kulluk imtihanlarından birisine de dönüşmüştür. Tarih boyu hemen her konumdaki erkeğin karşılaştığı ve zorlandığı, peygamberler gibi korunmuş olanlar hariç, bir çoğunun kaybettiği bir sınav olmuştur. Sonuçta her erkek Hz. Yusuf gibi dirayetli olamıyor. Erkeklerin kadınlara olan zayıflığı devletler arasındaki iletişim ve mücadelenin de etkili bir aracı yapılmıştır. Çin, Rusya, ABD, İsrail, İngiltere, Almanya gibi ülkeler günümüzde de “bal tuzağı” tabir edilen bu taktiği sinsice kullanmaya devam ediyorlar.

Erkeklerin kalitesi varlıkta, kadınların da yoklukta belli olur!” bilinen bir darb-ı meseldir. Ekonomik varlığı ve sağlığı yeterli olup da Allah korkusu gibi bir derdi bulunmayanların önemli bir kısmı, normal evlilikten kaçınarak zinaya giydirilen sevgili, partner, dost gibi kılıflar ile cinsel tatmine yönelir veya evliliklerine ilave olarak kullanır. Allah korkusu olan zengin erkeklerin de dini nikahlı çoklu evlilikler yaşadığını biliyoruz. Pornografi ile sağlanan veya ulaşılan cinsel tatmin, normal kadın-erkek ilişkisinde katlanılan zorluk ve maliyetler gibi yorucu-yıpratıcı süreçlere girmeden, kestirme olarak hedefe ulaşma hissiyatının karşılanmasıdır. Bu açıdan bakılınca, etkilediği insan sayısı çok daha yüksek ve çeşitli katmanlardadır. Evlenemeyen gençlerden, evliliğinde cinsel tatmine ulaşamayan çiftlere kadar, her kesim için zina öncesi bir kaçış, nefsini köreltme ve ehven-i şer unsuruna dönmüştür.

Pornografiyi giderek daha tehlikeli kılan özellikleri; ucuzluğu, erişim kolaylığı, sapkınlık çizgileri de dahil her senaryoya uygun üretimleri, yüksek kaliteli materyaller ve teknolojiler ile gerçekliğe giderek yaklaşan deneyimleme güçleridir. İnternetin ulaştığı yayın kalitesi ve kapsamı ile pornografinin asıl yayılım mecrasına dönüşmesi de bir gerçektir. TÜİK verilerine göre, 2023 yılında Türkiye’de internete erişim imkanı olan hane oranının yüzde 95,5’e, internet kullanan bireylerin oranın da yüzde 87,1’e yükseldiğini görüyoruz. Bu kullanım oranları pornografik materyallerin  yayılma potansiyelini de gösteriyor.

Pornografi sektörü insanları tuzağına çekmek için son derece sinsi ve sistemli çalışıyor. Bir erkeğin günlük yaşantısı içinde bulunabileceği her türlü ortamın pornografi de bir karşılığı gösteriliyor ve gün içinde fanteziler ile beslenmesini, yaşayamadıklarını deneyimleme tatmini ve kolaylığını tuzak şeklinde öne sürüyor. Aile içinde fiilen ensest ilişkinin ilk adımı ve en kolay yolu olarak gösterilen üvey anne, baba, kız ve erkek kardeş ile cinsel birliktelikler en yaygın pornografik senaryolar arasındadır. İş yeri, okul, hastane, yolculuk, tamir ve tedarik gibi hizmet sektörleri dahil her alan için pornografik üretimleri yapıyorlar. Pornografik senaryolardan korunan ve dokunulmayan neredeyse tek unsur Yahudiler ve Hahamlardır. Çünkü global pornografinin patronu ve yayıncısı siyonist yahudilerdir! Hristiyan papaz ve rahibeler, Müslüman kıyafetli kadınlar ve diğer inanışların tamamı için pornografide çirkin karşılıklar üretilmiştir!

Pornografinin en büyük sinsi iş ortakları arasında her türlü melanetin gönüllü temsilcisi ve şeytanın askerliğine soyunan sanatçı-oyuncu tayfası var. Sinemamızdan, fiilen pornografi içinde yer almasa da ima ve bel altı esprileri ile  pornografi kültürünü yayan çok sayıda kadın-erkek oyuncular gelip geçti. Aile filmi diye izleyip gülünen filmlerde bile pornografiye atıflardan geçilmiyor. Komedyen geçinenlerin de şu anda en büyük espri sermayesi pornografidir.

Pornografi; ailesiz ve cinsiyetsiz toplumlar kurmanın, evlilik kurumunu yok etmenin, bireysel hazcılık olan hedonizmi yaygınlaştırarak asosyal ve kolay yönetilebilir kişilikler oluşturmanın, dinin ve toplumsal ahlakın kadim surlarını yıkmanın koç başına döndürülen atomdan daha etkili ve yıkıcı bir silahtır. Ne yazık ki Müslüman devletler dahil ülke yönetimlerinin büyük bir kısmı adeta toplumsal bir uyuşturucuya dönen bu zararlı akıma karşı duyarsız ve önlemsiz kalmıştır.

Aile yıkılırsa toplum yıkılır diyoruz! Aile yıkımıyla kalmayıp, her türlü eşcinsel sapkınlıkların ve henüz yaşanmamış kötülüklerin suflesini verircesine, en büyük manevi bozgun aracına dönüşen pornografiye karşı, daha ne kadar kör, sağır ve dilsiz kalacağız?

Pornografi ile mücadele için neler yapmalıyız?

1.Aile ve evlilik zararlısı kanunları değiştirerek, evlenmeyi teşvik eden, kolaylayan ve meşru cinsel  yaşantı için evliliği merkeze alan politikalar geliştirmeliyiz.

2.Evlilikte sağlıklı ve bilinçli cinsel hayat eğitimlerini vermeli, insanların gözünü dışarıya dikecek ihtiyacı hissetmeden mutlu olabilmeyi öğretmeliyiz.

3.Medyada pornografik referans ve senaryoları önleyen etkili adli ve idari tedbirler almalıyız.

Başka yapılacak şeyler de vardır elbet! Onları da yetkili ve sorumlular düşünüp uygulasın! Değil mi?




Siyonizmle Mücadele Helal Gıdadan Başlar!

Çaresizce izlemek zorunda kaldığımız, faydasızlığımızdan utandığımız, dünyanın en korkunç ve kesintisiz süren katliamlarından birine tanıklık etmenin zilleti altında eziliyoruz! Elliden fazla İslam ülkesinin, iki milyarı aşan Müslüman halkın gözleri önünde, siyonist yahudi zulmünün bütün pislikleri yaşanıyor. Allah’ın lanetlediği, peygamberler katili, hile ve açgözlülüklerinden maymun ve domuzlara dönüştürülmüş aşağılık bir kavmin, kendi kendisiyle yarışan vahşetlerine şahitlik ediyoruz.

Bebek, sağlıkçı, haberci, görevli ayırmadan herkesi öldürebilen bu soysuzlar güruhuna karşı faydasız kınamalar ve zoraki bazı küçük adımlar dışında etkili olamayan Müslüman tebalı devletlerin, kağıttan kaplan misali acziyeti, Birleşmiş Milletler ve NATO güruhunun katliamcıları arkalayan tutumlarına bakarak, yeni ve etkili oluşumlara yönelmeleri acil şart ve ihtiyaçtır! Devletlerin, çok ağır ve geç gelen hareketlerini bekleyene kadar, halkların kendi dirayetiyle geliştirdiği en etkili mücadele yöntemlerinden birisi de siyonist marka ve destekçilerine karşı ticari boykot olmuştur.

Yahudilerin, finans, teknoloji, bilişim, medikal, gıda, medya gibi temel sektörlerdeki marka ve sermaye baskınlığı bilinen bir gerçektir. Alternatif olarak, milli ve yerli girişimlerin gelişimi desteklenerek, olması gereken dengeler kurulabilir. Yahudi baskınlığını çok abartarak, onların da istediği gibi tanrısal bir güç vehmedip mücadeleden kaçınmak da, sorunu ciddiye almayarak savsaklamak da Müslümanlara yakışmayan zararlı tavırlardır.

Boykot listelerine baktığımızda önemli bir kesiminin gıda, tekstil ve temizlik alanında temel tüketim markalarının yer aldığını görüyoruz. İşletmelere yönelik boykot alternatifleri çok daha güçlü olabilmesine karşılık, kahrolası üst düzey ticari ilişkilerde din-iman duyarlılığının iyice azaldığını da yaşayarak biliyoruz. Bu çirkinliğin en veciz örneğini, eski Bakan Sn. Nihat Zeybekçi’nin “Neden İsrail’le ticareti kesemeyiz? konulu demecini dehşetle izleyerek öğrenmiştik.

Her işte bir hayır vardır.” prensibince, siyonist markaları boykot hareketini, kesintili ve düzensiz eylemler yerine, daha sağlıklı ve etkili, sürdürülebilir ve üstelik geleceğimiz için de çok hayırlı bir boyuta taşıyabiliriz! Helal Gıda’yı ülke çapında zorunlu ve etkili bir denetim sistemine dönüştürebiliriz! “İnsan ne yiyorsa odur!” evrensel bir gerçektir! “İnsan yediğine bir bakıp düşünsün!” (Abese, 24) buyuruyor Yüce Rabbimiz! Bedenlerimizden haram gıda ve katkılarını uzaklaştırabilirsek, sağlığımızı, saflığımızı ve manevi gücümüzü daha da yükseltebileceğiz demektir.

Helal Gıda denilince akla en çok domuz ve domuz ürünlerine karşı tedbir alınmasının geldiği doğrudur. Nitekim 185 çeşit ürün çıkarılan domuzun girmediği hemen hiç bir yer kalmamıştır! İşlenmiş gıdalardan, kozmetiğe, tekstil ve inşaat malzemelerine kadar her yere yayılmıştır. Domuzla ilgili konuların ayrıntısına fazla girmeden, domuz dahil farklı kaynaklardan haram gıda ve katkı maddelerinin Türk Gıda Kodeksine işlenerek, ucu bitmez bir liste halinde onaylandığını ve maalesef hep birlikte tükettiğimizi söylemek lazım.

2017 yılında yasası çıkarılan ve 2018’de faaliyete geçen HAK (Türkiye Helal Akreditasyon Kurumu) ne yazık ki ölü doğan bir bebek gibi alanında etkisiz ve faydasız bir dostlar bilsin, makamlar dağıtılsın kurumuna dönmüştür. Çünkü HAK yetki ve inisiyatifleri zorunlu değil, gönüllü yapılmıştır. Yani Müslüman Türk halkına gıda, hijyen ve temizlik gibi ürünler satan işletmeler diledikleri gibi mevzuata uygun ama haram kökenli maddelerden imalat yapabilirler! Şayet kendileri isterlerse “Helal Sertifikası” vermeye yetkili bir kuruluştan hizmet satın alarak (bu hizmetin ne kadar sağlıklı ve İslami olduğu da çok şüphelidir! Mesela domuz jelatinli Haribo’ya bile sertifika vermişler!) ambalajlarında kullanıyorlar. HAK’da bu sertifika veren şirketleri onaylayıp sertifikalandırıyor.

HAK’ın Tarım ve Orman Bakanlığına değil de Ticaret Bakanlığına bağlı kurulması da ayrı bir garabettir! Ana grup olan gıdadan adeta kaçırılmış ve şirket oyunlarından ibaret ruhsuz bir yapı gibi gerçek hayattan koparılmış hayalet bir kuruma dönmüştür.

HAK’ın gerçekten işlerlik kazanabilmesi için şu adımlar atılmalıdır:

1.Ticaret Bakanlığından alınarak doğrudan Cumhurbaşkanlığına veya Tarım ve Orman Bakanlığına bağlanmalıdır.

2.Diyanet ve Tarım Bakanlığı temsilcileri danışma değil doğrudan Yönetim Kurulunda yer almalıdır.

3.Türkiye’de imal edilen veya ithal edilen bütün gıdaların Helal Sertifikası alması zorunlu tutulmalıdır.

4.Gıda mevzuatı baştan aşağı taranarak domuz veya böcek gibi haram kaynaklı alternatifi olabilen bütün E kodlu vb. katkı maddeleri çıkarılmalı ve helal araştırmasında bunlar da dikkate alınarak karar verilmeli.

5.İthal edilen E kodlu veya benzer katkı maddelerinin tamamı için helal araştırması yerinde yapılmalı veya şüpheli hallerde ithalatı yasaklanmalı. Yerli ve helal üretim teşvik edilmeli.

6.İnsana temas eden ayakkabı, tekstil, hijyen, temizlik vb. ürünlerin hepsinde helal sertifikası şart koşulmalıdır.

Boykot edilen siyonist markalara baktığımızda, hemen hepsinin gizli veya açıktan haram maddelere dayalı üretim yaptığını görüyoruz. O yüzden helal sertifikasyon şartı hem bu katil destekçilerine ağır darbe vuracak, hem de nesillerimizin sağlığını ve maneviyatını güçlendirecektir. İHA ve SİHA’larımız için yerli motor ve ekipmanın önemi ve gerekliliği ne ise, insanlarımız için yerli ve helal katkı maddelerinden imal edilen gıdalar odur! Belki de daha kıymetlidir!

O yüzden siyonizmle mücadele helal gıdadan başlar diyoruz! Gelin hep birlikte Hükumetimize tatlı baskı kuralım! Zaten HAK kurumu var! Yapılacak tek şey yönetmelik vb. kanun altı mevzuatı güncellemek, helal iradesini icraatın temel felsefesi yapmaktır! Kaybedilecek vaktimiz, neslimiz ve sağlığımız yoktur! Eşcinsel sapkınlıklarının dahi helal gıdayla doğrudan ilişkisi vardır! Öyleyse hemen harekete geçmeliyiz! Şimdi değilse ne zaman?




Yargı Paketlerinde Neler Olmalıydı?

Her ne kadar, 9. yargı paketi de Meclise sunulmuş olsa da halen Milletin önemli sorun ve beklentilerinden çok uzak kalındığını görüyoruz! Mesela 9. yargı paketi içinde icra-iflas, para cezalarında güncelleme, avukatlık, adli atama, mahkeme görevleri, temyiz,  bazılarına özel maaş zammı, hacizden satış, evlilikte kadının soyadı gibi konular işlenmiş ve en kötü yanı da kişiye ve din, iman gibi değerlere hakaret suçları hapis soruşturmasından çıkarılıp, ön ödeme ile tarifeye bağlanmak istenmiştir. Hakaret davalarını geçim kaynağı yapan birkaç uyanıkla baş edemeyince, bütün Milletin şahsiyetine ve değerlerine hakareti tarifeye bağlamaya kalkıyorlar! Tabii ki kamu görevlileri ve kanunla korunanlar hariç!

Bizler aman meclis kapanmasın, sayın Vekiller yine tatile hemen çıkmasın, toplumsal beklentilerin mümkün olan her kısmı acilen karşılansın, Sayın CB R.T. ERDOĞAN’da sandıktan Milletin mesajını aldık dediği sorunlar giderilsin diyorduk! Ne yazık ki koskoca paketten yine rutin işler, birilerine kıyak zamlar ve maalesef hakaret edenler için resmi tarife çıktı!

Halbuki yargı paketi denilince milyonlarca insanımızın kalbinin titrediği, çaresizlikle beklediği o kadar önemli sorunlarımız var ki! Hepsini bu yazıda sıralamam mümkün değil ama, önemli başlıkları kısaca hatırlatmış olayım.

Yargı Paketlerinde Mutlaka Olması Gerekenler:

1- Süresiz nafaka zulmüne ve hapis cezasına son verilmesi! TMK 175. maddenin düzeltilmesi, bu ayıbın ve aile üzerindeki kara gölgenin kaldırılması lazımdı. Bizzat Sayın CB R.T. ERDOĞAN 2018 yılında seçim sonrası ilk 100 işgünü içinde çözüleceği sözünü vermişti! Mağdur olan milyonlar haklı olarak soruyor, ne oldu bizim iş? Neden halen gereğini yapmıyorsunuz?

2-İstanbul Sözleşmesinden çekildik ama onu referans alarak alınan aileyi ifsada sürükleyen bazı yasa ve uygulamalarda virgül kadar düzeltme yapmadık! Madem böyle olacaktı İstanbul sözleşmesinden neden çekildik? Aile kurumunun ve erkeklerin hayatı üzerinde ağır bir yük ve her an felaket yaşatacak böyle bir kanun varken, evlenmek ve aile düzeni kurmak mümkün müdür?

3-Çeke para ve hapis cezası uygulaması adaletsiz ve ölçüsüz bir yıkıma neden oluyor. Broşür gibi bol ve kontrolsüz çek dağıtan bankaların ciddi bir sorumluluğu aranmazken, adli ve ticari sicili temiz geçmişine rağmen, pandemi ve papaz düellosu gibi mücbir nedenlerden dolayı ödeme güçlüğüne düşen, namuslu tacir ve esnafın, çiftçinin, çekleri yazılınca yapılan muamele, gavurdan düşmana reva görülmez cinsindendir! Düşene el vermek yerine böğrüne tekme atıp hapse tıkmak, işini ve ailesini sosyo-ekonomik idama mahkum etmektir! Yargı paketinde en başlarda bu da olmalıydı!

4-Tarafı olduğumuz  Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve ek protokolünde “Hiç kimse, yalnızca sözleşmeden doğan bir yükümlülüğü yerine getirememesinden dolayı özgürlüğünden alıkonulamaz” hükmünü kabul etmişiz!. Öyleyse, nafaka ve çek borçlularını bir şekilde hapse tıkmayı sağlayacak zorlama tevilleri kullanmaktan neden vazgeçmiyoruz? Hukuk ve adalet bu kadar esnek midir? Yargı paketine bu garabeti kaldıracak hükümler de eklenmeliydi!

5-Trafikte veya park halinde alkolle ilgili işlem gören sürücülere yapılan zulüm arş-ı alaya ulaşmıştır! Çünkü sadece sürücüleri değil, onlarla beraber ailelerini de çok ağır ceza ve hak mahrumiyetine uğratıyoruz! Alkol kabahatine karşı verilen süre cezası çok yüksek, promil ölçülerine göre cezalar dengesiz, özel ve iş hayatı ayrımı yapılmadan kesilen mutlak cezalar çok ağır, ve hepsine tüy diken zorunlu, pahalı ama ulaşılamaz SÜDGE kurslarının eziyeti de katlanılır gibi değildir! O zaman sormak gerekir; oynanan şans oyunları kumar değil mi? Bu oyunlardan alınan vergilerin düşürülmesi daha çok oynanması için mi? 2000’li yıllarda 1-2’yi geçmeyen bu oyunlar şimdi neden 20’nin üzerinde? Ya da bu oyunlar neden serbest bırakılarak bir nesil yok edilir? Bu bir yönlendirme ve teşvik değil midir? Bu çirkinliklere göz yumup, benzer kötülüklere erişimi bu kadar kolaylar gibi rahat davranılırken, sadece alkol alanların günah keçisi yapılarak adeta hayattan koparılmaları, makul ve masum bir hal değildir! Ölümlü kazalar hariç, kapsamlı bir ehliyet affı ve millete bela edilen SÜDGE zulmüne acilen son verilmesi lazımdı!

6-31 Temmuz Covid infaz yasası olarak bilinen, 5275 sayılı kanun geçici 10. Maddesi ile hayata geçen infaz düzenlemesiyle, aynı tarihte ve aynı suçu işleyen iki farklı kişiden birisinin dosyasının olağan seyrinde kapanması, diğerinin adli süreçte takılıp uzaması nedeniyle, istemsiz oluşan farkın ağır bir faturaya dönerek mahkuma kesilmesi garabetine son verilmeliydi! Adaletin terazisi hem yargı esnasında, hem de infazda gözetilmelidir. Bu zulmü kaldıracak düzenleme de pakette yer almalıydı!

7-Benim de sonradan öğrendiğim 4/4 veya tekerrür-mükerrir mağduriyeti var. Her hangi bir suçtan dolayı alınan ceza nedeniyle, HAGB (hükmün açıklanmasının geriye bırakılması) veya denetimli serbestlik kapsamında iken, aynı suçun tekrarı halinde, infaz yasasında öngörülen cezanın 4/3 yerine 4/4 yani tam oranlı hapisle uygulanması makul ve caydırıcı bir etken olarak düşünülebilir. Ancak bizdeki uygulama, birbiriyle alakasız suçlar ve istenmeden karışılan trafik kazası gibi olaylar nedeniyle de aynı katı hükmü işlettiği için, mahkumlara çok ağır ve haksız gelen bir infaza dönüşüyor. Normalde 4/3 oranla infaz edilen ve zamanı geldiğinde açık ve denetimli serbestlik alanlarına geçebilen mahkumlar, bu çok ağır hüküm nedeniyle bütün cezalarını kapalıda çekmek zorunda kalıyorlar! Mahkumdur yatsın diyemeyiz! Terör suçlusu bir mahkum rahatça 4/3 haklarından faydalanabilirken, mesela hırsızlık ve trafik kazası bileşimi yüzünden 4/4’e dönüşen bir mahkum tüm süresini kapalıda ağır şartlarda geçirmek zorunda kalıyor. Bu farkın kötülüğünü de en çok mahkum aileleri ve çocukları yaşıyorlar. Yargı paketinde bu garabete son da olmalıydı!

8-Kapasitelerinin çok üzerinde seyreden sayılarda mahkumların tutulduğu cezaevlerinde hem düzeni sağlamak, hem de mahkuma karşı yaptırım sopası gibi kullanılmak üzere fiili uygulamalar yapan Disiplin Kurullarının, zaman zaman haksız ve keyfi seyreden kararlarına karşı mahkumların etkili bir savunma mekanizmaları bulunmuyor. Disiplin cezaları nedeniyle, normal mahkumların yararlandığı açık ve denetimli gibi aşamalardan mahrum kalınıyor. Aylardır yükselen disiplin affı çağrısına kulak verilmeli, bu konuda yapıcı bir adım atılmalıydı!

9-Babaları veya anneleri cezaevinde olan 380 bin kadar mahkum çocuğu olduğu söyleniyor. Bu çocukların doğal olarak yaşadıkları eziklik ve dışlanmanın yanı sıra, kapalı cezaevlerinde mutlaka hafta içi ve mesai saatlerinde yaptırılan mahkum ziyaretleri nedeniyle; hem derslerinden kopuyorlar, hem psikolojileri alt üst oluyor, hem de istemsiz devamsızlık yüzünden sınıfta kalma korkusu yaşıyorlar! Yargı paketi içinde, örgün öğretime devam eden mahkum çocukları için kapalı cezaevlerinde de hafta sonu ziyaret imkanı sağlanmalıydı! Anne babalarını ıslah etmeye çalışırken evlatlarını da mı kaybedelim efendiler?

10-Bazen belgesellerde izlemişsinizdir; anne kuş veya hayvanlar yavruları arasından zayıf veya hasta gördüklerini bilerek aç bırakır veya öldürüp yerler. Diğerlerini yaşatmak ve israftan kaçınmak için. Bizim Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığımız da aynen böyle yapıyor! Bir mahkumun dışarıda birden fazla çocuğu olsa da içlerinden sadece birisini seçerek maddi destek (şu anda 5.000 TL civarında olduğunu öğrendim) veriyor, diğerlerini yok sayıyor! Hem okullarının ihmal edilmesine göz yumarak, hem de maddi desteği sadece birisine vererek, bizzat devletin kendisi bu çocukları suça itilen çocuklar kategorisine zorlamış olmuyor mu? Böyle huzursuz, güvensiz ve sağlıksız yetişen çocuklar ileride topluma faydalı ve uyumlu bireylere dönüşebilir mi? Kendi elimizle topluma dert kaynakları üretmeye devam etmeyelim artık!

Sonuç olarak;

Yargı ve af denilince, öğrenci affı gibi alakasız ama kelime benzerliği olan veya doğrudan yargıyla ilgili çok sayıda sorun ve beklentiler de var elbette. Örnek verdiğim bu 10 maddenin, kişilere ve dini değerlere hakareti tarifeye bağlama telaşından daha önemsiz ve gereksiz olduğunu kim söyleyebilir? Meclisimize ve Vekillerimize yakışan; Milletin sesini duymak, feraset ve dirayetle sorunlarına acil çözüm bulmaktır! Çok geç olmadan, daha fazla mağduriyet yaşanmadan, yeni seçim hezimetlerine yol açmadan, duyurmak ve hatırlatmak da acizane emeğimiz olsun…




Karşılıksız Çeke Ceza Varsa, Karşılıksız Vaatlere de Olmalı!

Çek dediğimiz belge aslında bir senet değil, ödeme günü ve zamanı belli olan karşılığı ayrılmış bir bedeldir. Ticaret içinde Türkiye özelinde adeta tek vadeli bir senet gibi kullanılması fiili bir durumdur. Hatır çeki vb. tanımlar ile maddi rehin şeklinde kullanımı da söz konusudur. Ülkemizde pandemi ve hiperenflasyon döneminde piyasa altüst olurken çek alışverişleri de patladı. Özellikle esnaf, tüccar ve sanayiciler arasında tahsil edilemeyen alacak çeklerinden dolayı, ödenemeyen borç çeklerinin yazılması ve icra ile cebren ödenmesi süreçleri başlatıldı.

Piyasanın meşru ve sağlıklı bir zeminde işlemesini sağlamakla görevli Devlet aygıtımız, çek tahsilinde mafyadan beter bir yol izliyor! Borçluya 1500 güne varan adli para cezası kesiyor ve bu rakamı tahsil ettiğinde alacaklıya ödemeyip kendine gelir yazıyor. Zaten borçlu ve darda olan esnaf bu cezayı da ödeyemezse 1 yıldan 3 yıla kadar doğrudan hapis cezasına çevriliyor. Her hangi bir şekilde kamu yararına çalıştırmaya falan da çevrilmiyor! Şu anda binlerce esnafın işleri altüst olduğu için dönen çekleri yüzünden hapiste çürüdüğünü biliyoruz! Düşene destek olma, fırsat verme yerine, böğrüne tekme atmanın resmi uygulaması bu şekildedir!

Vatandaşın karşılıksız çıkan çeklerine bu kadar keskin ve ağır cezalar uygulayan kamunun, aynı duyarlılığı yetkili makamlarda bulunan temsilcilerine de göstermesini İSTİYORUZ!

Türkiye’de Cumhurbaşkanı başta olmak üzere, Bakanların, Valilerin, Belediye Başkanlarının kamuya özellikle seçim öncesinde ilan ettikleri her bir vaat ve sözlerinin hemen arkasından resmi bir makam tarafından vadeleri ile birlikte tescil edilerek kayıt altına alınması, vadesi gelen vaatlerin yapılmadığı takdirde makamına ve tutulmayan vaadin boyutuna göre, maddi para cezasından görevden uzaklaştırmaya kadar değişen ölçeklerde cezanın, re’sen açılacak idari mahkeme davalarında, CB ve Bakanlar için Anayasa Mahkemesinde ivedilikle karara bağlanması gereklidir!

İktidar veya muhalif Belediye Başkanlarının yerel seçimlerden önce ne vaatlerde bulunduğunu hepimiz gördük! Şimdilerde sanki hepsi hafıza kaybı yaşıyor mübareklerin! Emeklilere yapılacak yardımlardan başıboş köpeklerle mücadeleye kadar birçok konuda derin bir sessizlik içindeler! Bu aymazlıkları yanlarına kar kalmamalı ve vatandaşı aldatmalarının cezası için 5 yıl daha seçim sandığını beklemek zorunda kalmamalıyız!

Sayın Cumhurbaşkanımız da maalesef tutulmayan vaatler konusunda rekora gidiyor! Etrafında pervane olan yağdanlıkçı kesimin kör, sağır ve dilsiz kalmasının dışında, haber ve tepki kanallarını da önlediklerini görüyoruz! Bu karatmalar da nihayet seçim dönemlerinde giderek ağırlaşan tepkilere yol açıyor. O yüzden son genel seçimler ramak kala kazanıldı, o yüzden yerel seçimler büyük bir hezimetle ağır yenilgiye dönüştü!

Ak Parti hükumetlerinin başıboş köpekler, süresiz nafaka, aile mevzuatı, üniversite denklik sorunu, SGK mağduru çalışanlar, esnaf, 3600 ek gösterge alamayan memurlar, seyyanen zam oyunuyla kandırılan ve maaşına el konulan emekli memurlar, kamu taşeronları, belediye şirket işçileri, yardımcı hizmetler sınıfı gibi çok çeşitli alanlarda haklılığını ve mağduriyetini defalarca tescil ettiği, çözümü için kesin vaatlerde bulunduğu, Sayın Cumhurbaşkanının bizzat kendisinden defalarca sadır olmuşken, karşılıksız çıkmaları yüzünden Vatandaşın hakkını savunacak ve hesap soracak bir yapı neden kurulmaz?

Siyasete ve kamu yönetimine kalitenin, tutarlılığının ve güvenin gelmesi için, makam sahipleri veya taliplileri de “Yapacağını söyle, söylediğini yap!” kuralına mutlaka uymalı, uymayanların hesabı sorulmalıdır!




Başıboş Köpekler İçin Kim, Ne Diyor?

Tarafı olduğumuz 2003 yılı AB Ev Hayvanlarını Koruma Sözleşmesi:
Madde-12 Sayılarının Azaltılması
Taraflardan biri, başıboş hayvan sayısının sorun yarattığını düşünürse, gereksiz ağrı, acı ve ızdırap çekmelerine sebep vermeyecek şekilde sayılarını azaltmak için uygun yasal ve/veya idari tedbirleri alacaktır.
AK Parti Hükumetlerinin 2004 Tarihli 5199 sayılı Hayvanları Koruma Kanunu:
Madde 6- Sahipsiz ya da güçten düşmüş hayvanların, 3285 sayılı Hayvan Sağlığı Zabıtası Kanununda öngörülen durumlar dışında öldürülmeleri yasaktır. Sahipsiz veya güçten düşmüş hayvanların en hızlı şekilde yerel yönetimlerce kurulan veya izin verilen hayvan bakımevlerine götürülmesi zorunludur. Bu hayvanların öncelikle söz konusu merkezlerde oluşturulacak müşahede yerlerinde tutulması sağlanır. Müşahede yerlerinde kısırlaştırılan, aşılanan ve rehabilite edilen hayvanların kaydedildikten sonra öncelikle alındıkları ortama bırakılmaları esastır.
CHP, Hayvan Dernekleri ve Gönüllüleri, Türk Veteriner Hekimler Birliği, Bir kısım ünlüler, Yem üreticileri, Yabancı ülke ajanları, Bazı Ak Parti Milletvekilleri:
Başıboş köpeklerin girip yaşayabileceği her yer doğal yaşam alanlarıdır! Dokunamazsınız, kovamazsınız, barınak veya özel yaşam alanlarına toplayamazsınız! Okul, hastane, park, orman, AVM, meralar, plajlar dahil onların da sosyalleşme alanlarıdır! Çocuklarınızı eğitin, köpeklere saygı gösterin!
Yeniden Refah Partisi Genel Başkanı Fatih Erbakan:
Sokaklarda başıboş köpek olmaz! Bütün başıboş köpekler toplanarak özel yaşam alanlarında; israf edilmeden, ülkemizin maddi koşulları dikkate alınarak, gıda artıkları değerlendirilerek, sağlıklı ve güvenli yaşayabilecekleri ortamlara alınmalı, sahiplendirilmeli veya burada hayvan gönüllülerinin desteği ile bakılmalıdır! Kaçak üretim ve ticaretleri, etkili denetim ve cezalar ile durdurulmalıdır.
Güvenli Sokaklar Derneği:
Güvenli ve sağlıklı şartlarda yaşamak anayasal hakkımızdır! Sıfır başıboş köpek politikası uygulanmalıdır! Toplanan köpekler hakkında alınacak tedbirleri Devletimiz daha iyi bilir! Biz başıboşluğa karşıyız!
Bazı İslam Alimleri, Gazeteciler, Anketlere katılan Vatandaşların büyük bir kısmı:
Başıboş köpekler apaçık birer terör unsuruna dönmüştür! Sahiplenenler dışında kalanların derhal itlaf edilerek acısız ve masrafsız bir şekilde sorun olmaktan çıkarılması gerekir! İnsanlara faydası olmayan köpeklerin büyük masraflar yapılarak ölene kadar yaşatılması, devasa bir israf ve dengesizliktir. Bu kaynağın insanlara faydalı hayvanların üretimine aktarılması lazımdır!
Hülasa;
Şu anda, başıboş köpekler hakkında öne sürülen görüşler özetle bunlardır. Hükumetin 20 yıldır görmezden geldiği bu sorun artık idare sınırlarını aşalı çok olmuştur! Bir ölüm, çok ölümdür! İnsanlarımızı öldüren, yaralayan, kaza yaptıran, hayvanlarını telef eden, 60 civarında zoonoz hastalığı bulaştıran, içme sularını kirleten, toprağını zehirleyen milyonlarca başıboş köpek için yapılması gereken yasal düzenleme çok gecikmiştir! Başıboş köpek mevzusu aynı zamanda, toplumsal cinsiyet eşitliği, nüfus kırımı ve cinsiyetsizleştirmeye uzanan bir fitne ve manevi saldırı unsurudur!
Çıkacağı söylenen ve içeriği henüz belirsiz olan kanun düzenlemesi üzerinden; gereksiz tartışmalara girmek ve köpek lobilerinin sabotajına yer açmak yerine, hiç oyalanmadan meclis gündemine alınarak, beklenen sağ duyulu ve etkili düzenlemelerin ivedilikle tamamlanarak uygulamaya geçilmesi sağlanmalıdır! Başıboş köpek meselesi yüzünden daha fazla can ve mal kaybına, dünya çapında rezil olmaya tahammül edilemez! Aile dostu politikaların yolu da başıboş köpekle mücadeleden geçer!



Seçim Hezimetinden Kim Sorumlu?

      31 Mart yerel seçimleri CHP ve Yeniden Refah Partisi için görkemli bir zafer, AK Partinin başını çektiği Cumhur ittifakı için bağıra bağıra gelen bir hezimet tablosu çizmiştir. DEM Parti ise Doğu ve Güneydoğu bölgelerinde rakiplerinin anlaşmazlığından da sıyrılarak yaygın hakimiyet kurmayı başarmıştır.

      Sayın CB Recep Tayyip Erdoğan’ın, ustalık ve anayasal jübile döneminde, CHP karşısında böylesine ağır bir yenilgiye maruz kalması elbette hoş bir durum değil. Şimdilerde, iktidar yanlısı herkes bu hezimete bir kılıf bulmaya, ısrarla Sayın Erdoğan’a dokunmadan günah keçilerini linç meydanlarına sürmeye çalışıyor.

      Artık, Allah için hakkı ve doğruları söylemek şart olmuştur! Bu hezimetin birinci derecede sorumlusu, baş aktörü ve tetikleyicisi, bizzat Sayın Erdoğan’dır! Türkiye’nin iyiliği için, Sayın Erdoğan çok iyi ama etrafındakiler kötü ve beceriksiz söylemlerinden artık sıyrılmak gerekir!

Sayın CB, bağıra bağıra gelen ve tüm uyarılara rağmen önlenmeyen bu seçim hezimetinin baş sorumlusudur! Çünkü:

  • Şahsi söz ve vaatlerinin güvenirliği son derece azaldı! Son yıllarda halka verdiği sözlerin büyük bir kısmı hiç yapılmadı veya oldukça eksik ve sıkıntılı gerçekleşerek hüsrana döndü! Süresiz nafakadan, başıboş köpeklerin toplanmasına, memur emeklilerinin maaş zamlarına, Bağ-Kur prim eşitlemesine, 2019’da işten atılan belediye personelinin işe iadesine, toplumsal beklentilerden, ehliyet affına kadar çok sayıda verdiği sözler ya hiç tutulmadı veya sorunları artarak devam etti. Mesela, 2018 yılında ilk 100 gün içinde çözme sözü verdiği süresiz nafaka belası için, aradan geçen yaklaşık 6 yıla rağmen hiçbir düzenleme yaptırmadı! Bizzat atadığı Bakanların bu konuda çelişen açıklamalarına da sessiz kaldı.
  • AK Partiyi ve Meclisi, feminist ideolojinin temsilcilerine adeta teslim etti! Aile, erkek ve din düşmanı yasaların peşpeşe çıkmasına, imzasını nihayet çektiği İstanbul Sözleşmesinin zehirli atıklarının 6284, TMK ve TCK yasalarında kalmasına, toplumsal cinsiyet eşitliğinin müfredatı işgal etmesine seyirci kaldı ve destekledi. Feministlerin, “Ak Parti en büyük kadın hareketidir” ve “kadın örgütleri devlet aygıtından daha güçlüdür” gibi hezeyanlarına karşı çıkmadı, tam tersine doğrulayan tavırlarda bulundu.
  • Aile Bakanı olarak bekar ve çocuksuz, feminist bir STK yöneticisi ve aile parçalama uzmanlık dalları da bulunan avukat mesleğinden bir hanımı, uzun süre Aile Bakanı olarak bütün tepkilere rağmen atadı. Aile bakanlığının feministlerin resmi örgütü gibi yapılanmasına izin verdi. Bakanlık teşkilatında erkekler ile ilgili daire başkanlığı düzeyinde bir birim bile kurdurmadı!
  • Milletin başına bela olan feminist aile düşmanı yasaların ve 5199 sayılı başıboş köpek terörüne yol açan yasanın, hem hazırlayıcısı hem de yılmaz savunucusu bir hanımın, bütün protestolara rağmen tekrar vekil yapılmasını ve Mecliste en üst görevlere getirilmesini sağladı. Hakeza, başıboş köpek olmaz diyen kişi ve kurumlara hakaret ve iftiralar ile suçlayarak engelleyen bir hanımı da yine ısrarla Vekil olarak görevlendirdi.
  • 2004 yılında Başbakan iken yasalaştırdığı ve gerekçesinde sahte Unesco Bildirgesine atıf yapıldığının fark edilmediği 5199 sayılı kanunun çarpık uygulamaları yüzünden, feci şekilde vefat eden yüzlerce insanımıza, binlerce trafik kazasına, her yıl 250 bin civarında kuduz şüpheli saldırıya rağmen; gereken düzeltmeleri yaptırmadı! Bir avuç feminist ve köpek istismarcısı çığırtkanın, başıboşluktan doğan büyük rant lobisinin etkisinde kalarak; 5199’un 2021 güncellemesinde daha da sorunlu hale getirilmesine izin verdi. Yaşanan trajedilerden sonra defaatle belediyelere başıboş köpekleri toplama talimatı vermesine rağmen, bir türlü uygulatamayarak makamında zafiyet izlenimi verdi!
  • Katil İsrail ordusunun yaptığı katliam ve açlıktan ölüme götüren izolasyonu gidermek için, sıradan vatandaşlar gibi kınamaktan öteye giden bir eylemde bulunmadı! Halkın kendi çapında yaptığı boykotlara resmi kurumları da katarak destek vermedi! Devlet kurumlarının, halkın tersine siyonist destekçilerine sponsorluk ve tedarik gibi ilişkilerine engel olmadı. Ticaretin ve lojistiğin kesilmesi çağrılarına “ama onlar özel şirketler” benzeri inandırıcı gelmeyen, ABD gibi ülkelerin yaptırımlarına benzemeyen söylemlerde bulundu. Askeri tedbirlerden önce yapılacak çok sayıda resmi adımları atmadı! Ümmetin nezdinde zayıf, etkisiz ve hatta siyonizm ile işbirlikçi gibi algılanan bir profil çizdi. Hristiyan çoğunluklu Güney Afrika kadar inisiyatif kullanmadı! Refah kapısının yardıma açılmasını sağlayamadı!
  • Ayasofya Camisini ibadete açarak Milletimize kazandırdığı büyük sevince sonradan ağır bir gölge düşürdü! Caminin üst katını kilise formatında müze olarak ziyarete açtırdı. Sapık FETÖ grubunun dinler arası diyalog safsatalarına benzer görüntülerin oluşmasına izin verdi.
  • Mağdurların 24 yıllık EYT mücadelesi sonunda, geriye yönelik hakların yasal gaspını kaldıran düzenlemeyi 2023 yılında nihayet çıkardı. Ama 99 öncesi kısmi emeklilik ve 5000 prim gün haklarını yasaya ekletmedi. İtirazları dikkate almadı. Bizzat atadığı Çalışma Bakanı ve Grup Başkan Vekillerinin, halkı yanlış yönlendirerek ayrıca ağır borç altına sokmasına engel olmadı.
  • EYT düzenlemesi yapılınca; haklı talepleri ve mağduriyetleri olan Çırak ve Stajyerler, Bağ-Kur tescil sorunluları vb. için Çalışma Bakanının rahatsız edici, alaycı beyanlarda bulunmasına izin verdi. 9 Eylül 1999 sonrası işe başlayanların felaket piyangosu çekmiş gibi, 17-20 yıl eklenen emeklilik yaşı sorununa makul kademe düzenlemesi getirtmedi. SGK’nın keyfi olarak kadınlar arasında doğum borçlanması, erkekler arasında memur ve astsubaylar için askerlik ve sivil eğitim borçlanması gibi garabetler çıkarmasına önlem aldırmadı.
  • Seçimlerden hemen önce EYT düzenlemesinden pişmanlığını beyan ederek, EYT ilintili diğer mağdurlara tamamen dışlanmış ve gelecekte çözümsüz kalacakmış gibi ağır üzüntü yaşattı. Mitinglerde mağdur grupları azarladı, tartaklanmalarına yol açtı.
  • Vergi affı yapılan holdingleri, altın madencilerini, fahiş tutarlı ve pandemi yasaklarında dahi garanti ödemeli yap-işletleri, kur korumalı mevduatlardan hazineyi sömüren faizcileri, kar patlamaları yaşayan banka gibi sermaye odaklarını görmezden gelerek; maaşları zaten sadakaya düşürülmüş emeklileri en büyük bütçe sorunu gibi gösterdi!
  • Cumhuriyet tarihinde ilk defa kanuna karşı hile yapılarak, seyyanen zam aldatmacası ile memur emeklilerinden maaş zamlarının kaçırılmasını, emekli memurların sefalete terk edilmesini sağladı!
  • 2008 yılında yasalaştırdığı 5510 sayılı düzenleme ile emekli aylık bağlama oranlarının anormal şekilde düşürülmesine yol açtı ve daha sonra bu haksızlığı düzeltmek yerine, küçük seyyanen zam ilaveleri ile bu zulmü gizlemeye çalıştı.
  • Meclisteki sayısal baskınlığını kullanarak, yasamanın toplumsal beklentileri gündeme almasını önledi. Muhalefetin ve kendi cephesinde olan Yeniden Refah Partisinin kanun tekliflerini genel kurulda görüştürmedi! Grubu ve ortağı MHP ile meclisin her fırsatta tatil yaparak fiilen işlevsiz kalmasını sağladı.
  • 2023 yılı sonunda kendini mağdur hisseden bütün halk kesimlerinin gönlünün en geç yılbaşında alınacağı teminatını açıkça verdiği halde fiilen mecliste ve kabinesinde bir şey yaptırmadı!
  • Yargı sisteminde birbiriyle çelişen veya keyfi kararlarla oluşan hukuksuzluğa karşı meşru kontrol ve iyileştirme sistemlerini kurdurmadı.
  • CB Politika Kurullarının sadece birilerine koltuk ve maaş vermekten ibaret, adeta işlevsiz taltif makamlarına dönüşmesine izin verdi. Bakanlıkların icraat ve planlamayı keyfi şekilde üstlenmesine, kaynak kullanımında sürekli hata ve israf yapmalarına yol açtı.
  • Bizzat kendisinin ifade ettiği, kadrolu memurlarda aile birliği, mülakatsız atama vb. sözlerin kendi Bakanları tarafından boşa çıkarılmasına izin verdi. Sözlerinin takipçisi ve garantörü olamadı.
  • AFAD’ın İçişleri Bakanlığına bağlanarak zayıf kalması, Çevre ve Şehirciliğin aynı çatı altına alınarak çevre katliamına yol verilmesi, Tarım ve Orman Bakanlığının da benzer şekilde ormanların aleyhine kurgulanması gibi sistematik ve hiyerarşik yanlışlara imza attı.

 

       Buraya kadarki kısımları okuyanların, “Ercan bey bu konu da vardı, neden yazmadın?” diyebileceği kadar çok ve çeşitli yanlışlara imza attı Sayın Erdoğan. Seçimlerden hemen önce meclisi yine bir ay tatile çıkarması, toplumsal beklentileri yok sayması, staj ve çıraklık mağdurlarını Konya mitinginde azarlayıp gözaltına alınmalarına yol açması, emeklilikte adalet isteyenlere de benzer sert tedbirler aldırması, emeklileri ve özellikle EYT’li yeni emeklileri diğer talep sahiplerine karşı mazeret ve suçlu gibi sunması, EYT’den pişmanlığını ifade etmesi, halkın gönlünden ve umudundan kopuşuna yol açan son eylemleri oldu.

      Sayın Erdoğan’ın, halkın sorunlarına kişisel ilgisizliği ve haklı talepleri sürekli öteleme politikası yetmezmiş gibi, çevresine kümelenen danışman, gazeteci, yorumcu, sosyal medya ünlüsü vb. çok sayıda kişinin; hem halkın mağdur kesimlerine hem de Yeniden Refah Partisi gibi bağımsız politika üretmeye çalışan rakiplerine olan seviyesiz ve ağır saldırıları, yaşanan kopuşu daha da derinleştirdi. 31 Mart seçim hezimeti Cumhur İttifakı açısından davul çala çala geldi!

    Diyebilirsiniz ki, sadece Sayın Erdoğan nasıl sorumlu olabilir? Bütün yanlışları ona yazamazsın, çevresindekilerin hiç mi suçu yok? Elbette var ama, hepsini atayan, her konuda talimat veren, yasama ve yürütme gücünü şahsında mündemiç eden bizzat kendisidir! Milletvekili adayları halkın ve teşkilatın talebine göre seçilseydi Vedat Bilgin, Özlem Zengin, Derya Yanık, Müşerref Tuba Durgut vb. isimlerin şansı olur muydu? 31 Mart seçim kampanyasında bile bu vekilleri destek için sahaya sürebildi mi? Kısacası Vekil tercihleri de genelde şahsının ve çevresinindi.

       Bakanların, CB kabinesinde üst düzey bürokrattan ibaret olduğunu, her sözlerine başladıklarında Sayın Erdoğan’ı referans alarak konuştuklarını biliyoruz. CB Politika Kurullarının işlevsiz ölü doğduğunu da yaşayarak gördük.

      Meclisteki sayısal çoğunlukları ile Ak Parti ve MHP, sürekli tek kale maç formatında CB gündemine endeksli yasama faaliyeti gösterdi. Meclis Başkanı seçildikten sonra Sayın Numan Kurtulmuş’un nazik davet ve temsil etkinlikleri dışında, Milletin derdine derman olacak bir söylemi, bir çıkışı, bir eylemi, hükumete rağmen hayırlı bir girişimi oldu mu Allah aşkına?

Yazıyı daha fazla uzatmamak için burada kesiyorum. Pekala, halkın ve partilerin iyiliği için bundan sonra neler yapılabilir?

  • Sayın Erdoğan, daha önceki seçimlerin aksine bu sefer halkın mesajını gerçekten aldığını, en kısa zaman içinde toplumsal beklentileri mecliste gündeme sokarak ve hayata geçirerek ispatlayabilir ve halkın güvenini tekrar kazanabilir! Böylece neredeyse kesinleşen, yapılacak bir erken seçim veya 2028 hezimetinden korunabilir.
  • CHP Yönetimi ve belediyeleri, kendilerine altın tepside sunulan bu fırsatı en kaliteli hizmet ve halkın değerleriyle barışık bir yol haritasıyla koruyup geliştirebilir, kalıcı bir başarıya dönüştürebilirler.
  • Yeniden Refah Partisi, bu seçimde kırdığı cam tavan eşiği ve seçim barajlarını geçebilme gücüyle, vaat ettiği “ahlaklı belediyecilik” uygulamalarını; başıboş köpek çözümü, rüşvetsiz hizmet, ehliyet ve liyakatli yönetim kadroları eşliğinde gösterebilir, 2028 seçimlerine iddialı ve ispatlı icraatları ile çok güçlü şekilde katılabilir.
  • DEM Parti, bölge halkının kendisine tekrar açtığı belediye kredilerinin, terör örgütüyle kirlenmesine fırsat vermeden, hizmet odaklı çalışabilir ve kayyum atanmasına gerek duyulmadan huzura ve barışa destek verebilir.

 

        Her şeye rağmen, 31 Mart yerel seçim sonuçlarının Milletimize hayırlara vesile olmasını diliyor ve Milletimizin bu badirelerden sorunlarını çözmüş olarak çıkması için Yüce Rabbimize niyaz ediyorum.




Kamu Yönetiminde Haksızlık ve Ayrımcılık Olur mu?

Adalet devletin dini ise, haksızlık ve ayrımcılıkta bu dinin en büyük günahlarından olsa gerek! Kamu yönetiminde adalet ve istikrar halkın huzur ve emniyetinin teminatıdır. Güvenlik, sağlık, eğitim gibi temel ihtiyaç ve uygulamalar vatandaşlık konforunu ve bağlılığını geliştiren unsurlardır.

Kamunun yazılı konuşma dili mevzuat, beden dili ise, icraat tercihleri ve uygulamalarıdır. Bazen mevzuata, bazen de uygulamalara sirayet eden haksızlık ve ayrımcılık gibi olumsuzluklar yüzünden halkta huzursuzluk, güvensizlik gibi negatif sonuçlar gelişir. Halkın kültür ve değer yapısına uygun düşmeyen yasal düzenlemeler bu kopuşu derinleştirir, telafisi güç ve pahalı sıkıntılara yol açar.

Bu izahımızı bazı örnekler ile açıklayarak yaşanan haksızlıkları ve ayrımcılıkları gösterelim:

Milletvekillerinin kendi maaş, emeklilik, sağlık ve sosyal haklar konusunda ne kadar abartılı ayrıcalıklar yaptığını duymayan kalmamıştır. Meclisimizin yarısı hem emekli vekil, hem de aktif vekil maaşını aynı anda alabilecek kadar rahat ve pervasız siyasetçilerimizle doludur. Her fırsatta tatile çıkma konusunda da müthiş başarılıdırlar!

Devletin kanunlarına göre, memurlara yapılan maaş zamları aynı oranda emekli memurlara da uygulanır. Kanuna karşı adeta hile yapılarak, memurlara seyyanen zam uygulamasıyla emekli memurlardan zam kaçırılması güncel bir haksızlıktır. Memur ve emeklisine öz-üvey evlat ayrımcılığı yapma geleneği doğmuştur!

Sözde “Toplum Yararına Proje” diye bir garabet uydurularak, İŞKUR organizasyonu ile bazı kamu hizmetlerinin karşılanması için İşsizlik Fonu peşkeş çekilir gibi harcanmaktadır! TYP kapsamında işe alınan insanlarımız, ömür boyu sadece 9 ay insan muamelesi yapılarak, asgari ücretle çalıştırıldı. 9 ayı dolan insanlar adeta sokağa atılarak, başıboş hayvanlardan daha sahipsiz bir duruma düşürüldü! Bir daha hiç kimse muhatap alınmadılar. Yeni kurbanlar ile bu haksız ve istikrarsız istihdam garabetine devam edildi.

İş ve çalışma mevzuatına göre, hiç kimse asgari ücretten daha az bir maaşla çalıştırılamaz. Doğum, evlilik, hastalık, bayram tatili gibi temel özlük haklarından mahrum bırakılamaz. Ama, acil ve geçici durumlar için düşünülen ekders ücretiyle eğitim hizmetini sağlama yöntemi aşırı esnetilerek, esas ve sürekli personel istihdamı için kullanıldı. Amacından çıkartılarak 20 yıldan fazla süredir kamuda insafsız emek sömürüsüne döndürüldü. Ekders ücretiyle öğretmenler, memurlar, Kur’an öğreticileri, ustalar, antrenörler, sosyologlar, hemşireler, sosyal çalışmacılar istihdam edildi. Milli Eğitim, Gençlik ve Spor, Kültür ve Turizm, Aile ve Sosyal Politikalar, Tarım ve Orman Bakanlıkları ile Diyanet İşleri başkanlığı gibi kurumlarda, istihdam kanseri gibi emek sömürüsü aracı olarak yaygın kullanıldı. Sosyal Güvenlik Kurumu ve Türkiye İnsan Hakları Kurumu gibi doğrudan sorumlu yapılarımız, bu sömürüye, kölelikten beter şartlara kör, sağır ve dilsiz kaldılar. Haksızlığın kamu tarafından yapılması kahreden bir sessizliğe neden oldu! Deprem bölgesindeki ekonomik yardımlarda  bile kadrolu-ekdersli ayrımcılığı yaptılar. Ekdersli çalışanlara zırnık kadar bile deprem tazminatı vermediler!

Güya, kadın ve erkeği fıtrata aykırı bir şekilde birbirine eş ve eşit yaptık! Ama hemen ardından kurnazlık göstererek kadının lehine, erkeğin aleyhine ayrımcılıkları bu temel ilkeden muaf tuttuk! Kadın beyanına esas iftira ve haksız muhakemenin önünü açan İstanbul Sözleşmesinden kalan 6284 yasasını ve diğer yasalarımızdaki zehirli etkilerini temizlemedik! Süresiz nafaka zulmüyle, velayet haksızlıklarıyla, soy emniyetini iptal etmeyle ve daha birçok şeyle kadına üstün ve ayrı, erkeğe doğuştan suçlu önyargılı yaklaşımı kamu yönetimine yansıttık. Kadın dernekleri federasyonu başkanının “kadın hareketi olarak devlet mekanizmasından daha güçlüyüz” hezeyanının kamu yönetimince sessiz kalınarak kabullenildiğini izlemek zorunda kaldık!

“İnsanı yaşat ki Devlet yaşasın” felsefesinden koparak, “köpekleri yaşat ki insana ne olursa olsun” kanunlarını çıkardık! İnsana vermediğimiz değeri başıboş köpeklere gösterdik! Devletin hayvanlar arasında ayrımcılık yapmasını, her şeyinden yararlandığımız besi hayvanları ve yaban hayvanlarına karşı köpekleri tanrısal ve dokunulamaz bir makama getirmesini önleyemedik!

Taşerona son veriyoruz diye ortaya çıkarken, hem taşeronlar arasında kelime ve tarih oyunları ile ayrımcılığa maruz kalanları gizledik, hem de kadroya alıyoruz diye kandırdığımız belediye taşeronlarını belediye şirketlerinde daha beter şartlarda çile çekmeye zorladık! Çakma unvanlar ile resmi memuriyet görevlerini yetkisiz personele yaptırdık. Belediyelerde haksız ve adaletsiz istihdam modelleri geliştirdik. Çalışma barışı ve huzuru diye bir şey bırakmadık!

Şehit ve Gazi verdiklerinde Güvenlik Korucularımızın, Uzman Çavuşlarımızın, Astsubaylarımızın yanında en ateşli Vatan Millet Sakarya nutuklarını attık! Şehit ailelerinin yanında üzgün pozlar verdik! Ama gündem değişince bu kahramanlarımızın meslektaşlarını anında unutarak, haksız, yetersiz ve vefasız şartlarda görev yapmalarını, emekli olunca sefalete düşmelerini önleyemedik! Diğer kamu çalışanlarına verilen temel hakları güvenlik kahramanlarımıza çok gördük. Adaletin tecellisi için görev yaparken canıyla, sağlığıyla ve bazen ailesiyle toptan etkilenen İnfaz Koruma Memurlarımızın, sanki Genel İdari İşler yapıyorlarmış gibi absürt kadro uygunsuzluğunu devam ettirdik!

Kadınlarımız arasında doğum borçlanması, erkekler arasında askerlik borçlanması gibi haksız ayrımcılıklar yaptık. İş ve risk açısından çalışan kabul edilirken, hak ve imkânlar açısından öğrenci sayılan çırak ve stajyer mağdurlar grubu oluşturduk. EYT düzenlemesinde, sanki kasıtlı olarak mağdur bırakılan kısmi emeklilik ve 5000 gün prim mağduru çifte kavrulmuş mazlumlarımız oldu!

Trafik kurallarının kontrol ve cezalandırmasında haksızlıklar ve ayrımcılıklar yaptık. Aşırı hızlı gidenleri, trafik ışıklarına uymayarak daha çok insan ölümüne neden olabilecekleri puan aflarıyla affettik. Ama ölümlü kazaya karışmadan alkol kabahatini işleyenleri, çok uzun sürelerce tam hak iptali ve SÜDGE gibi eziyet uygulamaları ile canlarından bezdirdik. Sadece sürücüleri değil, onlar ile birlikte geçimleri bağlı olan eş ve çocuklarını da ekonomik yoksulluğa düşürdük! Ceza ve afta ölçüyü, kişiselliği, ıslah ediciliği terk ettik!

Velhasıl, kamu yönetimince vatandaşa yaşattığımız haksızlıklar ve ayrımcılıklar sayfalarca yazsak yetmeyecek kadar çok ve ayrıntılıdır maalesef. Başta da belirttiğimiz gibi devletin dini adalettir! Vatandaşların kendilerini değersiz, adaletsiz ve korunmasız hissetmesine neden olan sıkıntılı mevzuat ve uygulamalar acilen düzeltilmeli, toplumsal refahın ve huzurun geliştirilmesi için gereken yapılmalıdır!

Diyeceksiniz ki bu sorunların hepsi birden çözülür mü? En azından yıllardır talep edilen toplumsal beklentilerin çözülmesi için ortak duamız olsun! Yüce Rabbimizin “İçinizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü meneden bir topluluk bulunsun.” (Al-i İmran/104) emrine icabet edelim öyle değil mi dostlar?




Murat Kurum Yargılanmalı mı, Başkan mı Seçilmeli?

Sayın Murat Kurum, Akparti tarafından İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adayı olarak gösterildi. Üstelik gelmesi beklenen büyük İstanbul depreminin korkusu da üflenerek adeta kurtarıcı ve kentsel dönüşümcü kahraman gibi lanse edildi. İstanbul’un kaynaklarını tüketecek, şehrin ve coğrafyanın dengelerini alt üst edecek Kanal İstanbul ütopyasının da garantörü olması sağlandı. Böylece yerli ve yabancı arsa simsarlarının büyük bir heyecanla bekledikleri rantsal dönüşümün de teminatı verilmiş oldu.

Türkiye 6 Şubat 2023 depremleri ile derinden sarsıldı ve 11 vilayetimizde yaşayan 53 binden fazla vatandaşımız vefat etti, 100 binden fazlası yaralandı, milyonlarca insanımız evsiz yuvasız kaldı.  Kahramanmaraş, Hatay, Osmaniye, Adıyaman, Diyarbakır, Şanlıurfa, Gaziantep, Kilis, Adana, Malatya ve Elazığ’ın kadim geçmişinden bugüne kalan eski evleri, binaları dışında henüz 2-3 yaşındaki taze binaları da yerle bir oldu. Özellikle 1999 öncesi yapılardaki yıkım ağırlığı bir yere kadar anlaşılabilirse de henüz yeni yapılmış, daha hiç kullanılmamış bölümleri de olan binalar neden yıkıldı?

Kahrolası inşaat yolsuzluklarını ve yanlışlarını önlemek için kurulan Yapı Denetim Kuruluşlarının cinayet kararı gibi inşaat onayları, yaşadığımız acı tecrübenin en önemli sebepleri arasındadır. Yapı Denetim Kuruluşları tıpkı Noterler gibi bağımsız, kamu adına proje denetim ve onaylama yetkileri bulunan özel görevli kuruluşlardır. Çevre ve Şehircilik Bakanlığının onayı ve kontrolü altında çalışırlar. Denetçi mimar ve mühendislerin yetki belgelerini bu bakanlık verir ve takip eder.

1999 depreminden sonra yapılan inşaat proje ve uygulamalarının kamu adına uzman kuruluşlarca bağımsız denetçiler tarafından kontrol edilmesi istenmiştir. Bu nedenle 2001 yılında Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 4708 sayılı Yapı Denetimi Hakkında Kanun ile önceden 27 ilde başlatılan pilot uygulamaya 19 il daha katılarak devam edilmiş ve son olarak 2010 yılında resmi gazetede yayımlanan kanun değişikliği ile bütün illerde yaygın uygulamaya geçilmiştir.

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı adına yapıları denetlemek için görevlendirilen bu kuruluşların, işlerini ne kadar düzgün yaptıkları yıkılan genç binaların çokluğundan bellidir! Bakanlıktan beklenen esas fonksiyon afet olur olmaz olay yerine koşarak gece gündüz enkaz kaldırma faaliyetlerini yönetmek değil, mümkün olan en az sayıda enkaz yaşanmasını temin etmektir! 6 Şubat depremleri hem Yapı Denetim Kuruluşları hem de onlara yetki veren zamanın Çevre ve Şehircilik Bakanı Sayın Murat Kurum için kara bir tablo, rezil bir karnedir! Bu sonuca neden olan tüm kişi ve kurumların baştan aşağı istifa edip yargılanmaları gerekirken taltif edilmeleri ve İstanbul Büyükşehir Belediyesine yine deprem korkusu pompalanarak başkan teklif edilmeleri halkın aklıyla alay etmek değilse nedir Allah aşkına?

Geçmiş hata ve kusurlarından doğan felaketin hesabını vermeden, mahcubiyetini bile yaşamadan kahraman edasıyla yeniden farklı rant alanlarını ve Kanal İstanbul gibi ekolojik faciaların uygulamasını yürütmeye teklif edilmesi ne kadar trajik bir yaklaşım ve umarsızlıktır!

Sizi bilmem ama ben Sayın Murat Kurum’u her gördüğümde, arkasında silüet halinde yıkılmış binaları, kaybettiğimiz vatandaşları, yerle bir olan şehirleri, aç gözlü müteahhitlerin sırtlan gibi sırıtışlarını da fark ediyorum! Allah fırsat vermesin demekten, hissettiklerimi paylaşmaktan başka bir şey gelmiyor elimden…