Anayasa Değişikliği Yapılacaksa İstediklerimiz ve İstemediklerimiz Nelerdir?

Her ne kadar ülkemizin çok daha acil ve önemli sorunları olsa da Hükumetin anayasa değişikliğini ısrarla gündeme getirmesinden kaçınmanın pek mümkün olamadığını görüyoruz. Bu nedenle akıntıya karşı kürek çekmek yerine, doğru hedefe dümen kırmanın şuurunda olmak ve mümkün olduğu kadar hayırlı gelişmelere yöneltmek arzusuyla bu yazıyı kaleme alıyorum. Hukukçular gibi yapısal açıdan değil, duyarlı bir vatandaş ve akademisyen nazarıyla yaklaşıyorum.

Israrla yeni anayasa denilse de aslında hiçbir anayasa yeni kalmıyor. Darbe dönemlerinde yapılan büyük revizyonların dahi zaman içinde önemli ölçüde değiştirildiğini biliyoruz. Sırf değiştirmiş olmak için baştan sona farklı bir anayasa yazmak için ne toplumsal mutabakatın ne de siyasi olgunluğun gelişmediğini düşünüyorum. Çünkü görüş alınan STK’lar belli ve aşırı taraflı, iktidar kısmı son ana kadar gizli saklı, muhalefet tarafı her şeye hayır keskinliğinden bir türlü kurtulamıyor. Bu şartlar altında, toplumun önemli bir kısmının duygu ve düşüncelerine, temel değerlerine aykırı olsa da çok sayıda düzenlemenin umarsızca yapılageldiğini, yapılmasını istediklerinin de sürekli göz ardı edildiğini izledik.

Anayasa değişikliğinde yer almasını istediklerimiz:

1- 2010 yılında Anayasanın 10. maddesindeki  “Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür.” cümlesinin arkasına eklenen “Bu maksatla alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı olarak yorumlanamaz.” cümlesi ile buz gibi ayrımcılığın, kanunlar nezdinde erkek düşmanlığının, sapkın içerikli toplumsal cinsiyet dayatmalı İstanbul Sözleşmesinin önü açılmıştır! Kamu tarafında hem kadın-erkek eşitliği denilip hem de açıkça kadından tarafa anormal bir yapılanmaya neden olan bu ifade çıkarılmalıdır!

2-Sürekli istismar edilen ve darbelere dayanak tutulan laiklik ilkesinin ne demek olduğu anayasal metinde yer almalı, din ve vicdan hürriyeti kapsamında devletin dine ve dinini yaşama hakkına olan mesafesi tanımlanmalıdır.

3-Ailenin tanımı yapılarak erkek ve kadının evliliği ile çocuklardan oluşan çekirdek yapısı 41.madde içinde yer almalıdır. Eşcinsel evliliğin, eşcinselliğin reklam ve propagandasının yasaklığı açıkça yazılmalıdır. CEDAW sözleşmesinden sonra dayatılan Toplumsal Cinsiyet Rolleri Eşitliği sapkın düşüncesinden yola çıkılarak yok edilen “aile reisliği” modeli geri getirilmeli, insani olarak kadın -erkek eşitliği temelinde fakat aile içindeki doğal rolleri özelinde sorumluluk, hak ve yetkilerinin farklılığı sosyal ve kültürel değerlerimize uygun olarak işlenmelidir.

4-80 Darbesi sonrasında ABD’nin Türkiye’deki nüfus gelişimine ket vurmak için dayatmasıyla Anayasanın 41.maddesine sokulan “Devlet, … aile planlamasının öğretimi ile uygulanmasını sağlamak için gerekli tedbirleri alır, teşkilatı kurar.” ifadesi derhal çıkarılmalıdır. Nüfus büyüme hızımızın eksi değerlere düştüğü, toplumun hızla yaşlandığı bir süreçte aile planlaması denilen nüfus karşıtı ödevlerin Anayasamızda yer alması makul değil, zararlı bir haldir!

5-Ak Parti döneminde 2004 yılında Anayasanın 38. maddesine eklenen “Ölüm cezası ve genel müsadere cezası verilemez.” ifadesi değiştirilerek her türlü şüpheden uzak şekilde delillerle ispatlı haksız cinayetlerde, çocuk tecavüzleri ve silahlı terör eylemlerinde idam cezasının gelmesi sağlanmalıdır. Ayrıca mala ve bedene kasıtlı zarar verenler için fiilen kısas gibi mütekabil cezaların verilmesine imkan sağlanmalıdır. Bu değişiklikleri önleyen Avrupa İnsan Hakları ek protokollerinden ve diğer sözleşmelerden de çekilme kararı alınmalıdır.

6-Anayasanın mümkün olduğu kadar sadeleştirilmesi, güncel gelişme ve ihtiyaçlara göre hem daha hızlı hem de daha kolay olan kanunlar yoluyla ayrıntıların işlenmesi temel görüş olmalıdır. Bu nedenle temel konular dışında kalan ayrıntılar anayasadan çıkarılarak kanunlara aktarılmalıdır.

7-Devlet yapısının adeta bir din veya tarikat tutuculuğuna dönüşen keskin Kemalist ideolojiden rahatlatılması ve Milli birlik ve bütünlüğümüze halel getirilmeden yapılabilecek diğer kuşatıcı/birleştirici/kaynaştırıcı düzenlemelerden yana olmakla beraber; şu andaki siyasal ve toplumsal iletişimin zayıflığı yanında aşırı gerginliği nedeniyle çok anlamlı ve faydalı bulmadığımdan, daha esnek ve barışçıl bir süreç içinde değerlendirmek üzere ertelenebileceğini düşünüyorum.

8-Milletvekilliği bir meslek değil geçici görevdir! Milletvekilliğinden emekli olup sonra tekrar seçildiğinde bu sefer ayrıca maaş alma garabetine ve israfına son verilmelidir. Milletvekili olunduğu sürece makul bir ücret alınması, görevi bittiği zaman asli mesleği veya göreviyle ilgili gelirine dönmesi, eski milletvekili olmanın bazı konularla ve şahsi ayrıcalıkla sınırlı sosyal haklar şeklinde taltif edilmesi sağlanmalıdır.

Anayasa değişikliğinde yer almasını kesinlikle istemediklerimiz:

1-Siyonist sermeyenin sponsorluğu ve tahakkümü altında faaliyet gösteren Dünya Sağlık Örgütü ile Paris İklim Anlaşması gibi mihrakların dayattığı düzenlemeler anayasamıza işlenmesin, mevcut kişisel ve kamusal haklarımızdan geriye dönüş, azaltma, eksiltme ve daraltma olmasın!

2-Vatandaş olarak vücut bütünlüğümüz ve sağlığımız üzerindeki haklarımızda, yetkilerimizde, hem kişisel hem de Velisi-Vasisi olduğumuz aile fertlerimiz ve özellikle çocuklarımız açısından bir eksiltme-daraltma olmasın!

3-Seyahat ve mülkiyet gibi temel haklarımız, tarım ve hayvancılık, ticaret ve girişimcilik gibi faaliyetlerimiz açısından bir eksiltme, daraltma veya alıkoyma gibi yeni kısıtlamalar eklenmesin! Zorunlu haller açıkça tanımlansın ve yargı denetiminden kaçırılan idari karar yolları bulunmasın.

Konuyu ayrıntılarla uzatmak mümkündür ama meramımızı anlatmaya bu kadarının kafi olduğuna inanıyorum. Çözülmesi beklenen yığınla toplumsal sorun ve talepler meclis gündemine bile alınmıyorken, anayasa değişikliğinde bu kadar öncelik ve ısrarın; gündemi karartan ve oyalayan, küresel mihrakların hedeflerine hizmet eden sakıncalı bir yaklaşım olduğunu düşünüyor, her şeye rağmen Vatanımıza ve Milletimize hayırlara vesile olmasını diliyorum.




Gereksiz Gözlüklerden Kurtulmamız Lazım!

Biz Müslümanlar, aynı anda bir sürü gözlük takmaya çalışıyoruz!

Taktığımız her bir gözlük hayatımızdan bazı renkleri, ışıkları, duyguları alıp götürüyor. Bakış açımızı daraltıyor, gözlerimizdeki perde sayısını arttırarak, gözden – gönüle doğrudan bağlantıyı da engelliyor.

Halbuki, sadece İslam gözlüğü her ihtiyacımıza kafidir, Allah’ın izniyle. Bizi her türlü zararlı ışıklardan ve gereksiz görüntülerden korur.  Renklerin en güzel derinliğini de gösterir.

Hayata İslam gözlüğüyle bakmaya başladığımızda; sevginin ve merhametin, iyiliğin ve cömertliğin, şuurun ve ferasetin huzurlu bahçelerinde gezinebiliriz.  Ruhumuza, dünyada cenneti yaşatabiliriz.

Sadece İslam gözlüğü her şeye yeter! Sakın ola, önce insan gözlüğü lazım demeyin! Haşa, Rabbimize eksiklik izafe etmiş olursunuz. Çünkü O, “Kim bir kimseyi öldürürse bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de bir can kurtarırsa bütün insanların hayatını kurtarmış gibi olur” (Maide 32) buyurarak, insana verilen değeri en üst noktaya çıkarmış zaten! İnsan demiş Rabbimiz, Müslümanlar diye sınırlamamış!

Sevgili Peygamberimizde (s.a.s.) “İnsanların hayırlısı, insanlara faydalı olandır” diyerek bize en güzel rehberliği yapmıştır. İnsanların hayırlısı demiştir, Müslümanların değil!

Ama bize ne olmuşsa artık, İslam gözlüğüyle yetinmemişiz. Küçük nüansları devleştirip, mezhep kaleleri kurmuşuz. Ayrı bir gözlük olmuş burnumuzun üstünde!

Hepimiz Hz. Adem’in  (a.s.) ve Hz. Havva’nın çocukları olduğumuzu unutup, kavmiyetçilik hastalığına yakalanmışız. Farklı dil ve renklerin zenginliğinden korkmuşuz.  Tek rengi gösteren ayrı bir gözlük takmışız!

Kavmiyetçilikte yetmemiş, neredeyse köylere kadar uzanan mikro milliyetçilik, hemşehricilik illetine tutulmuşuz! Bu hastalık yüzünden ne ehliyet bırakmışız, ne de liyakat! Sırf bizim memleketli olsun, bizim akrabalar olsun diye, her yeri işgal etmişiz haklı haksız demeden! Memlekete duyarlı gözlüklerimiz olmuş.

Partileri dinin yerine geçirmişiz (haşa!). İnsanların partisine göre toptan hükümler vermiş, önce infaz edip, sonra açıklama istemeye alışmışız. Siyasetin arka bahçeleri sendikalarda bu çarpıklıktan nasibini almış. “Yolun yolumuzdur” demişiz insanlara, nereye gideceğini bilmeden, nereye götüreceğini düşünmeden! Körleştiren gözlükleri dava diyerek takmışız.

Sözüm ona, Allah’ın rızasını kazanmak için kurduğumuz tarikat ve cemaatlerde gözümüzü karartan mercekler olmuş. Ticari şirketler gibi çıkar amaçlı, rakiplerini yok etmeye hevesli, yönetime şehvetli odakların gönüllü esirleri olmuşuz.

Bunca gözlük yetmezmiş gibi, birde meslek taassubuna bürünmüşüz. İnsanları olduğu gibi değil, mesleğine ve makamına göre ayıran gözlükleri icat etmişiz.

Kör olmuşuz dostlar!

Say say bitmiyor, üst üste taktığımız bu tuhaf gözlükler! Her birisi ufkumuzu daraltıyor, kalbimizi karartıyor, aramıza derin uçurumlar kazıyor. Bizi kendimizden ve değerlerimizden uzaklaştırıyor.

Rabbim  bütün Müslümanlara gereksiz gözlüklerden kurtulmayı ve İslamın pırıl pırıl gösteren mükemmel gözlüğünün tadına ve farkına varmayı nasip eylesin.

Amin…

 

 

Görsel Kaynağı:
http://hasznaltmobil.info/mmp/w/walls-and-bridges-album-cover/