Filistin’de Müslümanların, Türkiye’de Ailenin Çilesi Bitmiyor!

Katil sürüsü siyonistlerin Ramazan veya Bayram molası vermeden, aksine daha da vahşileşen saldırıları ve sivil halka olan eziyetleri aralıksız sürerken, bizlerin bayram sevinci yaşaması, evinde mutlu ve huzurlu yaşaması mümkün mü? Elbette değil! Mümkün diyenler var ise de zaten onlar da bizden değil!

Hem rahmetli kardeşimden sonraki ilk bayramın verdiği duygusal dağınıklık, hem de Gazze başta olmak üzere, sıkıntı içinde kalan Müslüman coğrafyaların manevi ağırlığından, normal bir bayram yaşayamadık. Mezarlık sonrası anne-baba ziyareti ve gelenleri karşılama ile sınırlı bir etkinlik oldu bu bayram.

Filistin’de Müslümanların yalnızlığı, kuşatılmışlığı, sözüm ona Birleşmiş Milletler ve AB mevzuatına rağmen uygulanan soykırımın bir benzeri ve aslında sayısal etki anlamında daha kötüsü, Türkiye’de aile kurumuna karşı uygulanıyor! Filistin’de on binler hızla öldürülüyor, Türkiye’de milyonların geleceği karartılıyor, nüfus yaşlanıyor, toplumsal değerler bir bir yok ediliyor.

Siyonist katiller söz konusu olunca İnsan Hakları Sözleşmeleri, BM Anlaşmaları fiilen tatile çıkıyor ve çöpteki kağıttan bir farkı kalmıyor! Gazze’de haince ateşkes anlaşmasını bozan, halkı sürüler halinde oradan oraya sığınmaya zorlayan, insan grubu gördüğü her yeri acımasızca bombalayan gözü dönmüş katillere kimse dur diyemiyor! Sözüm ona Müslüman ülkelerin, ümmetin birer yüz karasına dönen liderleri de ya sessiz kalmayı veya yalandan kınamayı yeterli görüyor. Ne ticaretini kesen var ne ilişkisini, ne askeri korumasını kaldıran var ne de çifte vatandaşlı katillerinin boynuna tasma vurabileni!

Aile kurumu da tarih boyunca hiç bu kadar sahipsiz ve de sistematik saldırı altında kalmamıştı! 1985 yılında Turgut Özal’ın imzaladığı CEDAW (Birleşmiş Milletler Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi)ile mevzuatımıza sokulan “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği” fitnesi ile geleneksel aile yapımıza ve değerlerimize savaş açıldı. Sırayla zinanın kaldırılması, aile reisliğinin lağvedilmesi, eşcinselliğin normal görülüp üstüne teşvik edilmesi, süresiz nafaka haksızlığı gibi çok sayıda zehirli ürünleri toplumsal hayatımıza işlendi.

Namus kavramını ve değerini “kökü kazınacak” bir zararlı şeklinde tarif ederek, taraflara kaldırma taahhüdü verdiren İstanbul Sözleşmesi, 11 Mayıs 2011’de İstanbul’da imzaya açıldı. Türkiye bu sözleşmeyi imzaya açıldığı gün ilk imzayı koydu ve 9 ay sonra 14 Mart 2012’de onaylayarak fiilen uygulamaya aldı. İlk etkisi 6284 sayılı  “Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun“nun 8 Mart 2012’de çıkarılmasıyla yaşandı. Tamamen ahlak, namus, aile ve erkek düşmanı, feminist ve eşcinsel sapkınlığın resmi zirvesi olan İstanbul Sözleşmesine dayalı olarak çıkarılan, içerisinde sıkıntıya girmiş ailelerin korunması ve kurtarılması için en ufak bir hükmü veya duruşu olmayan 6284 sayılı yasanın, “Ailenin Korunması” başlığı altında çıkarılması tam bir kara mizah örneğidir! CB Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın haklı tepkilere ve bariz zararlarına dayanarak İstanbul Sözleşmesinden çekilme kararı almasına rağmen, buna dayalı çıkarılan kanun ve diğer mevzuatlarda en küçük bir düzeltme yoluna gidilmemesi, açıkça bir tutarsızlık ve tepkileri savma göstergesidir.

Yani anlayacağınız, aileye ve geleneksel aile değerlerine olan kurumsal düşmanlıkta her hangi bir gerileme yoktur. 37 yıldır aile yuvaları dağıtan, cinayet ve yaralamalara, bitmeyen düşmanlıklara kapı açan süresiz nafaka zulmünü durdurmayı kimse düşünemiyor, teklif dahi edemiyor iktidar kanadında!

Ailenin ve gençliğin yasalarımızda açık bir tanımı yok! Hep dolaylı atıflar ile geçiştiriliyor. 18 yaşından 1 gün bile küçük olanlar çocuk kabul ediliyor! Çocukların 15 yaşını doldurunca dilediği gibi cinsellik yaşaması, pornografik içerikler üretmesi “rızaları olması” kaydı ile serbest! Ama resmi nikahla evlilikleri yasak! Yasalarımız, bazen sokaklarda gösteri yapan aile düşmanlarının tabelalarında yazdıkları “Sevişirim evlenmem! Hamile kalırım doğurmam!” iğrenç sloganlarına uygun sefil bir yaşantıyı daha çok önceliyor.

Aile Bakanlığında ailenin direği olan erkeğin ne adı ne de yeri var! Direkt kadın bakanlığı demeye utandıkları için aile bakanlığı demiş gibiler! Aile adına alınan bütün kararlarda feminist lobilerin doğrudan veya dolaylı baskınlığı söz konusu. Genç evlilik mağdurları ile nafaka konusunda bir çözüm ışığının belirdiği nadir zamanlarda hemen devreye girerek söndüren bu şeytani lobilerin Vekil sıfatlı temsilcileri, bütün tepkilere rağmen el üstünde tutulmaya devam ediliyor!

Ailenin yönetim sistemi iğdiş edilmiş, karı-koca farkları ve sorumlulukları iptal edilerek “eş” adıyla eşcinsel bir tür gibi tuhaf tanımlamalar yapılmış. Ebeveynin çocuklarını terbiye hakkı yasaklanmış, ahlaksız, ölçüsüz toplama nesiller çıkarılması için bütün şartlar oluşturulmuş. Evinde çocuk bakan sade anneler kötülenip aşağılanmış, bütün destek ve payeler yalnızca çalışan annelere verilmiş. Erkeklerin ücretleri kasıtlı olarak düşük tutularak, kadınların da geçinebilmek için çalışması şart koşulmuş. Evlilik ve çocuk yardımı adı altında komik ve yetersiz rakamlar lütuf gibi sunularak sözüm ona çocuk yapılması teşvik ediliyor gibi havası atılmış. Geldiğimiz noktada nüfus büyüme hızı en kritik 2,1 seviyesinde olması gerekirken, fiilen 1,1 ve daha alt seviyelere düşmüş. Evlilik sayıları düşmüş, boşanma sayıları artmış. Tek başına veya ana-babalardan birisi olmadan yaşayan parçalı aile sayısında patlamalar yaşanmışsa eğer, bu durum aile açısından kıyamet değil midir?

Ailenin temel taşı erkeklere yapılan kurumsal düşmanlığın dışında, zaten büyük zorluklarla dünyaya getirilip bakılabilen çocuklarımızın can ve mal güvenlikleri de önemsenmez hale gelmiştir. Başıboş köpek terörünün doğrudan saldırarak öldürdüğü veya ölümüne neden olduğu çocuk sayısında sürekli artış olmasına rağmen teyakkuza geçmeyen bazı Valilerimiz, 3-4 tane köpek ölüsü bulununca büyük bir tepki ile mesajlar yayınlayıp kanuna rağmen toplanmayan köpeklerin güvenliği için devleti teyakkuza geçirebilmiştir. Yıllarca istismar edilen 5199 sayılı kanunun nihayet düzeltilmesi bile başıboş köpek terörüne son verilmesine yetmemiştir. Çünkü insanlarımıza başıboş köpekler kadar değer vermeyen idareciler ve belediye başkanları halen çoğunlukta kalmıştır.

Bu arada dostlar alışverişte görsün hesabı “Aile Yılı” ilan edilen 2025 yılı da yine beklenildiği üzere boş geçiyor! Hamasi nutuk ve idari bazı düzenlemeler dışında neredeyse pişman olup unutturmak istiyorlar! 4 aydır icraat yok, kuru laf var. Bari bu yıl şaşırtsaydınız!

Bütün bu manzara içinde Filistin’deki Müslüman kardeşlerimiz ile, Türkiye’deki aile kurumuna yaşatılan zulüm arasındaki benzerliği görmemek için kör olmak lazım değil midir? O yüzdendir Filistin’e bir çuval un sokamayacak kadar ezik, zavallı ve çaresizliğimiz! 2 milyar Müslüman’ın gözü önünde hem aç bırakılan hem de bombalarla düzenli öldürülen kardeşlerimizin hesabını nasıl vereceğiz? Türkiye’de altı oyulan, içi boşaltılan, düzeni bozulan ailelerden sağlıklı ve imanlı nesiller yetişir mi? Bu bozgunda emeği ve desteği olanların Allah’a vereceği hesap siyonist katillerden daha kolay olur mu? Allah sonumuzu hayreylesin, durumumuz hiç iyi değil…




Başıboş Köpek Sorunumuz #skynewsarabia kanalında da gündeme geldi- Türkçe altyazılı




Türkiye’deki başıboş köpek terörünü @ekipizah yayınında konuştuk




Akit TV’de Başıboş Köpekler, Yardımcı Hizmetler Sınıfı ve Kamuda 35 Yaşa takılanları konuştuk




Başıboş Köpekler İçin Kim, Ne Diyor?

Tarafı olduğumuz 2003 yılı AB Ev Hayvanlarını Koruma Sözleşmesi:
Madde-12 Sayılarının Azaltılması
Taraflardan biri, başıboş hayvan sayısının sorun yarattığını düşünürse, gereksiz ağrı, acı ve ızdırap çekmelerine sebep vermeyecek şekilde sayılarını azaltmak için uygun yasal ve/veya idari tedbirleri alacaktır.
AK Parti Hükumetlerinin 2004 Tarihli 5199 sayılı Hayvanları Koruma Kanunu:
Madde 6- Sahipsiz ya da güçten düşmüş hayvanların, 3285 sayılı Hayvan Sağlığı Zabıtası Kanununda öngörülen durumlar dışında öldürülmeleri yasaktır. Sahipsiz veya güçten düşmüş hayvanların en hızlı şekilde yerel yönetimlerce kurulan veya izin verilen hayvan bakımevlerine götürülmesi zorunludur. Bu hayvanların öncelikle söz konusu merkezlerde oluşturulacak müşahede yerlerinde tutulması sağlanır. Müşahede yerlerinde kısırlaştırılan, aşılanan ve rehabilite edilen hayvanların kaydedildikten sonra öncelikle alındıkları ortama bırakılmaları esastır.
CHP, Hayvan Dernekleri ve Gönüllüleri, Türk Veteriner Hekimler Birliği, Bir kısım ünlüler, Yem üreticileri, Yabancı ülke ajanları, Bazı Ak Parti Milletvekilleri:
Başıboş köpeklerin girip yaşayabileceği her yer doğal yaşam alanlarıdır! Dokunamazsınız, kovamazsınız, barınak veya özel yaşam alanlarına toplayamazsınız! Okul, hastane, park, orman, AVM, meralar, plajlar dahil onların da sosyalleşme alanlarıdır! Çocuklarınızı eğitin, köpeklere saygı gösterin!
Yeniden Refah Partisi Genel Başkanı Fatih Erbakan:
Sokaklarda başıboş köpek olmaz! Bütün başıboş köpekler toplanarak özel yaşam alanlarında; israf edilmeden, ülkemizin maddi koşulları dikkate alınarak, gıda artıkları değerlendirilerek, sağlıklı ve güvenli yaşayabilecekleri ortamlara alınmalı, sahiplendirilmeli veya burada hayvan gönüllülerinin desteği ile bakılmalıdır! Kaçak üretim ve ticaretleri, etkili denetim ve cezalar ile durdurulmalıdır.
Güvenli Sokaklar Derneği:
Güvenli ve sağlıklı şartlarda yaşamak anayasal hakkımızdır! Sıfır başıboş köpek politikası uygulanmalıdır! Toplanan köpekler hakkında alınacak tedbirleri Devletimiz daha iyi bilir! Biz başıboşluğa karşıyız!
Bazı İslam Alimleri, Gazeteciler, Anketlere katılan Vatandaşların büyük bir kısmı:
Başıboş köpekler apaçık birer terör unsuruna dönmüştür! Sahiplenenler dışında kalanların derhal itlaf edilerek acısız ve masrafsız bir şekilde sorun olmaktan çıkarılması gerekir! İnsanlara faydası olmayan köpeklerin büyük masraflar yapılarak ölene kadar yaşatılması, devasa bir israf ve dengesizliktir. Bu kaynağın insanlara faydalı hayvanların üretimine aktarılması lazımdır!
Hülasa;
Şu anda, başıboş köpekler hakkında öne sürülen görüşler özetle bunlardır. Hükumetin 20 yıldır görmezden geldiği bu sorun artık idare sınırlarını aşalı çok olmuştur! Bir ölüm, çok ölümdür! İnsanlarımızı öldüren, yaralayan, kaza yaptıran, hayvanlarını telef eden, 60 civarında zoonoz hastalığı bulaştıran, içme sularını kirleten, toprağını zehirleyen milyonlarca başıboş köpek için yapılması gereken yasal düzenleme çok gecikmiştir! Başıboş köpek mevzusu aynı zamanda, toplumsal cinsiyet eşitliği, nüfus kırımı ve cinsiyetsizleştirmeye uzanan bir fitne ve manevi saldırı unsurudur!
Çıkacağı söylenen ve içeriği henüz belirsiz olan kanun düzenlemesi üzerinden; gereksiz tartışmalara girmek ve köpek lobilerinin sabotajına yer açmak yerine, hiç oyalanmadan meclis gündemine alınarak, beklenen sağ duyulu ve etkili düzenlemelerin ivedilikle tamamlanarak uygulamaya geçilmesi sağlanmalıdır! Başıboş köpek meselesi yüzünden daha fazla can ve mal kaybına, dünya çapında rezil olmaya tahammül edilemez! Aile dostu politikaların yolu da başıboş köpekle mücadeleden geçer!



Kamu Yönetiminde Haksızlık ve Ayrımcılık Olur mu?

Adalet devletin dini ise, haksızlık ve ayrımcılıkta bu dinin en büyük günahlarından olsa gerek! Kamu yönetiminde adalet ve istikrar halkın huzur ve emniyetinin teminatıdır. Güvenlik, sağlık, eğitim gibi temel ihtiyaç ve uygulamalar vatandaşlık konforunu ve bağlılığını geliştiren unsurlardır.

Kamunun yazılı konuşma dili mevzuat, beden dili ise, icraat tercihleri ve uygulamalarıdır. Bazen mevzuata, bazen de uygulamalara sirayet eden haksızlık ve ayrımcılık gibi olumsuzluklar yüzünden halkta huzursuzluk, güvensizlik gibi negatif sonuçlar gelişir. Halkın kültür ve değer yapısına uygun düşmeyen yasal düzenlemeler bu kopuşu derinleştirir, telafisi güç ve pahalı sıkıntılara yol açar.

Bu izahımızı bazı örnekler ile açıklayarak yaşanan haksızlıkları ve ayrımcılıkları gösterelim:

Milletvekillerinin kendi maaş, emeklilik, sağlık ve sosyal haklar konusunda ne kadar abartılı ayrıcalıklar yaptığını duymayan kalmamıştır. Meclisimizin yarısı hem emekli vekil, hem de aktif vekil maaşını aynı anda alabilecek kadar rahat ve pervasız siyasetçilerimizle doludur. Her fırsatta tatile çıkma konusunda da müthiş başarılıdırlar!

Devletin kanunlarına göre, memurlara yapılan maaş zamları aynı oranda emekli memurlara da uygulanır. Kanuna karşı adeta hile yapılarak, memurlara seyyanen zam uygulamasıyla emekli memurlardan zam kaçırılması güncel bir haksızlıktır. Memur ve emeklisine öz-üvey evlat ayrımcılığı yapma geleneği doğmuştur!

Sözde “Toplum Yararına Proje” diye bir garabet uydurularak, İŞKUR organizasyonu ile bazı kamu hizmetlerinin karşılanması için İşsizlik Fonu peşkeş çekilir gibi harcanmaktadır! TYP kapsamında işe alınan insanlarımız, ömür boyu sadece 9 ay insan muamelesi yapılarak, asgari ücretle çalıştırıldı. 9 ayı dolan insanlar adeta sokağa atılarak, başıboş hayvanlardan daha sahipsiz bir duruma düşürüldü! Bir daha hiç kimse muhatap alınmadılar. Yeni kurbanlar ile bu haksız ve istikrarsız istihdam garabetine devam edildi.

İş ve çalışma mevzuatına göre, hiç kimse asgari ücretten daha az bir maaşla çalıştırılamaz. Doğum, evlilik, hastalık, bayram tatili gibi temel özlük haklarından mahrum bırakılamaz. Ama, acil ve geçici durumlar için düşünülen ekders ücretiyle eğitim hizmetini sağlama yöntemi aşırı esnetilerek, esas ve sürekli personel istihdamı için kullanıldı. Amacından çıkartılarak 20 yıldan fazla süredir kamuda insafsız emek sömürüsüne döndürüldü. Ekders ücretiyle öğretmenler, memurlar, Kur’an öğreticileri, ustalar, antrenörler, sosyologlar, hemşireler, sosyal çalışmacılar istihdam edildi. Milli Eğitim, Gençlik ve Spor, Kültür ve Turizm, Aile ve Sosyal Politikalar, Tarım ve Orman Bakanlıkları ile Diyanet İşleri başkanlığı gibi kurumlarda, istihdam kanseri gibi emek sömürüsü aracı olarak yaygın kullanıldı. Sosyal Güvenlik Kurumu ve Türkiye İnsan Hakları Kurumu gibi doğrudan sorumlu yapılarımız, bu sömürüye, kölelikten beter şartlara kör, sağır ve dilsiz kaldılar. Haksızlığın kamu tarafından yapılması kahreden bir sessizliğe neden oldu! Deprem bölgesindeki ekonomik yardımlarda  bile kadrolu-ekdersli ayrımcılığı yaptılar. Ekdersli çalışanlara zırnık kadar bile deprem tazminatı vermediler!

Güya, kadın ve erkeği fıtrata aykırı bir şekilde birbirine eş ve eşit yaptık! Ama hemen ardından kurnazlık göstererek kadının lehine, erkeğin aleyhine ayrımcılıkları bu temel ilkeden muaf tuttuk! Kadın beyanına esas iftira ve haksız muhakemenin önünü açan İstanbul Sözleşmesinden kalan 6284 yasasını ve diğer yasalarımızdaki zehirli etkilerini temizlemedik! Süresiz nafaka zulmüyle, velayet haksızlıklarıyla, soy emniyetini iptal etmeyle ve daha birçok şeyle kadına üstün ve ayrı, erkeğe doğuştan suçlu önyargılı yaklaşımı kamu yönetimine yansıttık. Kadın dernekleri federasyonu başkanının “kadın hareketi olarak devlet mekanizmasından daha güçlüyüz” hezeyanının kamu yönetimince sessiz kalınarak kabullenildiğini izlemek zorunda kaldık!

“İnsanı yaşat ki Devlet yaşasın” felsefesinden koparak, “köpekleri yaşat ki insana ne olursa olsun” kanunlarını çıkardık! İnsana vermediğimiz değeri başıboş köpeklere gösterdik! Devletin hayvanlar arasında ayrımcılık yapmasını, her şeyinden yararlandığımız besi hayvanları ve yaban hayvanlarına karşı köpekleri tanrısal ve dokunulamaz bir makama getirmesini önleyemedik!

Taşerona son veriyoruz diye ortaya çıkarken, hem taşeronlar arasında kelime ve tarih oyunları ile ayrımcılığa maruz kalanları gizledik, hem de kadroya alıyoruz diye kandırdığımız belediye taşeronlarını belediye şirketlerinde daha beter şartlarda çile çekmeye zorladık! Çakma unvanlar ile resmi memuriyet görevlerini yetkisiz personele yaptırdık. Belediyelerde haksız ve adaletsiz istihdam modelleri geliştirdik. Çalışma barışı ve huzuru diye bir şey bırakmadık!

Şehit ve Gazi verdiklerinde Güvenlik Korucularımızın, Uzman Çavuşlarımızın, Astsubaylarımızın yanında en ateşli Vatan Millet Sakarya nutuklarını attık! Şehit ailelerinin yanında üzgün pozlar verdik! Ama gündem değişince bu kahramanlarımızın meslektaşlarını anında unutarak, haksız, yetersiz ve vefasız şartlarda görev yapmalarını, emekli olunca sefalete düşmelerini önleyemedik! Diğer kamu çalışanlarına verilen temel hakları güvenlik kahramanlarımıza çok gördük. Adaletin tecellisi için görev yaparken canıyla, sağlığıyla ve bazen ailesiyle toptan etkilenen İnfaz Koruma Memurlarımızın, sanki Genel İdari İşler yapıyorlarmış gibi absürt kadro uygunsuzluğunu devam ettirdik!

Kadınlarımız arasında doğum borçlanması, erkekler arasında askerlik borçlanması gibi haksız ayrımcılıklar yaptık. İş ve risk açısından çalışan kabul edilirken, hak ve imkânlar açısından öğrenci sayılan çırak ve stajyer mağdurlar grubu oluşturduk. EYT düzenlemesinde, sanki kasıtlı olarak mağdur bırakılan kısmi emeklilik ve 5000 gün prim mağduru çifte kavrulmuş mazlumlarımız oldu!

Trafik kurallarının kontrol ve cezalandırmasında haksızlıklar ve ayrımcılıklar yaptık. Aşırı hızlı gidenleri, trafik ışıklarına uymayarak daha çok insan ölümüne neden olabilecekleri puan aflarıyla affettik. Ama ölümlü kazaya karışmadan alkol kabahatini işleyenleri, çok uzun sürelerce tam hak iptali ve SÜDGE gibi eziyet uygulamaları ile canlarından bezdirdik. Sadece sürücüleri değil, onlar ile birlikte geçimleri bağlı olan eş ve çocuklarını da ekonomik yoksulluğa düşürdük! Ceza ve afta ölçüyü, kişiselliği, ıslah ediciliği terk ettik!

Velhasıl, kamu yönetimince vatandaşa yaşattığımız haksızlıklar ve ayrımcılıklar sayfalarca yazsak yetmeyecek kadar çok ve ayrıntılıdır maalesef. Başta da belirttiğimiz gibi devletin dini adalettir! Vatandaşların kendilerini değersiz, adaletsiz ve korunmasız hissetmesine neden olan sıkıntılı mevzuat ve uygulamalar acilen düzeltilmeli, toplumsal refahın ve huzurun geliştirilmesi için gereken yapılmalıdır!

Diyeceksiniz ki bu sorunların hepsi birden çözülür mü? En azından yıllardır talep edilen toplumsal beklentilerin çözülmesi için ortak duamız olsun! Yüce Rabbimizin “İçinizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü meneden bir topluluk bulunsun.” (Al-i İmran/104) emrine icabet edelim öyle değil mi dostlar?




Seçimleri #Önceİnsan Diyebilenler Kazansın!

Terör devleti İsrail’in Gazze’de yaptığı katliamlar aralıksız sürerken, çaresizlik ve beceriksizlik duygularıyla kavrularak nefes alamaz hale geliyoruz. Siyonist mihraklar, kendilerini açıktan eleştiren ve maalesef kınamakla yetinse de bebek katili alçak olduklarını kendilerine her zemin ve seviyede haykıran Türkiye’nin başına bela olan terör örgütlerini kullanmaya devam ediyorlar! O yüzden, hain eylemlerde verdiğimiz şehit sayılarında da acı bir artış var! Bir kez daha ilan edelim ki Allah’ın ve yarattığı bütün mahlukatın laneti, vatan haini terör örgütlerinin ve onların iç-dış destekçilerinin üzerine olsun!

Türkiye ve dünyada yaşanan talihsiz olaylara ve deprem gibi felaketlere karşın, hayatın olağan akışı gibi siyaseti ve toplumu ilgilendiren takvim de kendi mecrasında işliyor. Bu yönüyle bakınca 2024 Mart ayında yapılacak yerel seçimler de kendisini iyice hissettirmeye başladı.

Cumhur ve Millet ittifakının eski-yeni paydaşlarında hummalı bir aday belirleme ve işbirliği pazarlıkları telaşı gözleniyor. Ak Parti kaybettiği büyükşehirleri geri alma ve genişleme telaşında. CHP, kazanmayı başardığı fakat hizmet yönüyle sınıfta kaldığı belediye başkanlıklarını koruma derdinde. Yeniden Refah Partisi temiz ve çalışkan belediyeciliğe olan özlemi karşılama potansiyeli ile halkın nazarında önemli bir teveccüh odağı oldu. Ben de aynı düşündüğüm için partiye katıldığımı söyleyebilirim.

Bu seçimleri öncekilerden farklı kılan önemli bir gündem var! Son zamanlarda giderek yükselen ve her kesimden kurbanlar alan bir terör odağına dönüşen başıboş köpekler konusundaki yaklaşımlar, her türlü siyasi görüşün üzerine çıktı! Çünkü insan sağlığı ve güvenliği, trafik emniyeti ve şehir huzuruna olan başıboş köpeklerin tehdidi tavan yaptı ve halkın tahammülü kalmadı! Bu terörün son kurbanı Türkiye’ye okumaya gelen Tanzanya’lı bir üniversite öğrencisi kızcağız oldu! Sorun artık turizm ve uluslararası ilişkileri de baltalayan milli bir güvenlik ve prestij meselesine döndü!

Kısaca demek istediğim şudur ki; bu seçim #Önceİnsan diyebilen parti ve adaylar ile, insanı hayvandan farksız gören batıl zihniyetli insanlık düşmanı köpekçi lobisi ajanları arasında yapılacaktır! Türkiye’de piyasa değeri bir milyar doları aşan bir sektörün kolaylıkla çıkarlarından vazgeçmeyeceğini,  her türlü ahlaksızlık, yalan haber ve provokasyonu yapmaktan çekinmeyen çirkef elemanlarının boş durmayacaklarını da iyi biliyoruz! Ama bu durum sadece insan hayatını ve sağlığını önceleyen bizler için geri durmaya, insanlarımız vahşice öldürülüp kuduz vb. ile hastalanırken, köpek nedenli trafik kazalarına maruz kalırken susup izlemeye yol veremeyecek! Bir avuç sapkın düşünceli insanlık düşmanı dengesizin ve hayvan gıdası simsarlarının keyfi için daha fazla canımızı, malımızı ve saygınlığımızı kaybetmeye rızamız ve niyetimiz yoktur!

Ak Partili mevcut Belediye Başkanlarının #Önceİnsan dediklerinin yegane ispatı ivedilikle başıboş köpekleri toplamalarıdır! Eylem olmadan vaat ve vade hakları yoktur! CHP’li Başkanlardan hiç umudumuz yok! İzmir Konak Belediye Başkanının Dünyadaki en kutsal yerlerimizden birisi olan Caminin üzerinde köpek resmini paylaşması ile sapkınlıklarının ve saygısızlıklarının bir sınırı olmadığını zaten biliyoruz! Şükürler olsun ki Yeniden Refah Partili Belediye Başkanlarının ilk öncelikli olarak köpekleri toplayacağı en üst seviyede defalarca teyit edildi. Ak Parti ile İttifak yapılabilecek İstanbul, Ankara ve İzmir gibi şehirlerdeki ortak adayların da kesinlikle sıfır başıboş köpek politikası uygulayacağını görmek, duymak ve emin olmak istiyoruz! Cumhur ittifakının tüm liderleri başıboş köpek olmaz demişken aksi bir davranış asla düşünülemez, öyle değil mi?

Halkımızın kahir ekseriyeti, partisi ne olursan olsun Belediye Başkanları #Önceİnsan diyenlerden seçilsin dua ve temennisindedir. Bu sefer kuru dua ile yetinmeyip oylarını da bu yönde kullanacağını görüyoruz çok şükür!




Ekim Ayını Kimler Bekliyor?

Milletin derdine derman olmaları veya en azından çalışmaları için seçtiğimiz 27. dönem Vekilleri, geride öfke ve hayal kırıklığı  bırakarak, çözüm bekleyen onlarca soruna neredeyse hiç dokunmadan gittiler! 28. Dönemde tazelenen umut ve beklentilerle gelen Vekillerimiz de meclise geldikleri anda kronik Vekil hastalıklarına yakalandılar!

Meclisin duvarlarına sinsice yerleşmiş olan umarsızlık, gamsızlık, bencillik, tembellik, duyarsızlık ve kibir mikroplarıyla anında enfekte oldular! Daha mazbatalarındaki mürekkepler bile kurumadan, 1,5 aylık taze vekiller iken, Ekim ayına kadar sürecek olan anlamsız, haksız ve gereksiz uzunlukta bir tatile adeta kaçtılar!

Toplumsal beklentiler klasörünün kapağını bile açmadan, millete zehir gibi gelen ekstra vergi yüklerini doğru dürüst tartışmadan, alternatif yollarını sorgulamadan onaylayıp gittiler!

Sayın Cumhurbaşkanı da Meclisin bu utandıran performansından iktidar partisi Genel Başkanı sıfatı ve etki gücü ile bizatihi sorumludur. Kendisinin onay vermediği tekliflerin gündeme bile alınmadığını düşünürsek, yasamanın yürütme baskısı ve etkisi altında kaldığını söylemek yanlış olmaz!

Toplumda yükselen tepkilere cevap olarak Sayın CB Erdoğan 24 Temmuzda, “Kendisini mağdur hisseden tüm kesimlerin gönlünü mutlaka alacağız. Bunu da çok gecikmeden yılbaşı civarı neticeye ulaştırmayı planlıyoruz!” demişti.

Ekim ayında açılacak meclisin yıl sonuna kadar çok sınırlı bir çalışma süresi ve yoğun bir programı olacak. Tek başına bütçe maratonu bile bu sürenin çoğunu işgal edecek. Sayın Vekiller bütçe maratonunu tamamlayıp Aralık ayının son haftasında her yıl olduğu gibi NOEL Tatiline çıkacakları için, toplumsal beklentiler konusunda Sayın Erdoğan’ı halka karşı mahcup bırakmamak adına çok çalışmaları gerekecek!

Kendini mağdur hissedenleri yazmaya kalkarsak en az 2-3 sayfa tutacağını bilerek, en azından gruplar halinde hatırlatmış olalım:

1-EYT ilintili mağdur ve talep sahipleri: Kısmi emeklilik, 5000 gün prim mağdurları, Çırak ve staj mağdurları, Bağ-Kur tescil ve prim sorunlular, doğum ve askerlik borçlanması mağdurları, 9 Eylül 99 sonrası işe giren ve emekliliği 17-20 yıl ötelenenler.

2-İş-Kur TYP garabeti çalışanları, Ulusal Hane Ziyareti çalışanları, eski Okul Güvenlik görevlileri, Ücretli Öğretmenler, Usta Öğreticiler, Fahri Hocalar, EYS Antrenörleri, Aile Bakanlığı Ekdersli Meslek Elemanları, PİKTES projesi çalışanları.

3-İhmal edilen Kahramanlarımız: Güvenlik Korucuları,  Sözleşmeli Er-Erbaşlar, Uzman Çavuşlar, Uzman Jandarmalar, Astsubaylar, İnfaz Koruma Memurları, Güvenlik birimlerindeki Sivil Memurlar.

3-Kamuda türlü isim ve unvanlar altında çalışan envai çeşit engele takılan TAŞERON işçiler ve işçi kılıklı memurlar, KİT ve BİT çalışanları, çakma kadrolu belediye işçileri, çakma sağlıkçılar, karayolu işçileri, her çeşitten var!

4-Yardımcı Hizmetler Sınıfı en gariban memurlar, Öğretmenliği verilmeyen Memurlar, haksız şekilde parçalı aile bırakılan memur ve işçiler, memur kadrosu verilmeyen ama aynı işi yapan üniversiteli kamu işçileri.

5-Sadece Memura yapılan seyyanen zamla haksız şekilde sefalete sürülen memur emeklileri, haksız Aylık Bağlama Oranları ve piyasa zamları yüzünden maaşının hayrını göremeyen SSK ve Bağ-Kur emeklileri.

6-Bir önceki Milli Eğitim Bakanı ile bir sonraki Bakan arasındaki tutarsızlığın bedeli ödetilen 2022 KPSS ataması bekleyen öğretmenler, mezunlar havuzunda çırpınarak beklerken; yetersiz kontenjan sayısı, 35 yaş sınırı, 4001 kodu gibi haksızlıklar ile umutları doğranan gençler.

7-Evlenmeyi tuzağa çeviren yasalardan korkarak uzaklaşan, haramlarla boğuşmaya sevk edilen, 6284 ve süresiz nafaka gibi zulüm yasalarının kara gölgesinden kurtulamayan gençler ve gittikçe zayıflayan, parçalanan aile ocakları.

8-Birbirinden tuhaf ve çelişkili af ceza indirimi gibi uygulamaların dahi dışında bırakılan, çek yasası mağdurları ve ehliyet affı beklentili yüzbinlerce insanımız,

9-YÖK’ün haksız uygulama ve bürokratik zorbalıklarından kendilerini bir türlü kurtaramayan denklik sorunu mağdurları, YÖK 100/2000 projesi doktor akademisyenleri, azami süre sorunu yüzünden mevcut aflardan yararlanamayıp okullarından atılan TIP  ve Dişçilik vb. bölüm öğrencileri.

10-Makul ücretli ve kışlasız bedelli askerlik talep eden gençler.

11-Ülkenin her yerini işgal eden başıboş köpek terörüne, her gün kurban gibi insanlarımızı feda etmekten bıkıp usanan, kendi yurdunda köpekten daha değersiz hisseden vatandaşlar.

Gördüğünüz gibi konu başlığı da mağdur sayısı da çok ve milyonlarca insanı doğrudan etkiliyor. Bunlar bir çırpıda aklıma gelenlerdi. Elbette eksikler de çoktur.

Netice olarak, Sayın Vekillerimiz lütfederek 3 aylık tatillerini tamamlayıp geldiklerinde, gerçekten çok hızlı ve etkili çalışmaları gerekiyor. Öbür türlü halefleri gibi hüsran ve kızgınlık yaşatmaya, hayır duası yerine ah ve beddua toplamaya devam edeceklerdir.

Sayın Vekillerimizin, Ekim ayına kadar keyif çatarak geldikten sonra, bunca sorun ve talep için süremiz yetmedi deme lükslerinin olmadığını hatırlatmaya gerek yoktur sanırım. Yaklaşan yerel seçimler öncesinde Meclise ilk defa katılan Yeniden Refah Partisi gibi taze partilerin özellikle yüksek performans göstermelerini bekliyoruz.

Kendilerine yönelik tüm hakları en üst limitten yasalaştıran, bir koyundan bir kaç post çıkarırcasına hem şimdiki Vekil maaşını hem de önceki dönemler için emeklilik maaşını aynı anda alabilecek kadar becerikli olabilen Sayın Vekillerimizden bu kadarcık performans istememiz haklı değil mi?

 




Bütün kervanlar yolda düzülmek zorunda mı?

Göçebe ve savaşçı toplum geleneğimizden kalan önemli zafiyetlerimizden birisi de “kervan yolda düzülür” felsefemizdir! Bu tavrın hızlı ve pratik sonuç alma gibi faydalarını görsek de karşımıza çıkardığı yüksek maliyetli faturalardan ve zararlı yan etkilerinden bir türlü kurtulamıyoruz! Planlı ve sistemli çalışma esas olmayınca kurulan sistemler aptal ve iğreti oldu. Akıllı ve becerikli yöneticiler ile günü kurtarmak, her zaman kriz yönetimi mantığıyla çalışmak esas yapıldı. Bizde sistem aptal, yöneticiler akıllı olduğu için dünya çapında çok meşhur ve becerikli yöneticiler yetiştiriyoruz.

Planlı çalışmayı hiç sevmiyoruz! Kazara plan yaparak başladığımız işlerin hemen hepsi, asıl planın dışına taşarak fazla veya eksik bitiyor! Hiç bir kamu binası plan ve projesine sadık kalarak kullanılmıyor! Mutlaka bir tadilat, değişiklik, ilaveler yapıyoruz! Çünkü ya planlarımız gerçek hayattan kopuk fantezilerle yapılıyor veya kendini bulunmaz hint kumaşı gibi gören yöneticilerimiz bu planları asla beğenmiyor, mutlaka bir düzenleme yaparak adeta kendi imzalarını koymak zorunda hissediyorlar. Zaten Devlet Planlama Teşkilatını da artık daha iyisini yapacağız, Cumhurbaşkanlığı Politika Kurulları süper uzmanlık ve planlama kurumları olacak diye kapattık. Ama şimdi ne süper kurumsal yapılarımızdan Devlet Planlama Teşkilatı kaldı, ne de faal ve fonksiyonel çalışan CB Politika Kurullarımız oldu! Varlığı sadece atama kararnamelerinde görülen, CB web sitesinde bile esamisi okunmayan bu kurullardan hayır mı gelir?

Gelişmiş ülkelerde kentleşmeye açılan bölgeler önce çok ayrıntılı planlanır, arazi yapısına uygun inşaat sistemleri ve sınırları tanımlanır, altyapı sistemleri kurgulanır, parselasyon, su, elektrik, doğalgaz gibi kaynaklar hazırlanır, geriye sadece oturulacak evlerin ve diğer yapıların inşası kalacak şekilde hazırlanır. O yüzden şehir ve sokakları cetvelle çizilmiş gibi düzgün, simetrik, bina yapılarını benzer görürsünüz. Türkiye’de özellikle büyük şehirler önce kamu arazilerinin işgali, kaçak yapılaşma ile başlar. Sonra yol, su, elektrik gibi hizmetler gelir. Tapu ve şehir planlama gibi kılıfına uydurmaya yönelik resmi işlemler de zaman içinde af ve hafif cezalarla tamamlanır. Gezip gördüğüm, içinde yaşadığım şehirler içinde en düzgün olanı Erzincan’dı. Orası da 1939 depreminde neredeyse tamamen yıkılan şehrin, ovalık alandan dağların yamacına doğru planlı şekilde taşınmasıyla oluştuğundan, gayet güzel ve simetrik bir şehir olmuştu.

Kervanı yolda düzerken mahvettiğimiz eğitim sistemsizliği; mezun, öğretmen ve akademisyen facialarımız:

Kervan yolda düzülür dedik ve bir sürü yere okul ve üniversite açtık. Ama okullara öğretmen, üniversitelere akademisyen desteğini zamanında veremedik. Bir anda yükselen derslik ve öğretmen ihtiyacını gidermek için, önce aday havuzunu doldurmamız gerekti. Sonra aşırı mezun sayısından şişen havuzu kolayca eritemedik. Çünkü bütçe kısıtları elimizi kolumuzu bağlıyordu. Bu yüzden sınırlı sayıda öğretmen atamasına yöneldik. Ama, çok acil öğretmen ihtiyacımız da vardı. Memleketin bazı yerlerine kadro ataması ilan edilse bile taliplisi çıkmıyordu. Bazı branşlarda ise Devlet tarafından yeterli sayıda kadro alımı ilan edilmiyordu.

Türk Milletinin ve yöneticilerinin kriz yönetim becerisi, ücretli öğretmenlik ucubesini üretti. Okulunda boş ders olmasını istemeyen müdür ve ilçe milli eğitim müdürleri bir çözüm bulmak zorundaydı. Mevcut yetkilerini kullanarak öğretmen atamalarını by-pass yaptılar. Kölelik gibi ağır şartlarda, son zamlarla 40 TL’ye yükselen saatlik ders ücretiyle, adeta kaçak öğretmen istihdamını çıkardılar! Okulların öğretmen ihtiyacı vaktinde giderilemeyince, acil ihtiyaç için kullanılan bu yol neredeyse standart öğretmen istihdamına döndü! Ücretli öğretmen sayısının son 20 yıl içinde 100 bine ulaştığı söyleniyor! Milli Eğitim Bakanlığı bu rezalet gibi tablodan utanıyor olacak ki, yıllık istatistik raporlarında bile ücretli öğretmenlerden hiç söz etmiyor!

Bu işe çaresizlikten ve alternatifsizlikten razı olan ücretli öğretmenler iki kısımdı. Bir tarafı, deli gibi KPSS çalıştığı halde ya kontenjan darlığından veya yüksek puan rekabeti yüzünden atanamayan, her yönüyle yetişmiş ehliyet ve liyakat sahibi öğretmen adaylarıydı. Diğer tarafı ise, daha iyi şartlarda iş bulamadığı için ve öğretmen olarak çalışmanın prestij cazibesi nedeniyle, farklı alanlarda lisans veya ön lisanlarına yani öğretmenliğe uygunsuzluklarına rağmen görev alan gençlerimizdi. Çünkü liyakatli olan öğretmenlerin atandığında dahi gitmeyi istemedikleri kadar zor ve uzak coğrafyalarda çalışmaya razı oldular.

Şimdi önümüzde devasa bir öğretmen problemi var! Sistemsiz günübirlik tavırlarımız bu hale getirdi. Kamuda yaklaşık 1 milyon kadrolu öğretmen var. Halen öğretmen açığının yaklaşık 250 bin olduğu söyleniyor. 10 bin civarı atamaya elverişli yaklaşık 100 bin ücretli öğretmenin görevde olduğu söyleniyor. Yani, eğitim ordumuzun yüzde 10 kadarı son derece yetersiz ücretli, sosyal güvencesiz, mutsuz ve huzursuz bırakılan neferlerden oluşuyor. Dışarıda ise KPSS ataması bekleyen yüzbinlerce mezun gencimiz var! Umutları giderek tükenen, maddi ve manevi ızdırap yaşayan, hayata küsen, kendilerini sınıfta hayal ederken, market kasiyerliğinde, taksi şoförlüğünde, inşaat işçiliğinde veya çiftçilikte bulan, ataması yapılmadığı için kısmeti de kapanan ve çoğu kez evlenemeyen gençlerimiz var! Onlar bir taraftan çaresizce atama müjdesi beklerken, diğer taraftan çok kötü şartlarda öğretmenlik yapmak zorunda kalan ama çocuklarımıza yansıtmamak için olağanüstü çaba gösteren, milli eğitimde beceriksizliğimizi kapatan ücretli öğretmenlere diş bileyecek kadar sinirleri gergin ve yıpranmış durumdalar. Hangilerinden vaz geçelim? Çocuklarımızı sahipsiz bırakmayan, onları yetiştirmek için harçlıktan beter ücretlere talim eden, yeterli sosyal ve ekonomik güvenceden mahrum kalan ücretli öğretmenlerimizden mi, yoksa binbir umut ve çile ile okuyan, başarıyla bitirdiği okulu yetmezmiş gibi adeta umut doğrama tezgahına dönüşen KPSS sınavlarında tarumar olan öğretmen adayı gençlerimizden mi? Hepsi de bizim gencimiz, hepsi de kıymetli, hepsi de güzel bir hayata layık üretken nesillerimizdir!

Eğitim sistemimiz nesil ve değerler öğütme makinesine döndü! Asla milli eğitim veremeyen, sistemsel bütünlüğü kalmayan, eğitimi de sağlıklı yapamayan bir sistemsizlik içinde kaybolduk! Öğrencileri bilgi ve beceri alanlarına uygun ayrıştırma, meslek edindirme, güçlendirme ve kadim değerlerimizi yükleyerek yaşatma fonksiyonu neredeyse sıfıra inmiş bir yapıdan söz ediyoruz. Bütün çocukları üniversite okumak zorunda hissettiren, sıfır puan çekse bile üniversite yolunu ardına kadar açan bu yapı, sorunları sadece 22-23 yaşına kadar öteleme görevini üstleniyor. Her yıl yüzbinlerce mezun gencimiz işsiz ve umutsuz nesiller havuzuna dökülerek çırpınıyor. Gençler arasında intihar oranı giderek yükseliyor! Hemen her şeyi üniversite boyutunda düşünerek meslek eğitimini ve genç yaşta girişimcilik gibi yeteneklerini elbirliğiyle boğduk!

KPSS sınavlarında umutlarını doğradığımız yetmezmiş gibi, yıllarca okuduktan sonra atanma hayaliyle avunan gençlerimizin önüne bir de 35 yaş sınırı çıkardık! Geçmişte şaibeli sınavların iptal edilmesi, kadro alımlarının geciktirilmesi, sınırlı sayıda açılan kadrolara torpilli mülakatlarla birilerinin yerleştirilmesi sonucu, beklemek zorunda kalan gençlerimiz zaman kaybetti ve yaşları ilerledi. Anayasamızda olmayan yaş engelleriyle daha çalışamadan emekliye ayrıldılar! Devlette sistem yaklaşımı bozulunca böyle garabetler oluyor işte. Hem emeklilik yaşını 65’e çıkarmak hem de 35 yaştan ilerisini ne kamuda ne de özel sektörde istihdamdan kaçınmak nasıl bir mantığın tezahürüdür? Kamuda KPSS A ve B mesleklerinde 35 yaş sınırı konulması haksız ve mantıksız bir uygulamadır. Sistem nazarıyla bakıldığında tüm kuralların uyumlu olması, böyle çelişen uygulamaların kaldırılması gereklidir.

Hemen her şehre birer üniversite kurduk. Niyet çok güzel, çabalar da takdire şayandı. Sonra giderek yükselen nitelikli akademisyen ihtiyacını fark ettik. Bazı alanlarda ciddi eksikler gördük. Yine pratik ve iş bitiren zekasıyla büyüklerimiz güzel bir çözüm buldu. En çok ihtiyaç duyulan 100 alanda 2000 gencimize YÖK bursuyla doktora yaptıralım, yüksek kalitede yetişsinler, ciddi sayıda yayınlar yapsınlar ve program sonunda hem üniversitelerde hem de endüstride istihdam edelim dedik. Projeyi duyurduk, gençleri heveslendirdik, bütçeler ayırıp harcadık, istihdam garantili gibi reklamını yaptık ve uyguladık. Sonra projenin kurucusu ve yöneticisi YÖK Başkanı başka bir göreve geçince, klasik bürokrat kaprisiyle yeni YÖK Başkanının 100/2000 projesini ve sonradan artarak geldiği rakamla 5000 gencimizin geleceğini adeta çöpe attık. Üniversitelerimiz yüksek nitelikli akademisyenlerden, gençlerimiz başarılı bir gelecekten mahrum bırakıldılar! Kendi elimizle doktoralı işsizler ordusu kurmayı başardık! Çünkü bizde sistem yok! Sistemsizlik veya sistemlerde devamsızlık sistemi var!

Şehirlerimizi başıboş köpek terörüne teslim eden sistematik beceriksizliğimiz:

Kadim medeniyetimiz boyunca, köpeklerin varlığı, hayatımızdaki yeri ve fonksiyonu hep belirli olmuştu. Mal, mülk ve arazilerin korunmasında, çiftlik hayvanlarının beslenmesinde yardımcı canlılar ve duygusal bağ kurabildiğimiz sadık dostlarımızdı. Kırsal bölgede yoğun ve bazen zaruri ihtiyaç halindeyken şehirleşmeye başladıkça diğer çiftlik hayvanları gibi hayatımızdan ayrılmaları gerekti. Şehirlerde ihtiyaç fazlası köpekler başıboş ve belirli köşe başlarında yaşamaya başladılar. Yerel halkın yardımı ve desteğiyle idare ettiler. Başıboş köpek sayısı insanları rahatsız eden boyutlara geldiğinde, saldırı ve hastalık olayları yaşandığında zabıta gibi görevliler tarafından müdahale edilerek genelde sayıca sınırlı tutuldular.

Avrupa Birliğine üyelik ve uyumlandırma çalışmaları kapsamında, 2003 yılında Avrupa Ev Hayvanlarını Koruma Sözleşmesini imzaladık. Bu sözleşme ile evcil hayvanların her yönüyle değerlendirilip en iyi refah şartlarının sağlanması istenmekle birlikte, başıboş evcil hayvanların sayıca kontrol edilmeleri için resmi makamlarca yapılması gerektiğinde itlaf metotları dahi tanımlanmış ve daha önce kullanılabilen zehirleme gibi acı ve ızdırap veren kontrol yöntemleri yasaklanmıştır.

2004 yılına kadar, başıboş köpeklerin sayısı belediyeler tarafından gerektiğinde itlaf ile kontrol altında tutuluyor ve çeteleşip hem insanlara hem de diğer hayvanlara saldırmaları önleniyordu. AB ile uyum kapsamında biz de 5199 sayılı Hayvanları Koruma Yasasını çıkardık. Ama yasa yapılırken Sayın Vekillerimiz feci şekilde yanıldılar veya art niyetli kulis çalışmaları ile kandırıldılar! Kanunu yaparken rehber metin olarak 2003 yılında imzaladığımız Avrupa Sözleşmesini referans almaları gerekiyordu. Ancak kanunun gerekçesinde bu sözleşmeden hiç bahsetmediler! Onun yerine sahte olduğu tescilli bir sözde UNESCO Beyannamesini esas aldılar. UNESCO’nun böyle bir beyannamesi yoktu! Bu sahte beyanname yüzünden hayvanları insanla eşdeğer gösteren hak terimi de gerekçede kullanıldı. Kanunda kurulması gereken insan sağlığını ve güvenliğini de koruma dengesi bozuldu. Halbuki Avrupa Sözleşmesi hayvanların koruması ve refahı için yapılmıştı, hayvanların hakları değil refahı olurdu! Hak ifadesi insanlara özel sorumluluklar ve görevlerle beraber gelen özel bir hukuksal kavramdı.

     

Yapılan bir başka vahim hata da aynı kanunun gerekçesinde Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün başıboş hayvanları ASLA öldürtmediği şeklinde yalan bir ifadenin yer almasıydı!

 

Halbuki 1932 yılında Türkiye çapında sıkça görülmeye başlanan kuduz vakaları (tıpkı günümüzde olduğu gibi) üzerine Resmi Gazete’de özel “Köpeklere karşı ittihaz edilecek tedbirler hakkında TAMİM” yayınlanmış, sahipsiz bütün başıboş köpeklerin ve sahipli de maskesiz (ağızlıksız) görülen bütün köpeklerin itlaf emri verilmiştir! 2004 yılına kadar belediyeler tarafından uygulanmaya devam edilen, zehirle veya gerekli görülürse kurşunla itlaf yöntemi önemle emredilmiş ve takibi istenmiştir.  
   

2003 yılında imzaladığımız Avrupa Evcil Hayvanları Koruma Sözleşmesinde zehirle itlaf yöntemi yasaklanmıştır. Bundan sonra 5996 sayılı kanunumuzda “Hayvan refahı / MADDE 9-(2) Hayvanların kesimi ve hastalık kontrolü amacıyla itlafı, hayvanlarda heyecan, acı ve ıstırap oluşturmadan, uygun araçlar kullanılarak yerine getirilir.” ifadesiyle genel çerçeve çizilmiştir. 3285 sayılı Kanuna dayalı olarak çıkarılan, daha sonra 3285 yürürlükten kaldırılarak 5996 sayılı kanuna bağlanan “Hayvan Sağlığı ve Zabıtası Yönetmeliği” içinde hasta, zararlı ve tehlikeli hayvanların imhası, kuduz hastalığına yakalanan veya kuduz hayvanlarca ısırılan hayvanların 10 gün bekletildikten sonra öldürülerek imhası gibi uygulama hükümleri tanımlanmıştır.

Belediyeler ve diğer kurumlarda gereken barınak, özel yaşam alanı vb. altyapı hazırlanmadan, Veteriner Hekim, veteriner sağlıkçı gibi uzman personel eksikleri giderilmeden, 2004 yılında sahte bir belge baz alınarak çıkarılan, insanların can ve mal güvenliğini yok sayan 5199 sayılı kanun ile sokaklarımızda başıboş köpek sorunu hızla büyümüştür. Tehlikeli sayılara ulaşan, kuduz, kist hidatik ve delibaş hastalıkları gibi öldürücü hastalıkları hem insanlara, hem de çiftlik hayvanlarına bulaştıran başıboş köpekler yüzünden, sadece son bir yılda en az 33 insanımız hayatını kaybetmiştir. Başıboş köpeklerin neden olduğu yüzlerce trafik kazasında yaşanan can ve mal kayıpları tahammül ötesidir! Çünkü sistemsiz ve hazırlıksız bir şekilde oldu bittiyle çıkarılan 5199 sayılı kanun uygulaması tam bir faciaya dönmüş ve belki de Cumhuriyet tarihinde ilk defa bir kanun bu kadar yoğun “katil yasa” eleştirisi almıştır. Teşkilatı hazırlanmayan, insan sağlığını ve güvenliğini yok sayan, düzmece bir beyanname üzerine tesis edilen bu kanundan milletimiz hayır görmemiş, 2021 yılında yapılan son düzenleme ile adeta garabetin üstüne tüy diken hükümler konulmuş, başıboş köpekleri tıpkı Hindistan gibi kutsal dokunulmaz varlıklara çevirmiştir.

Sonuç;

Sistemsiz ve üst/yan sistemlerle entegresiz yapılan her düzenleme ve uygulama birer hezimet ve israf kaynağına dönmüştür. Yukarıda sadece eğitim ve başıboş köpek sorununu örnek verdik. Bunlar gibi halkımızı sıkıntıya sokan ve kaynaklarımızı heba eden, haksız rantçı fırsatçılara meydan veren serbest piyasa, tarım politikaları, hileli ticari işlemler gibi çok sayıda konumuz var. Maksat hepsini sayıp dökmek değil, sistemsiz ve günü birlik çözüm kolaycılığının sonuçlarını farklı mecralardan göstererek bütüncül çözüm odaklı olmaya yöneltmektir. Mesela sağlıklı, kaliteli, ekonomik tarım ve gıda ürünlerine ulaşmak halkımız için temel haklardandır. İncir ve narenciye gibi ürünleri ancak ihracatta zararlı ilaç bulunmasıyla gümrüklerden geri dönünce bol ve ekonomik yiyerek sonrasında yaygın kanser ve diğer hastalıklarla acı faturalarını ödemekten korunabilmeliyiz!

Kurduğumuz aptal sistemlerin zarar ve ziyanı, akıllı yöneticilerimize rağmen halkımıza ve devletimize yansıyor! Eğitimden başlayarak, tüm yapıyı gözden geçirmenin ve insanlara bırakmadan akıllı sistematik tasarımlara yol vermenin vakti gelmedi mi?