Siyonizmle Mücadele Helal Gıdadan Başlar!

Çaresizce izlemek zorunda kaldığımız, faydasızlığımızdan utandığımız, dünyanın en korkunç ve kesintisiz süren katliamlarından birine tanıklık etmenin zilleti altında eziliyoruz! Elliden fazla İslam ülkesinin, iki milyarı aşan Müslüman halkın gözleri önünde, siyonist yahudi zulmünün bütün pislikleri yaşanıyor. Allah’ın lanetlediği, peygamberler katili, hile ve açgözlülüklerinden maymun ve domuzlara dönüştürülmüş aşağılık bir kavmin, kendi kendisiyle yarışan vahşetlerine şahitlik ediyoruz.

Bebek, sağlıkçı, haberci, görevli ayırmadan herkesi öldürebilen bu soysuzlar güruhuna karşı faydasız kınamalar ve zoraki bazı küçük adımlar dışında etkili olamayan Müslüman tebalı devletlerin, kağıttan kaplan misali acziyeti, Birleşmiş Milletler ve NATO güruhunun katliamcıları arkalayan tutumlarına bakarak, yeni ve etkili oluşumlara yönelmeleri acil şart ve ihtiyaçtır! Devletlerin, çok ağır ve geç gelen hareketlerini bekleyene kadar, halkların kendi dirayetiyle geliştirdiği en etkili mücadele yöntemlerinden birisi de siyonist marka ve destekçilerine karşı ticari boykot olmuştur.

Yahudilerin, finans, teknoloji, bilişim, medikal, gıda, medya gibi temel sektörlerdeki marka ve sermaye baskınlığı bilinen bir gerçektir. Alternatif olarak, milli ve yerli girişimlerin gelişimi desteklenerek, olması gereken dengeler kurulabilir. Yahudi baskınlığını çok abartarak, onların da istediği gibi tanrısal bir güç vehmedip mücadeleden kaçınmak da, sorunu ciddiye almayarak savsaklamak da Müslümanlara yakışmayan zararlı tavırlardır.

Boykot listelerine baktığımızda önemli bir kesiminin gıda, tekstil ve temizlik alanında temel tüketim markalarının yer aldığını görüyoruz. İşletmelere yönelik boykot alternatifleri çok daha güçlü olabilmesine karşılık, kahrolası üst düzey ticari ilişkilerde din-iman duyarlılığının iyice azaldığını da yaşayarak biliyoruz. Bu çirkinliğin en veciz örneğini, eski Bakan Sn. Nihat Zeybekçi’nin “Neden İsrail’le ticareti kesemeyiz? konulu demecini dehşetle izleyerek öğrenmiştik.

Her işte bir hayır vardır.” prensibince, siyonist markaları boykot hareketini, kesintili ve düzensiz eylemler yerine, daha sağlıklı ve etkili, sürdürülebilir ve üstelik geleceğimiz için de çok hayırlı bir boyuta taşıyabiliriz! Helal Gıda’yı ülke çapında zorunlu ve etkili bir denetim sistemine dönüştürebiliriz! “İnsan ne yiyorsa odur!” evrensel bir gerçektir! “İnsan yediğine bir bakıp düşünsün!” (Abese, 24) buyuruyor Yüce Rabbimiz! Bedenlerimizden haram gıda ve katkılarını uzaklaştırabilirsek, sağlığımızı, saflığımızı ve manevi gücümüzü daha da yükseltebileceğiz demektir.

Helal Gıda denilince akla en çok domuz ve domuz ürünlerine karşı tedbir alınmasının geldiği doğrudur. Nitekim 185 çeşit ürün çıkarılan domuzun girmediği hemen hiç bir yer kalmamıştır! İşlenmiş gıdalardan, kozmetiğe, tekstil ve inşaat malzemelerine kadar her yere yayılmıştır. Domuzla ilgili konuların ayrıntısına fazla girmeden, domuz dahil farklı kaynaklardan haram gıda ve katkı maddelerinin Türk Gıda Kodeksine işlenerek, ucu bitmez bir liste halinde onaylandığını ve maalesef hep birlikte tükettiğimizi söylemek lazım.

2017 yılında yasası çıkarılan ve 2018’de faaliyete geçen HAK (Türkiye Helal Akreditasyon Kurumu) ne yazık ki ölü doğan bir bebek gibi alanında etkisiz ve faydasız bir dostlar bilsin, makamlar dağıtılsın kurumuna dönmüştür. Çünkü HAK yetki ve inisiyatifleri zorunlu değil, gönüllü yapılmıştır. Yani Müslüman Türk halkına gıda, hijyen ve temizlik gibi ürünler satan işletmeler diledikleri gibi mevzuata uygun ama haram kökenli maddelerden imalat yapabilirler! Şayet kendileri isterlerse “Helal Sertifikası” vermeye yetkili bir kuruluştan hizmet satın alarak (bu hizmetin ne kadar sağlıklı ve İslami olduğu da çok şüphelidir! Mesela domuz jelatinli Haribo’ya bile sertifika vermişler!) ambalajlarında kullanıyorlar. HAK’da bu sertifika veren şirketleri onaylayıp sertifikalandırıyor.

HAK’ın Tarım ve Orman Bakanlığına değil de Ticaret Bakanlığına bağlı kurulması da ayrı bir garabettir! Ana grup olan gıdadan adeta kaçırılmış ve şirket oyunlarından ibaret ruhsuz bir yapı gibi gerçek hayattan koparılmış hayalet bir kuruma dönmüştür.

HAK’ın gerçekten işlerlik kazanabilmesi için şu adımlar atılmalıdır:

1.Ticaret Bakanlığından alınarak doğrudan Cumhurbaşkanlığına veya Tarım ve Orman Bakanlığına bağlanmalıdır.

2.Diyanet ve Tarım Bakanlığı temsilcileri danışma değil doğrudan Yönetim Kurulunda yer almalıdır.

3.Türkiye’de imal edilen veya ithal edilen bütün gıdaların Helal Sertifikası alması zorunlu tutulmalıdır.

4.Gıda mevzuatı baştan aşağı taranarak domuz veya böcek gibi haram kaynaklı alternatifi olabilen bütün E kodlu vb. katkı maddeleri çıkarılmalı ve helal araştırmasında bunlar da dikkate alınarak karar verilmeli.

5.İthal edilen E kodlu veya benzer katkı maddelerinin tamamı için helal araştırması yerinde yapılmalı veya şüpheli hallerde ithalatı yasaklanmalı. Yerli ve helal üretim teşvik edilmeli.

6.İnsana temas eden ayakkabı, tekstil, hijyen, temizlik vb. ürünlerin hepsinde helal sertifikası şart koşulmalıdır.

Boykot edilen siyonist markalara baktığımızda, hemen hepsinin gizli veya açıktan haram maddelere dayalı üretim yaptığını görüyoruz. O yüzden helal sertifikasyon şartı hem bu katil destekçilerine ağır darbe vuracak, hem de nesillerimizin sağlığını ve maneviyatını güçlendirecektir. İHA ve SİHA’larımız için yerli motor ve ekipmanın önemi ve gerekliliği ne ise, insanlarımız için yerli ve helal katkı maddelerinden imal edilen gıdalar odur! Belki de daha kıymetlidir!

O yüzden siyonizmle mücadele helal gıdadan başlar diyoruz! Gelin hep birlikte Hükumetimize tatlı baskı kuralım! Zaten HAK kurumu var! Yapılacak tek şey yönetmelik vb. kanun altı mevzuatı güncellemek, helal iradesini icraatın temel felsefesi yapmaktır! Kaybedilecek vaktimiz, neslimiz ve sağlığımız yoktur! Eşcinsel sapkınlıklarının dahi helal gıdayla doğrudan ilişkisi vardır! Öyleyse hemen harekete geçmeliyiz! Şimdi değilse ne zaman?




Ehven-i Şer Tercihlerimiz Felaketimiz Olmasın!

Ehven-i Şer, iki kötülükten veya kötü durumdan daha az veya hafif olanını tercih etmektir. Mecelle’de, “İki şerden, daha hafif olanı (ehven-i şerreyn) ihtiyâr olunur” (Mecelle, md. 29) şeklinde ifade edilir. Bu durum keyfilik sonucu değil, kaçınılamayan zaruri hallerdeki seçim uygulamasıdır. Mümkün olduğu kadar az vebale veya günaha girmeye çalışmaktır.

Zorunlu haller nedeniyle yapmış olduğumuz ehven-i şer tercihlerimiz, bizi vebalden kurtarmayacağı için, şerden kurtulmaya veya şer olan kısımlarını hayra çevirmeye çalışmak zorundayız.

Müslümanlar, yaşadığımız ahir zaman şartları nedeniyle her konuda ehven-i şer uygulaması yapmayı refleks haline getirdi.  Ehven-i şerleri kanıksama ve normalleştirme yüzünden, derin bir atalet, boşvermişlik, kolaycılık hastalığına yakalandık. Sinsi bir kanser gibi bünyemizi ele geçiriyor, yapımızı değiştiriyor ve dönüştürüyor.

İşler iyice çığırından çıktı. Ehven-i Şerleri meşru görmenin de ötesinde, ideal İslam gibi algılayıp savunanlar da türedi. Halen gaflet uykusuna dalmayıp hakka çağıranlara en büyük düşmanlığı da onlar yapıyor. Ehven-i Şerleri din gibi dayatıyor, karşı çıkanları fitne ile, hıyanet ve nankörlük ile suçluyorlar.

Düşmanlardan korunmak ve gizlenmek üzere sınırlı hallerde verilen takiyye ruhsatı ile birleştirilen ehven-i şer uygulaması, dinin köküne yabancı, gayri meşru akım ve örgütlerin dayanağı oldu. FETÖ sapkınlarında olduğu gibi, zevk almayacak(!)  şekilde zinaya, içki içmeye, açıktan dini değerlere muhalefet yapmaya, baş açık gezmeye, sapasağlam olduğu halde ima ile namaz kılmaya varıncaya kadar, akıl almaz, dine sığmaz saçmalıklara bahane edildi.

Ehven-i şer adeta sihirli bir değnek gibi her müşküle çözüm sağlıyor! Müslümanları mücadele etmekten, bedel ödemekten kurtarıyor! Kimsenin keyfi bozulmuyor, menkıbelerde kalan çileli hallere gerek kalmıyor!

Fazla soyut oldu, somut örnekler ver diyorsanız. Hay hay buyurun bir kaç örnek verelim:

  • Tek parti döneminden kurtulmak için 1950 yılında Demokrat Partiyi seçtik. Ezanı Türkçe okumaktan kurtarmak gibi hayırlı işleri de çok oldu. 1954 yılında Vakıfların paralarıyla Allah’a ve Resulüne savaş açan VakıfBank adlı faiz işletmesini de onlar kurdu. 65 yıldır bu ayıp devam ediyor ve sözüm ona dindar iktidarların hiç birisi bundan rahatsız olup düzeltmeye kalkmadı.

 

  • 1999 yılında aralarında MHP nin de olduğu koalisyon hükumeti, büyük bir hukuk cinayeti işleyerek, çalışan kişilerin emeklilik haklarını geriye dönük şekilde kanunla gasp etti. Emeklilikte Yaşa Takılanlar  (EYT) ortaya çıktı. Üstelik bu işi halktan kaçırmak için IMF dayatmasıyla 1999 depreminden sadece birkaç gün sonra yaptı. Vatandaş bu zulmü ve diğerlerini fark ederek 2002 seçimlerinde onları iktidardan indirdi. Yerlerine ehven-i şer olarak seçilen Ak Parti hükumeti ise, 2008 yılında daha büyük bir zulme imza attı 5510 sayılı kanunla emeklilikte aylık bağlama oranlarını  (ABO) %68’lerden %28 ler civarına indirdi. Yani asgari ücretle emekli olan birisi 2008 yılında 1.800 TL civarında aylık alabilecekken, bu kanun yüzünden en fazla 800 TL kadar emekli maaşı bağlanır oldu. Daha da vahimi halen çalışanların prim ödeme süresi uzadıkça emekli maaşlarının düşürüldüğü garip bir haldeyiz. 2019 yılı başında ise, bari emekliler en az 1.000 TL alsın diye lütfedip seyyanen fark zammı yaptılar.

 

  • Ana muhalefet partisinin bir il başkanının eşi, tek oturuşta çeyrek domuz yavrusunu yemiş diye sürekli gündeme alınıp aşağılanıyor ama, 2006 yılında çıkarılan “TÜRK GIDA KODEKSİ ÇİĞ KIRMIZI ET VE HAZIRLANMIŞ KIRMIZI ET KARIŞIMLARI TEBLİĞİ”  ile domuzun KASAPLIK HAYVAN sınıfına alınmasına kimse bir şey demiyor. Sahi hangisi ehven-i şer bunların? Birisinin domuz yemesi mi, domuzun Türkiye genelinde normal kasaplık etler sınıfına alınması mı?

 

  • Türkiye’de idam cezasını, zinanın suç olmasını hep ehven-i şer seçtiklerimiz kaldırdı. Yetmedi; ömür boyu nafaka zulmü, erkek ve İslam ailesi düşmanı feminist kanunlar, kadın güreş takımları, sapkınlıkları normal göstermeye çalışan eğitim programları hep ehven-i şer tercihlerimiz sayesinde oldu!

 

  • Kendilerini öyle kaptırdılar ki, Hz. Peygamberin işlediği hataya (haşa!) düşmeyeceklerini, kendilerine verilen oyların ruz-i mahşerde beraat belgesi olacağını iddia edebilecek kadar coştular!

 

  • Sözde din işlerimizden sorumlu Diyanetimiz de bu akımın yılmaz bekçiliğine soyundu. Eşcinsellerin de imamlık yapabileceğini söyleyen saygısız bir Milletvekiline cevap dahi veremediler. Faiz haramdır diye vaazlarda bulunup, paralarını faizle büyüttüler.

 

Sonuç olarak, ehven-i şer tercihleri kaçınılmaz bir durum olabilir. Ama din bu değildir! Bu gerçeği söyleyenler de hain ve fitneci değildir! Zorunlu tercihlerimizin sefasını değil, acısını hissetmeli ve düzeltmek için çaba sarf etmeliyiz. İtimat kontrole mani olamaz. Kendisine itimat edilenler de, zorunlu halleri ideal gibi boyayıp halka dayatamaz!

Yüce Rabbimiz, batılı batıl bilip söylemeyi ve kaçınmayı, hakkı hak bilip uygulamayı ve hatırlatmayı cümlemize nasip eylesin! Şerlilerin şerrinden ve ehven-i şerlere alışıp normal görmekten muhafaza etsin!  Amin!…

 

 

 

Kaynaklar:




Yeter Artık! Daha Fazla Domuz Yemek İstemiyoruz!

TAKDİM

Yazımın başlığı oldukça itici ve korkunç değil mi? Acı ama gerçek bu! Hepimiz öyle veya böyle, domuz veya domuz katkılı ürünleri yiyip-içiyor, giyinip kuşanıyoruz maalesef. Rabbimiz kurtarsın, bilip bilmeden yediğimiz bu melanetten bizleri muhafaza etsin. Sözde dualarımız öyle de, fiili duamız yani davranışlarımızda öyle mi? Oy vererek kendimize yönetici yaptıklarımız, gereken duyarlılığı gösteriyor mu? Daha da önemlisi, bizler yöneticilerimizi bu konuda yeterince uyarıp denetliyor muyuz? Yoksa hem ağlarım, hem giderim diyen gelinlerin sessiz kabulü gibi ve tıpkı faizle iç içe yaşamaya alıştığımız gibi, zinayı suç olmaktan çıkardığımız gibi daha bir çok konuda, Allah’ın ve Peygamberinin açıkça lanetlediği fiilleri işlemeye devam edecek kadar cesur muyuz!?

Allah-u Teala, biz kullarına verdiği sayısız nimetleriyle bütün ihtiyaçlarımızı meşru yollardan giderebileceğimiz bir atmosfer yaratmıştır.  “Ey insanlar! Yeryüzündeki şeylerin helâl ve temiz olanlarından yiyin! Şeytanın izinden yürümeyin. Çünkü o sizin için apaçık bir düşmandır.” (el-Bakara 2/168 ve  172; el-A‘râf 7/157; el-Mü’minûn 23/51). Yasaklanan şeyler genellikle zararlı ve aşırılık içeren madde veya haller şeklinde karşımıza çıkıyor. Bir Müslüman için, açıkça zararını görmese bile, sırf Allah ve Resulü emrettiği için bir şeyden kaçınmak, inancının gereğidir. Cuma namazı vaktinde, işini gücünü bırakıp ibadete gitmesi gibi. Kaçındığı şeyin aynı zamanda zararlı olduğunu görmesi de, İlahi bir lütuf ve güzellik olarak şuurunu arttırır, daha iyi bir insan ve Müslüman olabilmesi için teşvik eder. Domuz ve alkolden kaçınmak gibi.

İSLAMDA DOMUZUN HÜKMÜ

Domuzun, İslamda tamamıyla yasaklanmış bir hayvan türü olduğunu ve Kur’anı Kerim’de açıkça belirtildiğini görüyoruz. “Allah size ancak ölüyü (leşi), kanı, domuz etini ve Allah’tan başkası adına kesileni haram kıldı” (el-Bakara 2/173; en-Nahl 16/115; ayrıca bk. el-Mâide 5/3; el-En‘âm 6/145).

Yenilmesi Müslümanlara açıkça haram kılınanlar;
1. Ölmüş hayvanlar (leş hükmündekiler)
2. Kan ve kandan yapılan yiyecekler
3. Domuz ve domuz ürünleri
4. Allah’ın adı anılarak kesilmeyen veya Allah’tan başka bir şeyin adına kesilen her türlü hayvan (koyun ve dana bile olsa)

Kur’ân-ı Kerîm’de etinin haram olduğu belirtilen tek hayvan domuzdur. Et yiyen diğer yırtıcı hayvanlarla ilgili yasak ise sünnet ve içtihada dayanmaktadır. Domuz, Müslümanlar için hukuken değer taşıyan (mütekavvim) mallardan değildir. Ayrıca şarabın, leşin, domuzun ve putların satımının haram olduğunu ifade eden sahih hadisler mevcuttur (Buhârî, “Büyû”, 102, 112; Müslim, “Müsâkat”, 71; Ebû Dâvûd, “Büyû”, 64). Bu hadislere dayanarak İslam hukukçuları domuzun alım satımının haram olduğuna hükmetmişlerdir. Domuzun hiç bir ürünü, endüstriyel işlemlerden geçmiş olsa bile kullanılamaz.

Domuzla ilgili önemli bir konuda, A’raf Suresinde de (162-165) anlatıldığı üzere, Kudüs yakınlarındaki “Eyle” beldesinde yaşayan  Yahudi kavminin Cumartesi günleri balık avlamaları açıkça yasaklandığı halde, önce hile yolu ile balıkları havuzlarda hapsedip Pazar günleri toplayarak, sonra da açıktan ve fütursuzca Cumartesi günleri bolca balık avlayarak Allah’ın emir ve yasaklarını çiğnemeleri sonucu, bir gece kudreti sonsuz Rabbimizin “ol” demesiyle maymunlara dönüşmesidir. Konuyla ilgili diğer Ayet-i Kerimelerden birisi de  Maide Suresi 60. Ayetidir: “De ki: “Allah katında cezası bundan daha kötü olanı size haber vereyim mi? Onlar, Allah’ın lânetlediği ve gazap ettiği, bir kısmını maymunlara ve domuzlara çevirdiği, tâguta tapan kimselerdir. İşte bunlar, yeri daha kötü olanlar ve doğru yoldan daha fazla sapmış bulunanlardır.”

Konu oldukça açık ve net olduğu için, İslami hükümle ilgili kısmını bu kadarla bırakıyorum. Kısaca Yahudilikte de domuzun kesinlikle yasaklandığını, Hristiyanlıkta ise başlangıçta yasaklandığını, sevilmeyip horlandığını ancak, Hristiyanlığın daha kolay yayılmasını isteyen Pavlus tarafından yazılan “çarşıda satılan her şeyin yenebileceği” lafıyla meşrulaştırıldığını söyleyebiliriz. Dileyen kaynaklardan ayrıntılı olarak inceleyebilir.

Aşağıdaki videoda, Müslüman olmayan bir bilim insanının, neden domuz yenilmemesi gerektiğiyle ilgili, çok anlamlı bir konuşması var. Domuzların, aslında ne kadar sağlıksız ve tehlikeli olduğunu, Allah-u Teala’nın  pislikten ve hastalıklardan korunmamız için bizlere yasakladığını burada da görüyoruz.

 

DOMUZ ÜRETİMİ VE TÜKETİMİ NEDEN TERCİH EDİLİYOR?

 Domuz ve domuz ürünleri ile ilgili verileri, mümkün olduğu kadar batılı kaynaklardan, yani domuzları besleyip her şekilde kullanmaya özen gösterenlerden toparlamaya çalıştım. Domuza muhalefet edenler arasında yine batılı bilim adamları ve PETA gibi vejeteryan organizasyonlarının verilerini de inceledim.

Domuz ve domuz ürünlerinin tercih edilmesinin en önemli nedeni maliyet uygunluğu, yani ekonomik olmasıdır. Kısaca domuzların önemli özelliklerini sıralarsak;

  • Dişi domuzlar 170 ila 220 gün civarında doğurganlık çağına giriyor.
  • Domuzların gebeliği 114 gün kadar sürüyor. Yani istenirse bir domuzdan yılda 3 batın yavru alınıyor.
  • Domuzlar bir batında  12-13 civarında yavru verebiliyor.
  • Doğumda 1-1,5  kilo civarında olan yavrular, iyi bir beslenmeyle 4 aylık olduğunda 130 kiloyu geçerek, kesilmek üzere mezbahalara gönderiliyor.

Gördüğünüz gibi; koyun, keçi ve büyükbaş hayvanlardan hiç birisi, hızlı üreme ve büyüme açısından domuzla rekabet edemez. Üstelik, domuzlar cam dışında her şeyi, ama her şeyi yiyebilecek mahluklardır. Yavruları da dahil, her türlü hayvan leşini ve atık maddeleri yiyerek beslenebiliyorlar.

        Hollandalı yazar Christien Meindertsma,  tek bir domuzdan ne kadar ürün çeşidi çıktığını araştırmış, tam 3 yıl boyunca. Sonunda araştırmasını kitap halinde yayınlamış ve macerasını TED platformunda anlatmış. Türkçe alt yazılı videosu aşağıda. Domuzdan sağlanan maddelerin, tam 185 ayrı ürünün yapımında kullanıldığını tespit etmiş. Kendisi domuzlara hayranlık duyarak anlatıyor ama, ben izledikçe dehşet içinde kaldım. Meğerse her bir yanımız, evlerimiz ve mutfaklarımız domuzla işgal edilmiş bile!

DOMUZLARDA ZULÜM ALTINDA

 Sonsuz ve sınırsız kar hırsıyla gözleri dönmüş, vahşi kapitalist insanların ve firmaların yaptıklarını görünce, tiksindiğimiz domuzlara da acımak ve üzülmek zorunda kalıyoruz. Allah’ın kendince uygun gördüğü hikmetlere binaen, hem insanlara ve doğaya belki bir nevi çöp arabası gibi hizmet etmek, hem de sağladığı faydaların yanı sıra, zararlarıyla da bir imtihan kaynağı olmak üzere, yaratıp yer yüzünde var ettiği domuzların olağan getirilerini dahi yetersiz görüp, daha fazla kar elde etmek için, resmen işkence altında besleyip büyütüyorlar.

Tıpkı, sözüm ona modern üretim ve mezbaha sistemlerinde zulüm gören milyonlarca kümes hayvanları, büyükbaş ve küçükbaş hayvanların çile yolculuğu gibi, domuzlarda insafsız uygulamalardan payını alıyor.

Yavrularını henüz 10 günlük iken annelerinden ayırarak, anestezi yapmadan vahşice erkeklerin testislerini kopartıp iğdiş ediyorlar. Kulaklarını ve kuyruklarını kesiyorlar. Dişlerini söküyorlar. Sırf daha hızlı büyüsünler ve birbirlerini yemeye başlamasınlar diye.

Damızlık seçtiklerini, daracık ve sadece yatabilecekleri uzunlukta demir kafeslerde 3-4 yıl boyunca hareketsiz tutuyorlar. Sürekli yavrulayıp çoğalmaları için. İşkence gibi başlayıp devam eden kısa hayatları, zalimane uygulamalarla birlikte en sonunda mezbahada sona eriyor.

DÜNYA’DA DOMUZ ÜRETİMİ 

 Dünyada Domuz üretimi ile ilgili bulabildiğim en güncel verileri, Amerikan domuz üretim ve değerleme örgütünün sitesinden aldım. Kaynaklarda site bağlantısı da yer alıyor.  2017 yılında Dünya genelinde 103.894 Milyon Ton domuz eti ve domuz ürünü elde edilmiş.

Çin, Amerika ve Avrupa‘nın dünyadaki toplam domuz üretiminin yaklaşık %85‘ini sağladığını görüyoruz.

        Avrupa birliğinin resmi sitesindeki istatistik veritabanından aldığım tablolardan, aşağıdaki grafiği oluşturdum. Yukarıdaki Amerikan verisiyle arasındaki fark, mezbaha dışında kesilen hayvanlardan kaynaklanıyor. Önemli bir fark olmadığı için dikkate almadım. Gördüğünüz gibi, 2016 yılında Avrupa genelinde üretilen 32,19 milyon ton kırmızı etin %73’ü domuzdan elde edilmiş! Benzer durumun aynı şekilde devam ettiğini söylememize gerek yoktur sanırım.

TÜRKİYE’DE DOMUZ ÜRETİMİ 

Ülkemizdeki domuz üreticiliği hakkında araştırma yaptığımızda, kısaca şöyle bir tablo ile karşılaşıyoruz: 2000’li yıllara kadar bu alanda tam bir rahatlık ve boşvermişlik durumu yaşanmış. Türkiye’nin çeşitli bölgelerinde kurulan ve farklı kaynaklara göre sayısı 30 ila 90 arasında bulunan Domuz çiftliklerinde yıllarca denetleme yapılmadan domuz üretilmiş. Bu domuzların etleri, ucuza mal edilen salam, sucuk ve sosisler olarak veya toplu tüketim yerlerine el altından satılarak kullanılmış. Bir kısmı turist ve gayri Müslimlere domuz eti olarak temin edilmiş. 2006 yılı civarında çıkarılan yönetmelikler ve daha sıkı takiplerle, açıktan domuz yetiştiren çiftliklerin büyük bir kısmı şartları yetersiz bulunarak kapatılmış. Ülke genelinde resmi izinle çalışan 2-3 domuz çiftliği ve Antalya’da ruhsatlı bir domuz mezbahası kaldığı anlaşılmıştır. Halen, gizlice üretilen veya avcılar tarafından vurularak satılan yabani domuzlardan çıkan etlerin, miktarları hakkında sağlıklı bir bilgi olmadığı ancak, beklenenden çok fazla olduğu söylenmektedir.

2008 yılında İngiliz BBC televizyonu tarafından ülkemizde yapılan çekim ve röportajın videosunu aşağıda paylaşıyorum. İzleyince rahatsız olduğum şeyleri de söylemezsem içimde büyük dert olacak:

1- Sanki, 2002 yılına kadar Türkiye’nin domuzlarla bir alıp veremediği olmamış ve gayet rahat üretiliyormuş gibi söylenmesi beni çok ürküttü. Geçmişte neler ve ne kadar pis şeyler yedirmişler bizlere.

2-  Domuz üretenler ve spiker, Türkiye’nin AB’ye girebilmek için diğer hayvanlarla beraber domuzların da yasal zemine eklendiğini, ama pratikte domuzcuların zora koşularak kapanmaya itildiğini iddia ediyorlar. Beni asıl üzen görüntü ise, İstanbul İl Tarım Müdürlüğünü temsil eden kişinin sözlerinde sergilediği “bizim domuzla ve domuzcularla bir sorunumuz yok, onlar gerekli şartları sağlasın yeter” sözlerinde ortaya konulan eziklik ve İslam toplumu adına yaşatılan zavallılıktır. Sözde İslam Dünyasının lider ülkesiyiz ama, ismi ve kendi batasıca Avrupa Birliği’nin hoşuna gitmesi için, lanetlik hayvan domuzu da kasaplık hayvanlar arasına ekleme zilletliğini hep birlikte yaşıyoruz artık. “Ey iman edenler! Öldürülenler hakkında size kısas farz kılındı.“(Bakara 177) ve “Ey akıl sahipleri! Kısasta sizin için hayat vardır. Umulur ki (bu hükme uyarak) korunursunuz.” (Bakara 178) Diyerek, bize huzurun ve adaletin yolunu emreden Rabbimizin dediğini yapmadık, Avrupa’ya uyum olsun diye idamı kaldırdık. Şimdi ise; çocuklarımızın canını ve namusunu kirleten sapıkları, vahşice cinayet işleyen gözü dönmüşleri ve 15 Temmuz‘da olduğu gibi, hem cinayet işleyen hem de vatanımıza hıyanetlik eden alçakları, sadece hapiste beslemek zorunda kalıyoruz! Ayasofya’yı müze yaptık, atamız Fatih Sultan Mehmet Han‘ın bedduaları ve lanetiyle kendimizi kıyamete kadar zalimlerden eyledik. Modern hayata aykırı, Avrupa’da yasak değil diyerek, zinayı suç olmaktan çıkardık, aile yapımızın altına dinamit koymuş olduk. Ne namus hakkı aranır oldu, ne de evliliklerin ömrü ve bir değeri kaldı. Ezcümle, kahir ekseriyeti Müslüman bir toplumun manevi değerleri yok sayılmadan, Allah’ın lanetlediği domuzu bizde lanetliyor ve gıda cinsinden görmüyoruz diyemez miyiz? Azınlık ve ateistlerin domuz yeme hakkı ne olacak diye, kimse domuzluk yapmasın. İlla domuz yiyeceğim, ben Müslümanlardan değilim diyenlerin, domuz yemesine izin ve imkan verilecek düzenlemenin yapılabileceğini, domuz gibi biliyorlar aslında.

3- İstanbul’da açık kalan son domuz kasabı tanıtımıyla röportaj yaptıkları Lazari Kozmaoğlu isimli herifin, “Vallah alamazsak, bu işi bırakıcaz.”  şeklinde, sözüne Allah’ın adıyla başlaması çok zoruma gitti. İnancımıza göre lanetlik bir iş yapan bu adamın, Allah’ın adını işiyle birlikte anması ne kadar çirkin ve sefilce bir haldir. Allah cezasını versin inşallah…

Avrupa Birliğine uyum çalışmaları içinde, mevzuatımızda bu pis hayvana da “kasaplık hayvan” statüsü verilerek meşrulaştırılmıştır.

TÜRK GIDA KODEKSİ ÇİĞ KIRMIZI ET VE HAZIRLANMIŞ KIRMIZI ET KARIŞIMLARI TEBLİĞİ (TEBLİĞ NO: 2006/31)

 MADDE 4 – (1) Bu Tebliğ’ de geçen;
a) Kasaplık hayvan: Büyükbaş, küçükbaş hayvanlar ve diğer kasaplık hayvanları,

b) Büyükbaş hayvan: Sığır, manda ve deveyi,

c) Küçükbaş hayvan: Koyun ve keçiyi,

ç) Diğer kasaplık hayvanlar: Domuz, yaban domuzu, at ve tavşanı,

Başka bir yönetmeliğimizde ise bu durumla çelişen ve sözde domuz kullanımını engellemeye çalışan maddeler konulmuş:
TÜRK GIDA KODEKSİ GIDA KATKI MADDELERİ YÖNETMELİĞİ (2013)

MADDE 6 (1) Bu Yönetmelik hükümleri ile uyumlu olmayan bir gıda katkı maddesi veya bu gıda katkı maddesini içeren bir gıda piyasaya arz edilemez.

(2) Domuz kaynaklı bir gıda katkı maddesi; gıdalarda, gıda katkı maddelerinde, gıda enzimlerinde ve gıda aroma vericilerinde kullanılamaz.

Gıda Katkı Maddeleri Yönetmeliğindeki bu maddenin pratikte hiç bir anlamı ve etkinliği 2 nedenle yoktur:

1.  Domuzdan elde edilen en meşhur ve yaygın şekilde kullanılan madde, jelatin olarak bilinen proteindir. Doğrudan insan vücuduyla uyumlu ve tek başına gıda niteliğinde olduğu kabul edildiğinden, katkı maddesi olarak tasnif edilmez. Doğrudan gıda maddesi olarak işlenir. Ayrıca, her hangi bir jelatin ham maddesinin hangi hayvandan geldiğini ayırt edebilecek laboratuvar testleri, belki de kasıtlı olarak, henüz icat edilmemiştir. Yahu, elin gavuru %100 domuzdan ürettiği jelatini bile gizleyerek Müslümanları ve Yahudileri kandırmaya çalışıyor. Hiç domuzdan üretildiği tespit edilebilsin ister mi? Bu kareyi aşağıda vereceğim videodan alarak, üzerine soru cümlesini ekledim. Röportaj yapan kişinin sorusuna, bakın nasıl alçakça cevap vermiş zalim adam.

2. Domuzdan üretilebilen gıda katkı maddeleri aynı zamanda bitkilerden veya diğer hayvanlardan da üretilebilmektedir. Üreticilerin, içindekiler kısmında yazılan E kodlu gıda katkılarının domuzdan yapılmadığını yazmaları, boş ve tüketicileri aldatmaya yönelik bir iddiadır. Bunların gerçek kaynağıyla ilgili ayrıntılı bildirimler ve yasal  takipler eksiktir. Domuz ve domuz yağından üretilebilen, ayrıca her yerde haklarında uyarılar yayınlanan örnek gıda katkı maddeleri: E100, E110, E120, E140, E141, E153, E210, E213, E214, E216, E234, E252,E270, E280, E325, E326, E327, E334, E335, E336, E337, E422, E430, E431,E432, E433, E434, E435, E436, E440, E470, E471, E472, E473, E474, E475,E476, E477, E478, E481, E482, E483, E491, E492, E493, E494, E495, E542,E570, E572, E631, E635, E904.

Örnek Katkı Maddesi İncelemesi:
Sırf bir örnek olması için, yukarıdaki katkı maddelerinden birisini seçelim. Mesela E495 olsun. Aşağıda KAYSİS bağlantısını da verdiğim TÜRK GIDA KODEKSİ GIDA KATKI MADDELERİ YÖNETMELİĞİ (2013)’ne göre BÖLÜM E GIDA KATEGORİLERİNDE İZİN VERİLEN GIDA KATKI MADDELERİ VE KULLANIM KOŞULLARI  tablosunda E 491-495 Sorbitan esterler şeklinde yer alıyor ve karşılığında hiç bir uyarı veya kısıtlama yok! Zaten, izin verilenler tablosuna koymuşlar. 5000 mg/kilo veya litre kullanım dozuyla her türlü yiyecek ve içeceğimize katılabilir yani.

Aynı katkı maddesi için başka bir kaynağa baktığımızda ise şu bilgilerle karşılaşıyoruz:

Kaynağı:
Bitkisel veya hayvansal kökenli normal bir yağ asidi olan palmitik asit ve sorbitolden üretilir.

Fonksiyon ve Özellikleri:
Emülgatör ve stabilizör özelliktedir.

Ürünler:
Farklı ürünler içerisinde kullanılır.

Kabul edilebilir günlük alım miktarı:
25 mg/kg vücut ağırlığı

Yan etkileri:
Sorbitan mono palmitat, yan etkileri olmadan metabolize edilen sorbitol ve palmitik asite metabolize edilir.

Kullanımındaki sınırlamalar:
Çoğunlukla bitkisel yağlar kullanılmasına rağmen, hayvansal yağların (domuz yağı gibi) kullanımı dışlanamaz. Bundan dolayı; birtakım gruplar, örneğin, etin yanı sıra süt ve süt ürünleri de yemeyen vejeteryenler, Müslümanlar ve Yahudiler bu ürünlerden uzak durmalıdır. Sadece üreticiler, yağ asitlerinin kaynağı üzerine detaylı bilgi verebilir. Kimyasal olarak, bitkisel veya hayvansal kaynaklı yağ asitleri aynıdır.

Bu bir facia değilse, başka nedir?

Hem sözde domuz ve domuz katkılarını yasaklıyoruz, hem de açıkça ve ekonomik olduğu için tercihli olarak domuzdan üretilen katkı maddelerini serbestçe kullanma izni veriyoruz. Bunun adı vebaldir, günahtır. Bilerek yapılıyorsa hainliktir, domuzluktur. Sıradan vatandaşın, bit kadar yazılı içindekiler listesi içinden bu maddeleri ve kodlarını görüp ayırabileceğini bekler misiniz?

Aşağıda bağlantısını paylaştığım BBC Türkçe haberine göre; tıpkı Müslümanlar gibi, Yahudiler içinde yasaklanmış olan domuz eti, laik Yahudiler tarafından yaygın olarak tüketiliyormuş. “Beyaz et” olarak tanımladıkları domuzları, kendileri ve Hristiyan İsrail vatandaşlarına temin etmek için özel çiftliklerde kurmuşlar.

BBC’nin, yukarıda verdiğim videosuyla ilgili İngilizce haberinde ise, Türkiye açısından korkunç ifadeler var. Haberin linkini yabancı kaynaklar içine de ekledim. “Bir başka Türk arkadaşım, İslam’ın yasakladığı domuz yemeklerinin, burada laik yüksek sosyete arasında gittikçe popüler olduğunu söyledi.”  Bu hale gelmişiz! Allah sonumuzu hayır etsin. İçimizdeki ahmaklar yüzünden bizleri de helak eylemesin.

Domuz Derisinden Ayakkabı ve Montlarda Giymeye Başladık! 

Özellikle Çin’den ithal edilen ucuz ayakkabı ve deri mamullerinin büyük bir kısmında, domuz derisi kullanıldığı ortaya çıkmış. Buna hiç şaşırmadım, çünkü yukarıdaki tablolarda da göreceğiniz gibi, domuz üretiminde Çin tek başına, Dünya piyasasının yarısından fazlasına sahip. Kış kışlığını, Çin Çinliğini yapacakta, bunlara ithalat izni veren makamlarımız bu kadar mı saf ve rahat acaba? İthalat şartlarını domuz derilerini önleyecek şekilde düzenlemek varken, neden Milletin vebaline giriliyor?

Sırf ucuz diye domuz ürünlerinin piyasada kök salmasına vesile olanları Allah’a havale ediyor ve bu yazıyı okuyanları da, sorgulayıp hesap sormaya davet ediyorum. Kendi adıma ise,  dilsiz şeytanlardan olmamak için buraya yazmış bulunuyorum. Haber bağlantısını, yerli kaynaklardan görebilirsiniz.

DOMUZ KONUSUNDA EN BÜYÜK BAŞ BELAMIZ: JELATİN

Jelatinle ilgili bulgularıma yer vermeden önce, bu konuda çok değerli açıklamaları olan Nurettin Yıldız hocamızın konuşmasını paylaşıyorum.

Kuzey Amerika Jelatin Üreticileri Enstitüsünün (gelatin-gmia) web sitesinde yayınladığı jelatin el kitabından alıntı yaparak paylaşıyorum:

Domuz derisi, ABD’de yenebilir jelatin üretimi için önemli bir ham madde kaynağıdır. Çıkarılmadan önce, ön arıtma için kısa süre gerekmesi ve atık su miktarının en aza indirgenmesi, jelatin üretiminde bu ham maddenin sağladığı önemli ekonomik faktörlerdir. Taze ya da dondurulmuş olarak sunulan domuz derisi, zaten yağ, et ve kılları ayıklanıp düzeltilmiş olarak mezbahalardan işleme tesislerine geliyor. Domuz derisinin kılları genellikle sıcak bir soda çözeltisi ile kazınıyor.

Hayvansal jelatinler 2 tipte üretiliyor. Domuz derisi ve yağından üretim sırasında ilk önce asid kullanılarak ayrıştırma yapıldığından Tip A Jelatin olarak tanımlanıyor. Domuz, Sığır ve diğer hayvanların kemiklerinin parçalanarak önce alkali madde ile ayrıştırılmasıyla veya sığır cinsi derilerin alkali maddelerle işleme başlatılmasıyla da Tip B Jelatin üretiliyor.

Aşağıdaki video İngilizce olmasına rağmen, info-grafik anlatımı nedeniyle kolayca anlaşılıyor. Kollajen olarak tanımlanan Jelatinin nasıl  ve nereden üretildiğini, nerelerde kullanıldığını güzelce izah ediyor.

Gerçek görüntülerle Jelatin nedir? anlamak isterseniz, en büyük jelatin üreticilerinden birisinin buradaki tanıtım videosunu izleyebilirsiniz:

       TRT Haber Televizyonunda Jelatin nedir? konulu güzel bir program yapılmış. Onu da eklemezsem eksik kalırdı.

JELATİN NASIL YAPILIYOR?

      Aşağıda, helal jelatin ürettiğini belirten bir firmanın sektör sunumundan bir kesit görüyorsunuz. Rakamlar doğru mudur, abartmış olabilirler mi diyerek, AB’nin kendi verileriyle karşılaştırdım. Yukarıda bulunan, dünyada domuz üretimi analizinden de hatırlarsanız, 2016 yılında Avrupa’da kesilen kırmızı etlerin %73‘ünün Domuzdan sağlandığını resmi verileriyle göstermiştim. Domuzların, en çok karın bölgesi yağları ve derileri tercih edilmekle beraber, tıpkı sığırlar gibi kemiklerinden de jelatin üretilebildiğini bildiğimize göre, kesilen domuzların kemiklerinden sağlanacak jelatinin de hesaba katılması gerekir. O zaman genel olarak, üretilen jelatinin en az %80 oranında domuzlardan çıkarıldığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Ekonomik ve hızlı ayrıştırma avantajları da domuzları özellikle tercih edilir kılıyor.

      Jelatin üreticilerinin tanıtım kitapçığındaki işlem şemasına göre, kırılıp parçalanarak kurutulan, yağlı kısmı giderilen kemikler, çeşitli işlemlerden geçtikten sonra, sıcak suyla ayrıştırma aşamasına geliyor. Domuz derileri de parçalanıp asit ve yıkama gibi işlemlerden sonra, sıcak suyla ayrıştırma noktasına gelmiş oluyor. Bundan sonrası ortak işlemlerle devam ederek, ticari formlarına getirilip paketlenmesiyle Jelatin Üretim Süreci sona eriyor.  

       Almanya’da kurulan, dünyanın en büyük ve eski jelatin üreticilerinden birisi de GELITA firmasıdır. Resmi bir kayıt bulamadığım için ispat edemiyorum ancak, HARIBO firması ile organik bir ilişkisinin olduğuna kuvvetle inanıyorum. Çünkü vereceğim tanıtım videolarından da göreceğiniz gibi, doğrudan kendi markaları gibi açıkça teşhir ediyorlar. Gıdalarda jelatin kullanımını anlattıkları videodan bir görüntüyü alarak buraya ekledim. Haribo markasını net olarak görebilirsiniz.

          Yukarıda yayınladığım, Gelita firmasının Youtube’da bulunan Jelatin nedir? konulu tanıtım videosunda da, ham madde olarak açıkça domuz derisini göstermiş ve anlatmışlar. İlgili kısımdan bir kareyi ekledim.

         Aynı firmanın Jelatin nasıl yapılır? konulu videosunda da temel ham madde olarak domuz karnı gösterilmiş. Jelatini daha çok böyle ürettikleri halde, web sitelerinde domuz yerine inek görsellerini kullanmaları sizi bilmem ama, bana tam bir domuzluk örneği gibi geliyor. Videodan örnek kare alarak, Türkçe açıklamasını ekledim.

         Yabancı bir kanalın yapmış olduğu çekimlerde de jelatin üretiminde kullanılan domuzların ve bunları insanlardan gizlemek için yapılan domuzlukların farkına varabilirsiniz. Youtube’da bulunan, Türkçe alt yazılı videosunu buyurun buradan izleyin. Yalnız, Türkçe açıklamadaki jelatin maddesini sadece E471‘e indirgemelerini ve belirli iki markayı hedef almalarını doğru bulmadığımı belirtmek isterim. Jelatin bir gıda katkısı değil, gıdanın kendisidir çünkü. Ayrıca, içine giremediği paketli işlenmiş gıda ürünü neredeyse kalmamıştır. Bu açıdan, kasıtlı bir ticari amaç gözetildiğini düşünüyorum. Neyse, biz işin esasına bakalım yine de:

Gelita firmasının Jelatin nasıl yapılır? Konulu videosunu da izlerseniz, domuzun jelatin üretiminde ne kadar önemli bir ham madde olduğuna artık kesin kanaat getirmiş olursunuz.

JELATİN NERELERDE KULLANILIR?

Sadece bu soruya cevap vermek için sayfalarca yazmamız gerekir. Kullanılmadığı bir yer kalmamış neredeyse.

Genel bir gruplama yaparsak eğer, jelatinin kullanıldığı yerleri şöyle sıralayabiliriz:

  1. Gıdalarda
    a) Doğrudan gıda maddesine katılarak. Örneğin şekerlemeler, tatlılar gibi
    b) Gıdaların içinde değil üretim süreçlerinde kullanılarak. Örneğin meyve sularının içindeki parçacıkların filtre edilmesi işleminde
  2. Hijyen ve temizlik maddelerinde. Sabun, diş macunu, şampuan vs.
  3. Sağlık teknolojilerinde, aşı ve ilaçların hem içeriğinde hem de üretiminde
  4. Makyaj, kozmetik ve güzellik ürünlerinde
  5. Yaşlılığı önleyici, geciktirici ürünlerde
  6. Biyolojik yakıtlarda, petrol ürünleri ve asfalt üretiminde
  7. Silah sanayisinde
  8. Isıtma ve soğutma sistemleri sanayisinde,
  9. Metal ürünleri işleme ve üretim sanayisinde,
  10. Fotoğraf, baskı ve film ürünlerinde
  11. Evcil hayvanların bakım ve beslenme ürünlerinde

Gördüğünüz gibi, çok kaba bir gruplama yapmış olmama rağmen, eminim eksik kalan sektör ve ayrıntılar halen vardır. Domuz içermesi nedeniyle, hepsi bizi ilgilendirmekle beraber, özellikle vücudumuza giren gıda, ilaç ve aşılar açısından son derece duyarlı ve uyanık olmamız gerekiyor. Gelita firmasının gıdalarda Jelatin kullanımı ile ilgili videosu, bizlere manevi çığlıklar atarak uyanın artık diyor, ama duyabiliyor muyuz acaba?



DOMUZ GRİBİNİN AŞISINDA DA DOMUZ VAR!

Evet, maalesef var. Üstelik sadece Domuz Gribi (H1N1) aşısında değil, Avrupa ve Amerika’da üretilen aşıların bir çoğunda doğrudan içeriğinde veya üretiminde kullanılıyor.  Üstelik bunu saklamayıp gururla yayınlıyorlar! Gelita firmasının ürünlerini ve kullanım alanlarını anlattığı sayfanın en başına aşı teknolojisindeki ürünleri konulmuş. İlgili sayfayı mümkün olduğu kadar aslına sadık kalarak Türkçe çevirisini buraya alıyorum. İnanmayan sitesine giderek inceleyebilir.

Gelita’nın Portföyünde benzersiz bir ürünü olan VacciPro, kritik H1N1 (Domuz Gribi) aşılarının geliştirilmesinde dünyanın önde gelen aşı üreticileri tarafından kullanılmaktadır. Aşı stabilizasyonu için özel olarak optimize edilmiş özel bir kolajen peptid olan VacciPro, yıllar boyunca aşı üretiminde kullanılırken, H1N1 virüsünün son salgını için, modern zamanların en önemli aşı gelişmelerinden birini sunuyor. Son derece yüksek saflık seviyesi ve mükemmel ve tutarlı moleküler ağırlık kontrolü ile, VacciPro antijen stabilizasyonu için idealdir.

Gelita, USP ve EP gerekliliklerine uygun olarak VacciPro’yu özenle üretmektedir. VacciPro’nun viral temizliği, implante edilebilen cihazlar için FDA (Federal İlaç İdaresi) gerekliliklerini bile aşmaktadır. Ayrıca, VacciPro’nun düşük allerjenik potansiyeli nedeniyle, vücut tarafından yüksek tolerans ve doku hücreleri için bir yakınlık, enjekte ilaç için ideal bir maddedir. Yüksek stabilizasyon özellikleri ile, VacciPro aşı geliştirme süreci, altın standart olarak küresel aşı üreticileri tarafından tanınır.

Adamlar her şeyi ayan beyan yazmışlar. Daha ne desinler! Benzer şekilde, aşılama yoluyla dünya nüfusunu azaltmaya çalışan Bill Gates gibi Siyonist-Yahudilerin sırf bu işler için, milyon dolarlık bütçeler ayırıp vakıflar kurduğundan önceki bir yazımda da (bakınız Rızkımız Teminat Altında Değil mi?) bahsetmiştim. Ya kendi yolumuzu açarak kurtuluş ve huzura gideceğiz, ya da başkalarının açtığı yoldan acı, hastalık, günah ve zillet dolu, sonu meçhul yolculuklara katlanacağız. Acilen temel ilaç ve aşı sanayimizi geliştirmemiz ve domuza alternatif olacak, meşru teknolojik çözümler üretmemiz lazımdır. Yoksa bu gidişle hem kendimizi, hem de neslimizi koruma imkanımız kalmayacak. Çocuklarımız ve yetişkinlerimiz domuzdan üretilen aşılarla mikroplardan korunmaya çalışacak, hastalarımız domuz jelatiniyle kaplanmış veya domuz ürünleriyle tatlandırılmış ilaçları içecek, kalp hastalığı olanlarımız da domuz kalbinden alınan parçalarla yaşamaya çalışacak. Buna Müslümanca yaşamak denirse tabii..

Konunun uzmanları,  son yıllarda kanser hastalığının anormal şekilde yayılmasının en büyük nedenlerinden birisi olarak, domuz menşeli ürünlerin aşırı kullanımını gösteriyorlar. Çünkü jelatin gibi organik ve vücuda yabancı olmayan maddeler yüzünden, otoimmun (özsavunma) sisteminin bozulduğunu, genetik bütünlüğün ve hormonal dengenin sarsıldığını anlatıyorlar. Domuz tüketen toplumlarda fizyolojik ve manevi açıdan domuzlaşma eğilimi de artıyor. Çocuklarda cinsel ve duygusal gelişim normal seyrinden çıkıyor. Davranış modelleri değişiyor. Diyabet gibi metabolik hastalıkların görülme sıklığı artıyor, kalp-damar hastalıklarının başlangıç yaşları gittikçe düşüyor. Aşırı ilaç kullanımı da eklenince bio-kimyasal vücut dengesi kalmıyor. Gereksiz ve ölçüsüz kullanılan antibiyotikler yüzünden, basit hastalık mikropları bile tedavi edilemez enfeksiyonlara neden olabiliyor. Çiftlik hayvanlarının daha hızlı gelişmesi ve zayiat vermemesi için kullanılan antibiyotik ve hormon takviyesi gibi ilaçlarda, et ve süt ürünleriyle birlikte insanlara geçerek yıkıcı etkilerde bulunuyor.

İSLAM DIŞI ÜLKELERDEN GELEN JELATİNLER, NEDEN MUTEBER OLAMAZ?

Yazımın en başında da gösterdiğim gibi; kendiliğinden ölmüş hayvanlar, kan, domuz ve Allah’ın adı anılmadan kesilen hayvanların etleri kesin olarak yasaklanmış ve Rabbimiz tarafından bizlere  haram kılınmıştır.

  • Avrupa, Çin ve Amerika gibi ülkelerdeki jelatin ve diğer hayvansal gıda katkılarının, kahir ekseriyetle Domuzdan yapıldığını cümle alem biliyor artık. Üretimin en az %80-90 oranında domuzdan yapılması ekonomi ve kapitalist dünyanın bir gereği olmuştur.
  • Helal kabul edilen hayvanlarda olsa, İslama uygun şekilde beslenip kesilmeyen hayvanların et ve et mamulleri de haram kılınmış ve tıpkı leş veya domuz hükmünü almıştır. Yani bu hayvanlardan çıkarılanların, pratikte domuz ürünlerinden bir farkları yoktur.
  • Küçükbaş ve sığır cinsi olduğu halde, İslam olmayan ülkelerde Allah’ın adı anılarak yapılan kesimler az da olsa vardır muhakkak. Müslümanların kendi işletmeleri veya Müslümanlara özel kesimler gibi. Ancak, buralardan sağlanan deri ve kemikler yine götürülüp domuz ve diğer hayvanların işlendiği fabrikalara girdiği için, pis etlerin içine atılmış bir kaç parça temiz et gibi olmaktadır. Diğerleriyle birlikte işlenmeye başlandığı anda, temiz hükümlerini kaybetmiş ve necis olmuş sayılırlar.
  • Jelatinin helal kabul edilebilmesi için; İslama uygun yetiştirilmiş ve helal kabul edilen hayvanların, yine İslama uygun şekilde kesilerek deri, et ve kemiklerinin çıkarılması, sadece İslama uygun kesilen hayvanların işlenmesi için özel kurulan sanayi tesislerinde ve yine İslama uygun maddelerle birlikte muamele edilerek üretilmesi gerekir. Yani bir fabrika, hem domuz hem de sığır jelatini üretiyorsa oradan çıkan jelatin uygun olamaz. Sadece sığır eti işlediği halde, Müslümanların kestiği sığır etleri ile Müslüman olmayanların kestiği sığırların etleri karışıyor veya aynı makinelerden geçiyorsa yine uygun olmaz. Sadece Müslümanların kestiği sığırlarının etlerini alan bir jelatin fabrikasında, üretim sırasında örneğin etler alkol ile muamele edilerek işleniyorsa çıkan ürünler yine uygun kabul edilemez.

Bu gerçeklerin ışığında ve ekonomik verileri de dikkate aldığımızda, İslam olmayan ülkelerden İslam’a uygun jelatin ve diğer hayvansal gıda katkılarının gelebilmesi %99 mümkün değildir. %1 ihtimal bilmediğimiz tesisler olabilir ama kimse buna güvenerek yola çıkamaz sanırım.

HARIBO’NUN HELAL SERTİFİKASI SİZCE DOĞRU MUDUR?

HARIBO markasının Türkiye’de helal üretim yaptığı reklamına itirazımı belirtmek istiyorum. Türkiye’de şekerleme fabrikası kurmuş olmaları, onları helal kısmına koyamaz. Çünkü, en önemli ham maddeleri olan Jelatin için Türkiye’de bir fabrika kurduklarını duymadık. Varsa ve sadece buradan sağlanan jelatinle üretim yaptıklarını belgeliyorlar ise, büyük bir memnuniyetle bende yayınlar ve hatta gönüllü elçileri olurum.

Bir kaç yıl önce HARIBO için şahsen jelatin araştırmam yine olmuştu ve buradaki tesislerini telefonla arayarak bilgi edinmeye çalışmıştım. Bana söyledikleri Türkiye’deki tesislerinde sığır jelatini kullandıklarıydı.

Yukarıda da izah ettiğim gibi;

Jelatinin son halinden geriye dönük olarak yapılan testler ile sığır veya domuz menşeli olup olmadığı halen anlaşılamıyor. Firmaların tek taraflı beyanlarına ne kadar güvenilebileceğini videolarda gördünüz. İki farklı firmadan birisi kalp kapakçıklarının domuzdan yapıldığını, diğeri de jelatinin domuz kaynaklı olduğunu özellikle saklamaya çalışıyordu. Gelita’nın ortağı veya en büyük müşterilerinden birisi olan Haribo’ya neden inanalım?

Haribo, belge üzerinde sığır menşeli jelatin kullandığını göstermiş olursa, bu sefer hangi ülkeden ve hangi fabrikadan aldığını açıklayıp, İslama uygun kaynaklardan geldiğini ispat etmesi gerekir. Web sitelerinde sadece tek taraflı beyanları var ve kimler olduğu, hangi kriterlere göre denetleme yaptığı belli olmayan EHZ diye bir Enstitüden aldıkları sözde  helal sertifikası var. Neden böyle diyorum? Avrupa Helal Enstitüsü diye bir kurum uydurup başta Almanlar olmak üzere, Müslüman müşterileri kaçırmak istemeyen firmalara bol kepçe belge satmışlar. Maalesef belgelerde adı geçen şahıslarda Türk asıllı. Merak edip araştırdım. Nasıl bir Enstitüdür, hangi kriterlere göre inceleme yapıyorlar, hangi laboratuvarlarla ve bilim adamlarıyla, hangi İslam alimleriyle çalışıyorlar diye. Tam bir hayalet gibiler. Web siteleri bile kapanmış, çalışmıyor yahu!**   www.eurohelal.de girin bir bakın adreslerine. Site yayından kaldırılmış. 

(**Güncelleme bilgisi: Bu yazı hazırlanıp yayınlanırken çalışmayan web sitelerinin, bir hafta on gün kadar sonra kısmen çalışmaya başladığını fark ettim. Ulaştığım site içeriği de kuşkularımı gidermeye ve EHZ’ye güvenmeme yeterli gelmedi. Küçük bir örnek vereyim: EHZ kendisini Dünya çapında tanınan meşru Helal Sertifika Kurumlarından birisi olarak gösterebilmek için, web sitesinde World Halal Food Council yani Dünya Helal  Gıda Konseyi üyesi olduğunu iddia etmiş. Üşenmeyip konseyin web sayfasından üye kuruluşlarını araştırdım. Avrupa’daki üyelerimiz sayfasında  EHZ diye bir üye bilgileri yoktu! Buyurun isterseniz, sizde buradan bakın. Sözde helal işler için, haram olan yalanla bezenmişler. Aynı şekilde, iş ortakları listesinde verdikleri Helal Avrupa adlı kuruluşta Dünya Helal Konseyi üyesi olduğunu üstüne basarak belirtmiş ama Konseyin Avrupa’lı  üyeler sayfasında onlarında adı yoktu! Daha da ötesini kurcalamaya gerek görmedim artık.)

Müslümanlar bu kadar mı saf ve aciz olur? Ne kadar da kolay aldanıyoruz? Türkiye devleti bu sertifikaya akreditasyon vermiş mi? Yurt dışındaki okulların, diploma denkliğini verirken bile kılı kırk yararken, sözde “Helal Sertifikası” aldığını söyleyip Müslümanları kandıran kişi ve kurumlara neden fırsat veriliyor? Tarım Bakanlığımız neden Helal Sertifikası şartlarını İslama uygun şekilde verilmek üzere denetleyip tescil etmiyor? Diyanet İşleri Başkanlığımız için Müslümanların helal gıda yemesi, en az Umreye seyahat organize etmek kadar önemli değil midir? Üniversitelerimizin İlahiyat Fakülteleri, helal gıda konusunda neden İslami-Akademik çalışmalar yapmıyor? Bunlar olup bitiyor da biz mi bilmiyoruz? 

Haribo sitesinde ayrıca, doğru dürüst okunmayan bir resim şeklinde Malezya-Endonezya Ulema Meclisinden alınan “Helal Sertifikası” resimleri var. Ama bu belgede Haribo için değil Pamir Gıda diye bir şirket için verilmiş.  Pamir firmasını satın alarak üretmeye başlamışlar, sonra Haribo markasıyla üretmeye devam etmişler. Haribo olduklarında helal şartlarını korumaya devam etmişler mi? Bu durumu kim kontrol etmiş? Ham maddeleri Avrupa’dan mı geliyor, İslam ülkelerinden mi? Bunlar belli değil ve bende Haribo’ya güvenmiyorum. Rahatlıkla satan veya yiyenleri de yeniden düşünmeye, araştırmaya ve değerlendirmeye davet ediyorum.

TÜRKİYE’DE JELATİN ÜRETİMİ VAR MIDIR?

Bunca iç karartıcı bilgi ve haber sonunda, çok şükür güzel şeylerinde olmaya başladığını duyurmakta ayrı bir mutluluk ve umut oldu benim için. Gecikmiş bile olsa önce Balıkesir’de SELJEL, sonra da İstanbul Tuzla’da HALAVET adıyla iki jelatin fabrikamızın kurulup üretime başladığını memnuniyetle öğrendim.

Henüz Türkiye’nin tüm ihtiyacını karşılayabilecek ve Müslüman ülkelere de yetebilecek seviyeye gelememiş olsalar da, büyük bir yaramıza merhem olmaya başladılar. Allah kuranlardan ve işletenlerden razı olsun. Sayıları ve imkanları artsın İnşallah.

Devletimizinde yerli üretim jelatin ham maddesinin kullanılmasını teşvik etmesi ve hatta zorunlu tutması gerekir. Jelatin ve benzeri son ürün haline gelmiş maddelerin kaynağını kontrol altına alamadıkça, içeriğinden asla emin olamazsınız. Hiç olmazsa, ithal jelatin ve benzeri maddelere karşı yüksek vergi ve caydırıcı kotalar koyarak, yerli jelatin ve benzeri ürünlerin gelişip yayılmasına imkan verilmesi gerekir. Şahsen, imkanı olduğu halde, bu yönde irade göstermeyen ve jelatin zulmünün devamına göz yuman yöneticilerimize, kendi adıma hakkımı helal etmediğimi buradan ifade etmek isterim.

Domuz sorunu, hem dünya ve hem de ahiretimizi berbat edebilecek bir afet haline gelmiştir. En az huzurumuza kast eden terörist hainler kadar tehlikeli ve acildir.

SONUÇ

İnsan yediğine bir bakıp düşünsün!” (Abese, 24) Buyuruyor Yüce Yaradanımız. Bu İlahi ikazın çok derin anlamları  olduğu ve Müslümanların üzerinde çokça düşünüp taşınması gerektiği ortadadır. İçimiz dışımız yasaklanmış ve zararlı gıdalarla doluyorsa, biz farkında olmasak bile, Rabbimize karşı nasıl bir görüntü vermiş olabileceğimizi düşünüyor muyuz?

Bugünkü toplumda yaşadığı halde, ben hiç bir şekilde faize bulaşmadım ve uzak kaldım, faizin bulaştığı şeyleri yemedim ve içmedim diyebilen çıkar mı? Devlet sistemimiz, ekonomik düzenimiz, ticaretimiz, maaşlarımız, kısaca para ile ilgili her işimiz faiz çarkları içinden geçiyor ve faiz sisteminin devamını sağlıyor. Dünya kocaman bir köye döndü artık. Dünyayı ülkelerden ziyade, büyük şirketler yönetiyor fiilen. Karlılık oranlarını yüksek tutabilmek için, mümkün olan her şeyi en ucuza mal edip, en iyi fiyata satmaya çalışıyorlar. Durum böyle olunca, dini hassasiyetler ve toplumsal değerler hep geri plana atılıyor veya sahtekarca davranılıyor. Yediğimiz, içtiğimiz, her şey birbirine karıştı. Marketten aldığımız ürünlerin arkasına dikkatli bakınca, envai çeşit ülkelerde üretilerek bizlere ulaştırıldığını görebilirsiniz.

Bu kadar karışıklığın içinde, yediğimiz içtiğimiz gıdaları en azından helallik yönüyle kontrol altına alamazsak, kendimizi ve neslimiz koruyamayız. Rabbimize el açıp yalvarırken, haram gıdalarla dolmuş midemiz ve bunlarla dolan kanımızı pompalayan kalbimiz bizi nasıl temsil edebilir? Allah, her şeyi gören ve bilendir.

Abdullah b. Ömer’den rivayete göre Resûlullâh (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “İçki içen kimsenin kırk gün namazı kabul olmaz. Tevbe ederse Allah tevbesini kabul eder. Yine içki içmeye dönerse Allah kırk gün onun namazını kabul etmez. Tevbe ederse Allah yine tevbesini kabul eder. Yine içki içmeye dönerse Allah kırk gün onun namazını kabul etmez. Tevbe ederse yine tevbesini kabul eder. Dördüncü sefer içki içmeye devam ederse yine kırk gün o kimsenin namazını kabul etmez tevbe etse bile tevbesini de kabul etmez ve ona Cehennemde Habal nehrinden içki içirir.” Bunun üzerine Ey Ebû Abdurrahman Habal nehri nedir? Diye soruldu. O da dedi ki: Cehennemliklerin irinlerinden meydana gelen bir ırmaktır.” (Tirmizî, Eşribe, 1; Ebû Dâvûd, Eşribe, 5; İbn Mâce, Eşribe, 1)

Bilerek içki içmeye devam edenlerin (Allah kurtarsın akıl, iman ve şuur versin) durumu böyleyken, bilerek domuzlu ürünleri yemeye ve önlem almamaya devam edersek, halimiz nice olur Allah muhafaza?

 Şimdiye kadar, en çok zaman ve emek harcadığım yazı bu oldu. İnşallah güzel bir amaca hizmet eder, Müslüman kardeşlerimizin dikkatini çeker, Devlet büyüklerimizin en azından jelatin konusunda gereken  duyarlılığı göstermelerine vesile olur. Şahid ol Ya Rabb! Bildiklerimi ve inandıklarımı hiç eğip bükmeden, dosdoğru yazmaya gayret ettim. Eksiklerimizi Sen tamamla ve bizleri Senin Rızanı isteyenlerin yolundan ayırma! Amin…

 

Güncel Bilgi Notu:

Bu yazımı yayınladıktan sonra konu hakkında araştırmaya devam ederken, çok güzel ve hayırlı bir bilgiye ulaştım. Elhamdulillah, Helal Akreditasyon Kurumu kuruluş kanunu TBMM’de onaylanarak 18 Kasım  2017 tarihli Resmi Gazetede yayınlanmış. Kanun metnine buradan ulaşabilirsiniz.  Duyunca çok mutlu oldum. İnşallah bundan sonra, Helal Sertifikası veren yerlerin akreditasyonu Devlet ciddiyetiyle ve şeffaf olarak yapılır diye duacıyım. Rabbimiz karar verenlerden, yapanlardan  ve sebep olanlardan razı olsun.

 

Kaynaklar:

A. İSLAMİ Kaynaklar: 

  1. http://kuran.diyanet.gov.tr/mushaf/kuran-meal-2/maide-suresi-5/ayet-59
  2. http://www.islamansiklopedisi.info/
  3. https://kuran.diyanet.gov.tr/tefsir/Abese-suresi/5782/24-32-ayet-tefsiri
  4. https://www.diyanet.gov.tr/userfiles/dinibilgiler/ilmihal_cilt_2.pdf
  5. http://www.islamansiklopedisi.info/dia/ayrmetin.php?idno=090508
  6. http://kuran.diyanet.gov.tr/tefsir/Mâide-suresi/729/60-ayet-tefsiri
  7. https://heshamsyed.wordpress.com/pig-fat-or-code-on-food-products-muslims-be-careful
  8. http://www.muslimtents.com/aminahsworld/Ecodes.html
  9. http://www.daganghalal.com
  10. http://www.fetva.net/yazili-fetvalar/icki-icen-bir-insan-40-gun-namaz-kilamaz-mi.html
  11. http://whfc-halal.com/

 

B. YERLİ Kaynaklar:

  1. http://helaldenetim.com/makale.aspx?makaleid=179
  2. http://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2006/07/20060707-12.htm
  3. https://kms.kaysis.gov.tr/(X(1)S(dux43opzjndvm55qzmfmnrjm))/Home/Goster/42410
  4. http://halavet.com.tr/index.html
  5. http://seljel.com.tr/index.html
  6. insanvehayat.com/9-maddede-turkiyede-jelatin-gercegi/
  7. http://www.gidaraporu.com/turkiyeye-alenen-domuz-jelatini_g.html
  8. https://gidabilinci.com/ama-bu-yenilebilir-sigir-jelatini
  9. http://veterinerturkiye.com/hayvanlarda-gebelik-sureleri/
  10. http://www.bbc.com/turkce/haberler/2010/06/100628_israel_pork
  11. http://www.dunyabulteni.net/haber/254699/bakanliga-gore-domuz-eti-satisina-engel-yok
  12. http://www.food-info.net/tr/e/e495.htm
  13. https://www.yenisafak.com/politika/ucuz-ayakkabida-domuz-derisi-691822

 

C. YABANCI Kaynaklar:

  1. http://www.gelatine.org/
  2. http://www.gelatine.org/GME_Gelatine_compass_en.pdf
  3. http://www.gelatin-gmia.com/home.html
  4. http://www.gelatin-gmia.com/images/GMIA_Gelatin_Manual_2012.pdf
  5. https://www.grandviewresearch.com/gelatinmarket
  6. https://www.gelita.com/en/products/product-finder
  7. http://www.gelatine.org/Statements/2018_1_-_iden_of_animal_species_origin_-_with_EURL-AP.pdf
  8. https://www.linkedin.com/gelatin-market-analysis-segment-forecasts-2020-vignesh-kulkarni/
  9. https://www.vegsoc.org/page.aspx?pid=728
  10. http://ec.europa.eu/meat&_estatsearchportlet_=2018
  11. http://ec.europa.eu/eurostat/Pig_farming_sector_-_statistical_portrait_2014
  12. http://ec.europa.eu/eurostat/Meat_production_statistics
  13. http://www.pigprogress.net/Turkeys-pork-industry-on-the-brink-of-extinction-PP001563W/
  14. http://news.bbc.co.uk/7368020.stm
  15. http://slideplayer.com/slide/8577496/
  16. https://commons.wikimedia.org/wiki/File:Gelatin_Production_by_Geography.svg
  17. https://www.pork.org/facts/pig-farming/life-cycle-of-a-market-pig/
  18. https://www.gelita.com/en/products/gelatine/vaccipro
  19. http://naturalsociety.com/bill-gates-faces-trial-india-illegally-testing-tribal-children-vaccines/
  20. http://naturalsociety.com/scientists-create-human-pig-embryo-transplant-research-1134/

 




Toplumu Formatlama Merkezleri: AVM’ler

Zincir Marketlerle ilgili bir önceki yazımda, esas olarak evimize yakın bulunan esnaflık ve ticari komşuluk ilişkilerini irdelemiştim. Daha geniş bir çerçeve çizdiğimizde ise, caddelerimizdeki mağazalar ve hızla onların yerlerini almaya başlayan Alışveriş Merkezleri (AVM) geliyor. Kıymetli bir dostumun tavsiyesi de aynı doğrultuda olunca, AVM‘ler hakkında yazmanın zamanı gelmiştir dedim.

 Serde bilişimcilik olunca, ifade ve örneklerde bundan etkileniyor. Bilişimci olmayan dostlarımız için kısaca, formatlamak = biçimlendirmek demek. Veri ortamı olan medyanın (harddisk, flashdisk vs) içindekilerini silmek ve yeni verilerin yüklenebilmesi için ortamı sıfırdan hazırlamak demek. Ekilmiş bir tarlanın içinde ne olduğuna dikkate almadan sürmek ve belirlenen sınırlar içinde yeniden tohumlamaya hazır hale getirmek gibi.

Hemen her gelişme veya durumda olduğu üzere, AVM‘leri de tamamen yararlı veya zararlı olarak yaftalayıp, katı tavırlar almak, bizleri sağlıklı sonuçlara götürmeyecektir. Faydalı yönlerinden yararlanıp, zararlı yönlerine karşı önlem almak, kendimizi ve neslimizi korumak zorundayız.

  Güzel bir tevafuk olarak, Konaklama İşletmeciliğinde bu yıl aldığım dersler arasında “Rekreasyon Yönetimi” de var. Ders kitabımızdaki ifadesi ile:  “Rekreasyon en genel tanımı ile bireylerin boş zamanları süresince, alternatifler arasında özgürce seçim yapabildikleri, eğlence, zevk ve memnuniyet amacıyla bireysel ya da kolektif olarak gerçekleştirilen herhangi bir aktivite olarak tanımlanmaktadır. (Neumeyer, 1958)” AVM’leri incelediğimizde, Kapalı Alan Ticari Rekreasyon sınıfına uygun olduklarını görüyoruz. Boş zamanlarını değerlendirmek için rekreasyon alanlarını tercih edenler; rahatlama, eğlence ve gelişim sağlamak istiyor. AVM’ler bu beklentilerin yanı sıra, ihtiyaçların rutin olarak karşılanabileceği bir imkanda verdiği için, doğal cazibe merkezleri haline geliyor.

AVM’lerin hayatımıza girmesiyle ulaşabildiğimiz imkan ve kolaylıkları düşündüğümüzde, belli başlı artıları şunlar olabilir: Bir çok ürün ve markayı karşılaştırarak seçme özgürlüğü veriyorlar. Kendi aralarında ve normal piyasa ile girdikleri rekabet sonucu ürün ve hizmet fiyatlarının belirli bir dengede kalmasını sağlayıp, kontrolsüz zamları frenliyorlar. Açık havanın sıcak, soğuk ve yağış etkilerinden korudukları için, özellikle yaşlılar ve çocuklar açısından daha uygun ortamları var. Alışveriş ihtiyacı ile dışarıda yemek-içmek gibi sosyal ihtiyaçları birlikte karşılayabiliyorlar. Sokak veya caddelerde maruz kalınabilecek gasp, sarkıntılık veya silahlı saldırı vb. olaylara karşı daha güvenli atmosferleri var. Bulundukları bölgenin cazibe merkezi haline gelmelerini sağladıklarından, emlak ve iş gücü piyasasını canlandırıyorlar. Yoğun bir ziyaretçi trafiğine neden oldukları için; altyapı, yol, raylı sistem gibi kent yatırımlarının artmasını ve eksiklerin kısa zamanda giderilmesini tetikliyorlar. Başka artıları da olabilir ama bunlar bir çırpıda aklıma gelenler.

 Yazımdaki iddialı başlığın dayanaklarını bölümler halinde ifade etmeye çalışacağım. AVM‘lerin toplumumuza yönelik format etkilerinin ekonomik, sosyolojik ve İslam kültürümüzle ilgili yönlerini bahse değer buluyorum.

AVM’ler, geleneksel mahalle esnaflığı ve mağazacılığını ekonomik açıdan kötü etkiliyor. Yakın çevresindeki bir çok iş yerinin kapanmasına veya önemli ölçüde müşteri kaybına neden oluyor. Yeme-içme alanında da benzer durumların yaşandığını söyleyebiliriz. Yerel esnafın, modern AVM yapıları içindeki kira ve aidat gibi giderleri karşılayabilecek seviyede güçleri olmadığı için, AVM’lerdeki  iş yeri sahiplerinin daha çok kalburüstü zenginler veya dışarıdan gelen yatırımcılar olduğunu söyleyebiliriz.

Hemen her AVM’de bulunan uluslararası perakendeci zincir mağazaların ülke ekonomimizdeki kara delikler gibi, zenginliğimizi yurt dışına aktaran zararlı işletmeler olduğuna inanıyorum. Serbest piyasa ekonomisine aykırı da olsa, düşüncemi ifade edebilmem gerekir. Yabancı sermayeli perakendeciler ekonomik olarak neden zararlı geliyor? Güçlü tedarik altyapısı ile yurt dışından önemli ölçüde ithalatı tetikliyor ve yerli üreticilerin rekabet edemeyeceği şartları dayatıyor. Bu durumda yerli teknoloji ve sanayi gelişimine doğrudan veya dolaylı ket vurulmasına neden oluyor. Tarım ve gıda ürünleri başta olmak üzere, yerli ürünlerin piyasaya sunulmasında ise, yüksek alım gücünü kullanarak, geniş hacimli ama çok düşük karlı satışlarla, kendisine bağlanmak zorunda kalan üreticilerin sömürülmesine yol açıyor. Satın alma gücü ile sağladığı avantajı, piyasa şartlarına göre kar maksimizasyonuna dönüştürerek bu ülkenin zenginliğinin yurt dışına transfer edilmesini sağlıyor. Modern ve görüntüde gönüllü bir sömürü zinciri kurduklarına inanıyorum.

Uluslararası perakendecilerin dışında, AVM’lerde yer alan mağazaların önemli bir bölümü de franchise tipi imtiyaz hakkı ve sistem kullanım anlaşmalarıyla, yine çoğunlukla yurt dışı firmalara kaynak aktarılmasına vesile oluyor.

Sosyal açıdan, AVM’ler toplumun kaynaşma ve dayanışma reflekslerini geriletiyor. Kendi mahallinde aradığı çeşitliliği ve rahatlığı bulamayan insanlar, boş zamanlarını AVM’lerde geçirmeye başladı. Sinema, yeme içme gibi sosyal etkinliklerin dışında, çocukları gezdirmek için bile AVM’ler tercih edilir oldu. Bunun sonucunda oturduğumuz binalar ve sokaklar adeta otel işlevine indirgendi. Ev dışında, sokak sakinleri ile birlikte geçirilen zamanlar ve paylaşımlar yok denecek kadar azaldı. AVM’lerdeki insan kalabalıkları, dayanışma ve paylaşım gibi maddi-manevi sosyal çimento içermeyen, sadece su ve kumdan karılmış betonlar gibi zayıf ve çürüktür. AVM’nin kapanış saatinde yada işleri bittiğinde, tıpkı bir konserin sonunda dağılan seyirciler gibi, herkes evine/oteline geri döner. Kalıcı dostluklar kurmak çok zordur. Bu kalabalık, toplumun her kesimini temsil edemez. AVM’lerde vakit ve para harcayabilecek insanlar belirlidir. Garibanları, kimsesiz yaşlıları, hastaları oralarda göremezsiniz. Görmediğiniz için onlardan bihaberken, yalnız yaşadığı evinde ölüsü bir kaç gün sonra bulunan yaşlıların, açlıktan insanlık dışı işlere boyun eğmek zorunda kalan düşkünlerin haberlerini her geçen gün daha fazla duymaya başlarsınız. AVM’lerdeki hemen her türlü sosyal etkinlik, birilerinin para kazanmasına hizmet etmek için düzenlenir. Toplumun hayırseverlik, yardımlaşma ve dayanışma gibi yönleri buralarda kısır kalır. Zaman geçtikçe ferdi ve nefsi takılan, kalabalıklar içinde yalnız kalmış kişi veya çekirdek aileler topluluğu olmuşlardır.

Çoğunluğu Müslüman olan memleketimizin, hızla Hristiyan kültürüne evrilmesinde AVM’ler koçbaşı görevini üstlenmiş gibidir. Noel ve yılbaşı etkinliklerini bütün unsurları ile birlikte icra ediyorlar. Memleketim olan Muş‘taki bir AVM’nin de Noel Baba temalı yılbaşı programları düzenlediğini gördükten sonra, bu yangının sadece büyük şehirleri değil, Anadolu‘nun her yerini saran bir felaket olduğuna emin oldum. Hristiyan bir Papazın hatırasına dayanan, Sevgililer Günü gibi batıl ve gayri İslami gün ve kutlamaların sistemli olarak dayatıldığı yerlerden biri de AVM’ler değil midir?

Günlük yaşantısında, sırf içki sattığı için bazı dükkanlardan alışveriş yapmayacak kadar İslami duyarlılığı olan kimselerin, büyük AVM’lerde bu tavrı gösterebilmesine imkan yok. Koca stantlar kurarak, envai çeşit içki satan AVM’ler yüzünden, gençlerimizin en azından merakını celp edeceğini ve denemek isteyeceğini biliyoruz. İçki satmanın daha da ötesinde, Yılbaşı Sepeti şeklinde içkili-mezeli hazır paketler yapıp, albenisini arttırarak, şeytanın yoldaşlığına soyunmuş işletmeler var. Açıkça domuz reyonu bulunduran yada domuz içeren ürünleri halkımıza satmaya çalışanların sinsiliğini de görmemiz lazım.

İslam nazarında boş vakit diye, boşa harcanacak bir zamanımızın olmadığını, her anımızın hesabını vereceğimiz gibi, her günün en başta 5 vakit namaz ile bölümlendiğini, planlı ve düzenli bir yaşam şeklinin ön görüldüğünü biliyoruz. AVM’ler ve benzeri ortamlarda dikkatli olunmadığında, zaman kavramını kaybedecek kadar oyalanmak mümkün oluyor. Önceleri, AVM’lerde işi olanların en büyük sorunlarından birisi de, namaz kılabilecekleri küçük bir mescidin dahi bulunmamasıydı. Güzel bir gelişme olarak; gerek kamuoyu baskısı, gerekse namaz kılanlardan da para kazanabilmek amacıyla, artık hemen her AVM’de mescit açılmaya başlandığını görüyoruz.

Ey Âdemoğulları! Her mescide gidişinizde güzel giysilerinizi giyin ve yiyin, için, fakat israf etmeyin, Çünkü Allah israf edenleri sevmez.” Buyuruyor A’raf Suresi 31. Ayet-i Kerimesinde Alemlerin Rabbi olan Allah‘ımız. Zaman israfının dışında, AVM’lerin bir etkisi de aslında ihtiyacımız olmayan şeylere özendirip anormal harcamalar yapmaya yönlendirmesidir. İsraf derecesinde yapılan harcamalar nedeniyle, insanlarımızın daha fazla çalışması ve yorulup yıpranması gerekiyor. Tüketim çılgınlığını sağlamak için önce alışveriş çılgınlığını körüklüyorlar. Shopping Fest‘ler (Alışveriş Festivalleri) düzenleyerek tüketim ve kontrolsüz harcama dürtülerini canlı tutmaya çalışıyorlar.

AVM’lerde bulunan Food Court (Yiyecek Katı) bölümlerinde, çoğunlukla fast food tarzı yiyeceklerin yendiği uğultu ortamların, en azından estetikten uzak olduğunu, aile mahremiyetine uygun huzurlu bir ortamı yansıtamadığını görüyoruz. Yeme içme ihtiyacının sıradan ve aceleye getirilmiş hale dönüşmesi kaçınılmaz oluyor.

  Rüzgara karşı tükürmenin anlamsızlığı gibi, AVM’lere kökten karşı olmakta, hayatın olağan akışına ters bir durum haline geldi. Bundan sonra olması gereken; AVM’lerle birlikte gelen her türlü melaneti ayıklamak ve toplum mayamıza uygun hizmet yerleri haline getirmektir. Geçmişte; kervansaraylar, hanlar, külliyeler, kapalı çarşılar, bedestenler gibi çağının cazibe merkezlerini kurmuş ve bugünlere kadar ulaşabilmelerini sağlayabilmiş bir medeniyetin temsilcileriyiz. Her türlü meşru ihtiyacımızı bulabileceğimiz, zamanı gelince ibadetlerimizi rahatça yapabileceğimiz, vakıf benzeri kaynaklarla mazlumlara kol kanat gerebileceğimiz AVM’leri kurabilecek çaptayız. Vahşi kapitalizme hizmet etmeyen, Hristiyanlık ve Yahudilik geleneklerine özendirmeyen, alkol ve domuz gibi zararlı şeylerin sokulmadığı, çevresindeki ahali ve yerli esnafın kendini bulabileceği, sosyal sorumluluk projeleri hayata geçmiş AVM‘lere en kısa sürede kavuşabilmek dileği ile…

Kaynaklar:

  1. http://ercanozcelik.com/ruhsuz-komsularimiz-zincir-marketler/
  2. AÖF Rekreasyon Yönetimi
  3.  http://www.franchise.com.tr/franchise-nedir.html
  4. http://ercanozcelik.com/kronik-yilbasi-hastaligimiz-noel-kutlamalari/
  5. http://ercanozcelik.com/tuketirken-tukenmeyelim/
  6. http://ercanozcelik.com/vakiflardan-ne-kaldi-simdikilerin-hepsi-vakif-mi/