İdam cezası geri gelmeli, hem de hemen!

Öncelikle şunu açıkça belirtmek gerekir: Bizleri ve kâinattaki her şeyi yoktan var eden, bizim için bütün nimetleri sınırsızca sunan ve karşılığında sadece kul olmanın şuurunda bulunmamızı isteyen Yüce Allah (C.C)’tan daha merhametlisi yoktur. O’nun sınırsız şefkatinden bir zerre verdiği annelerin, evlatları için nasıl mücadele ettiklerini ve gerektiğinde canlarını çekinmeden feda ettiklerini her yerde ve her zaman görebiliyoruz. Bizleri yaratan Allah’ın bizler için uygun gördüğü kurallardan uzaklaştığımız ölçüde zelil ve beter bir hayatı yaşadığımızı, sosyal dokumuzun bozulduğunu görmemek için ya ahmak ya da şeytanla hemhal olmuş bir nefse sahip olmak gerekir.

Her şeyi emaneten kullandığımız bu dünyada, başkalarına verilen can emanetine kastetmenin ne büyük bir cüret olduğunun en güzel ifadesinde “…. her kim bir nefsi, bir nefis mukabili veya yer yüzünde bir fesadı olmaksızın öldürürse, sanki bütün insanları öldürmüş gibi olur, kim de bir adamın hayatını kurtarırsa bütün insanların hayatını kurtarmış gibi olur…” (Maide Suresi/32)  İlahi hükmü açıkça yer alıyor. Hz. Âdem (A.S)’den itibaren bütün Peygamberlere gelen vahiylerde yer alan emirlerden birisinin “haksız yere insan öldürmeme” olduğu herkesin malumudur.

İnsanlığın başından bugüne kadar oluşan doğal hukuk normlarından birisi de Mütekabiliyet (karşılıklılık) değil midir? Hatta bu kural devletlerarası hukuk normlarından birisi haline gelmedi mi? Mesela, bugünlerde kötü niyetli Suriye yönetiminden sınırlarımıza bir mermi veya bomba geldiğinde anında karşılık veren bir Ordumuz yok mu? Mal çalan malıyla, can alan canıyla öder. Meğerki herkes tarafından meşru görülebilecek bir nedeni veya zarureti olmasın. Ya da mağdur olan taraf bütün delillere rağmen bir fidye karşılığı olsun veya olmasın ceza talebinden vazgeçip mücrimi (suçluyu) affetsin. Toplumda her birey kendi başına adalet tecelli ettiremez ama adaleti tecelli ettirme yetkisine sahip olanların verdikleri kararlar insanların vicdanlarında karşılık bulacak ve hiç olmazsa biraz tatmin edecek bir etki yapmadıkça, resmen ve zoraki olarak kabul edilmiş görülse bile asla saygı duyulmayacak ve yürek yangınlarını söndürecek alternatif çareler aranacaktır. Çocuk katili ve tecavüzcülerin hapishanede şişlenerek öldürüleceklerini ummak gibi…

2009 yılında Ramazan Bayramını hepimize zehir eden bir olay yaşadık. Kayseri’de şeker toplamak için komşularını ziyaret eden biri erkek 3 küçük yavrumuz bir sapık tarafından zorla alıkonuldu, tecavüz edildi ve hunharca katledilerek uzak bir yerde gömüldü. 18 ay boyunca yapılan aramalar ve soruşturmalar sonucunda yakalanan sapık katil cezaevine konuldu. Yavruları katledilen 2 annenin yürek yangınını hapis cezası söndürür mü? Ellerine geçse paramparça edecek kadar hınçla dolan ailelerin sükût bulması nasıl sağlanır? Ancak kısasa kısas ile. O yüzden “ “Ey akıl sahipleri, sizin için kısasta hayat vardır…(Bakara/179)” diyen Rabbimizin fermanına en kısa sürede yeniden uymamız gerekir. Azgın katillere hak ettikleri cezalar verilmediği gibi, siyasi çıkarlar uğruna zaman zaman çıkarılan aflarla ortalığa tekrar salıverilmeleri mağdur yakınları için hakaretin ve aşağılamanın daniskası değil midir? Bir katili ancak maktulun yakınları affedebilir. Devletin dahi böyle bir yetkisi olamaz. Kişi veya kurumlar kendisine karşı işlenen ve mağdur edildiği konularda inisiyatif gösterip davasından vazgeçebilir. Hatta kamu hakkı ve düzeni söz konusu olduğunda kişi davasından vazgeçse bile kamu adına davanın devam ettirildiğini görüyoruz.

Kobani meselesini bahane edip ülkemizi tekrar savaş alanına çevirmek isteyen ve onlarca masumu katleden aşağılık şehir eşkıyalarının yaptıklarından sonra yakalansalar bile hapiste rahatça dinleneceklerini bilmek hepimizi deliye çeviriyor. Fakir fukaraya et dağıtmak için evinden ayrılan 16 yaşındaki Yasin BÖRÜ’ye topluca işkence edip bıçaklayan, 3. kattan aşağı atan, üzerinden araba ile geçip en sonunda başını taşla ezen hayvandan daha aşağılık sefil ve soysuzların yaptıkları yanlarına kar mı kalacak? Mazlumun dini ve milleti sorgulanamaz. Dünyanın her yerinde haksız yere öldürülen insanların yaşadıkları acılar önemli ve saygıya değerdir. Maalesef en çok zayi edilen ve hayatları söndürülen mazlumlar İslam coğrafyasından çıkıyor. Bugün terörle İslam kelimesi birlikte anılmaya çalışılsa da, gelmiş geçmiş en büyük katliamları Hristiyanlar, Yahudiler, Bolşevik Dinsizler, Budistler v.b. yapmıştır ve yapmaya da devam ediyorlar. Katlettikleri Müslüman kemiklerinden Kilise inşa edecek kadar vahşileşen Avrupa medeniyetinin bugün bizlere insan hakları adı altında dayatmalarda bulunması karanlık ve kanlı yüzlerini örtmeye yetmez. Avrupa tarihi kan, savaş ve sömürge ile yoğrulmuştur. İdam cezasının kaldırılması için bahane edilen AB normlarını kabul etmiyor ve saygı duymuyorum.

Adaletin hızlı ve etkili düzeyde sağlanması kaçınılmaz bir ihtiyaç ve toplum huzuru için gerekli bir sorumluluktur. Kendi hayatımdan örnek vermek gerekirse; evime girilmesi ve bina kapımızın çalınması ile sonuçlanan 3 hırsızlık olayında mağdur oldum. Hırsızlar yakalanamadı. Çocuklarım bir maganda sürücünün neden olduğu kazada yaralandı ve kalıcı yara izlerini ömür boyu taşıyacaklar. Aradan geçen 5 aya ve şikayetçi olmamıza rağmen henüz davası bile açılamadı. Bir yakınım Üsküdar’da korkunç bir kaza sonucu bir kolunu kaybetti, kafa kırığı ve beyin zedelenmesi ile yoğun bakımda günlerce komada hayat mücadelesi verdi. 2013 yılı Ocak ayında meydana gelen olay için bugüne kadar sadece bir kez duruşma yapılabildi ve daha ne kadar süreceği de belli değil. Şükürler olsun ki bir tecavüz veya cinayet konusu olmamasına rağmen bizleri bu kadar üzen, yavaşlığı ve etkisizliği nedeniyle hayal kırıklığına uğratan hak arama mücadelemiz gerçekten cinayet gibi hayati bir konuda olsaydı ne yapardık, nasıl yaşardık düşünemiyorum bile. Evladını, eşini, anne veya babasını haksız bir cinayetle kaybedenlerin yaşadığı ıstırabı anlamak veya tarif etmek yalan olur.

Allah’ın yarattığı her can kutsal ve saygıya değer olarak yaşamalıdır. Başka canlara kastetmediği veya toplumda fitne ve fesada yol açacak vatan hainliği gibi büyük suçlara, çocuk tecavüzü gibi aşağılık eylemlere kalkışılmadığı sürece herkes canından emin olarak yaşayabilmelidir. Her şeye rağmen, can aldığı takdirde can vereceğini bilen divaneler elbette çıkacaktır ama bu kadar çok ve pervasız değil. Adalette  merhamet olmaz düsturu ile en yakın zamanda İdam cezasının tekrar yürürlüğe girmesini talep ediyor ve fırsat bulduğum her platformda savunacağımı ifade ediyorum.




Birey – Devlet çatışmasında umut var ama sorunlar devam ediyor…

 

Toplumun bir ferdi olarak, kendimizi gerçekten değerli ve saygın bir durumda zannedip günlük hayatımıza devam ediyoruz. Hatta son yıllardaki inanılmaz gelişmeler bizi neredeyse bütün kronik sorunlarımızın çözülme yoluna girdiğine inandırıyor. Ama önemli bir olay yaşadığımızda acı gerçekler şamar gibi suratımıza vuruyor ve hayal âleminden uyanmamızı sağlıyor. Bu yüzden hemen her konuda aklı başına gelmiş ve durumu anlamışlar ile anlamamışlar şeklinde iki doğal grup halinde yaşıyoruz. Pembe gözlük takmaya devam edip güllük gülistanlık gezenler ve gerçeklere toslayınca şok halinde uyanıp gözleri fal taşı gibi açılanlar var.

Kendi yaşantılarım ve doğrudan tecrübe edindiklerimden örnekler vererek, Emniyet ve Belediye Hizmetleri açısından bazı gerçeklere gözümü dehşetle açtıran olayları paylaşmak istiyorum.

Yaklaşık 5 yıl önce işyerimde mesaideyken eşim telefon etti. Dehşetle korkmuş bir şekilde ve ağlayarak büyük oğlumuzun kaybolduğunu söyledi. Kız kardeşim evimizden eşimin yanına gitmiş, oğlum ise bilgisayar oynamak istemiş ve evde kalmış. Eşim ve kız kardeşim eve geldiklerinde oğlum kapıyı açmamış, anahtarları olmadığı için girememişler. Oğlumun dışarı çıkıp kendi yanlarına veya başka bir yere gitmiş olabileceğini düşünüp her yeri aramışlar. Kapıyı kırarcasına çalmalarına rağmen açılmayınca da başına bir şey geldiğinden korkup beni aramışlar. Üsküdar’dan Kartal’a kadar korku ve endişe içinde arabayla geldim. Evimize yakın bir kavşakta sola dönülmez işareti vardı. Dörtlüleri yakarak ve etrafı kontrol ederek kural dışı dönüş yaptım. Amacım evde bir şey olmuşsa hızla müdahale edebilmekti. Sivil bir trafik ekibi beni çevirdi. Olayı anlatıp yalvarmama, belgelerimi alın ben bakıp geleyim dememe rağmen gitmeme izin vermedi ve ceza yazdı. Üstelik dalga geçip inanmadığını belirten şeyler söyledi. Cezasından değil ama bana inanmayıp oğlumun hayatı için kritik olabilecek zamanı kaybettirmeleri çok zoruma gitmişti. Cezadan sonra eve gidip kapıyı anahtarımla açtığımda, oğlumun evin uzak bir köşesinde derin bir uyku halinde olduğunu görüp sevinç gözyaşları döktük. Bu kâbus gibi olay sırasında insanlık dışı tavır gösteren polislerden şikâyetçi oldum ama onlar adına hiçbir işlem yapılmaya gerek görülmedi. Devlet ve amirleri kötüye sahip çıktılar. Acı gerçek: Devlet veya devleti temsil edenler varsayılan değer olarak vatandaşı yalancı, üçkâğıtçı görür. Çoğunluk olmasa bile yalancı azınlık yüzünden herkese önce yalancı muamelesi yapar iş işten geçtikten sonra da yalancı azınlıkları bahane göstererek kendi sorumsuz ve kötü davranışlarına kılıf uydurur.

Şu anda oturduğum eve taşınalı henüz 2-3 ay olmuştu. Giriş katındaki evin camlarına demir parmaklıklar da taktırdığımız halde, bir akşam iş çıkışı geldiğimizde, hırsızın evin arka camından parmaklıkları sökerek girdiğini fark ettik. Çok şükür bir şeyler çalamadan defolup gitmişti. Eve gelen polis ekipleri parmak izi vb. çalışmalar yaptılar ve çıkarken eve kamera taktırmamı önerdiler. Görüntü olursa kesin yakalanacaklarını belirtip kamera ve alarm sistemi şart dediler. Bende evin her cephesini gören kamera sistemi kurdum.  Kendimizi artık daha güvenli hissediyorduk. Bu yıl Ocak ayında, gündüz vakti saat 16:00 sıralarında binamızın demir kapısı çalındı. Üstelik kamera kaydı da vardı. Görmek isteyenler burayı tıklatabilir. Polise başvurup kamera kaydını verdiğim gibi, mahallede yaptığım araştırma ile hırsızın yerel esrarkeş gençlerden birisi olduğunu, çaldığı kapıları mahalledeki hurdacılara sattığını, birkaç sokak ötede oturduğunu ve yakın arkadaşlarının isimlerini de öğrenip verdim. Bilin bakalım ne oldu? Hiçbir şey! Kapımız gitti, hırsız yakalanmadı, esrarkeş gencin belki de 20-30 liraya sattığı kapıyı yeniden 300 TL vererek yaptırmak zorunda kaldık. Acı gerçek: Kamera kaydı da olsa, hırsızın nokta adresini de verseniz yakalanmayabilir. Ya da yakalansa bile gereken ceza belli bir sürenin altında ise tutuksuz yargılanıp, yolda size nanik yapabilir. Yakalanır diye güvenmeyin, malınızı çaldırmayın!

Geçtiğimiz Ramazan’da bir akşamüzeri, Maltepe E-5 karayolu üzerinde durakta otobüs bekliyordum. Beklediğim 16/B hatlı İETT otobüsü durak tarafına yanaşmadan sağ şeritten basıp geçti. Aşırı dolu vb. bir durumu da yoktu. Kapı numarasını bile göremedik hızla kayboldu. O sıcakta dakikalarca bekleyip, el ettiğimiz halde durmadan gitmesi hepimizi üzmüştü. 153 İBB Beyaz Masa’yı arayıp tam olarak bulunduğumuz yeri ve tam zamanı ile birlikte şikâyette bulundum. Kapı numarasını sordular, hızlı gittiğini göremediğimizi ama GPS sistemi ve zaman/durak bilgisi ile hangi araç olduğunu bulabileceklerini tekrar hatırlattım. 2-3 hafta sonra İBB Beyaz Masa’dan telefon geldi. Şikâyet konusu araç ve sürücü hakkında işlem yapabilmemiz için kapı numarasını vermeniz gerekirdi. Kapı numarası olmadığı için bir şey yapamadık. İyi günler dileriz. Acı gerçek: Şikâyet konusunda suçlu belediye çalışanı ise asıl olan örtbas etmek veya ipe un sermektir. Sorunu çözmek değil sulandırmak esastır.

5 Ağustos 2014’de, saat 22:00 sıralarında evimizin hemen önünde beyaz bir arabayı kullanan maganda tarafından kedimiz Tekir ezildi. Bu olayda kameralarımızca kaydedildi. İzlemek isteyenler buradan bakabilir. Fren yapmayan, kediyi ezdiğini anladığı halde durmadan giden bu alçak şahsiyet hakkında maalesef bir bilgimiz yok. Plakasını bile alamadık. Bu vesile ile daha önce de çocuklarımız ezilme tehlikesi geçirdiği için Kartal Belediyesi Mavi Masa’ya başvuruda bulundum. Geniş bir cadde girişi olan sokağımıza hız tümseği veya kasis yapmaları için. Gelen cevapta İBB’nin kasis yapımını yasakladığı ve İBB Beyaz Masa’ya başvurmam gerektiği yazıyordu. Üşenmedim başvurdum (numarası: 1-342014172). İBB’den gelen cevap tam bir komedi veya rezaletin itirafı gibiydi:

* Efendim; kasisler polis ve itfaiye araçlarını yavaşlatıyormuş (Sanki kasis olmasa polisler mahalle arasında 100 km hızla gidecekmiş gibi).

* Kasislerden geçen araçlar gürültü yapıyormuş (Evet bütün gürültü kaynaklarını hallettiler, bir bu eksik kaldı ve gürültü insan/hayvan canından daha önemlidir.).

* Kasisleri görünce ani fren yapan araçlara arkadan vuruyorlarmış (Belediye kasisleri standartlara uygun yaptıktan sonra bunları görmeyen sürücünün trafiğe çıkması doğru değildir. Önündeki araçla takip mesafesini doğru yapmayan sürücü her zaman kusurludur. Bir öndeki aracın önüne çocukta fırlayabilir.).

* Tümseklerden hızlı geçen araçların altı sürtüyor ve zarar görüyormuş (Olsun zaten, sokak arasında ralli yapar gibi süren magandanın arabası zarar görünce üzülecek miyiz?).

* Söz konusu nedenlerden dolayı ilgili mevzuat çerçevesinde talebim uygun görülmemiş (İstanbul’un hemen her caddesinde ve sokağında bulunan hız kesici tümsek veya kasisler olduğu gibi dururken, bizim sokağımıza yapılmasını uygun görmemişler hazretler. Birde itiraz edemeyelim diye “mevzuat çerçevesinde” diye kanunvari süslü kelimeler eklemişler. O mevzuat çarpsın sizi! Yani aymazlıklarınıza kılıf yaptığınız “mevzuat” diğer bütün cadde ve sokaklara kasis yapmanıza izin veriyor ama bizimkine izin vermiyor öyle mi? Yani bizim sokakta yaşayan insanlar ve hayvanların canı daha değersiz, onlarınki daha değerli diyorsunuz. Aslında bunun yolu belli. Sizde haklısınız. Bir yolda en az üç beş kişi can vermeden üst geçit yapılmaz, kasis yapılmaz. Önce bedeli ödenmelidir peşin olarak can ile. Kusura bakmayın, böyle bir bedeli ödemek istemiyorum. Umarım sizde ödemezsiniz!).

Acı gerçek: Açık bir kamuoyu baskısı olmadığı sürece belediyeden ek hizmet talebiniz karşılanmaz. Yapmak değil yapmamak esastır. Resmi kurumlarda vatandaşa karşı sempati olmadığı gibi empatinin esamesi okunmaz. Verilen hizmetler birer lütuftur. Vatandaş belediyenin işlerini sorgulayamaz. Layık görülenle idare etmek zorundadır.

Anlattığım konularda damdan düşmüş tecrübeli bir vatandaş gibi deneyim paylaşımında bulunmamın nedeni, en azından okuyucuların biraz gözünü açmaları ve sanal bir güven duygusu içinde kendilerini savunmasız bırakmamaları, mümkün olduğu kadar kendi tedbirlerini almalarıdır. Yüksek lisansını Yerel Yönetimler’de yapmış birisi olarak, verilen hizmetlerin nicelik ve nitelik sorgulamasını yapmak ve iyi yönde katkı sağlamak üzere gündeme alıyorum. Dilsiz şeytan olmaktan Allah’a sığınırım. Herkese kazasız, belasız günler dilerim.

* Bir maganda tarafından evimizin önünde ezilen kedimiz Tekir kalçasından ameliyat edildi. Artık yarı engelli yaşamak zorunda kalacak.




Vakıflardan ne kaldı? Şimdikilerin hepsi Vakıf mı?

Samimi olmak gerekirse; bir şeyleri bizatihi yapmaktan ziyade, atalarımızdan veya büyüklerimizden kendimize pay çıkararak övünmeyi, onların başarı miraslarından geçinmeyi alışkanlık haline getiren bir toplum olmaya başladık. Kavgalarımızı bile onlar üzerinden, onların kahramanlıkları veya hataları üzerinden yapar hale geldik. Aynı şekilde, geçmişten gelen değerlerimizi korumakta ve geliştirmekte de çoğu kez sınıfta kaldık. Hoyratça tükettiğimiz değerlerimizden birisi de Vakıflardır.

İlk defa Hz. Ömer’in fakirler, köleler ve misafirler yararına Allah rızası için vakfettiği Hayber’deki ganimet arazisinden bu güne kadar, İslam toplumlarında vakıf kültürü büyüdü ve kökleşti. Osmanlı medeniyetinde ise kendisinden “Vakıf Medeniyeti” şeklinde bahsedilebilecek kadar gelişti ve kurumsallaştı. Bugünkü vakıfların ekseriyeti o medeniyetin mirasından kalanlardır.

Cumhuriyetin ilk yıllarında yaşanan Osmanlı’yı inkâr ve ötekileştirme yaklaşımlarından Vakıflarda çok sert şekilde etkilendi. Vakıf kültürüne ve eserlerine büyük zararlar verildi. Vakıf malları ve arazileri birileri tarafından işgal edildi veya peşkeş çekildi. Osmanlı ve Selçuklu döneminde kurulmuş olan ancak artık yöneticisi kalmamış vakıf sayısının 41.750 olduğu tespit edilmiş. Her vakıf bir taşınmaz ve ona bağlı gelir kaynakları ile kurulduğuna göre; artık işlevsiz bırakılan, malları ve diğer ekonomik değerleri amaçları dışında kullanılan, işgal edilmiş vakıfların vebalini yüklenenler için bela okumaya gerek yoktur sanırım. Onlar zaten belalarını yüklenmiş durumdalar. Vakıf deyince en büyük yaralarımızdan birisidir Ayasofya CamisiFatih Sultan Mehmet’in fethin sembolü olarak vakfedip Cami olarak hizmete açtığı Ayasofya’yı aslından koparmak, içini İslam öncesi unsurlarla karartmak ve bizlere de ancak bilet alarak girmeye müsaade etmek ne büyük bir zulümdür! Fatih’in vakıf senedinde açıkça yazdığı lanetini üzerimizden hangi kahraman kaldıracak?

Birçok konuda olduğu gibi, geçmişimizle ve değerlerimizle barışmaya son 15-20 yıldır başladık. Azınlık vakıflarının bile gasp edilen haklarının ve mülklerinin verilmesi umut verici gelişmelerden. 743 sayılı Medeni Kanundan önce kurulan vakıflar “Mülhak Vakıf” adıyla Vakıflar Genel Müdürlüğü idaresi altında toplanarak yönetilmiştir. Bugün sayıları sadece 276 olarak kalmıştır. Geçmişte büyük bir atalet içinde olan, tarihi vakıf eserlerinin ihmal edildiği ve çürümeye terk edildiği, vakıfların etkisizleştirildiği dönemler yaşadık. Son yıllarda vakıf eserlerinin tekrar canlandırılması için daha yoğun ve gayretli çalışmalar yapıldığını görüyoruz. Hatta yurt dışındaki bazı vakıf eserlerimiz  gurur kaynağımız TİKA tarafından yeniden hayata döndürülüyor.

Vakıflar konusundaki hassasiyetin ve korumacılığın tam olarak geliştiğini söylemek yanlış olur. Vakıflar Genel Müdürlüğü bir yönüyle devasa bir emlak ofisi gibi çalışıyor. Zamanında piyasadan çok daha ucuz fiyatlarla kiralanıp ancak yüklü hava parası alındığında diğer şahıslara devredilen vakıf iş yerleri var. Bazı vakıf arazilerine bizzat vakıflar tarafından TOKİ benzeri evler yapılarak satılıyor. Vakıflarla ilgili cılız etkinlikler, bağış toplamaya yönelik organizasyonlardan ziyade dikkatimizi çeken bir çalışma görülmüyor. Toplumun ve özellikle muhtaç kesimin sorunlarına el atan eski vakıflar neredeyse yok gibi. Bu boşluğu ise devletin kendisi doğrudan kurumlar tesis ederek (Sosyal Dayanışma ve Yardımlaşma Vakfı, Genel Sağlık Sigortası gibi), bazı sivil toplum örgütleri (yardım kuruluşları, hemşehri dayanışma dernekleri vb.)  ve Kızılay gibi yarı resmi kuruluşlar doldurmaya çalışıyor. Sosyal hayatın içine girmede ve dertlere derman olmada özellikle devlet tarafından yönetilen vakıfların geride kaldığını söyleyebiliriz.

Vakıflar yönetiminin en iyi yapmaya çalıştığı şeyin tarihi eserlerimizi restore etmek olduğunu söylemek isterdim ama söyleyemiyorum. Eyüp Sultan Türbesinin yıllardır bitirilemeyen restorasyonu gibi.  Daha yeni bazı bölümlerini tamamladılar çok şükür. Bizzat yaşadığım olaylar ve çevremizdeki vakalar daha alınacak çok yolumuzun olduğunu gösteriyor. Örnek olması için başımdan geçen bir vakıf macerasını paylaşmak istiyorum:

Üsküdar Altunizade Camisinin de içinde bulunduğu külliye Hacı İsmail Zühtü Paşa tarafından 1282 yılında yaptırılmıştır. Külliye içinde bir Rüşdiye mektebi, bir hamam, muvakkithane (saatçi), çeşme ve camiye vakıf olarak bir sıra dükkân yaptırılmıştır. Bugün mektep yıkılmış olup, hamam ise harabe halindedir. Bir dönem çalıştığım Marmara Ambulans firması, Vakıflar Bölge Müdürlüğünden harabe haldeki Altunizade Hamamını onarma sözüyle kiraladı. Hamamın orijinal yapısına birebir uygun olarak ve sonrasında restaurant şeklinde fonksiyon icra etmek üzere gerekli restorasyon, restitüsyon ve röleve projeleri hazırlandı.  Önce İstanbul Vakıflar 2. Bölge Müdürlüğü  tarafından sonra İstanbul VI Nolu Koruma Kurulu tarafından onaylandı. Ardından inşaat işleri için gerekli bütçe ve yüklenici ayarlamaları yapılarak Üsküdar Belediyesine inşaat ruhsatı için başvuruldu.  Belediye tarafından projenin oturduğu tüm parsel sahiplerinden onay istendi.  Kaldı ki bunlarda aynı külliye içinde Vakıflara aitti.  Hamamın yıkılan bacalık, odunluk kısımları gibi bölümlerine sonradan prefabrik yapılar kurulmuş ve vakıflar tarafından kiraya verilmişti. Hamamın olması gereken yerinde bir büfe ve depo bulunuyordu. İşte burada film koptu. Vakıflar bölge yönetimi orijinal hamamın yerine yapılan büfeyi boşaltmayı reddetti. Çünkü oradan ayrıca kira alıyordu. Yıl sonuna kadar bekleyip boşaltmayı da kabul etmedi. Projenin bu kısmını eksik olarak yapmamız  için bize baskı yapıldı. Üsküdar Belediyesi ise eksik projenin yapılmasına ruhsat vermedi. Sonunda çareyi bizim ve büfenin kira sözleşmelerini feshetmekte buldular!?. Restorasyon için binlerce lira proje, yüklenici anlaşması, sigorta ve finansman bedeli harcayan Firma, iş için verdiği teminat mektubunu almak için bile aylarca sıkıntı çekti.  Vakıflar 2. Bölge Yönetimi yeniden yap işlet devret ihalesine çıkacağını gerekçe göstererek sözleşmeyi feshetmişti ama aradan geçen yaklaşık 2 yıl boyunca değişen bir şeyde olmadı. Hamam harabe olarak çürümeye devam ediyor. Büfe işine devam ediyor. Bürokrasi yine bildiğiniz gibi.  Maalesef vakıf eserlerini korumak ve yaşatmaktan ziyade rant alanını korumak evla tutuluyor. Bizzat yaşadığım bu süreçte vakıf yöneticilerinin umursamazlığı ve yanlış tavırlarından gına geldiğini söyleyebilirim.  Merak edenler için Altunizade Hamamının proje ve mevcut durum resimlerini de sunuyorum.

 

Altunizade-Hamamı

 

 

 

Altunizade Hamamının bugünkü durumudur. Kadrajda olmayan sağ tarafta Büfe ve benzer işyerlerinin olduğu prefabrik eğreti yapılar bulunmaktadır.

 

Altunizade-Hamam-Projesi

 

 

Restorasyon projesinin aslına uygun tasarımına ait sanal resimdir. Hamamın önündeki 2 katlı giriş bölümü bugün tamamen yıkılmış durumdadır (üstteki resimde arabaların bulunduğu yer). Hamamın sağ kenarında bulunan ocaklık, odunluk ve öndeki büyük kapıdan gelenlerin (eskiden at arabaları giriş yapardı) ilerleyebileceği alan yıkılmış durumda olup yerine büfe ve çay bahçesi kondurulmuştur.

Başta da belirttiğim gibi Vakıfların kuruluş amacı Allah rızası için düşkünlere, yolcu ve misafir gibi ihtiyaç sahiplerine hizmet vermektir. Ticaret esas değildir. Ama bugün sözüm ona vakıf adıyla kurulan bazı işletmelerin sadece kâr amacı güttüğünü veya belirli bir çıkar grubuna hizmet ettiğini de görüyoruz. Bunun en güzel örneği de vakıf üniversiteleridir.  Türkiye’nin en pahalı ve ancak belirli kişilerin girebileceği Üniversiteleri sözde vakıf adıyla kurulmuş özel işletmelerdir.  Bazı büyük işletmelerinde vergi muafiyeti sağlamak ve çıkarlarına uygun adımlar atabilmek için yan kuruluş olarak vakıflar kurduğunu ve kapalı devre  faaliyet gösterdiğini izliyoruz. Hemen her holdingin kendisine bağlı bir veya bir kaç vakfı var.  Kazara dışarıdan bir sosyal sorumluluk projesiyle yardım talep edildiğinde ise cevapları hazır oluyor: “Bizim filanca vakfımız var. Prensip olarak yardımları ve diğer sosyal sorumluluk işlerini oradan yapıyoruz.

Anlayacağınız, neredeyse 1500 yıllık İslam medeniyetimizin bir meyvesini daha el birliğiyle bozmayı ve içini boşaltmayı başarmış durumdayız. Allah sonumuzu hayretsin!…

 

* Bazı bilgiler Vakıflar Genel Müdürlüğü web sitesinden alınmıştır.

 




Evde Sağlık, Evde Bakım, Mobil Sağlık ve Tele Tıp Üzerine

Özellikle Evde Sağlık ve Mobil Sağlık kavramlarının ve uygulamalarının revaçta olduğu bugünlerde, bazen bir biriyle karıştırılan terimlerin sınırlarını kendimce tanımlamak, bazı düşünce ve tespitlerimi paylaşmak istiyorum.

“Evde Bakım” nedir?

Evde Bakım Yönetmeliğine göre “Hekimlerin önerileri doğrultusunda hasta kişilere, aileleri ile yaşadıkları ortamda, sağlık ekibi tarafından rehabilitasyon, fizyoterapi, psikolojik tedavi de dahil tıbbi ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde sağlık ve bakım ile takip hizmetlerinin sunulması”dır. Evde Bakım sürekli veya belirlenen saatler içinde hasta yanında kalmayı ve bir “tedavi – bakım planı”na göre profesyonel hizmet vermeyi gerektirir. Tedavi planı doğrudan sağlık personeli tarafından verilen hizmetleri, bakım planı ise sağlık personelinin gözetimi altında yardımcı personel tarafından verilen özbakım, hijyen vb. hizmetleri içerir. Bu hizmetleri resmi olarak verebilmek için İl Sağlık Müdürlüklerinden “Evde Bakım Merkezi” ruhsatının alınması zorunludur. Sadece bu iş için bir merkez kurulabileceği gibi hastane gibi sağlık kuruluşları bünyesinde de ruhsat alınarak hizmet verilebilir.

Evde Bakım Hizmetleri birebir personel ihtiyacı ve süreklilik gerektirdiği için, genelde ücretli veya uygun poliçeli özel sigortalıların yararlanabildiği pahalı bir hizmet türüdür. Bu hizmetin maliyetini düşürmek isteyen hasta sahiplerinin oluşturduğu talebi karşılamak ve vergisiz sorgusuz kazanç elde etmek isteyen sağlık/bakım hizmetleri çalışanları da gayri resmi olarak evlerde nöbet tutabilmektedir. Genellikle hastanın daha önce yatarak tedavi gördüğü kuruluşlarda çalışan personel ile zaten iletişim kurulmuş olduğundan bu kişiler tercih edilmektedir.

Ev ile hastane arasında kalan bir uygulama da huzurevi vb. yataklı yaşam ve bakım merkezlerinde oluşturulan hasta bakım odalarıdır. Buralarda da sağlık/bakım personelinin sürekli kontrol ve hizmet vermesi söz konusudur.

“Evde Sağlık” nedir?

Evde Sağlık kapsam olarak Evde Bakım’ın içinde yer alır. En önemli farkı süreklilik gerektirmemesi, ihtiyacın giderilmesinin ardından evin terk edilmesidir. Rutin veya çağrı üzerine ziyaretler yapılır. Hizmet konusu bir hekim muayenesi olabileceği gibi, girişimsel hemşirelik, fizyoterapi, özbakım ve hijyen ihtiyaçları da olabilir. Bu hizmetleri evde verebilmek için özel bir ruhsat şartı aranmaz. Ancak, personelin bağlı olduğu kurum şartları maddi kazanç anlamında kısıtlayıcı olabilir. Serbest çalışanların ise, klasik vergi yükümlülüğü dışında mesleki ehliyetleri ve verilen hizmetin niteliği dikkate alınır. Örneğin, Doktor reçetesi ile Hemşire iğne yapabilir ama, söz konusu ilaç penisilin ise bunun evde yapılması normal şartlarda doğru ve uygun değildir.

Az sayıda personel ile çok sayıda hastaya ulaşılabilmesi, verilen hizmetlerde çeşit ve esnekliğe imkân vermesi ve maliyet etkinliği nedeniyle daha çok tercih edilir. Ülke çapında Sağlık Bakanlığı adına hastanelerde kurulan ekiplerle, belediyelerin hizmet alımları ve kendi personeliyle, özel sağlık kuruluşlarının ve özel sigortaların talebe göre hizmet sunumları ile yapıla gelmektedir.

Hedef kitlenin büyüklüğüne ve coğrafi alanın durumuna göre, uygun sayıda ve nitelikte ekiplerin kurulmasıyla hizmette süreklilik ve hasta memnuniyeti sağlanmaktadır. Bu konuyu özel misyonu haline getiren bazı belediyelerin gerek hizmet alımı  (Örnek:Bursa Büyükşehir Belediyesi, Maltepe Belediyesi), gerekse anlaşmaları (Örnek: Tuzla Belediyesi – Tuzla Devlet Hastanesi protokolü ) sayesinde sayıca yeterli ekipleri kurabilmeleri sonucu, günlük rutin sağlık hizmetleri dahi rahatlıkla evlerde verilebilmektedir. Diğer bölgeler için ise; ekiplerin yetersizliği, hizmetlerde aksamalar, erişim ve iletişim sorunları, hasta memnuniyetsizliği, ihtiyaç çeşitlerini gidermede arz eksikliği yaşanmaktadır.

Evde sağlık hizmetlerinin yaygınlığı aslında finansmanla doğrudan ilgilidir. Ücretli veya özel sigortalı olmayan halkın çoğunluğu kamu hizmeti şeklinde yararlanmaktadır. Kamu hizmetinin yurt genelinde kapsam, kalite ve sürekliliği de aynı değildir. Bu işe özel önem veren ve ek yatırım yapan belediyelerin maliyeti üstlenmesi sayesinde yerel bir rahatlık ve hizmetlere erişim söz konusu olabilmektedir. Kamu hastaneleri tarafından verilen evde sağlık hizmetleri için makul bir ücretlendirme mekanizması bulunmadığından, aslında bir nevi karşılıksız amme hizmeti gibi yapılmakta ve bu nedenle hastaneler tarafından maliyet artışına yol açabilecek genişlemelerden kaçınılmaktadır. Ayrıca kronik olarak sağlık personelinin sayısal yetersizliği boyutu da vardır.

Maliye Bakanlığı  Bütçe  Uygulama Tebliği  normal fiyat listeleri evde sağlık hizmetleri için son derece düşük kaldığından, hizmet alımına ve özel işletmelerin temel maliyetlerine karşılık verebilecek bir fiyat tayinine engel olmaktadır. Örneğin EK-8 Listesine göre;  kas içi enjeksiyon (İ.M.) ücreti sadece 1,80 TL’dir.  Hizmet alımında evde sağlık için bu seviyede teklif almanın imkânı yoktur.  Yasal giderler, personel, araç, yakıt ve malzeme giderleri düşünüldüğünde evde sağlık hizmetleri için mutlaka özel bir fiyatlandırma tarifesinin düzenlenmesi kaçınılmaz olacaktır. Genellikle evde sağlık hizmetleri yapılan işlem üzerinden değil, ziyarette bulunan personelin görevi ile yapmış olduğu hizmet tipi üzerinden ziyaret başına fiyatlandırılır. Maliye Bakanlığı fiyatlamayı makul seviyelerde yaptığında, hastanelerin bu hizmete gereken önemi vermesi ve icabında hizmet alımı yaparak ihtiyacı gidermesi sağlanacaktır. Bu durumun en güzel örnekleri, halen hastanelerce yapılan görüntüleme ve laboratuar hizmet alımlarıdır.

Belediyeler açısından, evde sağlık hizmetleri dışında evde sosyal destek hizmetleri uygulaması da söz konusudur. Bu nedenle tanımlama yapılırken “Evde Sağlık ve Sosyal Destek Hizmetleri” şeklinde ifade edilir. Yaşlı ve engelliler başta olmak üzere, korunmaya muhtaç kesime yönelik evde sosyal destek uygulamaları her belediye tarafından farklı seviyelerde yapılmaktadır. Evde sağlık hizmetleri için belirli bir standart oluşmadığından, hiç yapmayanlardan hemen her şeyi yapanlara kadar yaygın bir çeşitlilik oluşmaktadır. Bu durum,  vatandaşların olumlu ya da olumsuz geri dönüşlerine yol açmaktadır. Bir belediyenin evde sağlık hizmetlerini kapsamlı olarak sunması başka bölgelerden bu sebeple göç almasına neden olabilmektedir.

Evde sağlık hizmetinin farklı bir boyutu da evde hastane yatağı uygulamasıdır. Bazı hastanelerde hastanın temel tedavi veya ameliyat işlemlerinden sonra hastane yerine kendi evinde tedavisinin yine hastane kontrolünde devamı söz konusudur. Bunun için gerekli seyyar tıbbi cihaz ve malzemeler temin edilir ve hasta yakınlarına eğitimle beraber üstlenebilecekleri görevler verilir. Özellikle kronik ve uzun süreli tedavi gerektiren durumlarda efektif bir yöntemdir. Hastanın durumuna göre doktor ve hemşire ziyaretleri ile birlikte sarf malzemeleri de hastaneden sağlanır. Fiyatlama açısından servis yatağındaymış gibi yatak hariç tüm hizmet ve malzemeler SGK’ya fatura edilebilir. Hastanın moralini yüksek tutan, yakınlarına hasta için hizmet verme imkânı sağlayan, hastane enfeksiyonlarından koruyan, hastane genel giderlerinden (su, temizlik, elektrik, güvenlik, yemek gibi) muafiyet sağlayan bir yöntemdir. Bildiğim kadarı ile, Kartal Koşuyolu Yüksek İhtisas Eğitim ve Araştırma Hastanesi tarafından bazı hastalar için uygulanabilmektedir.

“Mobil Sağlık” nedir?

Sağlık hizmetini sunacak personelin ve hizmetin gerektirdiği biyomedikal sistemlerin hastanın bulunduğu yerde veya seyir halinde aktif hizmet verebilmesi demek doğru olur. Bu geniş bir tanımlamadır. Sağlık personeli ve minimum ekipman taşıyan sağlık hizmet araçlarından başlayarak, ambulanslar ve seyyar hastanelere kadar genişleyebilen bir yapıdan bahsediyoruz. Ayrıca deniz ve hava araçları da sağlık hizmetlerini vermek veya hasta nakletmek için özel olarak tasarlanabiliyorlar.

Sağlık araçları hasta taşımaz, personel ve malzeme transferi sağlar. Ambulanslar temelde ikiye ayrılır. Tam donanımlı ve biri doktor veya paramedik olmak üzere en az 2 sağlık personeli bulunan kırmızı şeritli “Acil Yardım Ambulansı” ile sürücü dışında 1 sağlık personeli bulunan daha az donanımlı mavi şeritli “Hasta Nakil Ambulansı”dır. Seyyar hastaneler özel tırları ile hareket edip istenilen yerde yarım saat içinde kurulabilen tam teşekküllü sağlık tesisleri olabilmektedir. Bu konuda güzel bir proje olan Med-1 Mobile Hospital  videosunu buradan izleyebilirsiniz.

Bilindiği üzere Acil Yardım Ambulansı hizmetleri yurt genelinde 112 servisi ile sağlanıyor. Gittikçe büyüyen kara ambulans filosunun yanı sıra, hava ve deniz unsurları ile birlikte oldukça kaliteli bir hizmet verildiğini söyleyebiliriz. Acil olmayan hasta nakil hizmetleri ise eksikliği hissedilen önemli bir ihtiyaçtır. 112 servisi kendi ambulansı olmayan kamu hastaneleri arasında planlı hasta nakil hizmetlerine destek veriyor. Ancak, acil olmayan evden hastaneye, hastaneden eve hasta nakillerine karışmıyor. Özellikle yaşlı, engelli ve ağır kronik rahatsızlığı bulunan hastaların tedavi veya kontrol için hastanelere gitmelerinde ve evlerine dönmelerinde ciddi zorluklar yaşanıyor. En yaygın çözüm olarak, hemen her belediyenin hizmete sunduğu hasta nakil ambulanslarını görüyoruz. Burada ise, gelen talebe yeterli sayıda ambulansın her yerde arz edilemediğini biliyoruz.  Bazı belediyeler hizmet alımı yolu ile profesyonel çözümler sağlıyor. Hizmet alımı yapmayan ve yetersiz sayıda ambulansı olan belediyelerde ise, vatandaş açısından kolay ve zamanında hizmete erişim güç oluyor. Bana göre; kimi hastalar için kesin ihtiyaç haline gelen hasta nakil ambulansı hizmetleri için sosyal güvenlik sistemi içinde bir hizmet sunumu yapılması ve vatandaşın belediyelerin insaf ve keyfiyetine bırakılmaksızın ihtiyacını gidermesi sağlanmalıdır. Böylece ülkenin her yerinde mağdur durumdaki vatandaşın hizmetten aynı şartlarda yararlanabilmesi sağlanacak, İstanbul’da olduğu gibi her ilçede farklı usul ve uygulamalar oluşmayacaktır. Eğer bu hizmetin belediyelerce verilmesi karara bağlanacak ise, nüfus ve bölge yapısına uygun sayıda ambulans ve ekibinin istihdam edilmesi veya hizmet alımının yapılmasını zorlayacak tedbirler alınmalıdır. Belediye tarafından keyfe keder bir uygulama yapılması engellenmelidir.

“Tele-Tıp” nedir?

Bir hasta veya hastalık için, ayrı yerlerde bulunan sağlık ekiplerinin iletişim ve etkileşim içinde sağlık hizmeti üretmeleri ile, bir hastanın sağlık değerlerini izlemek üzere yaşadığı yerde kurulan sistemlerin uzak yerdeki sağlık kuruluşuyla irtibat içinde olması ve uzaktan bazı müdahalelere imkân vermesine kısaca tele-tıp veya tele-medicine denebilir. Tanımda özetlemeye çalıştığım gibi, ya iki sağlık kuruluşunun birbiriyle görüş alışverişi (konsültasyon), ortak operasyon (uzaktan robotik ameliyatlar)  gibi hizmet paylaşımı söz konusudur, ya da bir hastanın uzaktan sağlık değerlerinin izlenmesi ve bazı küçük müdahaleler ile (insülin pompası, ilaç alımı için uyarı gibi) sağlık şartlarını iyileştirmeye yönelik uygulamaları içerir. Daha önce başarıyla uygulanan, bu konuyla ilgili 2 projemi   buradan ve buradan inceleyebilirsiniz.

Hastaya ait verilerin belli bir merkeze iletilmesi için sabit telefon hatları veya GSM şebekesi kullanılır. AB ülkelerinde evde kurulacak sistemler için bazı temel standartlar aranır. EN 55022, EN 55024, EN 55130, EN 5134, EN 60950 gibi. Ayrıca, doğrudan AB tarafından yetkilendirilmiş  ETSI  kuruluşu da standartları belirlemektedir. İletişimin niteliği, kurulan sisteme göre en basit acil yardım çağrısından, hayati (vital) değerlerin iletilmesine ve bazı tetkiklerin yapılıp sonuçlarının iletilmesine kadar varabilir. Dünyada yaygın olarak kullanılmakla beraber, Türkiye’de Maliye Bakanlığı ve SGK tarafından henüz desteklenmediği için, sadece özel hastaneler ve özel sigortalılar arasında uygulama örnekleri çıkmıştır. Sağlık ve sosyal yardım çağrısını iletmek için kurulmuş sistem örnekleri Ankara Valiliği ve Maltepe Belediyesinde görülmektedir.

Mobil telefon hatları (GSM) kullanıldığı için bazı projelere Mobil Sağlık Projesi denmesi doğru değildir. Bu projeleri Tele-Tıp veya Tele-Sağlık olarak adlandırmak gerekir. Çünkü GSM şebekesi üzerinden hastanın tansiyon, kan şekeri,  solunum, gibi değerlerinin bir sağlık merkezine iletilmesi Mobil Sağlık anlamına gelmez.

Her biri ayrı yazıların ve çalışmaların konusu olabilecek bu terimleri bir arada sunabilmek ve kısaca bilgi verebilmek için derlemeye çalıştım. Konuyu derinlemesine bilmeyen kişilere yönelik faydalı bir referans olmasını dilerim.




Esnaflar Meclisi Projesi

2014 Yerel Seçimler öncesi hazırlayıp, bazı Başkan Adayları ile paylaştığım projelerim arasındadır. Yerel Yönetime Katılım Projesi örneğidir.

Projenin Tanımı:

İlçe sınırları içinde faaliyet gösteren Esnaf, Tüccar ile Küçük ve Orta Ölçekli Sanayicilerin sorunlarını ve ihtiyaçlarını yakından takip etmek ve çözüm yolları üzerinde ortak akıl çalışması yapmak üzere ilgili Odalarında desteğinde bir istişare meclisinin kurulmasıdır.

Projenin Kapsamı:

İlçe sınırları içinde faaliyette bulunan Esnaflar, Sanatkârlar, Tüccarlar ve Küçük/Orta Boy Sanayi İşletmecilerinden 50 kişilik bir danışma meclisi kurulacaktır. Meclis üyelerinin mümkün olduğu kadar her mahalleden ve işletme türünden temsilcileri barındırmasına azami dikkat edilecektir. Üyelerin seçiminde kayıtlı bulunan Odalarla işbirliği yapılacaktır. Esnaflar Meclisi projesi bir Encümen Üyesi veya Müdür seviyesinde bir Belediye Bürokratı tarafından yönetilecektir. Gündeme alınan konular ve sonuç raporları Belediye Yönetimi ve Belediye Meclisi gibi kurumsal yapılarla paylaşılacaktır. Esnaflar Meclisi içinden seçilen bir temsilciler kurulu ile daha yoğun bir çalışma takvimi icra edilebilecektir.

Projenin Paydaşları ve İcra Şekli:

Projenin icrası sırasında kamu adına Kaymakamlık ile ve STK’lar adına ilgili odaların yönetimi ile işbirliği yapılacaktır. Esnaflar Meclisinin aylık veya 3 aylık toplantı programını ve toplantı için gerekli mekân, ağırlama v.b. gibi hizmetlerini Belediye sağlayacaktır. Esnaflar Meclisi ile ilgili gündem maddeleri, planlanan yatırımlar ve yeni projeler danışma ve geliştirme amacıyla gündeme alınabilecektir.

Projenin Beklenen Önemli Sonuçları:

İlçenin ekonomik hayatının gelişmesi ve güçlenmesi adına sağlıklı karar alma süreçlerinin işletilmesi, maddi ve manevi zararlar oluşmadan önce erken tedbir alınabilmesi için Esnaflar Meclisinin faaliyetleri oldukça anlamlı olacaktır. Sosyal barış ve refahın gelişmesi için önemli bir bileşen olan ekonomik yapının güçlenmesi, yatırımcılar için cazibe bölgesi haline gelmesi, sorunlar kronikleşmeden önce doğru bir iletişim kanalının kurulması sağlanmış olacaktır. Esnafın da Belediye yönetim süreçlerine katılması ile demokrasi kültürü güçlenecektir.




Engelliler Meclisi Projesi

2014 Yerel Seçimler öncesi hazırlayıp, bazı Başkan Adayları ile paylaştığım projelerim arasındadır. Yerel Yönetime Katılım Projesi örneğidir.

Projenin Tanımı:

Engelli vatandaşlarımızın tamamının resmi kayıtlarda sayılı olamaması nedeniyle ilçe için net rakamı söylemek zor olacaktır. Ancak Türkiye genelinde ortalama %10 ile %12 civarında olduğu kabul edilirse orta büyüklükteki bir İstanbul ilçesinde yaşayan yaklaşık 40.000 civarında engelli vatandaşımız bulunmaktadır. Engellilik oranı ve türüne göre bir kısmı toplumdan izole edilmiş halde olabileceği gibi, dinamik bir iş ve sosyal hayata sahip üretken durumda olanlar da bulunmaktadır. Engelli vatandaşlarımızın ihtiyaç ve sorunlarını gündemde tutmak ve özellikle yeni projelerde onların da durumuna uygun çözümler bulundurmak amacıyla en çok 50 kişilik bir Engelliler Meclisi kurulması planlanmaktadır.

Projenin Kapsamı:

Asgari olarak, belirlenen zaman ve mekânlardaki toplantılara katılabilecek durumda bulunan engelliler arasından seçilen bir meclis kurulacaktır. Mümkün olduğu kadar çok çeşitlilikte engellilerin katılması çözümleyici yaklaşımların geliştirilmesi açısından önemlidir. Engelliler Meclisinde ilçenin mevcut durumunda yapılması gereken iyileştirmeler, ilave ihtiyaçlar, önemli sorunlar, yeni projelerin Engelliler açısından değerlendirilmesi, engellilere yönelik sosyal ve ekonomik destek programların geliştirilmesi, iş ve meslek eğitimleri ile örgün ve özel eğitim ihtiyaçlarına yönelik çalışmaların koordinasyonu gibi konular ele alınacaktır. Sonuç raporları Belediye Meclisi ve ilgili birimlerle paylaşılacaktır. Daha küçük ve dinamik bir temsilciler kurulu ile aktif çalışma temposu sürdürülebilecektir.

Projenin Paydaşları ve İcra Şekli:

Başta Kaymakamlık olmak üzere ilgili Bakanlıkların ilçe teşkilatları, STK’lar, Özel ve Resmi Eğitim Kurumları, Mahalle Muhtarlıkları, Esnaf ve Sanayici Odaları projenin doğal paydaşlarıdır. Engellilere yönelik sorun ve ihtiyaçların giderilmesinde ilgili her kurum ile sağlıklı bir iletişim kurulması sağlanacaktır. Belediye içinde kurulacak olan “Engelliler İletişim Merkezi” ile koordineli çalışacak şekilde bir Encümen Üyesi veya Müdür seviyesinde bürokrat tarafından yönetilecektir.

Projenin Beklenen Önemli Sonuçları:

Engelli vatandaşlarımızın boğuşmak zorunda olduğu sosyal dışlanmışlık, fiziksel yapılanma sorunları, ekonomik sorunlar, psikolojik sorunlar ve kültürel ihtiyaçlar gibi birçok konuda kendilerini yalnız ve çaresiz hissetmeden güvenle mücadele edebilmeleri ve hayata daha sağlam tutunmaları için faydalı olacaktır. Belediyenin sosyal, ekonomik ve altyapı projelerinde Engelli bakış açısını kaybetmeden doğru kararlar verilmesine vesile olacaktır. Engelli vatandaşlarımızın 1. sınıf muamele görüp böyle hissetmeleri için gerekli şartları oluşturmaya devam edilecektir. Kentin yönetimine aktif olarak katılmış ve kendilerini ifade imkânı bulmuş olacaklardır.




Kadınlar Meclisi Projesi

2014 Yerel Seçimler öncesi hazırlayıp, bazı Başkan Adayları ile paylaştığım projelerim arasındadır. Yerel Yönetime Katılım Projesi örneğidir.

Projenin Tanımı:

İlçede ikamet eden 20-65 yaş arası kadınlardan olmak üzere her mahalleyi temsilen 2 kadın üyenin oluşturduğu Kadınlar İstişare Meclisi’nin kurulmasıdır. Bu meclis aylık veya 3 aylık toplantılar yaparak kadınları ilgilendiren sorunları ve projeleri değerlendirip görüşlerini belediye yöneticileri ile paylaşma imkânı bulacaktır.

Projenin Kapsamı:

Mevcut mahalle nüfus yapılarına uygun olarak seçilen en çok 50 kişi yer alacaktır. Meclis üyesi kadınların seçiminde Mahalle Muhtarlıkları ile işbirliği yapılacaktır. Toplumu doğru temsil edebilmek için çalışan, evli, bekâr, ev hanımı gibi hemen her kesimden olmasına gayret edilecektir. Kadınlar Meclisi belediye tarafından tahsis edilen mekân ve zamanlarda toplanacaktır. Toplantı ve ağırlama giderleri belediye tarafından karşılanacaktır.

Projenin Paydaşları ve İcra Şekli:

Mahalle Muhtarlıkları, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının İlçe Teşkilatı, STK’lar ile işbirliği yaparak toplumun genel durumunu yansıtabilecek bir meclis oluşturulmasına dikkat edilecektir. Belediyeyi temsilen bir Encümen Üyesi veya Müdür düzeyinde bürokrat tarafından proje yönetimi ve koordinasyonu yapılacaktır. Kadınlar Meclisi içinden seçilen temsilciler grubu ile daha yoğun bir toplantı gündemi takip edilerek meclisin efektif çalışması sağlanacaktır. Meclis Raporları danışma ve tavsiye belgesi niteliğinde olup hizmetlerin kalitesini arttırmak, sorunlar için makul çözümler üretmek amacıyla değerlendirilecektir.

Projenin Beklenen Önemli Sonuçları:

İlçedeki sosyal ve siyasi hayata kadın bakışının kazandıracağı zarafet, şefkat, estetik ve yapıcı çözüm yollarını sağlamak için, kadınların kendilerini ifade edebilme imkânını sunmak için, belediye hizmetlerinin etkinliğini ve yerindeliğini arttırmak için, sorunları henüz büyümeden tespit edip kaynak israfını önlemek için doğru bir proje olacaktır.  Kadınlar toplumun temel dinamiklerinden ve aile kurumunun esas öğelerinden olduğu için kendilerinin dışında erkekleri ve çocukları da etkileme, yönlendirme, eğitme gibi niteliklere sahip olduğundan toplumsal gelişmeye ve kalkınmaya doğrudan etkileri bulunmaktadır. Kadınların bilinçlenmesi her açıdan büyük öneme sahip bir gelişme olacaktır.




Gençlik Meclisi Projesi

2014 Yerel Seçimler öncesi hazırlayıp, bazı Başkan Adayları ile paylaştığım projelerim arasındadır. Yerel Yönetime Katılım Projesi örneğidir.

Projenin Tanımı:

İlçede yaşayan 14-18 yaş arası Lise ve dengi okullarda eğitim gören gençler ile sanayi vb. iş yerlerinde çalışan gençlerden seçilen azami 50 kişiden oluşan bir Gençlik Meclisi kurulmasıdır.

Projenin Kapsamı:

Eğitim veya çalışma hayatında bulunan gençleri ilçe ile ilgili demokratik hayatın içine dahil etmek ve onların yenilikçi görüşlerinden faydalanmak üzere en çok 40 kişinin lise ve dengi okullardan, en çok 10 kişinin okumayan veya bir yerlerde çalışan gençlerden seçilerek oluşturduğu bir meclis olacaktır. Gençlik meclisinin giderleri Belediye tarafından karşılanacaktır.

Projenin Paydaşları ve İcra Şekli:

İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü, Esnaf ve Sanayi Odaları ile işbirliği yapılarak 50 gencin seçilmesi sağlanacaktır. Belediye adına proje sorumlusu olarak bir Encümen üyesi veya Müdür düzeyinde bürokrat atanacaktır. Gençlik Meclisi aylık veya 3 aylık genel kurul toplantıları yapacağı gibi içlerinden seçilen temsilci heyet ile daha yoğun bir çalışma düzeni kurulabilecektir. Gençlik Meclisi ile proje ve sorunların gençler açısından durum değerlendirmesi yapılacak ve sonuç raporları Belediye Meclisine de sunulacaktır.

Projenin Beklenen Önemli Sonuçları:

Gençlerin meşru zeminlerde demokratik yönetime katılmaları, güncel sorunlar ve projeler hakkında fikir ve bilgi sahibi olmaları en önemli sonuçlardandır. Belediye ve meclis kararlarının ve projelerin isabet ve fayda oranını arttırmak, projeleri halka mal edebilmek açısından gençlerin katılımı oldukça etkili olacaktır.




Çocuklar Meclisi Projesi

2014 Yerel Seçimler öncesi hazırlayıp, bazı Başkan Adayları ile paylaştığım projelerim arasındadır. Yerel Yönetime Katılım Projesi örneğidir.

Projenin Tanımı:

İlçede yaşayan ilk ve orta öğretim düzeyindeki öğrencilerden seçilen bir grubun Belediye tarafından tayin edilen zaman ve mekânlar içinde toplanarak ilçe genelinde çocukları ilgilendiren sorunları, projeleri değerlendirdiği, temayül yoklamalarının yapıldığı bir çocuk istişare meclisi kurulacaktır.

Projenin Kapsamı:

İlçede bulunan ilk ve orta öğretimde ( 4 + 4 ‘lük kısım) okuyan en çok 50 öğrenci seçilerek eğitim durumlarına uygun zamanlar içinde toplanmaları sağlanacaktır.

Projenin Paydaşları ve İcra Şekli:

Belediye adına en az bir Encümen üyesi veya bir Müdür düzeyinde sorumlu atanarak İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü ile koordine olarak meclis üyeleri tespit edildikten sonra ihtiyaca binaen aylık veya 3 ayda bir olacak şekilde genel kurul toplantıları yapılacaktır. Daha az sayıda ve Çocuk Meclisi tarafından seçilen temsilciler kurulu ile ise daha yoğun çalışma içinde olunacaktır. Sonuç raporları Belediye Meclisine de sunulacaktır.

Projenin Beklenen Önemli Sonuçları:

İlçede yaşayan çocuklarımızın ilçemize karşı olan aidiyet duygularını güçlendirmek, demokratik hayatın gerektirdiği hoşgörü ve temsil gibi özelliklerini çocuklarımıza kazandırmak, proje ve sorunların çocuk bakış açısı ile değerlendirilip daha isabetli ve beğenilen sonuçların alınmasına katkı vermek olacaktır.




Mahalle İstişare Kurulları Projesi

2014 Yerel Seçimler öncesi hazırlayıp, bazı Başkan Adayları ile paylaştığım projelerim arasındadır. Yerel Yönetime Katılım Projesi örneğidir.

Projenin Tanımı:

Her mahallede vatandaşın kendilerini ifade etmesini ve yerel yönetim hizmetlerinin ve yatırımların verimli, sağlıklı ve yerindelik ilkesine en yakın şekilde icra edilmesine destek sağlayacak modern istişare kurullarının kurulması projesidir.

Projenin Kapsamı:

Mahalle İstişare Kurulları icra organı olmayıp danışman ve rehber niteliğinde gündemine alınan konularda belirli zamanlarda toplantılar yaparak sonuçları Belediye yönetimine sunan bir kurul niteliğinde olacaktır. Sadece belediye hizmetleri açısından değil yerel bazı sorunların çözümlenmesi, husumetlerin giderilip kardeşlik ve birlik duygusunun güçlendirilmesi açısından bir nevi “ihtiyarlar heyeti” olarak ta fonksiyon sahibi olabilecektir.

Projenin Paydaşları ve İcra Şekli:

Belediye Başkanlığı tarafından görevlendirilen en az Müdür düzeyinde bir temsilcinin Genel Sekreterliğini icra ettiği Mahalle İstişare Kurulunun diğer üyeleri Muhtar, Merkez Camisinin İmamı veya Müftülükçe görevlendirilen 1 İmam, 1 Lise Müdürü, 1 İlk Öğretim Okulu Müdürü, 1 Esnaf Temsilcisi, o bölgede oturan ve İlçe Emniyet Müdürlüğünce görevlendirilen 1 Emniyet Mensubu, Belediye Meclis Üyelerinden o mahallede oturan ve Belediye Meclisi tarafından seçilerek atanan 1 üyeden müteşekkil istişare kurulu ilgili mahallenin sorunları hakkında bilirkişilik yapacağı gibi üyeleri de kendi kurumları nezdinde verilen işlerin takibi ve kurulun bilgilendirilmesi noktasında katkı sağlayacaktır. Toplantılar mahallelerde tayin edilen kültür merkezi ve benzeri mekânlarda belirli tarihlerde yapılabileceği gibi önemli bir gündem oluştuğunda davet ile olağanüstü toplantılarda düzenlenebilecektir.

Projenin Beklenen Önemli Sonuçları:

Her mahallede bölgeyi iyi tanıyan ve sevilip sayılan kişilerden oluşan özel istişare kurullarının toplanması ile Belediyenin aldığı kararlardaki isabet oranı artacak ve uygulamada ise halk nezdinde beklenen destek doğal olarak artacaktır. Kaynak israfı, yanlış yatırım, fark edilmemiş sorun, iletişim hataları gibi olumsuzluklar en aza inecektir. Halkın yerel yönetime daha yakından katılımı ve kendisini ifade etme imkânı iki taraflı şekilde sağlanacaktır.




Girişimcileri Destekleme Projesi

2014 Yerel Seçimler öncesi hazırlayıp, bazı Başkan Adayları ile paylaştığım projelerim arasındadır.

Projenin Tanımı:

İlçede ilk defa yatırım yapacak olan veya mevcut yatırımlarının en az %50’si oranında ilave yatırıma giden girişimcilere yönelik olarak mevzuat sınırları içerisinde Belediye tarafından yapılabilecek ek teşviklerin tespit edilerek uygulamaya alınmasıdır.

Projenin Kapsamı:

Belediye Meclisi ve Encümenden gerekli karar ve izinlerin alınmasına müteakip idari birimlerin yapacakları etütler doğrultusunda öncelikle teşvik edilecek sektör ve bölgelerin tespit edilmesi ve girişimcilere cazip yatırım şartlarının sunulmasını kapsamaktadır. İlçe sınırları içinde yatırıma gidecek girişimcilere danışmanlık, alt yapı desteği, belediye harçlarında kolaylıklar gibi çeşitli teşvik unsurları paket haline getirilecektir.

Projenin Paydaşları ve İcra Şekli:

Proje belediye imkânları ve alınan izinler doğrultusunda icra edilecektir. Yanlış ve hatalı kullanıma karşı kontrol mekanizmaları aktif tutulacaktır.

Projenin Beklenen Önemli Sonuçları:

Türkiye genelinde girişimcilere yönelik teşvik ve destekleme alanları güncel mevzuat içinde belirlenmiştir. İlçe Belediyesi kendi imkânları dahilinde bu teşviklere yeni ilaveler yaparak çevre ilçeler içinde öne çıkmaya ve tercih nedeni olmaya çalışacaktır. Yatırımların artması ile bölgenin sosyo-ekonomik yapısı güçlenecek ve ilçe genelinde refah artışı sağlanacaktır.




Mikro Kredi Yaygınlaştırma ve Geliştirme Projesi

2014 Yerel Seçimler öncesi hazırlayıp, bazı Başkan Adayları ile paylaştığım projelerim arasındadır.

Projenin Tanımı:

Başta ev hanımları olmak üzere her hangi bir işi olmayan ancak belirli bir beceri veya eğitimle hayatını idame ettirebilme yeteneğine sahip kişilerin yararlandığı mikro kredi uygulamasının yaygınlaştırılması için yapılan danışmanlık ve eğitim faaliyetlerini barındıran projedir.

Projenin Kapsamı:

İlçede ikamet eden dar gelirli vatandaşlara eğitim, bilgilendirme, yönlendirme ve destekleme yolu ile mikro kredi uygulamasından faydalanabilecek kişileri açığa çıkarmak ve onlara yönelik kurumsal destekleme hizmetini organize etmektir.

Projenin Paydaşları ve İcra Şekli:

İcraat için uzmanlardan oluşan yerleşik ve gerektiğinde seyyar çalışabilen bir ekip kurulacaktır. Tespit edilen vatandaşlara bireysel veya grup eğitimleri ile bilgilendirme yapıldıktan sonra kredi alımı ve yatırım aşamalarında dahi aktif destek verilerek sonuçlar takip edilecektir. Hatalı veya kasıtlı davranışlara karşı önlem alınacaktır. Uygulama için resmi kurumlar ve finans kuruluşları ile işbirliği sağlanacaktır.

Projenin Beklenen Önemli Sonuçları:

Ekonomik olarak kendine yetebilen ailelerin sayısı arttıkça ilçe içinde huzur ve barış içinde yaşama katkı sağlanacak, insanların sağlık ve mutluluk düzeyleri yükselecektir. Geliri artan ailelerin harcamaları da artacağından ilçedeki ekonomik hayata canlılık gelecektir.