Filistin’de Müslümanların, Türkiye’de Ailenin Çilesi Bitmiyor!

Katil sürüsü siyonistlerin Ramazan veya Bayram molası vermeden, aksine daha da vahşileşen saldırıları ve sivil halka olan eziyetleri aralıksız sürerken, bizlerin bayram sevinci yaşaması, evinde mutlu ve huzurlu yaşaması mümkün mü? Elbette değil! Mümkün diyenler var ise de zaten onlar da bizden değil!

Hem rahmetli kardeşimden sonraki ilk bayramın verdiği duygusal dağınıklık, hem de Gazze başta olmak üzere, sıkıntı içinde kalan Müslüman coğrafyaların manevi ağırlığından, normal bir bayram yaşayamadık. Mezarlık sonrası anne-baba ziyareti ve gelenleri karşılama ile sınırlı bir etkinlik oldu bu bayram.

Filistin’de Müslümanların yalnızlığı, kuşatılmışlığı, sözüm ona Birleşmiş Milletler ve AB mevzuatına rağmen uygulanan soykırımın bir benzeri ve aslında sayısal etki anlamında daha kötüsü, Türkiye’de aile kurumuna karşı uygulanıyor! Filistin’de on binler hızla öldürülüyor, Türkiye’de milyonların geleceği karartılıyor, nüfus yaşlanıyor, toplumsal değerler bir bir yok ediliyor.

Siyonist katiller söz konusu olunca İnsan Hakları Sözleşmeleri, BM Anlaşmaları fiilen tatile çıkıyor ve çöpteki kağıttan bir farkı kalmıyor! Gazze’de haince ateşkes anlaşmasını bozan, halkı sürüler halinde oradan oraya sığınmaya zorlayan, insan grubu gördüğü her yeri acımasızca bombalayan gözü dönmüş katillere kimse dur diyemiyor! Sözüm ona Müslüman ülkelerin, ümmetin birer yüz karasına dönen liderleri de ya sessiz kalmayı veya yalandan kınamayı yeterli görüyor. Ne ticaretini kesen var ne ilişkisini, ne askeri korumasını kaldıran var ne de çifte vatandaşlı katillerinin boynuna tasma vurabileni!

Aile kurumu da tarih boyunca hiç bu kadar sahipsiz ve de sistematik saldırı altında kalmamıştı! 1985 yılında Turgut Özal’ın imzaladığı CEDAW (Birleşmiş Milletler Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi)ile mevzuatımıza sokulan “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği” fitnesi ile geleneksel aile yapımıza ve değerlerimize savaş açıldı. Sırayla zinanın kaldırılması, aile reisliğinin lağvedilmesi, eşcinselliğin normal görülüp üstüne teşvik edilmesi, süresiz nafaka haksızlığı gibi çok sayıda zehirli ürünleri toplumsal hayatımıza işlendi.

Namus kavramını ve değerini “kökü kazınacak” bir zararlı şeklinde tarif ederek, taraflara kaldırma taahhüdü verdiren İstanbul Sözleşmesi, 11 Mayıs 2011’de İstanbul’da imzaya açıldı. Türkiye bu sözleşmeyi imzaya açıldığı gün ilk imzayı koydu ve 9 ay sonra 14 Mart 2012’de onaylayarak fiilen uygulamaya aldı. İlk etkisi 6284 sayılı  “Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun“nun 8 Mart 2012’de çıkarılmasıyla yaşandı. Tamamen ahlak, namus, aile ve erkek düşmanı, feminist ve eşcinsel sapkınlığın resmi zirvesi olan İstanbul Sözleşmesine dayalı olarak çıkarılan, içerisinde sıkıntıya girmiş ailelerin korunması ve kurtarılması için en ufak bir hükmü veya duruşu olmayan 6284 sayılı yasanın, “Ailenin Korunması” başlığı altında çıkarılması tam bir kara mizah örneğidir! CB Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın haklı tepkilere ve bariz zararlarına dayanarak İstanbul Sözleşmesinden çekilme kararı almasına rağmen, buna dayalı çıkarılan kanun ve diğer mevzuatlarda en küçük bir düzeltme yoluna gidilmemesi, açıkça bir tutarsızlık ve tepkileri savma göstergesidir.

Yani anlayacağınız, aileye ve geleneksel aile değerlerine olan kurumsal düşmanlıkta her hangi bir gerileme yoktur. 37 yıldır aile yuvaları dağıtan, cinayet ve yaralamalara, bitmeyen düşmanlıklara kapı açan süresiz nafaka zulmünü durdurmayı kimse düşünemiyor, teklif dahi edemiyor iktidar kanadında!

Ailenin ve gençliğin yasalarımızda açık bir tanımı yok! Hep dolaylı atıflar ile geçiştiriliyor. 18 yaşından 1 gün bile küçük olanlar çocuk kabul ediliyor! Çocukların 15 yaşını doldurunca dilediği gibi cinsellik yaşaması, pornografik içerikler üretmesi “rızaları olması” kaydı ile serbest! Ama resmi nikahla evlilikleri yasak! Yasalarımız, bazen sokaklarda gösteri yapan aile düşmanlarının tabelalarında yazdıkları “Sevişirim evlenmem! Hamile kalırım doğurmam!” iğrenç sloganlarına uygun sefil bir yaşantıyı daha çok önceliyor.

Aile Bakanlığında ailenin direği olan erkeğin ne adı ne de yeri var! Direkt kadın bakanlığı demeye utandıkları için aile bakanlığı demiş gibiler! Aile adına alınan bütün kararlarda feminist lobilerin doğrudan veya dolaylı baskınlığı söz konusu. Genç evlilik mağdurları ile nafaka konusunda bir çözüm ışığının belirdiği nadir zamanlarda hemen devreye girerek söndüren bu şeytani lobilerin Vekil sıfatlı temsilcileri, bütün tepkilere rağmen el üstünde tutulmaya devam ediliyor!

Ailenin yönetim sistemi iğdiş edilmiş, karı-koca farkları ve sorumlulukları iptal edilerek “eş” adıyla eşcinsel bir tür gibi tuhaf tanımlamalar yapılmış. Ebeveynin çocuklarını terbiye hakkı yasaklanmış, ahlaksız, ölçüsüz toplama nesiller çıkarılması için bütün şartlar oluşturulmuş. Evinde çocuk bakan sade anneler kötülenip aşağılanmış, bütün destek ve payeler yalnızca çalışan annelere verilmiş. Erkeklerin ücretleri kasıtlı olarak düşük tutularak, kadınların da geçinebilmek için çalışması şart koşulmuş. Evlilik ve çocuk yardımı adı altında komik ve yetersiz rakamlar lütuf gibi sunularak sözüm ona çocuk yapılması teşvik ediliyor gibi havası atılmış. Geldiğimiz noktada nüfus büyüme hızı en kritik 2,1 seviyesinde olması gerekirken, fiilen 1,1 ve daha alt seviyelere düşmüş. Evlilik sayıları düşmüş, boşanma sayıları artmış. Tek başına veya ana-babalardan birisi olmadan yaşayan parçalı aile sayısında patlamalar yaşanmışsa eğer, bu durum aile açısından kıyamet değil midir?

Ailenin temel taşı erkeklere yapılan kurumsal düşmanlığın dışında, zaten büyük zorluklarla dünyaya getirilip bakılabilen çocuklarımızın can ve mal güvenlikleri de önemsenmez hale gelmiştir. Başıboş köpek terörünün doğrudan saldırarak öldürdüğü veya ölümüne neden olduğu çocuk sayısında sürekli artış olmasına rağmen teyakkuza geçmeyen bazı Valilerimiz, 3-4 tane köpek ölüsü bulununca büyük bir tepki ile mesajlar yayınlayıp kanuna rağmen toplanmayan köpeklerin güvenliği için devleti teyakkuza geçirebilmiştir. Yıllarca istismar edilen 5199 sayılı kanunun nihayet düzeltilmesi bile başıboş köpek terörüne son verilmesine yetmemiştir. Çünkü insanlarımıza başıboş köpekler kadar değer vermeyen idareciler ve belediye başkanları halen çoğunlukta kalmıştır.

Bu arada dostlar alışverişte görsün hesabı “Aile Yılı” ilan edilen 2025 yılı da yine beklenildiği üzere boş geçiyor! Hamasi nutuk ve idari bazı düzenlemeler dışında neredeyse pişman olup unutturmak istiyorlar! 4 aydır icraat yok, kuru laf var. Bari bu yıl şaşırtsaydınız!

Bütün bu manzara içinde Filistin’deki Müslüman kardeşlerimiz ile, Türkiye’deki aile kurumuna yaşatılan zulüm arasındaki benzerliği görmemek için kör olmak lazım değil midir? O yüzdendir Filistin’e bir çuval un sokamayacak kadar ezik, zavallı ve çaresizliğimiz! 2 milyar Müslüman’ın gözü önünde hem aç bırakılan hem de bombalarla düzenli öldürülen kardeşlerimizin hesabını nasıl vereceğiz? Türkiye’de altı oyulan, içi boşaltılan, düzeni bozulan ailelerden sağlıklı ve imanlı nesiller yetişir mi? Bu bozgunda emeği ve desteği olanların Allah’a vereceği hesap siyonist katillerden daha kolay olur mu? Allah sonumuzu hayreylesin, durumumuz hiç iyi değil…




Doğruyu Söylemekle Doğruyu Yaşamak Aynı Şey Değildir!

Bediüzzaman Said Nursi’nin çok veciz bir ifadesi var: “Senin üzerine haktır ki, her söylediğin hak olsun. Fakat her hakkı söylemeye senin hakkın yoktur.” Buradaki düşünce yazımın başlığını önemli ölçüde kapsıyor. Eksik kalan kısımlarını da merhume mütefekkirlerimizden Alev Alatlı’nın “Her yasal hak, helal değildir!” ifadesiyle kapatabiliriz. Şimdi bunları örneklerle biraz açalım isterseniz.

Patavatsızlık dediğimiz davranışlar, aslında söylenen söz doğru da olsa yersizliği ve bazen de hadsizliği tanımlamak için kullanılır. Fizyonomi ilmine göre, etli ve dışa dönük dudaklı insanların patavatsızlığı belirgin özelliklerindendir. Burçlar açısından bakıldığında yay, koç, ikizler ve oğlak burcunda doğan insanların patavatsız olabilen karakterlere sahip oldukları bilinir.

Nispeten etli dudaklı ve ikizler burcundan birisi olarak, istemeden de olsa patavatsızlıklar yapabildiğimi itiraf etmem lazım. Her ne kadar kendimle mücadele etsem de bazen ipin ucu kaçıyor ve pişman olabileceğim sözler söylüyorum. Mesela geçmiş bir günde, muhafazakâr camianın sevip saydığı bir sunucu ağabeyimizle şahsen tanıştırılma imkânım oldu. Kendisiyle tokalaşırken aslında iltifat etmek isterken çok iyi göründüğünü sadece biraz kilo aldığını söylemiş bulundum. Anında olumsuz etkilendi ve alındığını hissettirerek iletişimi kapattı. Hâlbuki kırk yılın başında tanışmışken, üstelik cidden sevip sayıyorken, ne gerek vardı böyle filtresiz konuşmaya değil mi? Velev ki göbeği çıkmış olsun, bana mı kalmıştı hatırlatmak? Doğruyu söylemek başka, her doğruyu ulu orta söylemek başka bir şeydir.

Kurumsal ve hukuksal düzlemde doğru gibi gözüken bir çok mesele haksız, zararlı ve kötü olabiliyor. Aklın, mantığın, İslam’ın karşı çıkmasına rağmen, boşanan erkeklerin eski hanımlarına ömür boyu ve her yıl mahkemeyle otomatik artan süresiz nafaka, avukat ve yargı masrafı ödemesi maalesef yasaldır ama asla doğru ve helal değildir!

7 Ekim 2023’de Hamas mücahitlerinin bu kadar zulüm yeter artık diyerek, siyonist işgal devletine operasyon yapmasından sonra Filistinli Müslümanlara yönelik başlatılan katliam, vahşet, açlık ve insanlık dışı muameleler karşısında bütün İslam ülkeleri sınıfta kaldı, rezil ve zelil oldular! Türkiye’nin siyonist İsrail devletine olan ticareti kesilsin diye yapılan çağrılar aylarca karşılıksız kaldı. En sonunda ticaretin varlığı itiraf edilerek resmen sonlandırıldığı duyuruldu. Kağıt üzerinde israile doğrudan ticaret azaldı. Ama Gazze’de sağlam bir binası veya kurumu kalmayan Filistin devletinin, işbirlikçi Mahmut Abbas yönetimindeki yapısı ile ticaret patlaması yapılarak, israilin eksilen kalemleri kağıt üzerinde Filistin ticaretine aktarıldı. Sayın Ticaret Bakanımız da büyük bir pişkinlik içinde İsrail ile ticaretimizin bittiğini söyleyebildi. Bu sırada limanlarımızdan İsrail limanlarına doğrudan veya dolaylı şekilde her türlü malzemeyi taşıyan gemi seferleri hiç durmadı. İncirlik ve Kürecik üsleri gibi siyonist kalkanlarını susturmak ise akıllarına bile gelmedi! Azerbaycan petrolünün israile akmasına, diğer ülkelerden kovulan Siyonist gemilerin limanlarımıza rahatça gelmesine dur denilmedi! Söylenen şey doğru ama yapılan şey asla doğru ve haklı değildi.

Doğruyu söylemekle doğru olmak arasındaki farklardan birisi de alimlerin ilmiyle amel etme sorumluluğudur. Yoksa kitap yüklü merkeplerden bir farkları kalmadığını bizzat Allah’u Teala bildiriyor. Yine hikmet-i ilahi gereği, bu konuda da sabıkası en bozuk olanlar yahudi alimler olduğu için Cum’a Suresi 5. Ayetinde şöyle hitap edilmiş:  “Tevrat’la yükümlü tutulup da onunla amel etmeyenlerin durumu, ciltlerce kitap taşıyan merkebin durumu gibidir.” O yahudi alimleri ki kendilerine emredilen Tevrat hükümlerine uymadıkları gibi tahrif ederek değiştirdiler ve aslından uzaklaştırdılar.

Hülâsa; iki cihan serveri Resul’u Kibriya Hz. Muhammed Mustafa Efendimizin “Beni bu ayetler yaşlandırdı!” diye buyurduğu Hûd Suresi 112. ayetindeki “Öyle ise emrolunduğun gibi dosdoğru ol. Beraberindeki tövbe edenler de dosdoğru olsunlar. Hak ve adalet ölçülerini aşmayın. Şüphesiz O yaptıklarınızı hakkıyla görür.” İlahi uyarısı hepimiz için ölene kadar dikkate almamız gereken temel nasihatlerden birisi olarak kalmalıdır!

Yüce Allah bizleri ve idarecilerimizi, hakkı bilip hakkı yaşayanlardan, ilmiyle amel ederek kötülüklerden sakınanlardan ve kötülükle mücadele edenlerden eylesin! Amin!…




#akittv de #gazze savaşını İsrail zulmünü ve saldırılarını konuştuk




CHP’de Özgür Özel Dönemi Nasıl Olur?

Hamas’ın, tahminlerin üzerinde bir aksiyonla işgalci İsrail’i gafil avlamasından hemen sonra başlayan Gazze katliamları aralıksız sürüyor. 75 yılı geçen Filistin davasında yaşanan zulüm anormal boyutlara dönüştü. Bu vahşete engel olamamak, zalimleri kınamanın ötesinde dur diyememek hepimizin kimyasını bozdu! Bireysel olarak acziyet, günahkarlık, öfke ve çaresizlik duygularını derinden hissediyor, nüfusu 2 milyara dayanan İslam devletlerinin kukla yönetimlerinin bir kaç milyon siyonist karşısında sergilediği zavallı ve işbirlikçi tutum karşısında kahroluyoruz!

Bu duyguların etkisi altındayken utancımdan ne yazı yazmaya ne de eskisi gibi iç sorunlarımızı dile getirmeye pek elim varmadı! Gündeme tutunmak için ara sıra yaptığım paylaşımlarla iktifa ettim. Ne yazık ki Gazze katliamlarının ardı kesilmiyor, katil işgal ordusu karadan ve havadan ölüm yağdırmaya devam ediyor. Çok şükür mücahit kardeşlerimiz de olağan üstü gayretle çok sayıda işgalci siyonisti ebedi cehennemdeki ateşleriyle buluşturmak için azap yolculuklarına başlatıyor. Kıt imkanlar altında destansı başarılar gösteriyorlar. Bizlerin acizliğini ve beceriksizliğini bir avuç yiğit Müslüman örtüyor neredeyse!

Maalesef soğuk bir gerçek olarak hayat devam ediyor, Türkiye’de siyasi, sosyal ve ekonomik gelişmeler de kendi seyrinde sürüyor. Gazze’yi, Yemen’i, Doğu Türkistan’ı, Suriye’yi unutmadan, çözüm için gayretten kaçınmadan kendi meselelerimize de belli ölçülerde değinmeye devam edeceğiz.

CHP’ye geçtiğimiz hafta Genel Başkan seçilen Sayın Özgür Özel hakkında değişik yorumlar ve çıkarımlar okuduk, duyduk veya izledik. Özellikle Ak Parti cenahında ve destekçilerinde bir istihza ve ciddiye almama havası hakim gibi. İdeolojik yorumlarda ise Sayın Özel’in bazı açıklamaları referans gösterilerek Sayın Kılıçtaroğlu’ndan farklı olmadığı belirtiliyor.

CHP’li değilim ancak bu durum objektif tespitlerimi paylaşmama engel sayılmaz. Sayın Kılıçdaroğlu ile beraber CHP’de yaşanan ideolojik darlık ve baskınlaşan tek tipleşme hareketinin neden olduğu uzaklaştırma, renksizleştirme ve entelektüel seviye kaybından sonra, Sayın Kılıçtaroğlu’nu ortaya süren çevrelerin oyuncu değişikliği yaparak durumu kurtarmaya çalıştığı anlaşılıyor. Aday olmayacağını beyan ettiği halde Deniz Baykal’ın karşısına çıkan Kılıçdaroğlu’na karşı genelde 2. adam profili çizen Sayın Özel’in aniden liderliğe soyunması perde arkasındakilerin tavır değişikliğini veya yeni bir emanetçi lider yaklaşımını düşündürüyor. Sayın Özel tüm gücünü ve emeğini kendisine ve partisine mi yoksa başka bir lider adayına hazırlık için mi kullanacak hep birlikte izleyeceğiz.

Türkiye’de siyasi parti liderleri çam ağacı gibidir. Kendileri dışında ağaç ve bitkileri etraflarında istemez, potansiyel rakipler filizlendiğinde bir şekilde yok ederek kendi diplerini hep boş bırakırlar! Parti liderlerine tam biat ile bütün övgüleri ona havale ederek kurşun askerlik yapanlar, sağ kola kadar yükselebilir ama en ufak bir duruş ve tutum farklılığı, özel ve özerk tavırlar göstermeye başladıklarında kesimlik vakti gelen çiftlik hayvanları gibi siyasi mezbahalara sevk edilirler. Onlar daha ne olduğunu anlayamadan haklarında hüküm verilmiş, siyasi fermanları yayınlanmıştır bile!

2023 seçimlerinden bir yıl kadar önce CHP yönetimindeki bu değişim olsaydı, zaten bıçak sırtı giden genel seçimleri Cumhur İttifakının kazanması çok daha zor veya imkansız hale gelirdi. Seçim öncesi 6(+1)’lı masa ittifakında yaşanan beceriksizliklere, halka güven vermeyen süreçlere, girdiği tüm seçimleri kaybetmiş bir lideri başkan adayı göstermeye rağmen neredeyse kazanılacak seçim sonuçları, aslında CHP ve Türkiye açısından ne kadar kritik eşikten dönüldüğünü anlatıyor!

Sayın Özgür Özel’in kronik CHP hastalıklarından kaynaklanan ve kendisine misyon biçen mihrakların ağır süfle baskısı altında serdettiği, ideolojik ve sosyolojik olarak katılmadığımız, mesela Hamas hakkındaki absürt yorumları gibi ifadelerini bir kenara koyarsak; toplumsal beklentileri sahiplenme ve savunma gibi konulardaki hitabet kabiliyeti açıktır.

Güçlü rakipler siyasette kaliteyi de yükseltir. Şimdiki meclis yapısında güçlü bir ana muhalefet partisinin yanı sıra Yeniden Refah Partisi gibi yapıcı muhalif veya destekçi grupların olması Türkiye için önemli bir kazanımdır. Vatanın bölünmez bütünlüğü, milli ve manevi değerlerinin korunması temelinde çok güzel işler yapılabilir. Bu açıdan Sayın Özel’in etrafını saran kronik hastalık ajanlarından ve baskılardan sıyrılarak milleti ve değerlerini saygıyla kucaklayan bir yaklaşım göstermesini umuyorum. İlk başta yaptığı bazı talihsiz konuşmaları da henüz sırtına yüklenen yumurta küfesini hissedemeden ve belki de Genel Başkanlık seçiminde etkili olan çevrelerin bir dayatma belirtisi olarak algılamayı tercih ediyorum.

Sevgili Cumhur İttifakı mensubu parti ve destekçileri!

Artık karşınızda sürekli kendisiyle çelişen, yürüyen merdivenlere ters binen zayıf hitabette ve profilde bir ana muhalefet lideri yok! Kılıçtaroğlu’nu çıkaran mihraklar oyuncu değiştirdi. Tek kale maç devriniz sona erdi! O yüzden gereksiz etiketlemeleri, dalga geçmeyi, hamaset edebiyatı yapmayı bırakın ve gücünüzün kaynağı olan Milletin dertlerini çözerek daha yapıcı, adaletli ve etkili çalışmalarda bulunun. Belki yerel seçimleri de bir şekilde atlatırsınız ama Sayın Cumhurbaşkanının doğal olarak katılmayacağı genel seçimlerde yaşanabilecek büyük hezimetten kurtulamazsınız. Vakit kaybetmeden daha etkili ve kararlı çalışmaya yönelin! Mesela, Meclise yeni gelmişken dahi sürekli tatile kaçarak Milleti perişan ettiğiniz ve onca vaade rağmen bitirmediğiniz Toplumsal Beklentiler paketinden başlayabilirsiniz! Hem kendinizin hem de Milletin iyiliği için, haydi buyurun lütfen! Amasız, fakatsız faydalı işler ve sonuçlar istiyoruz…




Aşk Olsun Sana HAMAS!

Biz tatlı su Müslümanları, ne güzel küçük ve bencil sularımızda sahte bir güven ve huzur içinde yüzüyorduk. Filistin başta olmak üzere; Doğu Türkistan, Yemen ne kadar dertli İslam beldesi varsa biraz sadaka vererek, midelerimizi tıka basa doldurduktan sonra onlar da doysun diye dua ederek, okuduğumuz Yasin-i Şerif ve diğer sureleri gıyabında onlara da hediye ederek içimizi rahatlatıyor, görevimizi yapmış sayarak huzur içinde yatabiliyorduk. İsrail’li katiller veya Hindistan’daki muadilleri biraz fazla cinayet işlediğinde ise kınım kınım kınayarak, sosyal medyadan protesto ile beddualar ederek yine normale dönüyorduk! Ama sen bunların hepsini balon gibi patlattın! Cihadın oturduğun yerde kınama ile olmadığını hepimize gösterdin!

Anlı Şanlı İslam İşbirliği Teşkilatımız vardı. Kibir ve İslam’a öfkeden gözleri kararmış siyonistlerin 7 Ekimde aciz ve çaresiz kağıttan kaplan olduğunu gösterdiğin gibi, Ümmetin devletlerini yöneten kifayetsiz muhterislerin maskelerini de düşürdün! Birkaçı hariç, genelde ne kadar ezik ve şahsiyetsizler güruhu olduğunu ispatladın!

Şımarık, dengesiz ve zorba bir velet gibi davranan İsrail, sizlerden hiç beklemediği bir dayağı yiyince, apar topar korku ile yardımına koşan çirkef annesi misali ABD’nin uçak gemisini yollamasını sağladın!

75 yıldır size yapılan zulüm ve cinayetlere engel olmayan, kuru bir kınamayı bile çok gören, ama siz siyonistlerin canını yakınca en az onlar kadar ağlaşan içimizdeki aşağılık kompleksli çapsız Müslümanları ve Müslüman etiketli gizli gavurları iyot gibi açığa çıkardın!

Ne kadar İslam düşmanı devlet, örgüt, ünlü bozuntusu varsa, hepsini ip gibi aynı hizaya çektin. Hak ve batıl davasında Hristiyan Papa ile siyonist Hahambaşıların bir farkı olmadığını ispat ettin! “Sen onların dinlerine uymadıkça yahudiler de hıristiyanlar da senden asla memnun kalmayacaklardır.” (Bakara/120) ve “Ey iman edenler! Yahudileri ve hıristiyanları dost edinmeyin. Zira onlar birbirinin dostudurlar (birbirinin tarafını tutarlar). İçinizden onları dost tutanlar, onlardandır. Şüphesiz Allah, zalimler topluluğuna yol göstermez.” (Maide/51) Ayetlerinin tefsirini bizzat yaşayarak ve etkileyerek yeniden öğrettin!

Fitne ortadan kalkıncaya ve din yalnız Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın; fakat vazgeçerlerse, artık zalimlerden başkasına saldırmak yoktur.” (Bakara/193) Emrini yerine getirdin, cihadın kuru lafla değil, canla başla yapılmasını gösterdin!

Aslında arabanızla hastaneye götürülen kendisi yarı çıplak ve yaralı bir kadının, bombalarla yıkılan evlerinde şehit edilen yüzlerce çocuk ve kadından daha önemli olduğunu ispata çalışan siyonist medyanın ikiyüzlülüğünü tescil ettirdin! Bütün karartma ve yalan haberlere rağmen, esirlere karşı insanlığını, kadın ve çocuklara karşı vakarını gösterdin!

Siyonistlerin, kendilerinden başka bütün insanları hayvandan farksız görüp “goim” adıyla aşağıladığını bir türlü anlamayan şuursuzlara karşı, siyonist katil savunma bakanının öfke ile “hayvanlara karşı savaşıyoruz” alçaklığını itiraf etmesini sağladın!

Katil İsrail Devlet Başkanının, sivil halkın yaşadığı binaları bombalamasını “merd-i kıptinin şecaat arz ederken sirkatin söylemesi” gibi yayınlamasını sağladın!

Kıymetli Milletvekillerimiz, azıcık çalışıp  her fırsatta çokça tatil yapma derdindeydi. Onları şeklen seçiyor görünen bizler de adaletsiz gelir dağılımı, haksız uygulamalar, meşru talepler gibi bir sürü derdimize derman olmaları için peşlerinden yalvar yakar koşturuyorduk! Ama sizler dünyanın bir imtihan yeri olduğunu, “Hayat, iman ve cihat!” gerçeğini bize canlarınızla, cesaretinizle, zalimden korkmayan Hz. Hamza misali yüreğinizle hatırlattınız! Sizlere ve mücadelenize bakınca kendimizden ve dert diye tasalandıklarımızdan utandık!

Cennetin ucuz, Cehennemin de lüzumsuz olmadığını gösterdiniz!

Gaflet deryasında boğulmuşuz meğer! 1,5 milyar Müslüman uyuşturulmuş ve başsız kalmışız meğer! Allah’tan daha fazla siyonist ve zalim kullarından, keyif ve konforumuzun bozulmasından korkarmışız meğer! Korktuklarımız içi boş birer balon, imanımız hakiki güç ve kardeşlik kaynağımızmış meğer!

Ne çok şey yaşattın ve öğrettin bize Gazzeli Kahramanlar birliği HAMAS! Aşk olsun sana! Belki yine en kolayı olacak ama, en azından safımız belli olsun diyedir duamız: Yüce Rabbimiz senin zaferine bizleri de şahit eylesin! Kutlu İslam beldesi Kudüs ve Mescid-i Aksanın çevresinin zalimlerden kurtarılmasına memur ve müyesser eylesin!