Değişim TV de İstanbul Sözleşmesini Konuştuk

Değişim TV’de 07.08.2020 tarihinde Saat: 20:00‘de yayınlanan “Siyasi Bakışlar” programında Kadir Kaşıkçı’nın Canlı Yayın konuğu olarak, Türkiye Aile Meclisi adına “İstanbul Sözleşmesi” hakkındaki görüşlerimizi paylaştım.




Akit TV Derin Kutu Programı İstanbul Sözleşmesi ve Aile Sorunları

04/08/2020 Tarihinde Akit TV’de Yayınlanan “Derin Kutu” programında Sabri BALAMAN’ın moderatörlüğünde bir araya gelen Prof. Dr. Ebubekir SOFUOĞLU, Prof. Dr. Muttalip Kutluk ÖZGÜVEN, Mesut ARABUL ve Ercan ÖZÇELİK tarafından İstanbul Sözleşmesi ekseninde aile sorunları ve toplumu bekleyen sosyal tehlikeler ile çözümleri değerlendirildi.



İstanbul Sözleşmesi Ateşe Çağırıyor!

GİRİŞ

İstanbul Sözleşmesi ve ilgili mevzuatın neden olduğu yıkım hakkında, kimisi yıllardır feryat figan ile yangın ihbarı verir gibi zararlarını anlatırken, kimileri de söylenen şeylerin gerçekle hiçbir ilgisinin olmadığını, sadece yanlış uygulamalar ve abartılı hassasiyetten kaynaklandığını savunuyorlar. Aleyhte konuşanlar yakın zamana kadar marjinal, fitneci, hain, asıl amacı farklı olan, bir beklentisi veya çıkarı karşılanmadığı için muhalefet yapan kötü niyetli azınlık olarak yaftalanıyordu. Mahalleye dadanan kuduz köpeğin, gittikçe daha fazla insana saldırması ve can yakmasıyla dikkatlerden saklanamaz hale gelmesi gibi, mağdur vatandaşların sayısı arttıkça İstanbul Sözleşmesinin ne menem bir illet olduğu ortaya çıkmaya, daha fazla insan konuşmaya başladı. Devletin başındakiler de bu feryatlara kayıtsız kalamaz oldu.

İktidar mensuplarından İstanbul Sözleşmesi hakkında açıktan eleştiriler gelmeye başlayınca feminist ve LGBT odaklarından sistematik savunma ve saldırı yayınları çıkmaya, içerideki adam gibi görülen KADEM üzerinden kulisler yapılmaya başlandı. Bir araya gelmeleri imkansız görülen basın yayın organları, STK ve siyasi partiler İstanbul Sözleşmesini savunmak için gönül birliğinde buluştu, telefon tellerine dizilen kuşlar gibi sıkı bir saf kurdu! Anlaşılan Sevgili Peygamberimizin, “Kişi dostunun dini üzeredir. Öyleyse her biriniz, kiminle dostluk kuracağına dikkat etsin.” (Ebu Davud, Edeb, 19, Tirmizi, Zühd, 45) şeklindeki uyarısı bazı insanlar ve STK’lar için pek de önemli gelmiyor!

İstanbul Sözleşmesi ve bağlı mevzuatının zararlarına halen inanmayanların, veya inanmak istemeyenlerin görebilmesi için, önemli sorunları maddeli delilleriyle birlikte sıralıyorum. Yüce Rabbim’den kendisinin razı olacağı ilmimi arttırarak paylaşımlarımı kolaylaştırmasını, okuyanların mü’min ferasetlerini genişleterek hakikati kavramalarını sağlamasını niyaz ederek başlıyorum:

ÖNEMLİ KAVRAMLAR ve TANIMLAR

AVRUPA KONSEYİ: Avrupa bölgesinde sosyal konuların korunması ve geliştirilmesi için 1949’da kurulmuştur.  Üye ülkeler tarafından tanınan yetkilerini sözleşmeler veya yan kuruluşları ile kullanır. Mesela Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de  Avrupa Konseyi’ne bağlı bir kurumdur. Vatikan, Beyaz Rusya ve Kazakistan dışındaki Avrupa ülkelerinin tamamı üyesidir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve benzeri çok sayıda sözleşme ve protokolü yayınlamış, imzalayan ülkeler üzerinde inceleme ve değerlendirme yetkilerini kullanmaya devam etmiştir. İstanbul Sözleşmesi ve Lanzorate Sözleşmeleri de birer Avrupa Konseyi Sözleşmesidir.

CEDAW:  “Birleşmiş Milletler Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi“dir. 1981’de yürürlüğe girdi. Türkiye tarafından 1985 yılında imzalandı. 1986 yılından itibaren geçerli sayıldı. Toplumsal Cinsiyet Eşitliği ifadesi ilk defa burada kullanıldı. Türkiye’deki en büyük ve yıkıcı etkisi 1988 yılında “Süresiz” Nafakanın çıkarılmasına zemin sağlamaktır. Kadınlara pozitif ayrımcılık adı altında cinsiyetçi bölücülüğün yasal dayanağı olmuştur.

İSTANBUL SÖZLEŞMESİ:Avrupa Konseyi tarafından 2008 yılı Aralık ayında üye devletlerin hükümet temsilcilerinden oluşan “Kadına Yönelik Şiddet ve Hane İçi Şiddetin  Önlenmesi ve Bunlarla Mücadele Edilmesi İçin Geçici İhtisas Komitesi (CAHVIO)“, kuruldu. CAHVIO dokuz kez toplandıktan sonra 2010 yılı Aralık ayında bir taslak sözleşme metni hazırladı. Bu taslak Bakanlar Komitesi tarafından kabul edildi ve 11 Mayıs 2011’de İstanbul’da imzaya açıldı. Türkiye bu sözleşmeyi imzaya açıldığı gün ilk imzayı koydu ve 9 ay sonra 14 Mart 2012’de onaylayarak fiilen uygulamaya aldı. İlk etkisi 6284 sayılı kanunun 8 Mart 2012’de çıkarılmasıdır. 6284’ün İstanbul Sözleşmesine dayandığı ilk maddesinde açıkça yazılıdır. Bu sözleşmenin TBMM tarafından onaylanarak yürürlüğe girmesi 1 Ağustos 2014 tarihindedir. Halbuki Anayasamızın 90. Maddesinde “Milletlerarası bir andlaşmaya dayanan uygulama andlaşmaları ile kanunun verdiği yetkiye dayanılarak yapılan ekonomik, ticari, teknik veya idari andlaşmaların Türkiye Büyük Millet Meclisince uygun bulunması zorunluğu yoktur; ancak, bu fıkraya göre yapılan ekonomik, ticari veya özel kişilerin haklarını ilgilendiren andlaşmalar, yayımlanmadan yürürlüğe konulamaz.” hükmü vardır. İnsanların özel ve aile hayatına doğrudan müdahale eden 6284 sayılı yasanın, İstanbul Sözleşmesi henüz TBMM tarafından onaylanmadan 2 yıl önce Sözleşmeye dayalı olarak çıkarılması da önemli bir yasal sorun olabilir!

GREVIO: İstanbul Sözleşmesine dayalı olarak kurulan bir uzmanlar kuruludur. Tıpkı işgal heyetleri gibi, sözleşmeye imza atan ülkelerde her türlü araştırma ve inceleme yapmaya, toplumsal bilgileri toplamaya, hesap sormaya tam yetkili bir heyettir. Ülkelerin sözleşmeye göre davranıp davranmadığını inceler ve Avrupa Konseyine raporlar hazırlar. GREVIO yetmezmiş gibi yerli işbirlikçi STK ve benzeri gruplar da “Gölge GREVIO Raporu” hazırlayarak ihbar ve ifsad görevlerini ifa ediyorlar.

SEX (Cinsiyet): Doğumla gelen fiziksel biyolojik cinsiyet sınıflandırması için kullanılır. İnsanlar kadın veya erkek olarak doğarlar. Çok nadir durumlarda genetik bir hastalık sonucu çift cinsiyet organına sahip doğumlar da görülmektedir. Bu durumda baskın olan cinsiyete göre tedavi yoluna gidilir.

GENDER (Toplumsal Cinsiyet):Doğumdan gelen biyolojik cinsiyet sınıfına bağlı kalmaksızın tercih edilen toplumsal cinsiyeti tanımlar. Biyolojik cinsiyete uyumlu veya uyumsuz tercihler sonucunda cinsel yönelimde varılan noktayı gösterir.

FEMİNİZM: Kadın ve erkek arasında her alanda mutlak eşitliği savunan, kadın ve erkeğin rollerini tanımlayan bütün dini, kültürel ve toplumsal değerlere karşı çıkan, ateist (Allah’ın varlığını inkar eden) çizgide bir ideolojik akımdır. Annelik, ev hanımlığı, eşe itaat, belirli meslekler için kadınlara özel koruma gibi yaklaşımların hepsine karşıdır. Feminist olmanın ilk adımı Allah’ı ve kurallarını inkar etmektir. Bu yüzden her hangi bir Müslümanın feminist sıfatını alabilmesi mümkün değildir. Aldığında veya söylediğinde yan feministliği veya Müslümanlığı açık bir yalan ve aldatma olur.

LGBTQ+:
L : (Lezbiyen, kadın kadına ilişki)
G : (Gay, erkek erkeğe ilişki)
B : (Biseksüel, kadın ve erkekle aynı anda ilişki)
T : (Trans, karşı cins rolüne girerek veya ameliyatla cinsiyet değiştirerek ilişki)
Q : (Questioning veya Queer: Cinselliğini sorgulayan veya diğer cinsel eğilimlerden birine sahip olanlar. Pedofili (çocuklarla), Ensest (aile içi), Zoofili  (hayvanlarla), vs.)
+ : Henüz keşfedilmemiş ve tanımlanmamış her türlü cinsel zevk modelleri

CİNSEL YÖNELİM: Yaratılıştan gelen biyolojik cinsiyetini ve bu cinsiyete özel kuralları kabul etmeyen, heteroseksüel (normal kadın-erkek) yaşamak istemeyen, homoseksüellik (aynı cinsle cinsellik, kadın kadına veya erkek erkeğe) başta olmak üzere, LGBTQ+  yelpazesindeki her şeyin yapılabildiği durumdur.

TOPLUMSAL CİNSİYET EŞİTLİĞİ: Biyolojik cinsiyetlere göre toplumlarda hüküm süren din, gelenek, örf ve adet gibi kültürel kaynaklardan çıkan davranış ve eğitim kalıplarının reddedilmesidir. Kızların anneliğe doğru eğitilmesi, erkeklerin babalığa doğru giden kalıplarla yetiştirilmesi, kızlara veya erkeklere özel oyun ve oyuncakların kabul edilmemesidir. Toplumsal cinsiyet eşitliği fizyolojik cinsiyet kalıplarına karşı çıkılması demek olduğundan başta din olmak üzere her türlü kuralların ve namus gibi kaygıların istenmediği, yok sayıldığı bir yaklaşımdır.

İSTANBUL SÖZLEŞMESİNİN İSLAMA ve KÜLTÜRÜMÜZE AYKIRI MADDELERİ

İstanbul Sözleşmesi Türkiye veya diğer Müslüman ülkeler tarafından hazırlanmayan, İslam ve Hristiyanlık gibi dinlerin kadın ve erkek yaklaşımlarını reddeden, feminist düşünceye dayanan ve Fransa’nın merkezinde yer aldığı laik ve ateist bir duruşun üzerine bina edilmiştir. Bu sözleşmeyi İslam dini ve toplumumuz ile bağdaştırmak domuz derisinden seccade yapmak kadar zorlama ve gerçeklere aykırı bir tavırdır. Kulağa doğru ve hoş gelen bazı cümlelerin arasına ustaca yerleştirilen ifadeler, büyük bir tehlike ve sosyal afet kaynağı olmuştur. Mümkün olduğu kadar sade tutarak, önemli maddeleri sıralamaya çalışacağım:

1. İstanbul Sözleşmesi, Birleşmiş Milletler CEDAW Sözleşmesinin Devamıdır

Toplumsal Cinsiyet Eşitliği (din ve geleneklerden kaynaklanan kadın-erkek rollerinin inkarı) kullanımı ilk defa CEDAW ve ek protokollerinde başlamıştır. Aile Reisliğinin lağvedilmesi, süresiz nafaka gibi sorunların kaynağı CEDAW’dır. İstanbul Sözleşmesinin giriş kısmında referans alınan Avrupa Konseyi Tavsiye Kararı CM/Rec(2007)17 neredeyse tamamen CEDAW üzerine kurulmuştur. Dini ve kültürel değerlerin köklerinin kazınması hedefi bu raporda yer almıştır.

2. Avrupa Konseyi Geleneksel İslam veya Hristiyan Ailesini Esas Almaz ve Korumaya Değer Görmez

İngilizce’de geleneksel aile kurumu Family kelimesiyle tanımlanır. Domestic ise family’den çok daha geniş kapsamlıdır ve aynı evde yaşayan bütün insan ve canlıları içerir. Hane halkı anlamındadır. Hane halkı içine standart İslam veya Hristiyan ailesi de, LGBTQ+ yelpazesindeki her hangi bir insan grubu da girebilir. İstanbul Sözleşmesinin orijinal metninde geleneksel aileyi temsil eden family kelimesi sadece 4 yerde geçmiştir. Buna karşılık her türlü sapkın birlikteliği veya gayrı meşru ilişkiyi de kapsayan domestic kelimesi metin içlerinde tam 25 yerde kullanılmıştır. Maalesef bunların hepsi Türkçe’ye tercüme edilirken aile olarak yazılmıştır. Halbuki hane içi veya ev içi şeklinde belirtilmeleri gerekirdi. Aynı şekilde, her hangi bir cinsiyet veya nikah birlikteliğini tanımlamayan partnerlik ilişkisi de, 5 yerde kullanılarak aile yaşantısına eşdeğer görülmüştür. Her hangi bir dini kaygısı olmayan Avrupa Konseyinin, çarpık ve sapkın toplumsal bakışı, bizdeki geleneksel aile yapısını yetersiz saymaktadır. Bu sözleşme ile Türkiye’de her türlü birlikteliği aile ile eşit değerde görmek zorunda bırakılmıştır. Haklar ve özgürlükler açısından sapkınlara sınırsız bir alan verilmiştir. Türkiye, İstanbul Sözleşmesini imzalayarak, aile kurumunun izzet ve şerefini, sapkın ve seviyesiz gayrı meşru birlikteliklerin çukuruna düşürmüştür.

3. İstanbul Sözleşmesi Kadın ve Erkeklerin Toplumsal Rollerini Yok Etmeye Odaklıdır

Sözleşmenin giriş kısmında aşağıdaki ifadeler bulunuyor:

Kadına karşı şiddetin, kadınlarla erkekler arasında tarihten gelen eşit olmayan güç ilişkilerinin bir tezahürü olduğunu ve bu eşit olmayan güç ilişkilerinin, erkeklerin kadınlara üstünlüğüne, kadınlara karşı ayrımcılık yapmalarına ve kadınların tam anlamıyla ilerlemelerinin engellenmesine yol açtığının bilincinde olarak;

Kadına karşı şiddetin yapısal özelliğinin toplumsal cinsiyete dayandığını ve kadına karşı şiddetin, kadınların erkeklere nazaran daha ast bir konuma zorlandıkları en önemli sosyal mekanizmalardan biri olduğunun bilincinde olarak;

Kadınların ve genç kızların aile içi şiddet, cinsel taciz, ırza geçme, zorla evlendirme, sözde “namus” adına işlenen suçlara ve kadınların ve genç kızların insan haklarının ciddi bir biçimde ihlalini oluşturan ve kadınlarla erkekler arasında eşitliğin sağlanmasının önünde büyük bir engel olan kadın sünneti gibi ciddi şiddet türlerine sıklıkla maruz kaldığının çok büyük bir kaygıyla bilincinde olarak;

Kadınların uğradıkları haksızlıkların kaynağı olarak dini ve geleneksel yapı gösterilmiş, aslında bunlara da uymayan yaklaşımların ayıklanıp temizlenmesi gerekirken toptan inkar yoluna gidilerek bütün değerler düşman ilan edilmiş ve “sözde namus” adıyla aşağılanmıştır. Namus adına işlene cinayetleri hoş görmek mümkün olmamakla beraber, kişileri cinayet işlemeye götüren yozlaşmaları da yok saymamak gerekir. Esas olan cinayet nedenlerini ortadan kaldırmak ve her şeye rağmen haksız bir cinayet işlendiğinde ise en ağır cezayı, yani idam kararını verebilmek olmalıdır. Oysa, idam cezası Avrupa Konseyinin İnsan Hakları Sözleşmesine ek 7. protokolün 5. maddesinde kesin olarak yasaklanmıştır. Kadın sünneti ise İslam’da yeri olmayan, özellikle bazı Afrika ülkelerinde geleneksel olarak devam eden bir uygulamadır. Sanki dinin emri ve yaygın bir alışkanlıkmış gibi gösterilmesi de kasıtlıdır.

İstanbul Sözleşmesi kadın ve erkek rollerinden arındırılmış cinsiyetsiz nötr bir topluluk yaşantısını dayatmaktadır. Kadın ve erkeklerin doğuştan gelen fıtri yapılarına uygun eğitim ve yönlendirmeyi kabul etmemekte ve kökünü kazımaya yemin ettirmektedir. Erkeğin hanımı ve ailesi üzerindeki kavvam sıfatıyla idareci yetkisi ve hakları, yani Aile Reisliği kesin olarak yok sayılmıştır.

İstanbul Sözleşmesi,  üye ülkelerdeki kadınlara ve LGBT bireylerine şiddeti önleme adı altında, toplumsal yapıyı değiştirmeye ve dönüştürmeye, geçmişten gelen din ve diğer kültürel değerleri yok etmeye kararlıdır. Kadına şiddet konusu toplumsal dönüşümü meşrulaştırmak için bahaneden başka bir şey değildir.

4. Kadına Karşı Şiddet Tanımı Olağan Üstü Geniş ve Suistimale Açıktır

Sözleşmenin 3.Madde a fıkrası: ““kadına karşı şiddetten”, kadınlara karşı bir insan hakları ihlali ve ayrımcılık anlaşılacak ve bu terim, ister kamu ister özel yaşamda meydana gelsinler, söz konusu eylemlerde bulunma tehdidi, zorlama veya özgürlüğün rastgele bir biçimde kısıtlanması da dahil olmak üzere, kadınlara fiziksel, cinsel, psikolojik veya ekonomik zarar ve acı verilmesi sonucunu doğuracak toplumsal cinsiyete dayalı tüm şiddet eylemleri olarak anlaşılacaktır;

Bu kapsam içine istenirse erkeğin bütün söz ve fiilleri alınabilir. Evli bir erkeğin eşiyle birlikte olmak istemesi, aile bütçesini idareli kullanması için uyarması, çalışacağı işler hakkında veya çalışmak istemesi hakkında görüş bildirmesi, eşinin ve çocuklarının kılık kıyafetleri hakkında yorum yapması, bazı taleplerini uygun bulmaması, evden dışarıya giriş-çıkış saatlerini düzenlemesi vb. birlikte yaşanabilecek her türlü diyalogdan bir şiddet konusu çıkarılabilir. Kadınların böyle bir beyanı olduğu takdirde, doğruluğu ve delili sorgulanmaksızın kolluk kuvvetlerinin müdahale etmesi emredilmiştir. Fiziksel, cinsel, psikolojik veya ekonomik konuların dışında kalan bir aile hayatı zaten yoktur. Erkeklerin elleri, ayakları, dilleri ve cüzdanları bağlanmış ve esir alınarak beraber yaşadıkları kadınların insafına terk edilmiştir.

5. Aile İçi Şiddet Kapsamı Alabildiğine Geniş ve Belirsiz Sınırlarla Tanımlanmıştır

Sözleşmenin 3.Madde b fıkrası: ““aile içi şiddet”, eylemi gerçekleştiren, mağdurla aynı ikametgahı paylaşmakta olsun veya olmasın veya daha önce paylaşmış olsun veya olmasın, aile içinde veya aile biriminde veya mevcut veya daha önceki eşler veya birlikte yaşayan bireyler arasında meydana gelen fiziksel, cinsel, psikolojik veya ekonomik şiddet eylemleri olarak anlaşılacaktır;”

Hem aile içi şiddet diye tanımlanıyor, hem de birlikte yaşayıp yaşamadığı, eski karı-koca veya partner olup olmadığı fark etmez deniliyor. Aile kurumuna bakışın çarpıklığı ve düşmanlığı belli ediliyor. Zaten family değil domestic kelimesi kullanıldığını yukarıda izah etmiştim. Bu çarpık tanıma göre ayrılmış eski karı kocaların gerçek veya iftira beyanları ile sapkın LGBT ilişkileri veya metres yaşantılarının sorunları normal aile içi şiddet kapsamına giriyor. Mesela kadın pazarlayan birisinin sermayesi olan kadınla tartışması ile, geceyi dışarıda geçiren 16 yaşındaki bir kızın babasıyla yaşadığı tartışma aynı değerde “aile içi şiddet”, “kadına karşı şiddet” kapsamında ele alınıyor. Milletimize dayatılan sefih aile ve sosyal yaşantı düzeyi işte budur.

6. İstanbul Sözleşmesi Pedofiliye Kapı Aralıyor

Sözleşmenin 3.Madde f fıkrası: ““kadın” terimi, 18 yaşından küçük kızları da kapsayacaktır.”

İstanbul Sözleşmesine göre kadınlar için bebeklik, çocukluk ve gençlik çağı diye bir şey yoktur! Doğumla birlikte kadın sayılır ve ona göre değerlendirilirler. Bu sapkın bakışın iki temel nedeni vardır:

İlki, LGBTQ+ içinde yer alan pedofiliye destek çıkmak içindir. Çocuk ve gençlerin de kadın olarak görülmesi onlara kadın gibi yaklaşmanın bir adımıdır. Zaten Avrupa Konseyinin Lanzorate Sözleşmesi de çocuk pornografisini ve erken yaşta cinsel deneyimi kolaylayan bir yapıda kurulmuştur. Pedofili sapkınlığının da normal bir cinsel yönelim içinde görülmesi için dünya çapında kampanyalar yürütülmektedir.

İkinci nedeni ise, kız çocuklarına kadın denilerek, onları da ebeveynlerinin kontrol ve yönlendirmesinden kurtarmaktır. Özellikle babalara karşı alınmış bir tedbirdir. Kız çocuğunun babası kıyafetine, kimlerle gezeceğine, 15-16 yaşından itibaren cinsel beraberlikler kurabilmesine karışamayacaktır. Yaptığı her eylem ve müdahale, kadına karşı şiddet ve aile içi şiddet tanımlamasıyla adli takibe uğrayacaktır. Tek gereken şey, bir şahidin görerek ihbar etmesi veya mağdur olduğunu iddia eden kızın şikayette bulunmasıdır. Sadece babalar değil, kız çocuklarının iletişimde bulunduğu bütün aile erkekleri, öğretmen veya esnaf gibi görevliler de kadına karşı şiddet zanlısı olma riski altındadır. Nitekim haklı veya haksız bu tür olay haberleri gündeme sıkça gelmektedir.

7. Kadın-Erkek Eşitliği İlkesi Fiilen Kadınların Lehine Ayrımcılığa Dönmüştür

Sözleşmenin 4.Madde 2. fıkrası: “Taraflar, kadınlara karşı her türlü ayrımcılığı kınayacak ve ayrımcılığı önlemek üzere, özellikle aşağıdakiler dahil olmak üzere, gerekli yasal ve diğer tedbirleri alacaklardır: ulusal anayasalarında veya ilgili diğer mevzuata kadın erkek eşitliği ilkesini dahil edecek ve bu ilkenin uygulamada gerçekleştirilmesini temin edeceklerdir;”

Bütün yasal yapının ayarları bozulmuş ve kadının beyanı her türlü adli işlem için tek başına yeterli görülmüştür. Türk Ceza Kanunu 2004 yılında kadın beyanı ile işlem yapacak şekilde güncellendi. Boşanmış kadın fiilen çalışıyor veya birisiyle evlilik hayatı yaşıyor olsa bile, sadece beyanda bulunarak 1988 de güncellenen Türk Medeni Kanunu sayesinde, süresiz nafaka almaya devam edebilir. Velayeti elinde bulunduran kadın beyanını iftira ile vererek, çocuğun babası tarafından görülmesini engelleyebilir. Velayeti kötü kullandığı halde, aksine beyanda bulunarak cezai işlemden korunabilir. Boşanırken ziynet altınlarını götürdüğü halde, beyanda bulunarak hiç almamış gibi yeniden alabilir. Hiç bir şiddet veya tehdit olmadığı halde, 6284 sayılı kanun sayesinde basit bir iftira beyanı ile kocasını sahipsiz bir hayvan gibi aylarca sokağa atabilir. Zaten Aile Mahkemelerinin çoğunun Hakimi de kadınlardan olmuştur. Duruşmalara 5-0 önde başlar. Allah’tan korkmadan sıraladığı iftiralar sonucu kıvranan, mahkemelerde konuşmasına bile doğru dürüst izin verilmeyen, ifade ve delilleri görmezden gelinen erkeğin acı çekmesini zevkle izler. Hele boşandığı eski kocası yeni bir evlilik yapmış ve mutlu olmuşsa, o yuvayı da yıkmak için elinden geleni ardına bırakmaz. Çocuklarını silah olarak kullanır. Nafaka arttırım davalarını her yıl tekrarlar. Eski kocası %95 bedensel veya görme engelli, yatağa mahkum ağır hasta bile olsa nafakasını almaya devam eder. Yeni eş olan kadının ve çocuklarının rızkından zehir zıkkım edilerek verilen nafaka paralarını afiyetle yemeye devam eder.

T.C. Anayasası Madde 10 – “Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir. Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür. (Ek cümle: 7/5/2010-5982/1 md.) Bu maksatla alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı olarak yorumlanamaz.”

2010 Yılında eklenen son cümle ile kadınların lehine cinsiyetçi ayrımcılıkların, eşitlik ilkesine aykırı olarak yorumlanması önlenmek istenmiştir. Anayasada böyle yazılması, hayatın olağan akışına ve mağdur edilen erkeklerin hislerine engel olamaz. Cinsiyet ayrımcılığı ve adaletsizlik yapıldığı gerçeğini değiştirmez. İstanbul Sözleşmesi ve 6284 sayılı kanunun çıkmasından hemen önce yapılan bu düzenleme, bir zincirin halkası gibi üst akıl tarafından hazırlanmış, sistematik ve sonuçları hesaplanmış bir çalışma olduğunu göstermektedir. FETÖ ve benzeri yapılanmaların parmak izleri bu çalışmaların her aşamasında göze çarpmaktadır.

8. İstanbul Sözleşmesi Cinsel Yönelim Tanımlamasıyla Bütün LGBTQ+ Sapkınlıklarını Korumaya Almış, Aile Haklarının Verilmesini Sağlamıştır

Madde 4 – Temel haklar, eşitlik ve ayrımcılık yapılmaması. 3) Taraflar bu Sözleşme hükümlerinin, özellikle de mağdurların haklarını korumaya yönelik tedbirlerin, cinsiyet, toplumsal cinsiyet, ırk, renk, dil, din, siyasi veya başka tür görüş, ulusal veya sosyal köken, bir ulusal azınlıkla bağlantılı olma, mülk, doğum, cinsel yönelim, toplumsal cinsiyet kimliği, sağlık durumu, engellilik, medeni hal, göçmen veya mülteci statüsü veya başka bir statü gibi, herhangi bir temele dayalı olarak ayrımcılık yapılmaksızın uygulanmasını temin edeceklerdir.

“3) The implementation of the provisions of this Convention by the Parties, in particular measures to protect the rights of victims, shall be secured without discrimination on any ground such as sex, gender, race, colour, language, religion, political or other opinion, national or social origin, association with a national minority, property, birth, sexual orientation, gender identity, age, state of health, disability, marital status, migrant or refugee status, or other status.”

Yukarıda Türkçesi verilen bu maddenin orjinal metnini de ekledim. Aynı kelimeleri de ortak bir renkle belirttim. Bu sözleşmenin amacı sadece cinsiyetler arası ayrımcılığı ve şiddeti önlemek olmuş olsaydı, ilk başta verilen Cinsiyet/Sex tanımlaması yeterli olurdu. Ama bu yetmez denilerek aynı cümle içinde 2 defa toplumsal cinsiyet/gender ifadesi kullanılmış. Ayrıca LGBTQ+ sapkınlarının da toplumun temel yapısı olan aile haklarının tamamına eşit şartlarda sahip olması için, cinsel yönelim/sexual orientation tanımıyla girmeleri sağlanmış.

Sorun sadece insanların şiddetten korunmak istenmesi olsaydı, bu kadar ayrıntıya zaten gerek yoktu! Türk Ceza Kanunu bütün insanlara karşı işlenen suçlara yönelik cezai hükümler içeriyor. Aşağıdaki hükümler 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu içinde yer alıyor. Aile üyelerine veya birlikte yaşanılan kişilere yönelik kötü davranışlara verilecek cezaları tayin ediyor. Zaten burada LGBTQ+ bireylerine yönelik bir ayrımcılık veya suçu görmezden gelme gibi bir durum da söz konusu değil.

Kötü muamele
Madde 232- (1) Aynı konutta birlikte yaşadığı kişilerden birine karşı kötü muamelede bulunan kimse, iki aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) İdaresi altında bulunan veya büyütmek, okutmak, bakmak, muhafaza etmek veya bir meslek veya sanat öğretmekle yükümlü olduğu kişi üzerinde, sahibi bulunduğu terbiye hakkından doğan disiplin yetkisini kötüye kullanan kişiye, bir yıla kadar hapis cezası verilir.
Aile hukukundan kaynaklanan yükümlülüğün ihlali
Madde 233- (1) Aile hukukundan doğan bakım, eğitim veya destek olma yükümlülüğünü yerine getirmeyen kişi, şikayet üzerine, bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Hamile olduğunu bildiği eşini veya sürekli birlikte yaşadığı ve kendisinden gebe kalmış bulunduğunu bildiği evli olmayan bir kadını çaresiz durumda terk eden kimseye, üç aydan bir yıla kadar hapis cezası verilir.
(3) Velayet hakları kaldırılmış olsa da, itiyadi sarhoşluk, uyuşturucu veya uyarıcı maddelerin kullanılması ya da onur kırıcı tavır ve hareketlerin sonucu maddi ve manevi özen noksanlığı nedeniyle çocuklarının ahlak, güvenlik ve sağlığını ağır şekilde tehlikeye sokan ana veya baba, üç aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.”

Ayrıca her hangi bir suç işlendiği halde bildirimde bulunmayanlara yönelik ceza maddelerinde mağdur edilen kişilerin küçük yaşta olması veya hamile olduğu için kendini korumaktan aciz bulunması gibi hallerde suçu gizleyenlere yönelik cezalar daha da arttırılıyor:

Suçu bildirmeme Madde 278- (3) Mağdurun onbeş yaşını bitirmemiş bir çocuk, bedensel veya ruhsal bakımdan engelli olan ya da hamileliği nedeniyle kendisini savunamayacak durumda bulunan kimse olması halinde, yukarıdaki fıkralara göre verilecek ceza, yarı oranında artırılır.”

Peki durum böyle iken, cinsel yönelim ve toplumsal cinsiyet kimliği ile tercih hakkını kullanan bireyler neden ısrarla maddeler arasına ekleniyor?

Çünkü bu sözleşmenin Avrupa Konseyinin ilk sözleşmeleri içinde yer alan  “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi”ne giriş kısmında yapılan atıflarla bağlanması sağlanmış ve sayılan haklardan yararlanmak için kişilerin biyolojik cinsiyeti, toplumsal cinsiyeti veya cinsel yönelimi gibi nedenlerle hiç bir kısıtlama yapılamayacağı kayda alınmıştır. Bu durumda kadınlar ve erkekler arasında eşcinsel evlilikler, eşcinsel çiftlerde evlat edinme, eşcinsel kimliğiyle öğretmen, asker, polis, hakim, savcı veya imam olarak çalışabilme hakları hiç bir toplumsal değer dikkate alınmadan verilmek zorunda kalınacaktır. Nitekim Avrupa da bu haklar yıllar öncesinde uygulanmaya başlamıştır.

Türkiye açısından bakıldığında, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu evlenme ehliyeti maddesinde kadın ve erkeklerin yaş kısıtları gösterilmiştir. Ancak ilginç bir şekilde sadece kadın ile erkeğin evlenebileceğine dair özel bir ifade konulmamıştır. Bakınız:

A. Ehliyetin koşulları
I. Yaş Madde 124- Erkek veya kadın onyedi yaşını doldurmadıkça evlenemez. Ancak, hâkim olağanüstü durumlarda ve pek önemli bir sebeple onaltı yaşını doldurmuş olan erkek veya kadının evlenmesine izin verebilir. Olanak bulundukça karardan önce ana ve baba veya vasi dinlenir.”

Bu yorumda bulunduğum için acele edip şeytanın avukatlığı ile suçlayanların, aynı kanunda evlenemeyecek kişilerin belirtildiği maddelere de bakmalarını istiyorum:

B. Evlenme engelleri
I. Hısımlık
Madde 129- Aşağıdaki kimseler arasında evlenme yasaktır:
1. Üstsoy ile altsoy arasında; kardeşler arasında; amca, dayı, hala ve teyze ile yeğenleri arasında,
2. Kayın hısımlığı meydana getirmiş olan evlilik sona ermiş olsa bile, eşlerden biri ile diğerinin üstsoyu veya altsoyu arasında,
3. Evlât edinen ile evlâtlığın veya bunlardan biri ile diğerinin altsoyu ve eşi arasında.
II. Önceki evlilik
1. Sona erdiğinin ispatı a. Genel olarak
Madde 130- Yeniden evlenmek isteyen kimse, önceki evliliğinin sona ermiş olduğunu ispat etmek zorundadır.
b. Gaiplik durumunda
Madde 131- Gaipliğine karar verilen kişinin eşi, mahkemece evliliğin feshine karar
verilmedikçe yeniden evlenemez. Kaybolanın eşi evliliğin feshini, gaiplik başvurusuyla birlikte veya ayrıca açacağı bir dava ile
isteyebilir.  Ayrı bir dava ile evliliğin feshi, davacının yerleşim yeri mahkemesinden istenir.
2. Kadın için bekleme süresi
Madde 132- Evlilik sona ermişse, kadın, evliliğin sona ermesinden başlayarak üçyüz gün geçmedikçe evlenemez. Doğurmakla süre biter. Kadının önceki evliliğinden gebe olmadığının anlaşılması veya evliliği sona eren eşlerin yeniden birbiriyle evlenmek istemeleri hâllerinde mahkeme bu süreyi kaldırır.
III. Akıl hastalığı
Madde 133- Akıl hastaları, evlenmelerinde tıbbî sakınca bulunmadığı resmî sağlık kurulu raporuyla anlaşılmadıkça evlenemezler.”

Bilişim dünyasında yazılım açıkları için kullanılan “bug” terimi buraya tam uyuyor. Aslında yaşları uygun ise, şuurları yerindeyse, üstsoy-altsoy ve hısım  yakınlığı yoksa, boşanması tamamlanmamış bir evlilikleri yoksa, akıl sağlıkları yerindeyse ve kadınlarda boşanma sonrası 300 gün geçmişse, kadınların kadınlarla, erkeklerin erkeklerle evlenmelerinde buraya kadar yasal bir engel görülmüyor!

Şükürler olsun ki, evlenme başvurusu ve törenini tanımlayan bir sonraki 134. Madde içinde “Birbiriyle evlenecek erkek ve kadın, içlerinden birinin oturduğu yer evlendirme memurluğuna birlikte başvururlar.” şeklinde tevil edilemez bir hüküm var! Yasal zeminin eşcinsel evliliğe karşı geriye kalan son kalesi budur! Ne yazık ki onun da temeli sağlam değil! Çünkü Anayasamızın 90. maddesine göre : “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş Milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.” Yani TMK 134. maddesi İnsan Hakları Sözleşmesi (madde 14) ve İstanbul Sözleşmesi ile çeliştiğinden etkisi yok hükmündedir. Başvuru halinde TBMM tarafından düzeltilmesi veya Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmesi gündeme gelebilir.

9. İstanbul Sözleşmesi Eğitim Sistemimizi Temelden Bozarak Milli Olmayan ETCEP Uygulamalarına Zorlamaktadır

“Madde 6 – Toplumsal cinsiyet konusunda hassasiyet gerektiren politikalar : Taraflar bu Sözleşmenin uygulanmasına ve sözleşme hükümlerinin etkilerinin değerlendirilmesine bir toplumsal cinsiyet bakış açısı katacak ve kadınlarla erkekler arasında eşitliğe ve kadınların güçlendirilmesine ilişkin politikalarını yaygınlaştıracak ve etkili bir biçimde uygulayacaklardır.”

Madde 14 – Eğitim : 1 Taraflar, yerine göre, tüm eğitim seviyelerinde resmi müfredata, kadın erkek eşitliği, toplumsal klişelerden arındırılmış toplumsal cinsiyet rolleri, karşılıklı saygı, kişisel ilişkilerde çatışmaların şiddete başvurmadan çözüme kavuşturulması, kadınlara karşı toplumsal cinsiyete dayalı şiddet ve kişilik bütünlüğüne saygı gibi konuların, öğrencilerin zaman içinde değişen öğrenme kapasitelerine uyarlanmış bir biçimde dahil edilmesi için gerekli tedbirleri alacaklardır.”

Bu sözleşme fıtri ve biyolojik cinsiyet farklılığını reddeden toplumsal cinsiyet eşitliği tavır ve düşüncelerinin toplumda yayılması ve kabul görmesi için gereken her şeyin yapılmasını emrediyor. Toplumu dönüştürmenin en etkili ve kolay yolu eğitim olduğu için zaten sorunlu olan müfredatımıza ETCEP (Eğitimde Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Projesi) zihniyeti, yani cinsiyetsiz okullar mantığı çoktan sokulmuş ve nesilleri zehirlemeye başlamıştır. Bununla beraber memur ve işçi olarak çalışanlarında zorunlu katılımlarının sağlandığı Toplumsal Cinsiyet Eşitliği eğitimleri yurt çapında yayılmıştır. TBMM’de kurulan KEFEK (Kadın ve Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu) bu işin öncülüğüne soyunmuş, tüm bakanlıklarda KEFE birimlerinin kurulması ve faaliyet göstermesi sağlanmıştır. Bu projenin sahipleri Sayın Emine ERDOĞAN’ın demeçlerini de etkilemiş ve onun ağzından “Çocuklarımızı engel, cinsiyet, ırk, etnik köken gibi farklılıklara karşı nötr kalacak şekilde yetiştirelim.” Şeklinde talihsiz ve tehlikeli ifadelerin çıkmasına neden olmuşlardır.

10. İstanbul Sözleşmesi Devleti Feminist ve Sapkın LGBTQ+ Dernekleri İle Birlikte Çalışmaya ve Desteklemeye Mecbur Kılıyor

Madde 9 – Sivil Toplum Kuruluşları ve sivil toplum : Taraflar kadınlara karşı şiddet uygulanmasıyla mücadelede aktif bir rol oynayan sivil toplum kuruluşlarının çalışmalarını her düzeyde takdir ve teşvik edecek ve destekleyecek ve bu kuruluşlarla etkili bir işbirliği gerçekleştirecektir.”

Yani, devletimiz mor veya yeşil fark etmeksizin; bütün feministlere, sapkın LGBTQ+ dernek ve örgütlerine maddi/manevi sahip çıkmak, faaliyetlerini desteklemek, daha çok çalışmalarını teşvik etmek zorundadır. Bu yüzden, Sözleşme imzalandığından günümüze kadar onlarca sapkın STK’nın resmen açılmasına, Ramazan ayında bile sapkın gösteriler yaparak, edep ve imanımın paylaşmama müsaade etmediği pankartlar sallamalarına, dini ve milli değerlerimize küfürler etmelerine izin verilebilmiştir.

11. İstanbul Sözleşmesinin Derdi Kadınları Korumak Değil Toplumları Formatlamaktır

Madde 12 – Genel yükümlülükler: 1- Taraflar kadınların daha aşağı düzeyde olduğu düşüncesine veya kadınların ve erkeklerin toplumsal olarak klişeleşmiş rollerine dayalı ön yargıların, törelerin, geleneklerin ve diğer uygulamaların kökünün kazınması amacıyla kadınların ve erkeklerin sosyal ve kültürel davranış kalıplarının değiştirilmesine yardımcı olacak tedbirleri alacaklardır.”

“1- Parties shall take the necessary measures to promote changes in the social and cultural patterns of behaviour of women and men with a view to eradicating prejudices, customs, traditions and all other practices which are based on the idea of the inferiority of women or on stereotyped roles for women and men.”

Orijinal metinde geçen eradicate kelimesi kökünü kurutmak, kökünü kazımak yani tamamen yok etmek anlamında kullanılıyor. Önyargılar, gelenekler, töreler, ve diğer uygulamalar denilerek açıktan ifade etmeye çekindikleri dini değerler ve hükümler de kapsam içine alınıyor. Zaten geleneklerin ve törelerin önemli bir kısmı da dini değerlere dayandığı için her şekilde yok edilmeleri isteniyor. Bu tavır sosyal sorunları gidermek değil, sosyal yapıyı değiştirmek, maziyle ve maziden gelen değerlerle ilişkisini kopartmaktır. Toplumun formatlanarak cinsiyetsiz, geleneksiz, ahlak ve namus gibi değerlerden sıyrılmış, şuursuz yığınlar haline gelmesi isteniyor.

Madde 42 – Sözde “namus” adına işlenen suçlar da dahil olmak üzere, işlenen suçlar için gerekçelerin kabul edilmemesi 1 Taraflar bu Sözleşme kapsamında kalan şiddet eylemlerinin gerçekleştirilmesinden sonra başlatılan ceza davalarında kültür, töre, din, gelenek veya sözde “namus”un gerekçe olarak öne sürülmesinin önlenmesini temin etmek üzere, gerekli yasal veya diğer tedbirleri alacaklardır.”

Uğruna canımızı verdiğimiz, kurtuluş savaşını başlattığımız, Vatan gibi kutsal namus duygularımızla “sözde namus” denilerek alay edilmiştir. Münferit bazı olayların üzerinden, bütün toplumu ve ahlaki değerlerimizi töhmet altına alan, yaftalayan, kökü kazınacak tavırlar arasında gösteren bir hoyratlık vardır.

12. İstanbul Sözleşmesine Göre Ebeveynler Çocukların Cinsel Yönelimlerini Engelleyemez

Bölüm IV – Koruma ve destek  / Madde 18 – Genel yükümlülükler / 3- Taraflar bu bölüm uyarınca alınan tedbirlerin: / Çocuk mağdurlar dahil, hassas konumdaki insanların spesifik ihtiyaçlarına dönük olmasını ve bu imkanların mağdurlara sağlanmasını temin edeceklerdir.”

Madde 23 – Barınaklar / Taraflar mağdurlara, ve özellikle kadın ve çocuklara, kalacak güvenli yer sağlamak üzere uygun, yeterli sayıda kolayca erişilebilir barınaklar oluşturmak ve mağdurların yardımına proaktif bir biçimde koşmak üzere gerekli yasal ve diğer tedbirleri alacaklardır.”

Madde 31 – Velayet altına alma, ziyaret hakları ve emniyet / 1-Taraflar çocukların velayetinin ve ziyaret haklarının belirlenmesinde, bu Sözleşme kapsamındaki şiddet olaylarının göz önüne alınmasını temin edecek gerekli yasal veya diğer tedbirleri alacaklardır. 2-Taraflar herhangi bir ziyaret hakkı veya velayet hakkının kullanılmasının mağdurun veya çocukların haklarını veya emniyetini tehlikeye düşürmemesini sağlayacak gerekli yasal veya diğer tedbirleri alacaklardır.

İstanbul Sözleşmesine göre, reşit olmayan bir çocuk şayet cinsel kimliğini değiştirmeye kalkarsa, ebeveyninin yapabileceği bir şey yoktur.  Artık onlar da birer mağdur kabul edilerek, gereken her şey yapılır. Ebeveyninden alınarak başka birilerinin koruyucu aile ortamına veya devlet yurtlarına konulmaları sağlanır. Velayetleri ve görüşme izinleri buna göre düzenlenir. Onların yaptırmak istemediği tıbbi ameliyat ve diğer ilaç uygulamalarını devlet yaptırır.

SONUÇ

6102 Sayılı Türk Ticaret Kanunu 18. Maddesinde Tacir (tüccar, ticaret yapan)  tarifi yapılırken “Her tacirin, ticaretine ait bütün faaliyetlerinde basiretli bir iş adamı gibi hareket etmesi gerekir.” ifadesi yer alır. Yani tacirlerden  işlerinde basiretli davranmaları beklenir. İşte biz vatandaşların da basiretli olması, devlet tarafından imzalansa bile kötü etkileri ortaya çıkan İstanbul, CEDAW ve Fulbright gibi sözleşmelere karşı uyanık ve hassas yaklaşması gerekir. Nitekim, koca sözleşmenin hiç tartışılmadan 15-20 dakika içinde TBMM de onaylandığını, onay için el kaldıran Vekillerin çoğunun okumadığını ve içeriğini bilmediğini, halen savunanların ve hatta karşı çıkanların bile okumamış olabileceğini görüyoruz.

İnsan oğlu/kızı hatalarla maluldür. Hatadan dönmek de bir erdemdir. Beklediğimiz şey değişiklik teklifleriyle Milli ve Manevi yapımıza, mefkuremize uydurulması imkansız derecede zor ve uzun sürecek olan bu sözleşmenin feshedilmesidir. Bu sözleşmeye dayalı olarak çıkarılan 6284 sayılı kanunun ıslah edilmesi, aile ve erkek düşmanı uygulamalara dayanak olmaktan çıkarılmasıdır. TCK içinde sadece beyanla verilecek olan cezaların kaldırılması gerçek delil ve ispatın esas olmasıdır. TMK içinde evlenme ile ilgili şartların toplum gerçeklerine uygun şekilde düzeltilmesi, süresiz nafaka yükümlülüğünün kaldırılması, çocuk velayetlerinin kültürümüzde olduğu gibi baba tarafında tutulması veya en azında eşit velayet sistemi getirilerek çocuk haczi ve ebeveyni yabancılaştırma sendromu (EYS) görüntülerinin önlenmesidir. Velayet şartlarını ihlal eden ebeveynin cezalandırılmasıdır. Erkeklerin kendi namus  ve haysiyetlerini beş paralık eden, aldatma fiilini işleyen kadınlara nafaka ödemeye mahkum edilmesinin, çocukların ahlaksız bir hayat süren anne veya babaların yanında zarar görmesinin önlenmesidir. İşkence haline dönüşen boşanma davalarının asıl kısmının hızla bitirilmesi ve alacak-verecek ve velayet gibi sürtüşmelerin ayrı davalar şeklinde sürdürülmesidir. Yasal bir bağı kalmayan çiftlerin nafaka ve velayet sorunlarıyla tartışma ortamına girmelerinin önlenmesidir. Milli Eğitime çoktan sirayet eden ETCEP hastalıklı projelerinin ve ateist bakış açısının müfredatımızdan temizlenmesidir. Diyanet İşleri Başkanlığının özel projeler üreterek halkımıza İslam’da kadın, erkek ve çocuk haklarını anlatmasıdır. Sevgili Peygamberimizin s.a.s. örnek aile yaşantısının, karı-koca ilişkisinin, dini ve milli eğitim içinde verilmesidir. Edep, adap, usul, erkan, adab-ı muaşeret derslerinin çocuklarımıza verilmesidir. Evlenecek çiftlere İslamda evlilik yaşantısının, cinsel hayatın, eşlerin karşılıklı hak ve sorumluluklarının zorunlu olarak anlatılmasıdır. Erkeklere kavvam hak ve yetkilerinin geri verilmesi ancak sorumluluklarının da takip edilerek denetlenmesidir. Kadınların ne zulüm gören, ne de zulüm yaparsa yanına kalan hallerden korunmasıdır. Kanunlarımızı ve toplumumuzu kötü etkileyen ve bağlayıcı özelliği olan Fulbright, CEDAW ve Lanzarote gibi sözleşmelerin de iptali ve yasalarımızdaki izlerinin silinmesidir.

Hiç bir inanç ve meşru düşünce sistemi insanlara haksız yere eziyet etmeyi, can almayı meşru görmez. Kadınlara yönelik artan şiddetin kaynağında boşanma davalarının uzunluğu, haksız adli uygulama ve kararları, nafaka sorunları, çocukların intikam aracı olarak kullanılması, sadakatsiz zinakar  eşlere her hangi bir ceza verilmeyişi, daralan iş piyasası ve işsizlik, hızla yükselen alkol alışkanlığı gibi pek çok neden vardır. Bunların tek tek ele alınıp düzeltilmeden, sırf sözleşme ve yasalara dayalı olarak aileleri parçalayarak, erkekleri sokak hayvanlarından değersiz ve potansiyel caniler gibi gösterilerek cinayet gibi elim olayların önlenmesi mümkün değildir. Mümkün olmadığını 2011 yılından beri katlanarak artan kadın cinayet sayıları gösteriyor. Sorunların asıl kaynağını görebilmemiz, yanlış sözleşme ve kanunları düzeltmeliyiz. Zinayı yeniden suç kabul etmeden, sapık ve katillere karşı idam cezasını getirmeden önce, daha kaç kişinin ölmesi, kaç yuvanın yıkılması gerekiyor?

Süresiz nafaka hükmü Türk Medeni Kanunu içine 1988 yılında girmiştir. Basiretli birkaç siyasetçi ve yazar dışında kimse zararını öngörememiş, daha sonra toplumu ne kadar yaygın etkilediğini, cinayetlere ve yuvaların dağılmasına neden olduğunu tahmin edememiştir. Toplumsal olayların ve kanunların tıpkı hastalıklar gibi tepe noktasına çıkmadan önce bir kuluçka ve gelişim süreci vardır. Süresiz Nafaka sorunu bu sürecin tepe noktasına ulaşmıştır. Bugün evlilik yaşının giderek yükselmesinde, boşanma sayılarının hızla artmasında, kadınların nafaka kesilmesin diye giderek artan gayrı meşru ilişki yaşama ve sigortasız çalışma sayılarında süresiz nafaka gerçeği doğrudan etkilidir. Artık, hemen her sülalede bir nafaka mağduru görülebilmektedir. Nafaka ile birlikte çocuk haczi ve EYS sorunları da tırmanmıştır. İstanbul Sözleşmesinin de kuluçka süresi sona ermiş, toplumun ateşini ve hastalığını hızla yükseltmeye başlamıştır. Son 6-7 yılda 6284 sayılı kanun nedeniyle evinden uzaklaştırılan erkek sayısının yaklaşık 2 milyonu bulduğu söylenmektedir. Kadın cinayetlerinin de artan eğrisi bu gerçeği teyit etmektedir. Bu yüzden; İstanbul Sözleşmesi imzalanalı 8-9 yıl olmuş, bu zamana kadar neden gündeme böyle yoğun gelmedi diyenler haksızlık ediyorlar. Basit bir mikrop bile vücuda girdiğinde hemen hasta etmiyorken, sosyal olayların bu kadar hızlı gelişmesini beklemek işbilmezlik ve bilmezlikten gelmektir. Maalesef acı olan şudur ki, bu sözleşme ve kanunların yaptığı sosyal ve ahlaki tahribatın giderilmesi de uzun zaman ve çok yönlü çalışma gerektiren zorlu bir süreçtir.

Yüce Rabbimiz, İstanbul Sözleşmesi ve bağlı mevzuatının verdiği zararların neresinden dönersek kar olacağını bilmeyi, biz vatandaşlara ve yöneticilerimize kabul ettirsin. Olayları ve belgeleri ferasetle, ön yargısız, çok yönlü ve çevre etkileriyle beraber değerlendirmeyi nasip etsin.

Ya Rabbi, Senden başka hiçbir İlah yoktur. Seni her türlü eksiklikten tenzih ederiz. Bizler nefsimize zulmettik. Neslimizi ve dinimizi tehlikeye attık. Bizleri senin yolunda birleştir. Bize yardım et! Bizleri bağışla! Sen her şeye Kadir’sin!

Amin…

Ercan ÖZÇELİK
Türkiye Aile Meclisi Başkan Yardımcısı     

 




Toplumsal Cinsiyet Rolünü Örnek Vakada Görelim

Nihayet gündemde yer almaya başlayan İstanbul Sözleşmesi ile ilgili tartışmalar hızla devam ediyor. Toplumsal Cinsiyet Eşitliği adı altında bu sözleşmenin 3.Bölüm 12.Maddesinde sözleşmeye taraf ülkelerin “kadınların ve erkeklerin toplumsal olarak klişeleşmiş rollerine dayalı ön yargıların, töreleringeleneklerin ve diğer uygulamaların kökünün kazınması amacıyla kadınların ve erkeklerin sosyal ve kültürel davranış kalıplarının değiştirilmesine yardımcı olacak tedbirleri alacaklardır” talimatı var!

İstanbul Sözleşmesini imzalayan Hükumet Yetkililerine, Milletvekillerine ve kutsal bir metin gibi savunan KADEM gibi görüntüde müspet yapılı STK’lara bu maddenin ne demek olduğunu bir türlü anlatamadık!

Mübarek Ramazan ayının sonuna geldiğimiz bu Cuma akşamında ailemle iftar sofrasında yaşadığımız bir olay üzerinden tekrar açıklamaya çalışacağım. Yüce Rabbim bana ifade edebilmemde, okuyanlara da anlayıp gereğini yapmalarında kolaylıklar lütfetsin!

Dünyalar güzeli kızım bu yıl 10 yaşına girdi ve şükürler olsun ki Ramazan orucunu da rahatsız olduğu bir gün dışında bizimle birlikte azimle tutarak eşlik etti. O yüzden iftar sofralarımız farklı bir hevesle beklenir ve iştahla yenilir oldu Elhamdulillah.

Sevgili Hanımım bahçemizde büyüttüğümüz üzüm ağacının yapraklarından çok lezzetli bir yaprak sarması yapmıştı. Herkesin yemeği dışında yaprak sarması da ortaya konulan geniş bir tabakta sunuldu. Sarma güzel olunca da iştahla yenildi. Son iki sarma kaldığında güzel kızımın önce birisini ağzına aldığını, daha onu çiğnemeden sincaplar gibi yanağına depoladığını ve hemen hamle yaparak son sarmayı da ağzına attığını gördüm.

Doğal olarak hoşuma gitmedi ve üzgün bir tavırla -Kızım bu yaptığın hiç hoş değil! Hem sofradakilere karşı ayıp oldu hem de bir genç kız olarak sana ayrıca yakışmadı! dedim.

Kızım da geri durmadı hemen ve – Ne oldu ki? Genç kızlığımla ne alakası var? diye sordu.

Sofranın huzuru kaçmasın diye -Annen sana sonra anlatır. diyerek konuyu kapattım.

Yemekten sonra ben sofradan kalktığımda hemen annesine sormuş: -Babam niye öyle söyledi? Genç kız olmamla son dolmayı yememin ne ilgisi varmış? diye.

Annesi de öncelikle bir insan olarak sofradakilerden kaçırır gibi yemesinin kaba bir davranış ve görgüsüzlük olduğunu anlatmış. Genç kızlığının ne ilgisi olduğunu ise, kızların daha kibar, nazik, edepli, saygılı ve çevresine karşı daha şefkatli olması gerektiğini anlatmış.

Yani annesi kızına, kadına yönelik Toplumsal Cinsiyet Rollerinden birini öğretmeye çalışmış oldu.

İşte İstanbul Sözleşmesinin ve bağlı kanunların Kökten Kazıma (eradicating) emri verdiği Toplumsal Cinsiyet Rolü  eğitiminin bir parçası da buydu. Ben ve Hanımım, sevgili kızımıza İslam dini esaslarıyla yoğrulmuş kadim kültür değerlerimize göre edep ve haya, hoşgörü ve saygı terbiyesini vermeye çalışarak aslında SUÇ işlemiş olduk.

İstanbul Sözleşmesinin kökten kazıyın talimatını verdiği  bu aile terbiyesi uygulaması için, yine İstanbul Sözleşmesine dayanarak çıkarılan 6284 sayılı kanuna göre ben bir “kadın” sayılan sevgili kızıma karşı “kadına şiddet” suçu işlemiş gibi oldum! Çünkü ciğerparem ve Umre dualarımın yaşayan karşılığı olan sevgili kızım, evden dışarı bile çıkmadan 155 veya 183 nolu telefonları arayarak “babam bana psikolojik şiddet uyguladı, rahatça yemek yememi engelledi, kendimi onun yanında güvende hissetmiyorum, bana fiziksel şiddet uygulamasından korkuyorum, yemek yiyemedim aç kaldım” gibi ifadelerde bulunmuş olsaydı resmen mahvolmuş ve hayatım kaymış olurdu! Ne şerefim ne de haysiyetim kalırdı! Evimden uzaklaştırılır ve belki de tutuklanarak hapse atılırdım!

Bu yazdıklarımı ilk defa duyanlar abarttığımı falan sanacak, ama hiçte öyle değil! Bu ülkede kendi evinde başka bir erkekle yatakta yakaladığı kızına, sadece tokat atıp kızdığı için hapis cezası alan ve paraya çevrilerek ödemek zorunda bırakılan babalar oldu! İnanmayan bu haberi okuyabilir.

İstanbul Sözleşmesinin çıkardığı manevi yangın ülkenin her yerini sarmıştır. Bu lanet sözleşme ve destek mevzuatları yüzünden ne İslam’ın, ne ahlakın, ne kültürün ve ne namusun hiç bir saygınlığı ve değeri kalmamıştır! Acil durum ilan edilerek bu tip sözleşme ve kanunların derhal ıslahı veya iptali gereklidir!

Şu anda görüntüde muhafazakar bir iktidarın olması nedeniyle İstanbul Sözleşmesinin tam uygulanmasını hissetmiyor olabiliriz. Hissettiğimiz kadarı bile felaket sınırlarında. Son 5 yılda evinden uzaklaştırma alan veya çeşitli nedenlerle mahkemelik olan aile sayısının 2 milyonu geçtiği belirtiliyor. Şiddet iddialı yansımaları sadece bu kadar. Yarın seküler zihniyetli bir iktidar olursa eşcinsel evlilikleri dahil her türlü sapkınlığın her hangi bir yasal düzenlemeye gerek kalmadan hayata geçeceğine emin olabilirsiniz! Zaten kimlik belgelerimizde cinsiyetsizleştirme uygulaması çoktan yapıldı. ETCEP projeleri ile çocuklarımızın zihinleri Milli olmayan eğitim müfredatları eliyle dönüştürülmeye başlandı. Her bakanlıkta KEFE (Kadın Erkek Fırsat Eşitliği) birimleri kurularak memurların hizmetiçi eğitimlerine de Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Eğitimleri konuldu. Yasal ve eğitimsel altyapı bitirildi! Sadece İstanbul Belediye Başkanının da ifade ettiği gibi eşcinsel evliliklerehenüz toplumumuzun hazır olmadığı” gibi bir ayrıntı kaldı. Zaten o kısım da 2-3 yıl içinde toplumsal dönüşümle sağlanır bu gidişle! Yasal altyapı sağ olsun muhafazakar iktidar tarafından güzelce(!) tamamlandı.

Bundan 10-15 yıl önce, dövme yaparak Allah’ın ve Peygamberinin lanetlediği günahı bile bile işleyen kişilere toplumun geneli ters bakar ve itici bulurdu. Şimdi ise daha ortaokuldan itibaren çocuklar dövme yaptırmaya başlıyor! Kimse rahatsız olmuyor. Hatta kıskanıp onlar da yaptırmak istiyor. Sonra da bunca felaketler başımıza neden geliyor diye şaşırıyoruz saf saf.

Yani demem o ki, olmaz dediklerimiz oldu ve olmaya da devam ediyor! Kefere ve şeytanlar boş durmuyor, boş vermiyor!

Yüce Allah, Müslümanlara ve idarecilerine öncelikle hidayet ve sonra da basiret ve feraset versin!

İstanbul, CEDAW ve Lanzarote Sözleşmelerinden acilen çekilmeyi, bunlarla gelen yıkım kanunlarını da kaldırmayı TBMM’ye en kısa zamanda  nasip etsin!

Şayet yapmayacaklarsa, onların yerine yapacak hamiyet sahibi Vekillerin tez zamanda seçilerek gelmelerini sağlasın!

Amin! Amin! Amin!

Ercan ÖZÇELİK
Türkiye Aile Meclisi Yönetim Kurulu Üyesi
Genel Başkan Yardımcısı

 

 

Kaynaklar:




Gömülen Güç Kaynağımız: #Adalet

“Devletin dini Adalettir” demiş Hz. Ali (a.s.) Efendimiz. El hak doğrudur. Ne çekiyorsak, dinsizleşen adaletsiz devlet yapısının yansımalarıdır hayatımızı kabusa çeviren şeyler.

Birey olarak sizleri rahatsız eden toplumsal olay ve etkiler her ne ise, dikkat ederseniz asıl nedenlerin başında adaletsizlik geliyordur.

Dar alanda sıkışıp kalırsanız adaletsizliğin sonuçları ile yüzleşip mücadele etmek zorunda kalırsınız. Başarılı olsanız bile çok sınırlı ve geçici bir rahatlamaya kavuşabilirsiniz. Emin olunuz ki, çok kısa bir süre içinde kazanımlarınızı yerle bir edecek daha büyük veya farklı bir adaletsiz sonuç ile karşılaşacaksınız. O yüzden sonuçlar ile değil, sebepler ile mücadele etmek zorundasınız! Geriden ve tüm olayların ortak noktası nedir sorgulamasıyla baktığınızda, hepsinin merkezinde kocaman bir adalet problemini görebilirsiniz.

Adaletsiz devlet uygulamalarının her birisi, bu ortamdan beslenen veya varlığı adaletin yokluğuna bağlı olan kişilerin, birer savunma mekanizması ve oyalama taktiğidir aynı zamanda. Sizler sığ ve kısırlaşmış sorunlarla enerjinizi tüketirken, birileri haksız yere rant ve güç devşirmeye devam edecektir.

Diriliş Postası Yazarı Sayın Erem Şentürk’ün “6284 konusunda kandırılıyoruz, tuzağa çekiliyoruz” başlıklı yazısı büyük bir infiale neden oldu. Yazarın daha önce karşı olduğu kanun ve uygulamaları artık desteklediğini ilan ederek ve bir nevi feminist tayfadan nedamet dileyen ifadelerde bulunması çok yadırgandı ve tepki çekti. “Benim damadım kızımı dövecek ve bunu da duyacağım. O damadı bodrumda demir sandalyeye bağlayıp serumla yaşatarak yıllarca döverim ben mesela…” şeklindeki ifadeleri de çelişkili ve sorunlu ruh halinin gizlenemeyen yansımaları oldu.

Elbette Sayın Şentürk’ün ifade ve görüşlerine katılmıyor ve hatalı buluyorum. Ancak onun da kaçırdığı en önemli şeyin adaletsiz yönetim olduğunu fark ettiğim için, yukarıdan ve büyük resmi göstererek meramımı anlatmak istiyorum.

Türkiye’de diğer pek çok şey gibi kadın veya erkek sorunu yoktur aslında. Topyekun adalet sorunu vardır. Şimdilerde abartılarak pozitif ayrımcılığının erkek düşmanlığına ve soykırımına dönüşmesine rağmen, geçmişte sınırlı sayıda da olsa yaşanan kadın mağduriyetlerinin temelinde yine mutlak adalet eksikliği vardır.

İslam kadın ve erkek ayırmadan bütün insanlığa indirilmiş bir dindir. Hükümleri hakkıyla uygulandığında Yaratıcımız olan Allah’ın adaleti de tesis edilmiş olur. Bizler bu dengeyi önce erkekler lehine bozduk ve şimdi ise kontrolden çıkan sonuçlarıyla yüzleşiyoruz.

Mesela zina konusunu ele alalım. Zina etmek haramdır. İslam’da zina eden kişilere verilecek cezaların şiddetinin belirlenmesinde cinsiyetleri değil, medeni durumları dikkate alınır. Yani bekarlar ile evlilerin zina cezaları farklıdır. 1926 Yılında İsviçre’den ithal edilen Medeni Kanunla zina yapan erkekler için kadınlara göre ayrıcalıklar sağlandı. Zina yapan kadınlar daha katı uygulamaya ve cezaya maruz bırakıldı. Bu çarpıklık aile düşmanlarına özel bir koz verdi. Haksızlığı önlemek bahanesi ile, 1996’da erkekler için, 1998’de ise kadınlar için zina suçu maddeleri Anayasa Mahkemesi kararı ile iptal edildi. Bu durum şimdiki iktidar  tarafından düzeltileceği yerde, Avrupa Birliği uyum yasaları bahane edilerek 2004 yılında çıkarılan Medeni Kanunla tescillendi.

Sapık, katil ve psikopatlar için en önemli caydırıcı ceza idam iken, onu da kaldırarak katil ruhlu insanları adeta teşvik eder olduk. Öldürülenlerin %80’i erkekler olsa bile, kadın cinayetlerinin toplumu inciten ve korkutan sadistliğinden koruyamadık. Cezası idam olmayan suçlara karşı da ıslah edici, caydırıcı yasalar yapamadık. Masum ve mazlumların yüreklerini soğutacak cezaları veremedik.

Kadın cinayetlerini işleyenlerin büyük bir kısmının daha önce bir sabıka kaydının olmaması, bize yanlış giden bir şeylerin olduğunu, son 15 yılda patlama yapan şiddet olaylarını doğuran süresiz nafaka, çocuk velayeti ve çocuk haczi, uzun süren boşanma davaları ile, kadının tek taraflı beyanını esas alan kanunların da tetikleyici etkilerini göstermeye yetmedi. Fıtrat ve kadim geleneğimize savaş açan feminist akımların, bol yabancı fonlu kulislerine ve şamatacı feministlerin medya destekli baskısına teslim olan iktidarın acizliğini yaşadık.

Hayatımızın her alanını kuşatan sosyal ve ekonomik çevrelerden adalet çekilince ortaya çıkan canavarların saldırısı altındayız. Mesela İstanbul Sözleşmesine dayanarak çıkarılan 6284 sayılı yasa yüzünden hiç bir erkeğin şeref, haysiyet ve namusu devlet güvencesi altında değildir! Çünkü bizatihi devletin kendisi baştan tarafını belli ederek adalet diye bir kaygısının olmadığını ilan etmiştir. Her erkek, bir kadının veya kızın anlık sinirlenme ile yapacağı bir telefon çağrısından sonra, kendisini sokakta veya mapusta sapık ve psikopat olarak damgalanmış bulabilir. Masum olsa bile kendisini güvende sayamaz. Çünkü kanun ve uygulamalarımız, erkekler için İstiklal Mahkemeleri haline dönüşmüştür. “Sanıkların idamına, tanıkların bilahare dinlenmesine” karar veriliyor artık! Kadının beyanı kutsal metin, erkeğin beyanı yalan rüzgarı hükmündedir.

Terk edilmiş su kanallarının böcek ve fare istilasına uğraması gibi, kanunlarımızdan adalet çekilince aile ve insanlık düşmanı görüşler hakim oldu. Her hangi bir babanın kızını veya eşini zina ederken yakalamak bir yana, sözlü olarak men etmesi dahi şiddet kapsamına giriyor. Allah’ın erkeklere ayetle vermiş olduğu görev ve yetkiler yok sayılıyor. Dinin ve toplumun geliştirdiği temel kadın ve erkek rollerine savaş açılıyor.

Adaletin yokluğu sadece sosyal konularda değil, ekonomik alanlarda da kendisini gösteriyor. Gelir dağılımı dengesizliklerinden, akraba kayırmacılığı ve liyakatsiz atamalara varıncaya dek, hayatın her alanında adaleti yeniden tesis etmemiz gerekir. Aile, ekonomi ve diğer toplumsal sorunların temelinde adalet yokluğu ve güvencesizliği yatmaktadır.

Osmanlı Cihan Devletinin ve onun dayandığı kadim İslam Medeniyetinin en önemli özelliği adalette zirve olmalarıdır. Sorumlu ve yetkili olarak seçilen yöneticilerimiz, adaleti tesis etmedikçe, tabelalarında ironik bir şaka gibi eğreti ve komik kalacaktır. Bütün mevzuatımıza Avrupa veya ABD’li dostlarımız (! bakınız Bakara-120) ne der diye çekinmeden; Yüce Allah ne der, Sevgili Peygamberi neyi emreder, kaygısıyla sil baştan göz atmalı ve gayri Müslimlerin de huzur duyarak tabi olacakları ADİL bir hukuk düzeni kurmalıyız!

Yüce Allah, o günleri yeniden görmeyi ve yaşamayı Aziz Milletimize nasip eylesin. Amin…

Ercan ÖZÇELİK
Sağlıkçı, Eğitimci, Yazar
Aile Meclisi Yönetim Kurulu Üyesi – Kartal İlçe Başkanı
www.ercanozcelik.com

 

Görsel Kaynağı: https://www.risalehaber.com




Bir Çırpıda #Feminizm

Soru: Feminizm nedir ve ne zaman ortaya çıkmıştır?
Cevap: Orta Çağ Avrupa’sının  kadınları birer mal gibi gören, insan olup olmadığını tartışmaya açan ve bazen de büyücülük suçlamasıyla meydanlarda diri diri yakan anlayışına karşı, Rönesans Döneminde Hümanizm odaklı bir başkaldırı ve iyileştirme süreci başlamıştır. Tarihi gelişmelerin ışığında Fransız Filozof Charles Fourier (1772–1837) sosyal gelişmelerin kadınlara daha fazla özgürlük verilmesiyle mümkün olacağını iddia ederek, Feminizm deyimini ilk defa kullanmıştır. Latince kökeni kadın anlamında olan “femina” kelimesinden türetilmiştir. Geçmişte kadınları en fazla kısıtlayan kurum Kilise olduğu için, özgürlük adına dine ve dinin dayattığı kalıplara karşıtlığıyla özdeşleşen bir çizgiye gelmiştir.

Soru: İslamda Feminizmin yeri var mıdır?
Cevap:İslam’da kul hakkına en yüksek değer verilmiş ve ihlal edilmesi katı bir şekilde yasaklanmıştır. Tüm insanlar arasında da kadınlar, çocuklar ve yaşlılar daha ayrıcalıklı muameleye tabi tutulmuştur. Sevgili Peygamberimiz, savaş sırasında dahi düşman safında yer alan kadınların, yaşlıların ve çocukların öldürülmesini açıkça yasaklamıştır. Toplumun çekirdeği olan aile yapısı içinde kadın ve erkeğe özel bazı haklar ve sorumluluklar verilmiştir. İslam’a göre kadın, erkeğe Allah’ın emaneti olarak nasip edilen çok kıymetli bir insandır. Emanete sahip olamazsınız. Emaneti koruma, kollama ve sevgiyle yaklaşma göreviniz vardır. Bu görevlerin karşılığında erkeğe yönetim ve yönlendirme yetkisi verilmiştir. Kadınların da kocalarına saygı ve itaat ile mal, namus ve çocuklarını koruma görevleri bulunur. Karşılıklı hakların getirdiği faydalar ile sorumlulukların getirdiği yetkiler söz konusudur. Feminizm İslam’da kurulan aile düzenine ve rol  paylaşımına kökten karşı olduğu için, İslam’la ilgisi yoktur. Ben feministim diyenler, zımnen İslam düzenine karşıyım demektedir. Feminizmin dile getirdiği kadın haklarının daha iyisi İslam ile zaten verildiğinden, ayrıca bayrak açmak gereksiz ve hadsiz bir yaklaşımdır. Karısına zulmeden insanlara en iyi nasihat Kur’an ayetleri ve Hz. Peygamberin hayatıdır. Zulme devam edenlerin de dünyadaki cezası ile ahiretteki azabı açıkça tanımlanmıştır. Kadın ve erkek birbirine eşit değil, farklı niteliklerde tamamlayıcı eksik parçasıdır. Allah’a karşı olan kulluk sınavında ise üstünlükleri cinsiyete değil takvalarına bağlıdır. Feminizm, temelinden itibaren din ve normal aile normlarına karşı doğduğu için İslam’la bağdaşması mümkün değildir.

Soru: Feministlerin amacı nedir?
Cevap: Kadın ve erkeğe verilen özellikle din temelli görev ve rollerin yok edilmesi fiziksel işler de dahil her alanda mutlak eşitliğin sağlanmasıdır. Kadınların en temel alanı sayılan annelik konularında bile görev paylaşımı talebi ile dinin, toplumun ve geleneklerin dayattığı görevlerin reddi söz konusudur. Evlilik  gibi bağlayıcı akitlere özgürlüğü kısıtlayan zincir gözüyle bakar ve sınırsız özgürlüğü cinsel hayatı da içerecek şekilde savunurlar. Geleneksel kadın erkek kalıplarının yıkılmasını, iş ve sosyal hayatın, konuşma ve yazışma dillerinin cinsiyet belirten ifadelerinin yok edilmesini isterler.

Soru: Türkiye’de feminizm ne durumdadır?
Cevap: Feministler, tarihte hiç görülmediği kadar etkili ve yetkili duruma gelmişlerdir. İslam ve toplum değerlerine savaş açan, bu değerlerin kökünü kazımaya yemin ettiren İstanbul Sözleşmesi ve buna dayalı çıkarılan 6284 Sayılı Kanun en son ve en önemli zaferleridir. Sivil Toplum Örgütlerinin her çeşidine sızabilmiş ve dönüştürmüş muazzam bir örgüt gücüne ulaşmıştır. Siyasal yelpazenin birbiriyle kavgalı ve bir araya gelmesi imkansız görülen tüm partilerini aynı sözleşme ve yasaların etrafında birleştirebilen yegane güç odağı feministler olmuştur. Çıkarttıkları sözleşme, yasa ve uygulamalar nedeniyle, milyonlarca ailenin yıkılmasına, evliliklerin azalıp boşanmaların artmasına, kadına yönelik şiddet ve cinayetlerin katlanmasına, gayri meşru cinsel birlikteliklerin ve cinsel sapkınlıkların patlamasına yol açmışlardır. Üstelik bu rezil tabloyu kullanarak daha fazla erkek ve aile düşmanı mevzuatın çıkarılmasını da sağlamaya devam etmektedirler. İktidar gücünün en yakınlarına kadar sinsice girmiş ve onları da zehirli ideolojileriyle dönüştürmeye devam etmiştir. Feminizm belasına karşı acilen OLAĞANÜSTÜ HAL ilan edilerek mevzuatımızdan ve eğitim sistemimizden temizlenmesi gereklidir.

Ercan ÖZÇELİK
Türkiye Aile Meclisi Yönetim Kurulu Üyesi / Kartal İlçe Başkanı

Kaynaklar:

  1. http://www.yasader.org/web/yasama_dergisi/2016/sayi33/sayi33_29-49.pdf
  2. http://www.hurriyet.com.tr/kelebek/hayat/7-maddede-feminizm-hakkinda-bilmeniz-gerekenler-40458740
  3. https://www.haberturk.com/feminizm-nedir-feminist-ne-demek-2045671
  4. https://www.tarihiolaylar.com/tarihi-olaylar/ronesans-1324
  5. https://kuran.diyanet.gov.tr/mushaf/kuran-meal-2/nisa-suresi-4/ayet-34/diyanet-vakfi-meali-4
  6. https://www.medyafaresi.com/foto-galeri/ingiliz-erkekler-karilarini-satiyor/802837/5
  7. http://www.sanalbasin.com/5-yilda-2-milyon-erkek-evden-uzaklastirildi-33356314
  8. https://hadislerleislam.diyanet.gov.tr/sayfa.php?CILT=7&SAYFA=128&SRC=k%C3%B6leler
  9. https://hadislerleislam.diyanet.gov.tr/sayfa.php?CILT=4&SAYFA=215&SRC=yediklerinizden
  10. https://www.ahmethakancakici.com/2018/10/ailesiz-toplum-4-bi-acayip-aileler.html
  11. https://www.yeniakit.com.tr/haber/etcep-projesi-ile-cocuklara-escinsel-sapkinlik-asilaniyor-580447.html



İstanbul Sözleşmesinden Neden Ayrılmalıyız?

İstanbul Sözleşmesi ve onun himayesinde çıkarılan 6284 sayılı kanun ve benzer mevzuatın tamamı, tıpkı dikenli bir elbise gibi Türk Milletinin üzerine zorla giydirilmiş bir işkence ve aile bozguncusu kıyafetler olmuştur. Son 10 yılda aşırı çoğalan kadın cinayetlerinin ve diğer şiddet olaylarının, evden uzaklaştırılan milyonlarca erkeğin, gittikçe artan oranda boşanma davalarının ve bunlara karşılık oldukça azalan evlilik oranının meydana getirdiği berbat tablo bize bu gerçeği haykırıyor.

İstanbul Sözleşmesi hakkında dedikodu şeklinde değil, hangi maddelerden ne anladığımızı, neleri sakıncalı gördüğümüzü, orijinal metin ve kaynaklarıyla birlikte açıklamaya gayret ettim. Bu tabloda sözleşmenin tamamı değil, yorum yapılan kısımları vardır. Tamamını görmek isteyenler 1 nolu kaynakça bağlantısından ulaşabilir. Eksik ve kusurlar bana aittir. Elbette gözden kaçırdığım hususlar da olacaktır.

Aile yapımıza yönelik sistematik saldırıların, yasal alt yapısını oluşturan İstanbul ve CEDAW gibi sözleşmelerden ayrılmamız gerektiğini, bu sözleşmelerin suistimal ettiği kadına şiddet olaylarına karşı, en adil ve hızlı çözümleri derhal sağlamamızın şart olduğunu belirterek, raporumu dikkatinize sunarım.

Yüce Mevlam ailemizi ve Milletimizi her türlü şerden muhafaza eylesin, Yöneticilerimize de ayrıca basiret ve adalet lütfetsin.

 

Avrupa Konseyi Sözleşmeler Dizisi – No. 210

Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi

İstanbul, 11.V.2011

Orijinal Kaynağındaki
Türkçe Çeviri[1]
Maddeler Hakkında Yorum ve Tespitler
Ercan ÖZÇELİK
Giriş
 Avrupa Konseyi Bakanları Komitesinin Avrupa Konseyi üye devletlerine gönderdiği aşağıdaki tavsiye kararlarını hatırda tutarak: Kadınların şiddete karşı korunmasına ilişkin Rec(2002)5 sayılı Tavsiye Kararı, toplumsal cinsiyet standartları ve mekanizmalarına ilişkin CM/Rec (2007)17 sayılı Tavsiye Kararı, kadın ve erkeklerin çatışmayı önleme ve sona erdirme ve barışı oluşturmadaki rolüne ilişkin CM/Rec(2010)10 sayılı Tavsiye Kararı ve ilgili diğer tavsiye kararları; Atıf yapılan AB’nin CM/Rec (2007)17 belgesinde BM’nin CEDAW sözleşmesine yoğun atıflar yapılarak toplumsal cinsiyet eşitliği ön plana alınmıştır. Hatta daha da ileri gidilerek “Elimination of sexism from language and promotion of language that reects the principle of gender equality” başlığı altında cinsiyet farklılıklarını içeren ifadelerin konuşulan dillerden de çıkarılması savunulmuştur. İstanbul Sözleşmesi bu konuda daha radikal bir söylem geliştirerek Bölüm III, Madde 12’de “… kadınların ve erkeklerin toplumsal olarak klişeleşmiş rollerine dayalı ön yargıların, törelerin, geleneklerin ve diğer uygulamaların kökünün kazınması amacıyla..” şeklinde daha keskin bir hedef belirlemiştir. Kökü kazınacak ve klişeleşmiş diye tanımlanan toplumsal rollerin büyük bir kısmı İslam’a bir kısmı da Türk gelenek ve göreneklerine dayanmaktadır. Kültürel dokumuza yönelik bir tehdit söz konusudur. Bu açılardan bakılınca, İstanbul Sözleşmesinin CEDAW’ın Avrupa versiyonu ve daha keskin hali olduğu anlaşılmaktadır.
 Kadına karşı şiddetin ve aile içi şiddetin her türünü kınayarak; Orijinal metinde domestic violence ifadesi var. Cambridge Sözlüğüne göre[2]the situation in which someone you live with attacks you and tries to hurt you” demektir. Yani birlikte yaşanılan kişinin saldırısı söz konusudur. Birlikte yaşamak yani partnerlik “AİLE” kavramının karşılığı değildir. Bu yüzden orijinal metinde yer alan domestic violence terimi ev içi şiddet anlamına gelir. Aile içi şiddet diye çevrilmesi yanlış ve kasıtlıdır. Orijinal metin geleneksel aile kalıplarının dışındaki birliktelikleri de aile ile eşdeğer tutmaktadır. Birlikte yaşanılan kişinin cinsiyeti ve diğer konularda her hangi bir tanımlama veya sınırlama söz konusu değildir.
 Kadına karşı şiddetin, kadınlarla erkekler arasında tarihten gelen eşit olmayan güç ilişkilerinin bir tezahürü olduğunu ve bu eşit olmayan güç ilişkilerinin, erkeklerin kadınlara üstünlüğüne, kadınlara karşı ayrımcılık yapmalarına ve kadınların tam anlamıyla ilerlemelerinin engellenmesine yol açtığının bilincinde olarak; AB’nin kültürel geçmişinde kadınlara karşı tarihten gelen ayrımcılık ve gücün kötüye kullanımı olduğu doğrudur. Mesela, Ortaçağ Avrupa’sında İngiltere’de bazı erkekler kendisinden sıkıldığı karılarının boyunlarına bir ip bağlayarak pazara götürüyor ve en yüksek fiyat verene satıyorlardı. Ünlü İngiliz yazar Thomas HARDY’nin “The Mayor of Casterbridge[3] adlı kitabı da böyle bir kadın satışı olayı ile başlar.[4] Ortaçağdan çok önce başlayan İslam medeniyetinde kadının konumunun en zayıf olduğu savaşlar, kölelik ve cariyelik dönemlerinde dahi, yapılan muamele çok yüksek insani değerleri göstermiştir. “…Harp bütün şiddetiyle devam ederken Allah Resûlü, yerde yatan bir kadın gördü. Etrafındakilere, “Bu kim?” diye sordu. Onlar da, “Hâlid b. Velîd”in öldürdüğü kadın.” dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber yanında bulunanlardan birine şöyle dedi: “Hâlid”i bul ve ona de ki: “Resûlullah (sav) sana, kadın, çocuk ve köleleri öldürmeyi kesinlikle yasakladı. [5][6]

Hanımlarımız hakkında ne dersiniz?” diye sorulduğunda Peygamber Efendimiz, “Yediklerinizden onlara da yedirin, giydiklerinizden onlara da giydirin, onları dövmeyin ve kötülemeyin.” buyurmuştur.[7] O (sav),“…Dikkat edin! Sizin hanımlarınız üzerinde hakkınız olduğu gibi, hanımlarınızın da sizin üzerinizde hakları vardır…”[8] diye hatırlatmada bulunmuştur.”[9] Bu maddede yer alan yorumların İslam değerleriyle çeliştiği açıktır.

 Kadına karşı şiddetin yapısal özelliğinin toplumsal cinsiyete dayandığını ve kadına karşı şiddetin, kadınların erkeklere nazaran daha ast bir konuma zorlandıkları en önemli sosyal mekanizmalardan biri olduğunun bilincinde olarak; Kadın ve erkeğin toplumsal rollerinin yanlışlığı, erkeklerin sorumluluklarından kaynaklanan yetkilerinin inkârı söz konusudur. Bu maddenin kapsamı Nisa Suresi 34. Ayete açıkça aykırıdır. “Allah’ın insanlardan bir kısmını diğerlerine üstün kılması sebebiyle ve mallarından harcama yaptıkları için erkekler kadınların yöneticisi ve koruyucusudur. Onun için sâliha kadınlar itaatkârdır. Allah’ın kendilerini korumasına karşılık gizliyi (kimse görmese de namuslarını) koruyucudurlar…”[10] Erkeklerin evlilik içinde kadınların ve çocukların yöneticisi olması doğal ve sorumlulukları gereğidir. Ancak bu durum erkeklere hiçbir zaman zulüm yapma hakkı vermemiştir. Nitekim, “Hz. Peygamber aile fertlerine asla baskı yapmaz ve onlara karşı zor kullanmazdı. Aşağılayıcı ve can sıkıcı sözlere, azar ve dayak gibi onur kırıcı yollara başvurmazdı. Hz. Âişe”nin anlattığına göre, “Resûlullah (sav), Allah yolunda cihad hâriç eliyle hiç kimseye vurmadı. Ne bir kadına ne de bir hizmetçiye!..”[11] Aksine zaman zaman onları onurlandıran ince davranışlarda bulunurdu. Kendisini yemeğe çağıran komşusunun davetini ancak eşini de çağırdığında kabul etmesi,[12] onun bu ince ve düşünceli davranışlarından birisidir. Hz. Peygamber, ashâbından da aileleriyle ilişkilerinde aynı hassasiyeti göstermelerini istemiştir. Nitekim Saîd b. Hakîm”in naklettiğine göre, dedesi Muâviye el-Kuşeyrî”nin, “Hanımlarımız hakkında ne dersiniz?” diye sorması üzerine Allah Resûlü şöyle buyurmuştur: “Yediklerinizden onlara da yedirin, giydiklerinizden onlara da giydirin, onları dövmeyin ve kötülemeyin.”[13]

İslam’ın emrettiği toplumsal cinsiyet rollerine karşı çıkmak ve bir zorlama olarak görüp mücadele etmek, açıkça dinin kendisiyle savaşa girmektir. İslam toplumlarını buna zorlamakta zulmün kendisidir.

 Kadınların ve genç kızların aile içi şiddet, cinsel taciz, ırza geçme, zorla evlendirme, sözde “namus” adına işlenen suçlara ve kadınların ve genç kızların insan haklarının ciddi bir biçimde ihlalini oluşturan ve kadınlarla erkekler arasında eşitliğin sağlanmasının önünde büyük bir engel olan kadın sünneti gibi ciddi şiddet türlerine sıklıkla maruz kaldığının çok büyük bir kaygıyla bilincinde olarak; Devletin dini adalettir. Namus veya başka bir gerekçeyle işlenen cinayetlerin, adil bir yargılama süreci içinde hesabının sorulması, İslam açısından haksız yere cinayet işleyenlere karşı kısas hükmünün uygulanması gerekir. Namus bahanesiyle haksız cinayetlerin işlenmesi, namus kavramının değersizliğini göstermez. “Sözde namus” aşağılaması ile saldırılara gerekçe olamaz. Namusunu korumak için mücadele etmekse, kadın ve erkek her insanın hakkı ve görevidir. Toplumsal bağlarımızın en güçlü yapı unsurlarından birisi de namustur. Nitekim 2015 yılında Ak Partinin propaganda parçası olarak kullandığı ve çok sevilen bir parçanın adı da “Ortağız Bir Namusa[14] olmuştur. Bu parçanın sözlerinde ve video klibinde, yurdun her yerinde aynı şekilde hissedilen namus duygusuna vurgu yapılmıştır. Kadın sünneti ise Afrika gibi sınırlı bölgelerde İslam’ın emri şeklinde değil, eski töre ve geleneklerin devamı olarak yapılagelmektedir. İslam’da erkeklerin sünnet olması istenmekte ve sünnet duygusuyla uygulanmaktadır.
Bölüm I – Maksatlar, tanımlar, eşitlik ve ayrımcılık yapılmaması, genel yükümlülükler
 Madde 1 – Sözleşmenin Maksatları
 1 Bu sözleşmenin maksatları şunlardır:
 a kadınları her türlü şiddete karşı korumak ve kadına karşı şiddeti ve aile içi şiddeti önlemek, kovuşturmak ve ortadan kaldırmak;

Orjinali:
protect women against all forms of violence, and prevent, prosecute and eliminate violence against women and domestic violence;

Haksız yere her hangi bir canlıya şiddet uygulanması hemen her inanç sisteminde reddedilmiştir. Bu sözleşme içinde kullanılan şiddet kavramı ise aşırı derecede genişletilerek hemen her türlü davranışın şiddet olarak tanımlanmasına yol açmaktadır. Kadına karşı her türlü şiddetin ucu açık ve her şeyi kapsaması söz konusudur. Yine partnerlik vb. farklı ilişki tiplerini de kapsayan domestic ifadesinin aile olarak tercümesi yanlıştır. Maksat gerçek aile ise domestic yerine family kelimesinin kullanılması gerekir. Her tür birlikteliği aile ile eşitlemiştir.
 b kadına karşı her türlü ayrımcılığın ortadan kaldırılmasına katkıda bulunmak ve kadınları güçlendirmek de dahil olmak üzere, kadınlarla erkekler arasında önemli ölçüde eşitliği yaygınlaştırmak; Aile, toplumun çekirdeği olarak farklı yapı ve yeteneklere sahip kan bağı ve nikâh sözleşmesiyle ilişkilenmiş insanlar grubudur. Aile içinde farklılıkların ahengi ve yönetimi söz konusudur. Kadın ve erkeklerin mutlak eşitlik iddiasıyla çatışma içine sokulması kaosa ve aile birliğinin temelden sarsılmasına yol açar. Farklı sorumluluklara uygun yetkilerin dağılımı esas olmalıdır.
 c kadına karşı şiddet ve aile içi şiddetin tüm mağdurlarının korunması ve bunlara yardım edilmesi için kapsamlı bir çerçeve, politika ve tedbirler tasarlamak; Aile tanımı yanlıştır. Domestic yerine family kullanılması gerekir. Her tür birlikteliği aile ile eşitlemiştir. Bu madde ile devletin eşcinsel, nikâhsız ve benzeri birliktelikleri aile statüsünde tanıyıp korumaya alması zorlanmaktadır. LGBTQ+ dallarının tamamı bu kapsama girmektedir.
 d kadına karşı şiddeti ve aile içi şiddeti ortadan kaldırma amacıyla uluslararası işbirliğini yaygınlaştırmak; Aile tanımı yanlıştır. Domestic yerine family kelimesinin kullanılması gerekir. Her tür birlikteliği aile ile eşitlemiştir. Uluslararası feminist ve LGBTQ+ dernekleriyle işbirliğine zorlama vardır. Onların faaliyet yapmasına, gösteri ve yürüyüşler düzenlemesine, trans güzellik yarışması gibi etkinlikler yapmasına ortam sağlanmak zorunda kalınmaktadır.[15]
 e Kadına karşı şiddet ve aile içi şiddetin ortadan kaldırılması için bütüncül bir yaklaşımın benimsenmesi maksadıyla kuruluşların ve kolluk kuvvetleri birimlerinin birbiriyle etkili bir biçimde işbirliği yapmalarına destek ve yardım sağlamak. Bu maddenin gereği 6284 sayılı kanunla abartılmış ve haklılığı kontrol edilmeden sadece beyanla son 5 yılda, 2 milyona yakın erkek evinden uzaklaştırılmıştır.[16]
 2 Tarafların söz konusu Sözleşmenin hükümlerini etkili bir biçimde uygulamalarını sağlama amacıyla bu Sözleşmede spesifik bir izleme mekanizması oluşturulmuştur. Bu madde ile İstanbul Sözleşmesinin hükümlerinin uygulanmasını takip eden, denetleyen, ziyaret ve incelemeler yapan ve en sonunda hazırlanan raporu Avrupa Konseyi Genel Sekreterliğine sunan GREVIO nun kuruluşu tanımlanmıştır. Ayrıca Sivil Toplum Kuruluşu gibi faaliyet gösteren çeşitli dernek ve oluşumlar da Gölge Rapor etiketiyle GREVIO benzeri çalışmalar yaparak karar vericileri yönlendirmeye çalışmaktadır. Türkiye’de KADEM, BİANET (LGBTQ oluşumu), KASAV, GİKAP, İstanbul Sözleşmesi İzleme Platformu ( Feminist + LGBTQ) tarafından gölge GREVIO raporları hazırlanarak kayda sokulmuştur.
 Madde 2 – Sözleşmenin Kapsamı
1 Bu Sözleşme, aile içi şiddet de dahil olmak üzere, kadınları orantısız bir biçimde etkileyen, kadına karşı her türlü şiddet için geçerli olacaktır. Aile tanımı yanlıştır. Domestic yerine family kelimesinin kullanılması gerekir. Her tür birlikteliği aile ile eşitlemiştir. Kadına karşı her tür şiddet denilerek, her türlü söz ve davranışı şiddet tanımına sokmuştur.
2 Taraflar bu Sözleşmeyi tüm aile içi şiddet mağdurları için uygulamaya teşvik edilir. Taraflar bu Sözleşmenin hükümlerinin uygulanmasında toplumsal cinsiyete dayalı şiddetin kadın mağdurlarına özel olarak dikkat göstereceklerdir. Aile tanımı yanlıştır. Domestic yerine family kelimesinin kullanılması gerekir. Her tür birlikteliği aile ile eşitlemiştir.
 Madde 3 – Tanımlar
 Bu Sözleşme maksatlarıyla:
 a “kadına karşı şiddetten”, kadınlara karşı bir insan hakları ihlali ve ayrımcılık anlaşılacak ve bu terim, ister kamu ister özel yaşamda meydana gelsinler, söz konusu eylemlerde bulunma tehdidi, zorlama veya özgürlüğün rastgele bir biçimde kısıtlanması da dahil olmak üzere, kadınlara fiziksel, cinsel, psikolojik veya ekonomik zarar ve acı verilmesi sonucunu doğuracak toplumsal cinsiyete dayalı tüm şiddet eylemleri olarak anlaşılacaktır; Bu tanım kadınların kendilerini rahatsız hissettiği veya hoşuna gitmeyen her türlü eylem ve düşünceyi fiziksel unsurlarla belirgin olmasa da “kadına karşı şiddet” kapsamına almaktadır. Buna göre bir erkeğin kadına göz dikip rahatsız etmesi ile fiilen tecavüz etmesi aynı kapsama girmekte ve istatistik verilere işlenmektedir. Kadınların isterse “kadına karşı şiddet” kapsamına sokamayacağı hiçbir davranış veya diyalog kalmamıştır.
 b “aile içi şiddet”, eylemi gerçekleştiren, mağdurla aynı ikametgahı paylaşmakta olsun veya olmasın veya daha önce paylaşmış olsun veya olmasın, aile içinde veya aile biriminde veya mevcut veya daha önceki eşler veya birlikte yaşayan bireyler arasında meydana gelen fiziksel, cinsel, psikolojik veya ekonomik şiddet eylemleri olarak anlaşılacaktır; Domestic ifadesinin resmi evli karı-koca ve çocuklardan oluşan aileyi karşılamadığı burada itiraf edilmiş! Orijinal metinde “domestic violence” yazıyor. Aile içi şiddet denemez. Ev içi şiddet denebilir. Zaten devamında eski ve yeni eşler, birlikte yaşayan bireyler (cinsiyet sınırlaması yapılmadan) yani partnerler arası sorunları da “aile içi şiddet” diyerek yasal zemine oturtuyor. Artık aile sayılması için nikâh veya cinsiyet gibi sınırlamalar kalmıyor.
 c “toplumsal cinsiyet”, herhangi bir toplumun, kadınlar ve erkekler için uygun olduğunu düşündüğü sosyal anlamda oluşturulmuş roller, davranışlar, faaliyetler ve özellikler olarak anlaşılacaktır; İslam toplumunda kadın ve erkeklerin “toplumsal cinsiyet” rolleri Kur’anı Kerim, Sünnet-i Seniyye, İslam’la çatışmayan gelenek ve görenekler etrafında şekillenmiştir. Hepsinin birleşiminden ve geçmişten getirilen değerlerden de kültürümüz oluşur. Kur’anı Kerim’de kadının toplumsal rollerini ve görevlerini tanımlayan bazı ayetler:

Mümtehine-12, Nisa-34, Bakara-233

 d “kadınlara karşı toplumsal cinsiyete dayalı şiddet”, bir kadına karşı, kadın olduğu için yöneltilen veya kadınları orantısız bir biçimde etkileyen şiddet olarak anlaşılacaktır; Şiddetin tanımı yukarıda olduğu gibi aşırı geniş tutulunca artık her şey kadına şiddet sayılabilmektedir.
 e “mağdur”, a ve b fıkralarında belirtilen davranışlara maruz kalan herhangi bir şahıs olarak anlaşılacaktır; Mağdur olarak a ve b fıkralarında belirtilen davranışlara maruz kalan veya iddia eden her hangi bir şahıs deniliyor, kadın değil! Demek ki mesele kadınları korumak değilmiş! Kadın veya erkek olması fark etmiyormuş. Bu madde ile bütün homoseksüeller veya cinsiyetsizler isterlerse mağdur sayılarak koruma kapsamına girmiş oluyor.
 f “kadın” terimi, 18 yaşından küçük kızları da kapsayacaktır. 18 yaşından küçük kızlar demek doğumdan itibaren bütün kızlar aslında kadındır demektir. Bu tanım oldukça tehlikelidir. Pedofiliye kapı aralamaktır. Babaların veya diğer aile bireylerinin 18 yaş altı kız çocuklarına yönelik her türlü uyarı, ikaz, yönlendirme veya terbiye ve koruma amaçlı engellemeleri dahi “kadına şiddet” kapsamına alınmaktadır. Örneğin küçük kızının gece vakti sokağa çıkmasına engel olan baba veya ağabey de “kadına şiddet” uygulamış sayılacaktır. Batı dünyasında LGBT sapkınlıkları içinde henüz tam legalleştiremedikleri pedofiliyi meşrulaştırmak için çalışmalar artmıştır.[17] Pedofilinin yaygınlaşmasını savunan kitaplar yazılmış[18], siyasi partiler[19]  dernekler kurulmuştur. Uzakdoğu ülkelerine ve Myanmar gibi kriz bölgelerine pedofili sapkınlıklarını tatmin etmek için giden çok sayıda sapkın bulunuyor.[20] Darp ve cebir olmazsa rıza vardır denilerek, küçük yaşlardaki çocuklarla cinsel ilişki meşrulaştırılmaya çalışılmaktadır.[21]
Madde 4 – Temel haklar, eşitlik ve ayrımcılık yapılmaması
1 Taraflar herkesin, özellikle de kadınların, gerek kamu gerekse özel alanda şiddete maruz kalmaksızın yaşama hakkını yaygınlaştırmak ve korumak için gerekli olan yasal ve diğer tedbirleri alacaklardır. Kadınlar için alınan tedbirler 6284 sayılı yasa ve TCK’nın 102. Maddesinde “Kadının Beyanı” veya “şikâyeti” esas alınarak derhal infaz uygulamasına dönük olmuştur. Her hangi bir erkeğin geleceği, şerefi, mesleği ve iş hayatı bir kadının delil olmaksızın iftira niteliğinde şikâyeti ile yok olabilmektedir. Düşük not alan öğrenciler öğretmenlerine[22], çalışan bayanlar kızdıkları amirlerine veya her hangi birisine, her zaman için hayatı zindan edebilme imkânına kavuşmuştur.[23]
 2 Taraflar, kadınlara karşı her türlü ayrımcılığı kınayacak ve ayrımcılığı önlemek üzere, özellikle aşağıdakiler dahil olmak üzere, gerekli yasal ve diğer tedbirleri alacaklardır: Kadınlara karşı fiilen ayrımcılık kalmamıştır. İstenen şey kadınlara özel ve yeni ayrıcalıkların tahsis edilmesidir.
 – ulusal anayasalarında veya ilgili diğer mevzuata kadın erkek eşitliği ilkesini dahil edecek ve bu ilkenin uygulamada gerçekleştirilmesini temin edeceklerdir; Kadın ve erkeklerin sosyal yaşamda eşit sayılması tarifiyle yine konu toplumsal cinsiyet eşitliğine gelmekte ve cinsiyete özel rollerin inkârı istenmektedir.
 – yerine göre, yaptırımların uygulanması yolu da dahil olmak üzere, kadınlara karşı ayrımcılığı yasaklayacaklardır; Kadınlara karşı ayrımcılık değil, erkeklere karşı ayrımcılık söz konusu olmuştur. TCK, TMK ve 6284 bu şekilde değiştirilmiştir. İspat şartı kalkmış sadece beyan yeterli sayılmıştır. Bu yasalar geçerliyken Hz. Yusuf’un kıssası yaşansa doğrudan ceza alması gerekecekti.[24]
 – kadınlara karşı ayrımcılık yapan yasa ve uygulamaları yürürlükten kaldıracaklardır. Kadınlara karşı olan değil, kadınlar için aşırı ayrımcılık yapan yasaların işgalindedir hukukumuz. Erkeklerin aile reisliği ve babalık gibi doğal yetkilerine el konulmuştur.
3 Taraflar bu Sözleşme hükümlerinin, özellikle de mağdurların haklarını korumaya yönelik tedbirlerin, cinsiyet, toplumsal cinsiyet, ırk, renk, dil, din, siyasi veya başka tür görüş, ulusal veya sosyal köken, bir ulusal azınlıkla bağlantılı olma, mülk, doğum, cinsel yönelim, toplumsal cinsiyet kimliği, sağlık durumu, engellilik, medeni hal, göçmen veya mülteci statüsü veya başka bir statü gibi, herhangi bir temele dayalı olarak ayrımcılık yapılmaksızın uygulanmasını temin edeceklerdir. Bütün sözleşmenin amacı bu maddede açıkça itiraf edilmiş. Demek ki domestic ifadesinden geleneksel karı koca ailesini değil, her türlü cinsel yönelim ve bunların varyasyonlarını da kapsayarak aile gibi işleme alınmasını, kanunla korunmasını, bu sözleşmenin dayattığı ayrıcalıklardan eksiksiz faydalanmasını garantiye almak istiyorlarmış. Hiçbir sınırlamayı kabul etmedikleri burada netleşti. İslam ve toplumsal ahlak değerlerinin tamamı bu madde ile rafa kaldırıldı. Kur’anı Kerim’de bahsi geçen ve homoseksüel sapkınlıkları yüzünden helak edilen Lut kavmi mensupları bugün yaşasaydı yasal güvenceleri olacaktı.
 4 Kadınların toplumsal cinsiyete dayalı şiddete karşı korunması için gerekli olan özel tedbirler, bu Sözleşme hükümlerince ayrımcılık olarak sayılmayacaktır. Yani aslında yaptıklarının bal gibi ayrıcalık olduğunu onlarda biliyor ama ayrıcalık saymayalım diyorlar. Bu sözleşme ve buna dayanan kanunların tamamı erkekleri dışlayan ve 2.sınıf muamele görmesine neden olan maddelerle doludur.
 Madde 5 – Devletin yükümlülükleri ve titizlikle yapması gereken inceleme ve araştırmalar
 1 Taraflar kadınlara karşı herhangi bir şiddet eylemine girişmekten imtina edecek ve devlet yetkililerinin, görevlilerinin, organlarının, kurumlarının ve Devlet adına hareket eden diğer aktörlerin bu yükümlülüğe uygun bir biçimde hareket etmelerini temin edeceklerdir. Yukarıdaki şiddet tanımına göre kadınlarla ilgili şiddet sayılmayacak hiçbir şey kalmadığından, Devletin uygulamaları da bu şekilde sınıflanabilecektir. Nafaka düzenlemesinde yapılan tartışmalar da bundan kaynaklanıyor. Haksız şekilde kazandıkları ayrıcalıklardan ödün vermek istemiyor ve Devleti tehdit ediyorlar. Bu sözleşmeye göre şiddet eyleminin tanımı aşırı geniş ve suiistimale açıktır.
 2 Taraflar, devlet dışı aktörlerce gerçekleştirilen ve bu Sözleşmenin kapsamı dahilindeki şiddet eylemlerinin önlenmesi, soruşturulması, cezalandırılması, ve bu eylemler nedeniyle tazminat verilmesi konusunda azami dikkat ve özenin sarf edilmesi için gerekli yasal ve diğer tedbirleri alacaklardır. Aile birliğini güçlendirmek ve adaleti tesis etmek için Devletin düzenleme yapmasına engel oldukları gibi, aile hukukunu hatırlatan ve dini kökenli değerleri kazandırmaya çalışan sivil toplum kuruluşları veya eğitim merkezlerini de önlemeye çalışıyorlar. Bu maddeye göre İslam’da karı-koca haklarını anlatan ve öğretenler suç işlemiş sayılsın ve ceza verilsin deniliyor.
 Madde 6 – Toplumsal cinsiyet konusunda hassasiyet gerektiren politikalar
Taraflar bu Sözleşmenin uygulanmasına ve sözleşme hükümlerinin etkilerinin değerlendirilmesine bir toplumsal cinsiyet bakış açısı katacak ve kadınlarla erkekler arasında eşitliğe ve kadınların güçlendirilmesine ilişkin politikalarını yaygınlaştıracak ve etkili bir biçimde uygulayacaklardır. Döne döne toplumsal cinsiyet ve onun altında yatan cinsiyete özel rollerin iptali hatırlatılıyor.
Bölüm II – Bütüncül politikalar ve veri toplama
 Madde 7 – Kapsamlı ve koordineli politikalar
 1 Taraflar bu Sözleşme kapsamındaki her türlü şiddetin önlenmesi ve bu tür şiddet eylemleriyle mücadele edilmesine yönelik ilgili tüm tedbirleri içeren Devlet çapında etkili, kapsamlı ve birbiriyle koordineli politikaların benimsenip uygulanmasını mümkün kılacak, gerekli yasal ve diğer tedbirleri alacak ve kadına karşı şiddete karşı bütüncül bilmukabelede bulunulmasını temin edeceklerdir. Hayata dair her diyaloğu, bu sözleşmede bahsedilen şiddet kapsamına almak mümkündür.  Bu sözleşmeye dayalı olarak çıkarılan 6284 sayılı yasa uygulamasında son 5 yıl içinde 2 milyon erkek evinden uzaklaştırılmıştır.[25] Kadın cinayetlerinde ve şiddet olaylarında görülen artışlar, evlenme sayısının düşmesi, ama boşanma davalarında 2011’den itibaren %41 artış görülmesi tesadüf değil, bu sözleşme ve kanunların eseridir.

Aile Mahkemesi Dosya Sayıları, TÜRKİYE (2011-2018)[26]

 

3 Bu fıkra uyarınca alınacak tedbirlere, yerine göre, hükümet kuruluşları, ulusal, bölgesel ve yerel parlamentolar ve yönetimler, ulusal insan hakları kurumları ve sivil toplum kuruluşları gibi, ilgili tüm aktörler müdahil olacaktır. LGBT dernek ve platformları ile feminist odakların sözleşme garantisini sağladıkları maddelerden birisi de budur. Kendilerini Sivil Toplum Örgütü olarak lanse ediyorlar. Dini ve toplumsal değerlere savaş açıyorlar. Açık Toplum Vakfı gibi yabancı ve karanlık finans kaynaklarından besleniyorlar. Çıkardıkları gölge raporlar[27] ile devleti ve kurumları baskı altında tutuyorlar. AB’nin TR’ye karşı politikalarını etkiliyorlar.[28] KADEM gibi iktidara yakın örgütlerde İstanbul Sözleşmesinin daha da etkili olması için fonların arttırılmasını talep eden, 6284 sayılı yasayla aile kurumuna vurulan darbeyi başarı olarak lanse eden raporlar düzenliyor.[29]
 Madde 8 – Finansal kaynaklar
Taraflar, devlet dışı aktörler ve sivil toplum tarafından gerçekleştirilenler de dahil olmak üzere, bu Sözleşmenin kapsadığı her türlü şiddet eylemini önlemeye ve bunlarla mücadeleye yönelik bütüncül politikaların, tedbirlerin ve programların yeterli bir biçimde uygulanması için uygun finansal kaynakları ve insan kaynaklarını tahsis edeceklerdir. Devletlerin kendi kuruluşları dışında, LGBT ve Feminist örgütlere de finans sağlaması ve insan kaynağı tahsis etmesi için baskı yapan bir maddedir.
 Madde 9 – Sivil Toplum Kuruluşları ve sivil toplum
Taraflar kadınlara karşı şiddet uygulanmasıyla mücadelede aktif bir rol oynayan sivil toplum kuruluşlarının çalışmalarını her düzeyde takdir ve teşvik edecek ve destekleyecek ve bu kuruluşlarla etkili bir işbirliği gerçekleştirecektir. Yine feminist dernekler ve LGBT oluşumlarını olumlama ve işbirliğine zorlama var.

LGBT ve Feminist dernekler kendi gölge raporlarını hazırlayarak AB’nin komiser komisyonu GREVIO ile paylaşmıştır.

Gölge Rapor hazırlayan BIANET gibi LGBT oluşumları ile Mor Çatı ve KADEM gibi feminist örgütlerin gölge raporları Avrupa Konseyi sitesinde yayınlanmaktadır.[30]

 Madde 10 – Koordinasyon kurumu
 1 Taraflar bu Sözleşme kapsamındaki her türlü şiddeti önleme ve bunlarla mücadeleye yönelik politika ve tedbirlerin koordinasyonu, uygulanması, izlenmesi ve değerlendirmesinden sorumlu bir veya birden fazla kurumu belirleyecek veya kuracaktır. Burada Türkiye açısından büyük bir tuzak vardır. Sözleşme kapsamında basit bir söz bile kadına şiddet sınıfına konulduğu için, 6284 sayılı yasa ve diğer mevzuatın desteği ile önce suç olmayan eylemler dahi suç kategorisine alınacak ve sanal ve sayısal bir şiddet olayı patlaması varmış gibi süreç işletilecek sonra da bu kayıtlar raporlanarak ülkenin şiddet haritası veya karnesi son derece bozulmuş gibi gösterilecektir. Bu işlemler için verilerin toplanmasını da devletin kendisi sağlayacaktır.
Bu kurumlar Madde 11’de belirtildiği gibi verilerin toplanmasını koordine edecek, verileri analiz edecek ve sonuçlarının dağıtımını sağlayacaktır. Her türlü şiddet ifadesiyle kapsam içine alınan ve normalin çok üstünde çıkarılan eylemlerin verileri tayin edilen kurum tarafından işlenecektir.
2 Taraflar bu fıkra uyarınca belirlenen veya oluşturulan kurumların Bölüm VIII uyarınca alınan tedbirlerin genel mahiyeti hakkında bilgilendirilmelerini sağlayacaktır. Ülkeden toplanan ve kapsamı sorunlu bulunan verilerin bu madde ile uluslararası kurumlara aktarılması ve işlenmesi talimatı verilmektedir.
 Madde 11 – Veri toplama ve araştırma
1 Taraflar bu Sözleşmenin uygulanması maksadıyla aşağıdakileri yapacaklardır:
 a Bu Sözleşme kapsamında kalan her türlü şiddet olayıyla ilgili birleştirilmemiş istatiksel veriyi düzenli aralıklarla toplayacaklardır; Her türlü şiddet tanımı aşırı derecede genişletilmişken, bunlarla ilgili verilerin istatistik tablolarda aynı başlıklar altında birleştirilmesi bilgi cinayeti gibi vahim ve tehlikelidir. Örneğin gerçek tecavüz olayları ile laf atma gibi rahatsız edici sözlerin hepsi cinsel taciz başlığı altında toplanmaktadır. Toplumsal şiddet olaylarında patlama var algısına yol açılmaktadır.
2 Taraflar bu Sözleşme kapsamında kalan her türlü şiddet olayının yaygınlığını ve nasıl bir eğilim içinde olduğunu değerlendirmek üzere, düzenli aralıklarla halk anketleri yapmaya gayret edeceklerdir. Şiddet olaylarını araştırma bahanesi ile cinsel yönelimlere karşı duyulan ahlaki toplumsal tepkilerin yok edilmesi, cinsel yönelim adı altında meşru gösterilmesi, partnerlik ilişkilerinin aile türleri arasında gösterilmesi söz konusudur.
3 Taraflar uluslararası işbirliğini harekete geçirmek ve bu alanda uluslararası standartların yerleştirilmesini sağlamak üzere, bu fıkra uyarınca toplanan bilgileri bu Sözleşmenin Madde 66’sında belirtilen uzmanlar grubuna vereceklerdir. Ülkeye ait bütün aile bağlantılı verilerin GREVIO ya verilmesi stratejik bir hata ve toplumsal provokasyonlara, sosyal mühendisliğe açık bir durumdur.
Bölüm III – Önleme
 Madde 12 – Genel yükümlülükler
1 Taraflar kadınların daha aşağı düzeyde olduğu düşüncesine veya kadınların ve erkeklerin toplumsal olarak klişeleşmiş rollerine dayalı ön yargıların, törelerin, geleneklerin ve diğer uygulamaların kökünün kazınması amacıyla kadınların ve erkeklerin sosyal ve kültürel davranış kalıplarının değiştirilmesine yardımcı olacak tedbirleri alacaklardır. Kadınların daha aşağı düzeyde olduğu düşüncesi yerli ve milli kökenlere sahip değildir. Avrupa medeniyetinin mirasıdır. Toplumsal olarak klişeleşmiş roller ise en başta İslam dini ve uygulaması ile tarihten gelen gelenek ve göreneklerimize dayanmaktadır. Anneliğin kutsallığı, babalığın erdemleri ve korumacı tabiatı gibi doğal rollerin kökünün kazınması ile kimliksiz, kişiliksiz bir toplum üretilmek isteniyor. Temel ahlaki değerleri ve koruyucu kurallarından sıyrılınca aile bütünlüğünün bozulması kaçınılmaz olacaktır. Bozulan veya yıkılan değerlerin yerine müflis batı değerlerinin ve LGBTQ gibi sapkınlıkların yerleştirilmesi amaçlanmaktadır. Sadece bu madde dahi sözleşmeden çekilmek için yeterli bir nedendir. Bu sözleşmeyi savunanları, kökümüzü kazımak isteyenlerin işbirlikçileri olarak görüyoruz.
2 Taraflar herhangi bir gerçek veya hükmi şahsiyetin bu Sözleşmenin kapsamında kalan her türlü şiddet eylemini önleyecek gerekli yasal ve diğer tedbirleri alacaklardır. Bu sözleşmenin 4.madde 3. fıkrasında çizilen kapsam içine girmeyen bir şey kalmamıştır. Dolayısı ile toplumun dini ve tarihsel değerlerinin en büyük düşmanı olan akımlar ve davranışlarda yasal koruma ve güvence altına alınmalıdır şeklinde bir dayatma söz konudur.
3 Bu bölüm uyarınca alınan tüm tedbirlerle, belirli şartlar nedeniyle hassas konuma gelmiş insanların ihtiyaçları göz önüne alınacak ve karşılanmaya çalışılacak ve tüm tedbirlerin merkezinde mağdurların insan hakları yer alacaktır. Her türlü cinsel sapkınlık devlet korumasına alınınca, bunların özellikli ihtiyaçları da devlet tarafından karşılanmak zorundadır. Mesela, ameliyatla transseksüel kadın formuna geçen eski erkeklerin, göğüs büyütme ameliyatlarının devlet tarafından karşılanması gibi.[31]
5 Taraflar kültür, töre, din, gelenek veya sözde “namus” gibi kavramların bu Sözleşme kapsamındaki herhangi bir şiddet eylemine gerekçe olarak kullanılmamasını temin edeceklerdir. Bu sözleşmenin şiddet tarifine girmeyen hemen hiçbir insani tutum veya davranış kalmamıştır. Bir bakış veya kuruntu denilebilecek hislerin neticesinde şiddet kovuşturması yapılabilmektedir. Dolayısı ile bir babanın namus kaygısıyla kızının gece dışarıda kalmasını önlemesi gibi en yaygın müdahalelerin de yok edilebilmesi için, töre, din ve geleneklerin yok edilmesi veya yürürlükten kaldırılması istenmektedir.
 Madde 13 – Farkındalığın arttırılması
1 Taraflar bu Sözleşme kapsamındaki her türlü şiddet eyleminin ortaya farklı şekillerde çıkışı ve bu eylemlerin çocuklar üzerindeki etkisi ve bu şiddet eylemlerinin önlenmesi ihtiyacı konusunda halk arasındaki farkındalığın ve anlayışın arttırılması için, yerine göre ulusal insan hakları kuruluşları ve eşit haklar kuruluşları, sivil toplum kuruluşları ve özellikle de kadın örgütleriyle işbirliği de dahil olmak üzere, düzenli olarak ve her düzeyde farkındalık arttırıcı kampanya ve programları yaygınlaştıracak veya uygulayacaktır. KADEM farkındalık kampanyalarını oldukça başarıyla yürütmüş ve bütün erkekleri ayılara benzeterek mükemmel bir performans göstermiştir. İnsanoğlunu hayvan cinsleri ile denk tutarak “bazı cinslerin diğer cinslerden öğreneceği çok şey var” demiştir.[32]
 Madde 14 – Eğitim
1 Taraflar, yerine göre, tüm eğitim seviyelerinde resmi müfredata, kadın erkek eşitliği, toplumsal klişelerden arındırılmış toplumsal cinsiyet rolleri, karşılıklı saygı, kişisel ilişkilerde çatışmaların şiddete başvurmadan çözüme kavuşturulması, kadınlara karşı toplumsal cinsiyete dayalı şiddet ve kişilik bütünlüğüne saygı gibi konuların, öğrencilerin zaman içinde değişen öğrenme kapasitelerine uyarlanmış bir biçimde dahil edilmesi için gerekli tedbirleri alacaklardır. 2014 yılından itibaren Milli Eğitim Bakanlığınca başlatılan ETCEP projesi ile çocuklarımıza eşcinsellik propagandası ve yönlendirmesi yapılmıştır.[33]  Halktan yükselen tepkiler sonucu askıya alındığı söylense de fiilen etki ve uygulamaları devam etmektedir. Bu projenin sahipleri Sayın Emine ERDOĞAN’ın demeçlerini de etkilemiş ve onun ağzından “Çocuklarımızı engel, cinsiyet, ırk, etnik köken gibi farklılıklara karşı nötr kalacak şekilde yetiştirelim.”[34] Şeklinde tehlikeli ifadelerin çıkmasına neden olmuşlardır.
 Madde 16 – Önleyci müdahale ve tedavi programları
1 Taraflar ileride meydana gelecek şiddet olaylarını önleme ve şiddete dayalı davranış kalıplarını değiştirme amacıyla, aile içi şiddet girişiminde bulunanlar için, kişisel ilişkilerde  şiddete başvurmayan davranışlar benimsemeyi öğretmeye yönelik eğitim programları oluşturulmasını veya desteklenmesini mümkün kılacak gerekli yasal veya diğer tedbirleri alacaklardır. Domestic (ev içi) kelimesinin aile olarak tercüme edilmesi yukarıda açıklanan kasıtlı bir tavırdır.
 Madde 17 – Özel sektör ve medyanın katılımı
1 Taraflar, özel sektörü, bilgi ve iletişim teknolojisi sektörünü ve medyayı, bu sektörlerin ifade özgürlüğüne ve bağımsızlığına gerekli saygıyı göstererek, kadına yönelik şiddeti önlemeye ve kadın onuruna saygıyı arttırmaya yönelik politikaların oluşturulmasına ve uygulanmasına ve bu konularda kılavuzların oluşturulmasına ve kendi kendini düzenleyici standartların belirlenmesine katılmaya teşvik edecektir. Medyada bir yandan LGBTQ cinsel sapkınlarının yayılması ve normal gösterilmesi yaşanırken, diğer yandan TV dizilerinin hemen hepsinde kadınlara yönelik şiddet olayları abartılarak işlenmekte ve adeta teşvik edilmesi gözlenmektedir. GREVIO ve yerli işbirlikçi STK ve diğer oluşumların, TV Dizilerindeki yozlaşmış aile senaryolarına ve sıradanlaşan şiddet öğelerine karşı her hangi bir girişimde bulunmaması dikkat çekicidir.
Bölüm IV – Koruma ve destek
 Madde 18 – Genel yükümlülükler
2 Taraflar, iç hukukları uyarınca, bu Sözleşmenin 20 ve 22’nci maddelerinde belirtilen genel ve uzman destek hizmetlerine sevk de dahil olmak üzere, mağdurları ve tanıkları bu Sözleşmenin kapsadığı her türlü şiddet eylemine karşı korur ve desteklerken; yargı birimleri, savcılar, kolluk kuvvetleri, yerel ve bölgesel yönetimler dahil, ilgili tüm devlet kurumlarının yanı sıra, sivil toplum kuruluşları ve ilgili diğer kurum ve kuruluşlarla etkili bir işbirliği için uygun mekanizmaların mevcudiyetini temin etmek üzere, gerekli yasal ve diğer tedbirleri alacaklardır. Türkiye’de bu maddenin gereği veya sonucu olarak 6284 sayılı kanun yürürlüğe sokulmuştur. Ancak fiili durum aile bütünlüğünü tehdit eder hale gelmiştir. 6284 sayılı yasa ile ailelerin bir daha buluşamayacak şekilde bölünmesi ve tarafların barışma imkânlarının yok edilmesi yaşanmaktadır.[35]
3 Taraflar bu bölüm uyarınca alınan tedbirlerin:
 – kadınlara karşı şiddetin ve aile içi şiddetin toplumsal cinsiyet boyutlu bir anlayışa dayalı olmasını ve mağdurun insan haklarına ve emniyetine odaklanmasını, Domestic (ev içi) kelimesinin aile olarak tercüme edilmesi yukarıda açıklanan kasıtlı bir tavırdır.
Bölüm V – Esasa müteallik hukuk
 Madde 31 – Velayet altına alma, ziyaret hakları ve emniyet
1 Taraflar çocukların velayetinin ve ziyaret haklarının belirlenmesinde, bu Sözleşme kapsamındaki şiddet olaylarının göz önüne alınmasını temin edecek gerekli yasal veya diğer tedbirleri alacaklardır. Türkiye’de çocukların vekâleti erkeklerin aleyhine olarak çoğunlukla kadınlara verilmektedir. Boşanma nedeni kadının aldatması olsa dahi böyle olmaktadır.[36]

İstanbul Sözleşmesiyle şiddetin tanımı aşırı geniş tutulmuş ve 6284 ve diğer yasalarda kadının beyanı yeterli görülerek fiilen erkeklere göre üstünlük kurulması sağlanmıştır. Bu durum sonunda EYS (ebeveyni yabancılaştırma senromu) ve çocukların velayeti olmayan ebeveynden saklanması nedeniyle “çocuk haczi” uygulaması yaygınlık kazanmıştır.[37]

2 Taraflar herhangi bir ziyaret hakkı veya velayet hakkının kullanılmasının mağdurun veya çocukların haklarını veya emniyetini tehlikeye düşürmemesini sağlayacak gerekli yasal veya diğer tedbirleri alacaklardır. Çocuk velayeti verilmeyen ebeveynlerin çocukla birlikte geçirebilecekleri süreler oldukça az ve yetersizdir. Velayeti olmayan tarafın dede, teyze ve hala gibi 2. Derece yakınlarının çocuklarla zaman geçirme ihtimali kalmamaktadır. Bu durum en başta çocuk haklarının ihlalidir.
 Madde 37 – Zorla yapılan evlilikler
1 Taraflar bir yetişkini veya çocuğu kasten evliliğe zorlamanın cezalandırılmasını temin etmek üzere gerekli yasal veya diğer tedbirleri alacaklardır. İstanbul Sözleşmesine göre çocuk yoktur! Kız olarak doğan herkes birer kadındır (Madde 3. Tanımlar f. bendi). Bu açıdan kendisiyle çelişme söz konusudur. Türkiye’de 18 yaş altı genç kızlar da çocuk sayılarak ergenlik sonrası evlenmeleri suç sayılmıştır. Hâlbuki Avrupa ülkelerinin genelinde evlilik yaşı 16 da başlamaktadır.[38] Toplumsal yapıya uymayan bu sert kural nedeniyle Genç Yaşta Evlilik Mağdurları diye bir grup oluşmuştur.[39] 18 yaş altında evlenen genç kızların kocalarına tecavüz suçu cezası verilerek gerçek tecavüzcülerin arasında hapis yatmaları sağlanmaktadır. Bu kişilerin eş ve çocukları ise mağdur ve kimsesiz bırakılarak onların da ceza çekmesine neden olunmaktadır. [40]
Madde 38 – Kadın sünneti Türkiye’de kadın sünneti geleneği yoktur.
 Madde 40 – Cinsel taciz
 Taraflar bir şahsın onurunu ihlal etme etkisi yaratan veya bu maksatla gerçekleştirilen, ve özellikle de aşağılayıcı, düşmanca, hakaretamiz, küçük düşürücü veya saldırgan bir ortam yaratırken, her türlü istenmeyen, cinsel mahiyette sözlü veya sözlü olmayan veya fiziksel davranışın cezai veya diğer yasal yaptırıma tabi olmasını temin etmek üzere gerekli yasal veya diğer tedbirleri alacaklardır. “Her türlü istenmeyen” ibaresi yasalarımızdaki “kadın bayanı esastır” hükmü ile birleşince erkekler için oldukça tehlikeli bir duruma yol açmaktadır. Cinsellikle ilgisi olmayan, kasıtlı yapılmayan sıradan davranışların bile “cinsel taciz” olarak tanımlanabilmesine karşılık erkeklerin yapabileceği veya korunabileceği hiçbir husus kalmamıştır. Bu açıdan erkeklerin kaderi ve geleceği kadınların iki dudağı arasında sıkışmış durumdadır.
 Madde 42 – Sözde “namus” adına işlenen suçlar da dahil olmak üzere, işlenen suçlar için gerekçelerin kabul edilmemesi 1 Taraflar bu Sözleşme kapsamında kalan şiddet eylemlerinin gerçekleştirilmesinden sonra başlatılan ceza davalarında kültür, töre, din, gelenek veya sözde “namus”un gerekçe olarak  öne sürülmesinin önlenmesini temin etmek üzere, gerekli yasal veya diğer tedbirleri alacaklardır. Namus kutsal bir kavramdır. Namus bahanesiyle haksız şiddet eylemleri yapanların veya kendi yanlışlarına namusu kılıf yapanların ayrılması ve cezalandırılması gerekir. Örneğin, evine geldiğinde karısını başka bir adamla yatakta basan bir adamın o anda yapabileceği şiddet eylemlerinde “namus” kaygısının olduğu açık ve ağır tahrik nedenidir. Bu durumlarda normal ve sağlıklı davranışlar beklenemez. Namus duygusu ve hassasiyeti göz ardı edilemez. Ancak, farklı nedenlerden cinayete kurban giden kadınların arkasından namus savunması yapılarak, fazla cezadan kurtulmaya çalışanlara karşı tolerans gösterilmemesi, yargıdan beklenen bir tavırdır. Bu madde, haklı olunduğunda dahi namus kavramının kullanılmamasını ve toplumun namussuzlar gibi rahat ve geniş mideli olmasını istemektedir.
Bölüm VI – Soruşturma, kovuşturma, usul hukuku ve koruyucu tedbirler
Bölüm VII – Göç ve iltica
VIII. Bölüm – Uluslararası işbirliği
 Madde 62 – Genel prensipler
1 Taraflar, bu Sözleşmenin hükümlerine uyarak, medeni hukuk ve ceza hukuku konularında işbirliğine ilişkin uluslararası ve bölgesel anlaşmaları ve belgeleri uygulayarak, ortak veya karşılıklı mevzuat ve iç hukuk kuralları esas alınarak üzerinde mutabakata varılmış düzenlemeleri uygulayarak, ve mümkün olan en kapsamlı şekilde, aşağıdaki amaçlara yönelik olarak işbirliği yapacaklardır: “mümkün olan en kapsamlı şekilde” ibaresi şiddet tariflerinin ve suçlanan davranışların aşırı derecede genişletilmesini ve aile bütünlüğünü tehdit eder boyutlara gelmesini sağlamaktadır.
 a bu Sözleşmenin kapsamına giren her türlü şiddet eyleminin önlenmesi, bunlarla mücadele edilmesi ve bunların kovuşturulması; “her türlü şiddet” ibaresi de muallak, belirsiz ve istenilen her davranışın yaftalanabileceği bir tavrı doğurur. Aile içinde erkeklerin, eş veya çocuklarına yönelik temel yaşam kurallarını ve ahlak kurallarını hatırlatarak uymalarını isteme hakkı bile kalmaz.
 4 Taraflar, kadınlara yönelik şiddetin ve aile içi şiddetin önlenmesi ve bunlarla mücadele edilmesi çabalarını, üçüncü Devletlerin yararlanacağı kalkınma amaçlı yardım programlarıyla, gereken yerlerde bütünleştirecekler, Madde 18, 5. fıkra uyarınca mağdurların korunmasını kolaylaştırmak amacıyla üçüncü Devletlerle ikili ve çok taraflı anlaşmalar yapacaklardır. “domestic violence” yani ev içi şiddetin, ısrarla aile içi şiddet şeklinde tarif edilmesi devam eden bir kasıttır. Bütün birlikte yaşam formlarını medeni durum, cinsiyet, tür ve yaş gibi kriterleri dikkate almaksızın aile olarak meşrulaştırmanın ifadesidir.
IX. Bölüm – İzleme yöntemi
 Madde 66 – Kadınlara yönelik şiddetle ve aile içi şiddetle mücadele konusunda uzmanlar grubu “domestic violence” yani ev içi şiddetin, ısrarla aile içi şiddet şeklinde tarif edilmesi devam eden bir kasıttır. Bütün birlikte yaşam formlarını medeni durum, cinsiyet, tür ve yaş gibi kriterleri dikkate almaksızın aile olarak meşrulaştırmanın ifadesidir.
 1 Kadınlara yönelik şiddetle ve aile içi şiddetle mücadele konusunda uzmanlar Grubu (bundan böyle “GREVIO” olarak anılacaktır) bu Sözleşmenin Taraflarca uygulanmasını izleyecektir. “domestic violence” yani ev içi şiddetin, ısrarla aile içi şiddet şeklinde tarif edilmesi devam eden bir kasıttır. Bütün birlikte yaşam formlarını medeni durum, cinsiyet, tür ve yaş gibi kriterleri dikkate almaksızın aile olarak meşrulaştırmanın ifadesidir.
 e üyeler kendi kişisel özellikleriyle katılacaklar, görevlerini yerine getirirken bağımsız ve tarafsız davranacaklar ve görevlerini etkili bir şekilde yerine getirmeye müsait olacaklardır. Türkiye’yi temsilen GREVIO üyesi seçilen Prof.Dr. Aşkın ASAN kesinlikle tarafsız ve bağımsız değildir. İstanbul Sözleşmesi ve 6284 gibi kanun uygulamalarında aşırı feminist yaklaşımlar sergilemekten ve Aile Meclisi Platformu gibi meşru aile haklarını savunan gruplara FETÖCÜ gibi iftiralar atmaktan geri durmamaktadır. Toplum ve aile yapısı ile ilgili konularda toplumun önemli bir kısmı tarafından güven duyulmamaktadır.
 5 GREVIO, Sözleşmenin uygulamasıyla ilgili bilgileri, insan haklarının korunmasıyla görevli ulusal kurumlar yoluyla olduğu kadar sivil toplum kuruluşlarından ve sivil toplumdan da edinebilir. GREVIO’nun kendisine partner olarak seçtiği Sivil Toplum Kuruluşları genelde aşırı feminist veya LGBTQ sapkınlarının kuruluşları olmaktadır. Geleneksel toplum değerlerini savunan kurum ve kuruluşlara söz hakkı verilmemekte ve dışlanmaktadır. Avrupa Konseyi web sitesinde GREVO için gölge rapor hazırlayan ve kabul edilen kuruluşlar bu gerçeği açıkça ortaya koymaktadır.[41] Partner seçilen 5 kuruluştan 2’si sapkın LGBTQ oluşumudur. Diğerleri de seküler veya muhafazakâr feminist yapılardır.
 9 GREVIO, elde edilen bilgiler yetersiz ise veya 14. fıkrada hükmedilen koşullarda, ulusal makamların işbirliği ve bağımsız ulusal uzmanların yardımıyla, ülke ziyaretleri düzenleyebilir. Bu ziyaretler sırasında GREVIO’ya belirli konularda uzmanlaşmış kişiler yardımcı olabilir. GREVIO bu madde ile adeta müstemleke komiserleri gibi denetleme ve kontrol ziyaretleri yapabilecektir. Tüm kurum ve kuruluşlar da kendileri ile işbirliği yapmak ve bilgi paylaşmak zorunda kalmaktadır.
X. Bölüm – Diğer uluslararası enstrümanlarla ilişkiler
XI. Bölüm – Sözleşmede yapılacak değişiklikler
 Madde 72 – Değişiklikler
 1 Taraflardan herhangi birinin bu Sözleşmede değişiklik yapmak üzere getireceği her teklif, Avrupa Konseyi Genel Sekreterine iletilecek ve Genel Sekreter tarafından Avrupa Konseyi üye Devletlerine, bütün imza sahiplerine, bütün Taraflara, Avrupa Birliğine, Madde 75’in hükümleri uyarıca bu Sözleşmeyi imzalamaya davet edilen Devletlere ve Madde 76’nın hükümleri uyarınca bu Sözleşmeyi kabul etmeye davet edilmiş bütün Devletlere gönderilecektir. Türkiye’nin bunca sorunlu maddelere karşılık 1 tane bile değişiklik yapma talebinde bulunmaması ne büyük bir gaflettir!
XII. Bölüm – Son maddeler
 Madde 78 – Çekinceler
 1 2. ve 3. fıkralarda belirtilen istisnalar hariç, bu Sözleşmenin hiçbir hükmüne ilişkin çekince konamaz. İmzalarken çekince konulmasına dahi karşı çıkılıyorsa hedefe yani aile kurumunu yok etmeye ne kadar kilitlenmiş olduklarının fark edilmesi gerekirdi!
 2 Bir Devlet veya Avrupa Birliği, Sözleşmeyi imzaladığı esnada veya onay, kabul veya katılım belgesini teslim ederken, Avrupa Konseyi Genel Sekretine bildirimde bulunup aşağıdaki maddelerin hükümlerini uygulamama hakkını veya yalnızca spesifik durumlarda veya koşullarda uygulama hakkını saklı tuttuğunu beyan edebilir: Uygulamama hakkı verilen maddelerin hiç birisi esasa yönelik hükümler değildir!
 – Madde 30, 2. fıkra; Sigorta hasarını devletin karşılaması hakkında
 – Madde 44, 1.e, 3. ve 4. fıkra; 1.e:Yabancıların suç işlemesinde ikametgâh durumu
3. :Suçun işlendiği yerde yargılanma meselesi
4. : Devletlerin yargı yetkisi hakkında
 – Madde 55, küçük suçlara ilişkin Madde 35’e göre 1. fıkra; Farklı ülke topraklarında işlenen suçların yargılanması
 – Madde 37, 38 ve 39’a göre Madde 58; Zaman aşımı konusu
 – Madde 59. Oturma izni ile ilgili konular
 3 Bir Devlet veya Avrupa Birliği, Sözleşmeyi imzaladığı esnada veya onay, kabul veya katılım belgesini teslim ederken, Avrupa Konseyi Genel Sekreterine bildirimde bulunup Madde 33 ve 34’te belirtilen davranışlar için cezai yaptırımlar yerine cezai olmayan yaptırımlar uygulama hakkını saklı tuttuğunu beyan edebilir. Psikolojik şiddet veya taciz amaçlı takip için cezai olmayan yaptırım uygulama seçeneği söyleniyor. TCK ve 6284’e göre bunlarda en ağır şekilde cezalandırılmaktadır. Mağdur olduğunu iddia eden kişi kadınsa sadece beyanı yeterli görülmektedir.
 Madde 80 – Sözleşmenin feshi
 1 Taraflardan herhangi biri, Avrupa Konseyi Genel Sekreterine yapacağı bir bildirimle, herhangi bir zaman bu Sözleşmeyi feshedebilir. Türkiye her an bu sözleşmenin feshini isteyebilir!

Bunun için her hangi bir engel veya yaptırım yoktur!

Ek – İmtiyazlar ve muafiyetler (Madde 66) GREVIO üyelerinin süper yetkili ve korumalı müstemleke komiserleri olduğu bu bölümde ayrıntılı olarak açıklanmıştır.

Ercan ÖZÇELİK
Türkiye Aile Meclisi Yönetim Kurulu Üyesi
Kartal İlçe Başkanı

KAYNAKLAR

Görsel kaynağı: Avrupa Konseyi Resmi Web Sitesi

[1] https://rm.coe.int/1680462545

[2] https://dictionary.cambridge.org/dictionary/english/domestic-violence

[3] https://freeclassicebooks.com/Thomas%20Hardy/Novels/Mayor%20of%20Casterbridge.pdf

[4] https://www.medyafaresi.com/foto-galeri/ingiliz-erkekler-karilarini-satiyor/802837/5

[5] HS5/127 İbn Hişâm, Sîret, V, 127.

[6] https://hadislerleislam.diyanet.gov.tr/sayfa.php?CILT=7&SAYFA=128&SRC=k%C3%B6leler

[7] D2144 Ebû Dâvûd, Nikâh, 40-41.

[8] T1163 Tirmizî, Radâ, 11.

[9] https://hadislerleislam.diyanet.gov.tr/sayfa.php?CILT=4&SAYFA=215&SRC=yediklerinizden

[10] https://kuran.diyanet.gov.tr/mushaf/kuran-meal-2/nisa-suresi-4/ayet-34/kuran-yolu-meali-5

[11] M6050 Müslim, Fedâil, 79

[12] M5312 Müslim, Eşribe, 139.

[13] D2144 Ebû Dâvûd, Nikâh, 40-41.

[14] https://www.youtube.com/watch?v=4FudU_m8kbk

[15] https://gaiadergi.com/trans-kadinlar-da-var-2016-turkiye-trans-guzellik-yarismasi/

[16] http://www.sanalbasin.com/5-yilda-2-milyon-erkek-evden-uzaklastirildi-33356314

[17] https://www.ahmethakancakici.com/2018/10/ailesiz-toplum-4-bi-acayip-aileler.html

[18] https://www.dw.com/tr/pedofili-tart%C4%B1%C5%9Fmas%C4%B1/a-17013042

[19] http://www.lambdaistanbul.org/s/medya/hollandada-pedofili-partisi-secime-katilacak/

[20] https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-43481172

[21] https://www.mynet.com/fransada-riza-yasi-tartismalari-110103722010

[22] http://www.guncelegitim.com/haber/10433-ogretmen-dusuk-not-verirse-taciz-etti-derim.html

[23] https://www.yeniakit.com.tr/yazarlar/sefa-saygili/kadinin-beyani-esastir-denilirse-29378.html

[24] http://www.sanalbasin.com/hz-yusuf-kadinin-beyaninin-esas-alindigi-bir-sistemde-yargilansaydi-32748519

[25] http://www.sanalbasin.com/5-yilda-2-milyon-erkek-evden-uzaklastirildi-33358769/

[26] https://adlisicil.adalet.gov.tr/Resimler/SayfaDokuman/1982019170455istatistik2018.pdf

[27] https://rm.coe.int/bianet-shadow-report-grevio/168072fc27

[28] https://rm.coe.int/turkey-shadow-report-2/16807441a1

[29] https://rm.coe.int/kadem-shadow-report-turkey/168074c1dc

[30] https://www.coe.int/en/web/istanbul-convention/turkey

[31] https://www.haberturk.com/trans-bireyin-gogus-buyutme-ameliyatini-devlet-karsilayacak-2158570

[32] https://www.youtube.com/watch?v=pmYqzXG8_dI

[33] https://www.yeniakit.com.tr/haber/etcep-projesi-ile-cocuklara-escinsel-sapkinlik-asilaniyor-580447.html

[34] http://www.hurriyet.com.tr/gundem/emine-erdogan-hayati-engelliler-ve-engelsizler-diye-ayirmayalim-41157080

[35] https://www.yeniakit.com.tr/haber/6284-yuva-yikiyor-393091.html

[36] http://www.kubraakkaya.av.tr/kocami-aldattim-ve-o-bunu-ispat-edip-cocugun-velayetini-alacagini-soyluyor-alabilir-mi.html

[37] https://annebebekkulubu.com/cocuk/icradan-satilik-cocuklar/

[38] https://www.blogarti.com/ulkelere-gore-resmi-evlenme-yaslari.html

[39] http://www.sanalbasin.com/cezaevindeki-genc-evlilik-magdurlarina-mujde-32809334/

[40] https://www.youtube.com/watch?v=8IQXhWUcGbg

[41] https://www.coe.int/en/web/istanbul-convention/turkey

 




Sizce Hangi Sözleşme Daha Zararlı?

Eğitim ve Aile yapımıza zararı tartışılmaz olan bu 3 anlaşma hakkında, vatandaşlarımızın görüşünü merak ederek, sizce hangisi daha zararlıdır şeklinde bir twitter anketi düzenledim. 309 kişinin oylaması ile çıkan tablo, önemli bir ibret ve derin bir oyunun vesikası oldu. Bu anketten yola çıkarak düşünce ve tespitlerimi paylaşmak istiyorum.

Milletin eğitimini ABD’nin kontrol ve tekeline sokan, yani nesiller boyu yerinde saymamıza, ilim ve irfanda geride kalmamıza, sürekli yapbozlarla nesilleri heba etmemize neden olan ve resmen ABD mandasına girişimizin delili olan anlaşma, Fulbright Anlaşmasıdır. Kaldı ki bu anlaşmanın uygulanmasını denetlemek için kurulan komisyonun adı da “Birleşik Devletler Eğitim Komisyonu“dur. İnanmayan veya henüz duymayanlar TBMM’nin resmi adresinden((https://www.tbmm.gov.tr/tutanaklar/KANUNLAR_KARARLAR/kanuntbmmc032/kanuntbmmc032/kanuntbmmc03205596.pdf)) bakarak görebilirler. Neslimizi eğitim alanında kurutmaya hedeflenen bu müstemleke anlaşması, 1946 yılında CHP ve İsmet İNÖNÜ Hükumeti tarafından imzalanmıştır.

Toplumsal Cinsiyet Eşitliği fitnesini ilk defa ortaya atan ve geleneksel kadın-erkek rollerine, yani aslında din ve kadim geleneklere dünya çapında savaş açan sözleşme, Birleşmiş Milletler CEDAW Sözleşmesidir((https://www.tbmm.gov.tr/komisyon/kefe/docs/cedaw.pdf)). Bütün şeytani emellerinin önüne de kadınları koyarak, güya onları koruma adına yuvalarından koparmak ve annelikten uzaklaştırmak amacıyla tasarlanmıştır. Sonrasında yapılan ek sözleşmelerle kendi komiser grubu olan GREVIO komisyonunu “Kadınlara Karşı Ayrımcılığın Önlenmesi Komitesi” adıyla her ülkede kurdurarak, feminist ve hatta terör sempatizanı kadın gruplarının bu alanda cirit atmasını, LGBTQ+ sapkınlıklarının yayılmasını sağlamıştır. Mesela, İstanbul’da 1993 yılında kurulan “Kadının İnsan Hakları – Yeni Çözümler Derneği“, birçok feminist ve LGBTQ+ oluşumlarına üye olarak faaliyet gösteriyor. Bahsettiğim gruplar ile birlikte düzenli olarak CEDAW Komitesini etkilemek için “CEDAW Türkiye Gölge Raporları“ hazırlayarak Türkiye adına alternatif bilgilendirme, şikayet, karalama ve karar vericileri etkileme faaliyeti gösteriyor. Bu aile yıkım sözleşmesi de maalesef alnı secdeli dindar liderlerimizden Turgut ÖZAL tarafından 1985 yılında imzalandı ve işletildi.

Aile yapımızı parçalama projesinin, Avrupa Birliğinde tasarlanan son halkası da İstanbul Sözleşmesi olmuştur((https://rm.coe.int/1680462545)). Bu sözleşmenin içerdiği maddelere uygun ifadelerden birisi olan “farklı aile formlarının toplumlara öğretilmesi” yani eşcinsel ve benzer sapkın evliliklerin tanınması anlamına gelen cümlelerin yer aldığı AB Bildirgesine, 2010 yılında imza atmayan zamanın Aile Bakanı Sayın Selma Aliye KAVAF, büyük bir kumpas ve planlı medyatik saldırılar neticesinde görevden alınmıştır. Yerine gelen Sayın Fatma ŞAHİN ise kısa sürede bu sözleşmenin, hem de İstanbul’da imzalanmasını sağlayarak, büyük bir başarı (!) göstermiştir. Sonrasında çıkarılan 6284 sayılı yasa ve uygulamalarının aileleri nasıl dağıttığını, boşanma ve nafaka kaynaklı kadın cinayetlerinin nasıl patlama yaptığını, hep birlikte dehşetle izliyoruz. Bu şeytani İstanbul Sözleşmesini de, halkın büyük bir teveccühle iktidara getirdiği Sayın Recep Tayyip ERDOĞAN’a 2011 yılında imzalattılar. Yani, bizi bize vurduruyorlar.

Şu 3 sözleşme içinde, aslında en zararlıları olan Fulbright ve CEDAW yerine, İstanbul Sözleşmesinin ankette oy patlaması yapmasının bir başka şeytani hedefi de, halkın en son ve en çok sevdiği liderinden soğutulması ve çaresiz bırakılmasıdır. Böylece hem geçmiş günahların üstü örtülecek, hem de şimdiki liderin aşırı yıpratılarak icraat yapamaz hale gelmesi sağlanacaktır. Sayın Cumhurbaşkanı bu tuzağı fark etse bile, aşırı velvele, yerli-yabancı feminist akımların medya destekli baskı ve yönlendirmeleri, sapkın ve anarşist güçlerin şerlerinden çekinerek, sözleşmelerden çıkması önleniyor. Bu hain odaklar en mahrem yere kadar ulaşarak, Sayın Emine ERDOĞAN’ın demeçlerini bile istedikleri şekilde yönlendirebilecek sinsiliğe ve etki gücüne sahiptir. “Sevgili aileler, lütfen çocuklarımızı engel, cinsiyet, ırk gibi farklılıklara karşı nötr yetiştirelim.” demecindeki NÖTR kelimesi sapkınlıkları normalleştirme ve kabullenme amacına hizmet etmektedir. 18 yaş altı genç evliliklerini de batılıların jargonuyla “Çocuk yaşta zorla evlilik hiçbir surette kabul edilemez ve en büyük şiddettir, insan hakları ihlalidir, suçtur. Daha çok kızlarımız erken evliliğin mağduru olmaktadırlar. Bu, kadın haklarının dahi hiçe sayılması anlamına gelir.” şeklinde ifade etmesi, dinle ve diyanetle, toplumun gerçekleriyle çelişmektedir. 18 yaş altı gençler 13 yaşından itibaren flört edebilir, 15 den sonra rıza ile cinsel ilişkiye girebilir. Karşı çıkan olursa İstanbul Sözleşmesine ve yasalarımıza göre o bir “KADIN” dır. Ama zina yapmak yerine, helalinden ve her tarafın rızası ile evlenmeye kalkarsa birden bire “ÇOCUK” olur. Evlendirenler veya evlenen gençler tecavüzcü olarak damgalanıp hapse atılır. Gerçek sapık ve tecavüzcülerin arasında tutulur. Tıpkı halen hapiste olan 8.000 civarındaki genç evli, başka da bir suçu olmayan kardeşlerimiz gibi. Bu gençlerin dışarıda sahipsiz kalan eş ve çocuklarını kimse sormaz. Twitter mesajlarından, hapse atılan kocalarının bırakılmasını isteyen onlarca mağdur genç kadının şikayet videolarını izleyebilirsiniz.

Bu kirli oyunun bir an önce boşa çıkarılması, halkın ve ümmetin ümitlerini bağladığı Sayın Recep Tayyip ERDOĞAN’ın bu şeytani halkadan koparılması gerekir. Bütün bunları görüp bildiği halde müdahale etmeyen ve hakkı söylemeyen, yetkili veya ilgili kişilerin tamamı, ya gerçek birer haindir veya ehliyetsiz ve liyakatsiz, beceriksiz birer gafildir. Yüce Mevla’m her şekilde bunlardan kurtarsın ve liderlerimize hakkı eğip bükmeden konuşan, hayra çağıran, şerden uzaklaştıran gerçek vatansever, hakiki dindar, ehil ve liyakatli yardımcılar göndersin.




Savaşlar Hiç Bitmedi, Sadece Şekil Değiştirdi!

Yakın zamanlarda meydana gelen I. ve II. Dünya savaşlarından sonra, devletlerin doğrudan karıştıkları savaşlarda sayıca azalma görülmesine rağmen, savaş sayılabilecek olaylarda ölen veya etkilenen insanların sayısında sürekli bir artış var. Üstelik zarar gören bu insanların, çok büyük bir kısmı da Müslümanlar!

11 Eylül saldırıları gibi planlı tezgahların bahane edilerek, Irak ve Afganistan’ın fiilen parçalanması, Libya’nın işgal edilerek bölünmesi gibi olayların temelinde, tarihsel haçlı zihniyetinin ve siyonist fırsatçılığının yoğurduğu yağma ve sömürü zihniyeti vardır ve hiç değişmemiştir.

Küresel eşkıya devleti ABD, bir ülkeye göz koyduğunda topyekun sivil-asker demeden uzaktan ve korkakça bombalarla yok etmeye çalışıyor. Afganistan, Suriye, Pakistan, Libya ve Irak ülkelerinde görüldüğü üzere, çoğu kere doğrudan çatışmalara girmekten kaçınıyor. Kendisinin kurup donattığı, eğitim verdiği Müslüman görünümlü haçlı ve siyonist köpeği örgütlerin çıkardığı kaostan besleniyor. Bu ülkelerdeki varlığı savaşmaktan ziyade, gayri meşru terörist çocuklarını beslemek ve onlara lojistik destek vermek içindir. DEAŞ ve PYD-PKK teröristlerine, kaç bin kamyon silah ve mühimmat verdiğini sayamaz olduk artık!

PYD, YPG, PKK, DEAŞ, El Kaide, Boko Haram gibi terör örgütleri nedense hep Müslümanları öldürüyorlar.  Suriye’de DEAŞ’ın saldırdığı bazı sivil Hristiyanlar dışında, Hristiyan veya Siyonist ülke güçlerine saldırmadılar! Köşeye sıkıştıklarında veya aşırı yaralıları çıktığında, ABD ve İsrail tarafından doğrudan korumaya alındılar ve hatta tedavi edildiler. Bu lanetli terör örgütlerinin biricik amaçları, sahiplerinin emrettikleri yerlerde istikrarı bozmak, mümkün olduğu kadar can ve mal kaybına neden olmak, Müslümanlar arasında birliği değil korku ve güvensizliği beslemek, İslam’ın gerçek mesajının dünyaya yayılmasını önlemek ve tam tersine suni İslam korkusunu büyütmektir.

Bu yapılan ahlaksız, ilkesiz ve acımasız saldırılara Vekalet Savaşları deniyor. Emperyalist ülkeler, artık sahadaki terör örgütleri üzerinden savaşıyorlar. Hem can kayıpları olmuyor, hem her tarafa silah satarak para kazanıyor, hem petrol ve diğer zenginlikleri neredeyse bedelsiz sömürüyor ve hem de çatışmalar kontrolden çıktığında veya işlerine gelmediği sırada, olayları durdurarak kahraman ülke taklidi yapıyorlar. Terör  yüzünden İslam ülkelerinin enerjisi ve zenginlikleri boşa harcanıyor, insanları kırılıyor, maddi ve manevi çöküş sürecine giriyorlar.

FETÖ gibi kukla örgütler de içimize kadar sirayet edebildiği için, onlarla uğraşmaktan kuklacı zalimlere dönemiyoruz. Kuklaların başarısı, efendilerinin amaçlarının gizlenmesine ve güçlenmesine hizmet ediyor.

Şükürler olsun ki, artık vekalet savaşlarında kullanılan maşaları rahatlıkla görebiliyor ve Suriye harekatlarında olduğu gibi, vatanımızdan süpürebiliyoruz. Terör örgütlerine karşı mücadeleyi, Kahraman Güvenlik Güçlerimiz hem yurt içinde, hem de yurt dışında başarıyla veriyor.

Fiziksel savaş unsurları ve taşeronlarına karşı gösterdiğimiz başarının tam zıddı olarak; sosyal, ahlaki ve psikolojik savaşta işgal edilmemiş bir bölgemiz kalmadı! Derin bir kültürel yağma ve erozyona maruz kaldık.

Vekalet savaşları sadece terör örgütleri üzerinden yapılmıyor çünkü. Düşmanın hava kuvvetleri yerine, havadan sinyallerle yuvalarımıza doğrudan giren TV ve İnternet güçleriyle işgal altındayız. Bizleri yok etmek isteyen düşman ülkelerin silahlı askerleri yerine, “kökümüzü kazımaya” yemin etmiş feminist dernekler, medya, kökü dışarıda amaçları karanlık LGBTQ+ ve türevleri sapkın örgütler, masonik mihraklar, içimize sokulmuş truva atı gibi çalışan KADEM gibi başkalaşmış dernekler, her türlü şeytanlıkta ve ahlaksızlıkta gönüllü misyonerliğe soyunan sanatçı/ünlü müsveddeleri ve tüm bunların sistematik baskılarıyla değiştirilip eziyete dönüştürülen yasal mevzuatımız var!

İşgal kuvvetlerinin zihniyetini savunan, aklını ve gönlünü kiraya veren, İslam ve aile düşmanı ideallerini benimseyerek, yasalar ve sözleşmeler yoluyla içimize almaya çalışan siyasilerimiz var. Bütün bu saldırı akınlarından bihaber gibi davranan, bizden bilip inandığımız, ama hüsranlarımıza dönüşen liderlerimiz var.

Marshall Planı ve Anlaşması kapsamında ekonomik büyümesi ve sanayileşmesi, yardım kılıfında durdurulan Türkiye’nin, gelecek nesillerinin eğitimleri de Fulbright Anlaşması ile ipotek altına alınmış,  sosyal kalkınma ve iyileşmesinin önüne geçilmiştir. Bu iki anlaşma, resmen ABD hegemonyasına girişimizin açık delilleridir.

Siyonist mihrakların, tüm dünyadaki nüfusu radikal şekilde düşürmek üzere, aile yapılarının çökertilmesi için tasarladığı CEDAW ve İstanbul Sözleşmesi hız kesmeden toplumu ifsad etmeye, aile kurmayı zorlaştırmaya, kadın ve erkek arasındaki çatışmayı körüklemeye devam etmektedir. Kadın cinayetlerinin yapılan bunca kanuni düzenlemelere rağmen artması, evlenme oranlarının düşmesi, boşanmaların çoğalması bu alçak hedeflere ulaşıldığını gösteriyor.

Vekalet savaşlarının maddi cephelerinde sağladığımız başarının, manevi cephelerde de yaşanması için; hep birlikte tövbe etmeye, Rabbimize yönelmeye ve sabır-şükür dairesi içinde çalışmaya ihtiyacımız var. Şeytana ve şeytanın askerlerine kaptırılacak bir tane bile evladımız yoktur! Hiçbirisinden vazgeçemeyiz, boş verip pes edemeyiz! Ailemizi ve neslimizi hedef alanlara hoşgörüyle sessiz kalamayız! Sadece yaptıklarımızdan değil, yapmamız gerekirken yapmadıklarımızdan da hesaba çekileceğiz!

Yüce Rabbim bizlere hidayet versin. Hak yolunda buluşmamız ve gayretimiz için yardım eylesin…

Görsel Kaynağı: https://2.bp.blogspot.com




Tarikatlar Okullarımızda!

Gazetelerde şöyle bir haber yayınlansa:

“Nakşibendi Tarikatı ve Ankara Valiliği “Nakşibendi Okulda” projesi kapsamında işbirliği için protokol imzaladı. Ankara Valiliğinde yapılan imza törenine Nakşibendi Halifesi Filanca Bey katıldı. Proje kapsamında, Ankara’daki okullarda erdemli insanların taşıması beklenen değerlerin aktarılması, milli ve manevi yapımıza sahip çıkan nesillerin yetişmesi için; öğrencilere, öğretmenlere ve velilere yönelik eğitim programları, kötü alışkanlıklardan çocuklarımızı koruyabilmek için alternatif hobi kursları, düzenlenmesi planlanıyor.”

Sizce neler olurdu?

Ortalık birbirine girerdi. Ne Valiliğe, ne Bakanlığa, ne de Sayın Cumhurbaşkanına söylenmedik söz kalmazdı. İrticanın hortlamasından tutun da, iyi saatlerde olsunların tekrar göreve çağrılmasına kadar, her türlü reaksiyon gösterilirdi. Avrupa Birliği ve ABD derin endişelerini paylaşır ve gözdağı mesajları yayınlardı…

Aslında bir tarikat bunları yaptı ama kimse sesini çıkarmadı. Hatta Bakanlık düzeyinde taltif edildi.((https://www.egepolitik.com/milli-egitim-bakani-ndan-rotary-okulda-projesine-tam-destek/54021/)) Birlikte pozlar verildi.((https://www.bursadabugun.com/haber/bakan-ziya-selcuk-tan-rotary-okulda-projesine-tam-destek-1175470.html)) İzmir Valiliğinde benzeri bir protokol imzalandı.((https://www.haberekspres.com.tr/izmir/rotary-okulda-h128355.html)) Okullarımız ziyaret edildi.((https://rotary2440.org/news/karia-rk-rotary-okulda/)),((http://www.okulnews.com/yasam/rotary-okulda-ogrencilerin-yaninda-h1649.html)) Bu iş için siteler((https://rotaryokulda.com/)), sosyal medya hesapları((https://twitter.com/rotaryokulda)),((https://www.instagram.com/rotaryokuldacom/?hl=tr)) kuruldu. Hem öğrencileri, hem öğretmenleri hem de velileri eğiteceklerini ilan ettiler. Ama kimse onları engellemedi! Çünkü bu tarikat İslam’la ilgili değil; Yahudi dostu, ABD menşeli Rotary Kulübüydü. Tıpkı Lionslar ve Masonlar gibi.  Anlayacağınız Müslüman STK’ların okullarımıza girmesi yasak, ama Siyonist Yahudi, ABD ve AB yörüngesindekilere serbest!

Kimse buna karşı çıkmadığı gibi, bütün resmi kurumlar tam destek veriyordu. Çünkü ta en tepeden Bakanlık seviyesinden bir olumlama vardı. Ta ki, muhafazakar çevreler bu durumu fark edip sosyal medya ve basında eleştirene kadar.((https://www.milligazete.com.tr/haber/3224029/rotary-okulda-nesiller-tehlikede)),((https://www.yeniakit.com.tr/yazarlar/osman-atalay/milli-egitim-rotary-istanbul-sozlesmesi-30199.html)) Bu sefer Milli Eğitim Bakanlığı resmen CERBEZE (cerbezeyi merak edenler Modası Asla Geçmeyen Şeyler: Hamaset ve Cerbeze  yazımı okuyabilirler) yaparak “Bakanlığımız tarafından bu konuda il milli eğitim müdürlüklerine gönderilen bir talimat bulunmamaktadır.“((https://www.trthaber.com/haber/gundem/mebden-rotary-okulda-projesine-destek-iddiasina-yalanlama-437892.html)) dedi.

Talimat göndermenize zaten gerek yoktu. Sayın Bakanımız proje sahiplerini makamında kabul ederek Rotary Bayrağı ile resim vermedi mi? Sayın Valilerimiz Rotary Derneği ile işbirliği protokolleri yapmadı mı? Rotary derneği okullarımızın içine girerek süslü söz ve hediyelerle projelerini fiilen başlatmadı mı?

Milli Eğitim Bakanlığının ciddiyetine inanmak için, Valiliklerle bu konuda yapılmış olan tüm protokollerin iptal edilmesini, site ve sosyal medya hesaplarının yayından kaldırılmasını, okullarımıza Rotary Derneklerinin uzman, üye veya her hangi bir vasıfla girerek faaliyette bulunmalarının yasaklandığını ilan eden, bir genelge çıkarmalarını bekliyoruz!

Toplumsal Cinsiyet Eşitliği projesinde de aynı şeyleri yaşadık. Milletten itiraz gelince sözde geri adım atılıyor, ama bu hastalıklı zihniyetin müfredat içeriğindeki etkileri halen devam ediyor. Din dersleri dışında yazılan ders kitaplarının yazım dili materyalist ve katolik batı düşüncesinin tesiri altındadır. Allah’ın yaratıcı olarak kabul edilmediği ve ısrarla doğaya, evrime güç verildiği söylemler hakimdir.

Bu müfredatla Milli Mefkureye sahip çıkacak nesilleri beklemek safça bir hayaldir. Çünkü müfredatın üzerinde politika belirleyen ve denetleyen Fulbright Anlaşmasına((http://ercanozcelik.com/milletimizin-kaynagi-ailemiz-boyle-yok-ediliyor/#egitimin_kultur_ve_genel_ahlak_degerlerinin_aktarilmasinda_yetersiz_birakilmasi)),((https://www.tbmm.gov.tr/tutanaklar/KANUNLAR_KARARLAR/kanuntbmmc032/kanuntbmmc032/kanuntbmmc03205596.pdf)) dayalı olarak kurulan “Birleşik Devletler Eğitim Komisyonu” ve onun ABD salt çoğunluğunda çalışan komiserleri vardır. Yıllardır eğitim sistemimizin yap-boz oyununa dönmesinde bu ve benzeri odakların yıkıcı etkilerini görmezden gelemeyiz.

CEDAW((http://ercanozcelik.com/milletimizin-kaynagi-ailemiz-boyle-yok-ediliyor/#cedaw_ve_istanbul_sozlesmelerinin_imzalanarak_aileye_tuzak_kurulmasi)),((https://www.tbmm.gov.tr/komisyon/kefe/docs/cedaw.pdf))dan sonra İstanbul Sözleşmesi((https://rm.coe.int/1680462545)) de bu Aile-Nesil yıkım ekibinin son halkası olarak eğitimdeki etkilerini göstermiştir. Boğaziçi Üniversitesinde cinsiyetsiz tuvalet akımına yasal dayanak olmuştur.((https://akademisyenler.org/ilk-cinsiyetsiz-tuvalet-bogazici-universitesinde/)) Bu olay, İstanbul Sözleşmesinde yer alan toplumsal cinsiyet rollerinin “kökünden kazınması” için atılmış bir adımdır. İstanbul Sözleşmesini kutsal bir metin gibi savunan ve koruyan KADEM’in, Boğaziçi Üniversitesindeki öğrencilerin bu girişiminden rahatsız olması da traji-komik bir durumdur.((http://kadem.org.tr/genel-ahlaka-uymayan-ve-mahremiyete-acik-bir-saldiri-olan-olaya-iliskin-kamuoyu-aciklamamiz/)) Kendi yaptığı yemeğin tadından şikayet eden aşçıya, saygı gösterilir mi?

Milli Eğitim sistemimizi; Fulbright Anlaşması gibi felç eden hastalıklardan kurtarmak, kökü dışarıda  olan gayri milli akımlardan da korumak zorundayız.

Yüce Rabbimiz, yöneticilerimize sürekli zihin açıklığı, şuur ve basiret nasip eylesin! Yönetilen bizleri de kendi yolunda birlik ve beraberlik içinde kılsın İNŞALLAH!…

 




Demokrasi Galerimizi Puthaneye Çevirmişiz!

Kıymetli bir dostumun söylediği gibi, bugünlerde halimiz (Allah muhafaza eylesin) cahiliye dönemi Araplarından neredeyse farksız oldu!

Cahiliye Arapları tapınmak için helvadan putlar yapar, aç kalınca dayanamayarak onları yermiş.

Bizde, toplumun ihtiyacı ve rızası var mı diye doğru dürüst sorgulamadan, çoğu kez dayatma şeklinde yasalar çıkarıyoruz. Bu yasaların yanlış olduğunu anlasak da değiştiremiyor, adeta putlaştırıyoruz. Uygulamada işin ucu kendimize dokununca da, en başta ihlal eden yine bizler oluyoruz!

Örnek derseniz o kadar çok ki!

Güncel olandan başlayalım: Mesela, Sigara yasağı!

Sigara yasağı kanun ve yönetmeliklerini yazan bürokratlar, Milletvekilleri, uygulamak zorunda olan yöneticiler ve idarecilerin hemen hepsi, şayet sigara kullanıyorlarsa, kendi makam odalarında veya kurum içinde kapalı mekanlarda sigara içmekten vazgeçmiyor.

Yabancı birileri, misafir veya amirler gelince gizlemek dışında, pek bir şey değişmedi!

Kadına pozitif ayrımcılık adına, erkekler için özellikle evlilik hayatını Cehenneme çevirebilecek mevzuatları, İstanbul ve CEDAW gibi müstemleke sözleşmelerini imzaladık. Bu durum çığırından çıktı ve bütün erkeklerin hayatı, geleceği, şerefi, bir kadının iki dudağı arasından çıkacak “beyana” bağlandı. Yalan da olsa, iftira da olsa, ispat şartı olmaksızın infaz hükümleri uygulandı. Zulmü herkes görüyor ama putlaşan kanunlara dokunamıyor!

Kendisini eşine ve çocuklarına adamış, Allah’ın ve Peygamberin gösterdiği yolda ilerleyen kadınlarımızın, ayaklarında Cennet kokusunu, ellerinde Cennet bereketini taşıdığına inanıyor ve feminizm belasıyla yine bu Cennet kadınlarının desteğiyle başa çıkılabileceğini iyi biliyoruz. Allah onlardan razı olsun, sağlık ve mutlulukla dolu uzun ömürler ihsan eylesin.

Bazı kadınların teşhircilikte çığır açan halleri, Türk Ceza Kanunu 225. maddesinde Hayasızlık ve Teşhircilik suçu ile tanımlı olduğu halde, haklarında bir işlem yapılmıyor. Çünkü kadınlar da putlaştırıldı. Dokunmayı bırakın, yan bakan veya ağzını açan bile yanabiliyor. Özgürlük putumuz  da var zaten. Onlara her şey serbest!

Eğitim sistemimizi Fulbright Anlaşması ile ABD’nin yönetimine verdik. Nitekim, bu anlaşmanın sağlıklı yürütülmesini denetleyen komisyonun resmi adı  “Birleşik Devletler Eğitim Komisyonu”dur! Teknik olarak eğitimde ABD’nin 51. eyaleti sayılırız. Bu yüzden okula giden çocuklarımızın manevi değerleri alt üst oluyor, dinsizliği, İslam inancı yerine tabiatçılığı, evrimciliği benimseyen felsefeyle bozuluyorlar.  Genel müfredatın içine sonradan eklenen seçmeli Kur’anı Kerim ve Hz. Peygamberin Hayatı gibi dersler beklenen faydayı sağlamıyor. Bozuk sütün içine eklenen sağlam süt gibi, etkileri kısa sürede kayboluyor. Müfredat putunu kökünden temizleyecek bir babayiğit henüz çıkmadı! Yamalar ve sürekli sistem değişiklikleri ile nesillerimiz heba olup gidiyor. Milyonlarca işsiz ve beceriksiz, inanç sistemleri alt üst olmuş, ailesine ve milletine yabancılaşmış gencimiz bu felaketin sonucudur.

Toplumun yapısına ve insanların fıtratına uymayan yasaklar, en ufak fırsatta çiğnenmek zorunda kalınıyor. Sakal yasağı gibi!

Kamuda çalışan erkeklerin sakal yasağı kağıt üzerinde kaldı. Siyasetçiler ve bürokratların büyük bir kısmı sakal bırakıyor. Yönetimin imkanı olduğu halde, bu yasağı kaldırmayıp fiili durumda serbestmiş gibi davranması, insanları ikircikli bir duruma sokuyor. Sakal mevzuatı da putlaştığından değiştirilemiyor. Belediyeler gibi değişen yönetimlerde ise her gelenin keyfine göre tutum sergilemesine meydan veriliyor. Mevzuatı uygulayanlar kötüleniyor.

Halen geçerli olan ancak, fiilen uygulanmayan 671 sayılı Şapka Kanunumuz var: “Türkiye Büyük Millet Meclisi azaları ile idarei umumiye ve hususiye ve mahalliyeye ve bilümum müessesata mensup memurin ve müstahdemin Türk milletinin iktisa etmiş olduğu şapkayı giymek mecburiyetindedir.Türkiye halkının da umumi serpuşu şapka olup buna münafi bir itiyadın devamını hükümet meneder” Millet Vekilleri ve Memurlar tamamen, halkta şapkadan başka bir şey giymemekle zorunlu tutulmuştur. Hayatın çok gerisinde kalan bu kanun neden değiştirilemez? Bu özelliği neyle tanımlanabilir?

Lakap ve unvanların kullanılmasını yasaklayan, 2590 sayılı kanun da hayatın akışına ve topluma ters düşenlerden birisidir. “Madde 1- Ağa, Hacı, Hafız, Hoca, Molla, Efendi, Bey, Beyefendi, Paşa, Hanım, Hanımefendi ve Hazretleri gibi lakap ve unvanlar kaldırılmıştır. Erkek ve kadın vatandaşlar, kanunun karşısında ve resmi belgelerde yalnız adlariyle anılırlar.” Bu kanun çıkarıldığı dönemde dahi, fiilen uygulanmamıştır. Halen kaldırılamamasına başka ne ad verilebilir?

677 Sayılı Tekke ve Zaviyelerin Kapatılmasına Dair Kanun da, kendisinden beklendiği şekilde tarikat ve cemaatlerin yok edilmesini sağlamamış, tam tersine daha kararlı şekilde örgütlenmelerine neden olmuştur. Bu yapıların devlet tarafından yok sayılması, tıpkı devekuşunun başını kuma gömmesi kadar etkili olabilmiştir. Kanunla insanların mağdur edilmesinin, dini değerlerin suistimal edilmesinin önlenmesi düşünülse de, boşluk ortamında kayıt dışı büyümenin derinliği kontrolden çıkmış, ehliyet ve liyakat gibi sorgulamalar yapılamaz olmuştur. Bugünlerde, Ali Kalkancı gibi şarlatanların ortaya çıkarak, peşlerine düşen insanları defalarca sömürebilmesi için bütün şartlar mevcuttur. Kanunla yasaklanan tarikat ve cemaatler devlet kurumlarında kısmen veya tamamen nüfuz ortamına kavuşabilmektedir. Öyleyse putlaştırılan yasaları kaldırarak, düzen ve denetimi sağlayan yasaları koymak daha doğru olmaz mı?

Avrupa Birliği (AB) olarak putlaştırdığımız hedefe ulaşabilmek için, neredeyse bütün manevi değerlerimize savaş açtık!

Faizden vazgeçemiyoruz ama, meşru alternatifi olan ticareti zorlaştırmak için her şeyi yapıyoruz! Türkiye’de her hangi bir işletmenin faiz pisliğine bulaşmadan faaliyet göstermesi imkansızdır! Bütün maliye kanallarımızda faiz zehiri dolaşmaktadır.

İmkanı ve fırsatı olan erkekler, özellikle ünlüler, birden fazla kadınla düşüp kalkıyor! Onların baş döndüren zina trafiğini normal görerek, magazin haberlerinde takip eder olduk. Ama zinaya düşmek istemeyenler için helal alternatif olan ikinci, üçüncü evliliği yasaklıyor ve ayıplıyoruz. Yani sınırsız zina serbest ama, helal olan ikinci, üçüncü evlilikler yasak! Putlaştırdığımız medeni kanun da hayatın akışından uzak ve ters duruyor. Zaten geldiği yer de bizden değildi!

İdam cezasını kaldırıp, Allah’ı ve maktüllerin can hakkını yok saydık! Adalete olan inancı sıfırladık. Vahşi katil ve sapıkların belasını, hapishanede kendileri gibi suçlu olanlardan bulmasını umar olduk! Devlete baş kaldıran ve masumları öldüren hainleri de beslemeye devam ediyoruz.

Domuzu normal kasaplık hayvanlar kategorisine ekledik! Büyük bir kısmı domuzdan ve az bir kısmı da mundar sığırlardan üretilen jelatin gibi katkıları hiç sorgulamadan ithal edip her üründe kullanmaya devam ediyoruz. Türkiye Helal Akreditasyon Kurumu var ama etkisi yok. Çünkü denetimleri zorunlu değil, gönüllü talebe bağlı. RTÜK kadar yaptırımı yok!

Zinayı ve hayasızlığı suç olmaktan çıkardık! Babalar dahi, öz kızlarını başkalarıyla zinadan men edemez oldu! Tepki gösterenler kendini karakolda ve mahkemede buldu!

İstanbul Sözleşmesiyle birlikte, her türlü cinsi münasebeti ve bunları yaşayanları hoş görmek zorunda bırakıldık! Oğullarımıza adamlığı, kızlarımıza kadınlığı ve anneliği öğretmemiz ayıp, toplumsal cinsiyet eşitliği düşmanlığı ve “kökü kazınacak” gerici eylemler olarak yasalarımızın üzerinde kabul edildi! Zulmün sesleri arş-ı alaya yükselince sayın Cumhurbaşkanı “İstanbul Sözleşmesi nas değildir.” dedi. O kadar. İstanbul Sözleşmesinin feminist savaşçıları bütün devlet kurumlarında ve siyasilerin yanında muteber konumdadır. İstanbul Sözleşmesi tam anlamıyla putlaşan bir olgudur!

1989 yılında, Türk Medeni Kanununda (TMK) yapılan bir kelime değişikliği büyük bir zulme ve köleliğe yol açtı. “Süresiz” nafaka ifadesi,  4721 Sayılı TMK’nın 175. maddesinde aynen korundu ve zulme devam denildi! 31 yıldır putlaşan bu zulüm yüzünden insanlar sıkıntı yaşıyor, hapse düşüyor, sigortalı çalışamıyor, yeniden evlenemiyor, evlense de huzur bulamıyor ve en kötüsü, çocuk haczi de eklenince kendisini kaybedenler sonu cinayete varan şiddete yönelebiliyorlar! Yani TMK ve 6284 sayılı kanunların uygulaması, cinayet potansiyellerini ortaya çıkarıyor!

Siyasiler nafaka zulmünü tam düzeltme yoluna girecek iken, yerli ve yabancı feminist şeytanlar devreye giriyor, medyada kadın cinayetleri köpürtülüyor ve siyasiler korkuyla nafaka putuna boyun eğmek zorunda kalıyorlar.

Kısacası topluma rağmen, topluma ve değerlerimize aykırı olarak çıkardığımız ve adeta putlaştırdığımız yasalar yüzünden, ayarlarımız bozuldu, huzurumuz kaçtı, geçmişimizden koptuk, geleceğimizden endişelendik, ailemizi ve neslimizi koruyamaz olduk. Acilen; yıkıcı, bozucu ve hayata aykırı düşen yasaları değiştirmek, daha güzelleriyle yenilemek, ailemize ve neslimize yönelik sistemli saldırıları defetmek zorundayız!

Çıkarılan her yasa, toplumun yapısına ve ihtiyaçlarına göre özenle yazılmalı,  yürürlüğe girdiğinde ise toplumun her kesimi tarafından istisnasız uyulması sağlanmalıdır. Yoksa, cahiliye döneminde yaşayan ve kendi yaptığı putları yiyen Araplardan farkımız olmayacaktır.

Yarın çok geç olabilir değil! Zaten çok geç kaldık! Bu gecikmenin vebali, seçenler ve seçilenlerin üzerinde artarak büyüyor!

Uyanın Millet! Hem ahiretimiz hem de dünyamız kararıyor!

Görsel Kaynağı: https://4.bp.blogspot.com/arabianidols.JPG




Kavgada Üstümüze Yok! Sevişmeyi Bilmiyoruz!

Şehvet duygusu ve hazzı, özellikle erkekler için Cennetten dünyaya indirilmiş olan nimetlerin başında gelir. Açlık, susuzluk, barınma gibi temel ihtiyaçlardan hemen sonra harekete geçiren esas güç kaynaklarındandır.

Baba olmak, bir kadının sorumluluğunu taşımak, başkaları için ömür boyu çalışmak gibi fedakarlıkların, üzerinde geliştiği temel duygu şehvettir. Aile kurulduktan sonra, saf nefsani yapıdaki şehvet duygusu gelişir ve babalık sevgisi, merhamet, eşiyle arkadaşlık gibi yan dallar çıkarır ve zenginleşir.

Yüce Allah, kadınla erkeği birbirine muhtaç ve ekip olmaya mecbur şekilde yaratmıştır. Tek başına bir kadın, hiç bir zaman erkeğinin eksikliğini tam olarak gideremez. Aynı şekilde, erkekte hayatından karısı çıktığında hiç bir zaman mükemmel bir forma ulaşamaz. Asıl olan birlikte olmalarıdır. Bekar kalan veya kalmayı tercih eden kadın ve erkekler, aile olmanın sorumluluğunu taşımaktan çekinen, kendisiyle ilgili özgüven veya sağlık sorunları bulunan ve cinsel yönlerini körelten kişilerdir. İyi ve mutlu olabilirler ama mükemmel olamazlar. Her zaman bir parçaları eksik ve gelişmemiş kalır.

Yaratılış olarak, kadınla erkeğin birbirlerine üstünlüğü yoktur. Görevleri gereği verilen yetenekleri ve sorumlulukları vardır. Erkeğin koruma, besleme, yönetme gibi sorumlulukları; güçlü, kuvvetli, mantıklı, iradeli ve kararlı olmasını gerektirir. Kadının çocuk büyütme, yuva kurma, eşine yarenlik etme gibi sorumlulukları da merhametli, sabırlı, duygusal, algı ve iletişimi yüksek, sempatik ve esnek olmasını gerektirir. Bu roller ve yetenekler yaratıcımız olan Yüce Allah tarafından tayin ve dizayn edilmiştir. Birbirini mükemmel bir madalyon gibi tamamlayan kadın ve erkeğin fıtratına uymayan gelişmeler, birliklerini bozar ve kaosa neden olur. Kavga ve tartışmanın hakim olduğu yerde, ne huzur ne de birlik kalır. Bu inceliği fark eden insanlık düşmanları, kadın-erkek ve aile birliğini yıkabilmek için CEDAW ve İstanbul Sözleşmesi gibi hain projelerle saldırmaya devam etmektedir.

Hepimiz sanki diken üstünde yaşıyoruz! Her an kavga etmeye hazırız. Büyük bahanelere de gerek yok. Yemeğin tuzundan, pantolonun ütüsüne kadar, bir sürü neden bulabiliriz. Kadınlar, iletişimdeki ustalıklarını çözüm üretme konusunda sakınabiliyor, çatışmayı körükleyen tavırlara girebiliyorlar. İdare etme ve huzuru sağlamada olan üstünlüklerini esirgediklerinde, sıcacık yuvalarda kutup yelleri esmeye başlıyor! Erkekler ise, beyin ve iletişim gücüyle baş edemedikleri kadınları, kas gücüyle sindirmeyi marifet biliyor. Kendimizi anlatmaktan ve karşımızdakini ikna etmekten aciz kaldığımızda, hemen tartışmaya, hakarete veya şiddete yöneliyoruz.

Artık şunu anlamamız gerekir. Kadın ve erkeğin kalesi, kutsal mekanı, huzur kaynağı ve ahirete hazırlık durağı evidir, ailesidir. Bu kaleyi yıkmak isteyen, CEDAW, İstanbul Sözleşmesi, 6284 sayılı Kanun gibi yasal güvenceleri de arkasına almış bulunan sırtlanlar, bizleri yuvamızdan koparmak ve yok etmek için dört gözle fırsat kolluyorlar. Yöneticilerimizin bu konulardaki gaflet ve dalaleti, onların iştahlarını daha da kabartıyor ve gün geçtikçe hırçınlaşıyorlar. Allah’ın açıkça lanetlediği ve Lut Kavmini helak ettiği sapkınlığı yaşayan ve teşvik edenleri, kınamaktan dahi aciz bırakılıyoruz! Toplumsal Cinsiyet Eşitliği adı altında hayasızlığın özgürlüğünü istiyorlar. Biraz karşı çıkınca Nazi Subayı gibi insanlık düşmanı, homofobik yaftalarına maruz kalıyoruz.

Aile etrafında büyük tehlike ve oyunlar dönerken, bizler elimizin altında olan değerlerimizi, imkanlarımızı kullanmaktan aciz kalmışız. Aşk ateşlerimiz sönmeye yüz tutmuş, ufak bir yağmurda veya rüzgarda dağılmaya namzet haldeyiz.

Karı koca arasındaki iletişimin zirvesi cinselliktir. Öfkelerin yağ gibi eridiği, sevgilerin dağ gibi büyüdüğü şifalı bir etkileşimdir. Bu şifa ve sevgi pınarından ne kadar faydalanabilecekleri kendilerine ve becerilerine kalmıştır. Bir çoğumuz bu şifa kaynağının üzerine toprak atmış gibi yaşıyoruz. Muhteşem bir gala gösterisi olması gereken cinsel hayatımızı düşük bütçeli, ruhsuz, yasak savar, rutin etkinliklere çevirmişiz.

Kadınların anlaması ve dikkat etmesi gereken önemli bazı hususlar var. Aile huzurları ve gelecekleri için bunları görmeleri lazım. Yazıya girerken erkeklerin şehvet duygusuyla boşuna başlamadım. Erkekler için önemini ve etkisini vurgulamak istemiştim. Normal sağlıklı erkeklerin düzenli olarak şehvet ihtiyaçlarını gidermeleri gerekir. Ailesinde helal dairesinde cinselliğini güzelce yaşayabilen erkekler, gerçekten nasipli ve mutlu sayılırlar. Erkeklerine sahip çıkan, onları kurda kuşa yem etmeyen, haramlardan güzellikle sakındıran kadınlarımızdan Allah razı olsun. Cinsel yönden mutluluğu sürekli olan erkeklerin farkı, dış dünyanın yıpratıcı etkilerine karşı yüksek mukavemetlerinde, hayata pozitif bakmalarında, ailelerine bağlılıklarında, rızıklarını kazanmadaki gayretlerinde ortaya çıkar. Mutlu olan erkekler, mutlu etmek için ellerinden geleni yaparlar. Daha çok çalışırlar, daha anlayışlı ve sevecen olurlar.

Ailesinde cinsel mutluluğu ve tatmini normal sınırlar içinde bulamayan erkekler, sürekli aç gezen diyetteki insanlar gibidir. Her an diyetini bozmaya “kaçak et” peşine gitmeye namzettir. Mutlu olamadığı evine ve ailesine bağlılığı düşer. İlgisi  ve gayreti azalır. Sürekli nefsi ve ahlaki çatışma içinde olduğu için huzursuz ve gergin olur. Şehvetinin peşine gitmek isterken, dini korkuları ve toplumsal çekinceleri onu engeller. Bazen de engel olmaya yetmez. Bu sefer günaha düşmenin pişmanlığı ve utancı ile ruhsal çöküntü yaşar. Vicdanına sözler verir bir daha olmayacak diye, ama şehvetinin yükselen dalgalarına bir süre sonra yine dayanamaz ve böyle bir döngü içinde sıkışıp kalır. Porno bağımlılığı, bir ara çözüm veya kronik rahatsızlık olarak erkeklerin büyük bir kısmını etkisi altına almıştır. Cinsel uyaranların günlük hayatta ve internet gibi sınırsız medya içinde, yoğun bombardımana aldığı erkeklerin, kendilerini muhafaza edebilmesi oldukça zordur.  Sağlam bir iman ve irade gerektirir.

Kadınların, kocalarına kendi evlerinde cenneti veya cehennemi yaşatabilme güçlerinin olduğunu unutmadan davranmaları gerekir. Bu muazzam güç, onlara büyük bir sorumluluk yükler. Kadınların cenneti veya cehennemi kazanmaları, erkeklere nazaran çok daha kolaydır. Sevgi ve şefkat kahramanı kadınlarımızın kocalarına sahip çıkması, onların kendi yuvalarında cinsel huzurun ve doyumun zirvelerine birlikte çıkabilmeleri için yol göstermesi, yönlendirmeleri gerekir.

Erkeklerin büyük bir çoğunluğu, kadınların cinsel potansiyelini ortaya çıkarmayı, onların da gönüllü katılımını arttırmayı bilmiyor. Bu yüzden büyük bir aşkla başlayan evlilikler zamanla monoton ve renksiz bir hayata evriliyor. Aşk bitiyor denilen aslında sevginin ve cinselliğin gelişememesi halidir. Aşk duygusu ve tutkusu tıpkı bir uzay mekiğinin dünyadan ayrılması gibi, ilk ve yoğun enerjiyi sağlıyor. Ama uzaya çıkmakla iş bitmediği için, kalkıştaki yakıt kapsüllerinin ayrılması ve uzay ortamına uygun yakıtların devreye alınması lazımdır. Yoksa başıboş bir halde uzayda sürüklenme veya yer çekimiyle dünyaya geri düşme yaşanır. Evlilik hayatının sevgi kaynağı, cinsel mutluluk, yaşantılar ve gönüllü ilgi ve hizmetlerle beslenir. Cinsellik zayıfladığında kötüye gidiş başlar.

Erkekler cinselliği genellikle pornodan, bir kısmı da haram cinsel birlikteliklerden öğreniyor. Daha doğrusu öğrendiğini sanıyor. Gördüğü şeyler kadını insanlıktan çıkaran, bir et yığınından farklı göstermeyen, sadist, tek taraflı bir bakışın eseri olduğu için, gereksiz ve yanlış bir beklenti içine giriyor. Gördüklerini uygulamaya kalktığında ters tepiyor, kendi psikolojisi de bozuluyor. Kadın ve erkeğin cinsel birlikteliği mekanik bir sığlıktan çok daha ötede, iki enerji vücudunun birleşmesi ve her seviyede şifalı muhteşem bir alış verişin yaşantısıdır. Cinsel birliktelikte çok çeşitli kanallar kurma imkanı varken, çiftlerin bilgi ve beceri eksikliği tek kanal siyah-beyaz görüntüden daha öteye gitmelerine engel olabilir. Erkeklerin en büyük yanılgısı, cinsellikte kendilerini baskın ve söz sahibi görmeleridir. Şehvetlerinin yüksekliği ve hassasiyeti onlara bu duyguyu verir. Halbuki erkeğin cinsel ilişkiden alacağı zevkin ve mutluluğun, kadının olaya katılmasıyla doğrudan ilgisi vardır. Cinsellik ancak iki taraflı aktif katılım ve istekle zirvelere çıkabilir. Bir tarafın gereksiz baskınlığı veya tembelliği olaya sabotajdan başka bir katkı yapmaz. Kadınları dinlemek, sabırla ve sevgiyle yaklaşmak, potansiyellerini paylaşmaları için güzellikle teşvik etmek gerekir.

Cinsel yönden sorunlu evliliklerde, erkekler kadınların cinsel gücünü bilmez ve yönetemez. Kadınlar da küskün, bıkkın, bezgin, tatminsiz ve yasak savmacı tavırlar geliştirirler. Erkeklerin önce kadınlarını tanımaları, onları dinlemeleri, konuşmaya teşvik etmeleri ve uyarılarına utandırmadan  olumlu karşılık vermeleri gerekir. Karı ve koca arasındaki helal daire, çok geniş ve saklı hazinelerle doludur. Haramlığı sabit zamanlar (aybaşı gibi) ve fiiller (livata gibi) dışında, keşfedilecek yeni zevkleri ve mutlulukları birlikte bulabilmeleri için, önce sansürsüz iletişim kurabilmeleri ve tam güven içinde hissetmeleri lazımdır.

Kadınların en güçlü cinsel organları beyinleridir! Erkeklerin önce orayı keşfetmesi, kadınların kendilerini olaya dahil etmesini sağlamaları gerekir. Erkekler çoğu kere farkına varmaz ama, aslında kadınlar her zaman algıları açık ve duyguları hazır olabilecek yeteneğe sahiptir. Erkekler sonuca, kadınlar sürece değer verir. Olayın gelişimi ve yaklaşım üslubu önemlidir. Eve girdiğinden itibaren, erkeğin her tavrı ve sözü yaşanabilecek olayları olumlu veya olumsuz etkiler. Akıllı erkekler eşlerini küçük jestler ve sürprizlerle cinsel güzelliklerini sergilemede daha gönüllü olmaya yönlendirirler. Küçük bir jestle büyük mutluluklara kapı aralamak mümkündür. Cinsel hayatın zevklerini 20 katlı bir binaya benzetirsek, ömür boyu ilk bir kaç katta gezinmekte, çatı katına kadar çıkarak terasın keyfini çıkarmakta, karı-kocanın uyumunda ve birlikte arayışında saklıdır.

Bu konu hem çekici, hem tehlikeli, hem de lastik gibi uzatılabilir hassasiyete sahip olduğundan, burada bırakıyorum. Gelen talep ve yorumlar doğrultusunda haddimi aşmadan, hayır umarak yazmaya devam etmeye niyetliyim. Evlerimizdeki cennet ateşini güçlendirmemiz, sevgilerimizi büyütmemiz için biraz daha gayretli olmalıyız. Meşru kaynaklardan kendimizi ve ailemizi eğitmeliyiz. Özellikle kadınların kendilerini daha mutlu ve güvenli hissetmelerini sağlamalı, iletişimi açık tutmalıyız. Bizleri huzursuz edecek kadar yoğun cinsel sorunlar yaşadığımızda ise tedavi ve destek almaya açık durmalıyız.

Yüce Rabbim her Müslümana, evinde Cennet köşeleri kurabilmeyi, helal zevklere sonuna kadar varabilmeyi nasip eylesin.

Amin…

 

 

Görsel Kaynağı: https://compasswholehealth.com

*** Katkı ve desteğinden dolayı SÜCED (Sağlıklı Üreme ve Cinsel Eğitim Derneği) Başkanı  Sayın Jinekolog Opr. Dr. Ünzile GİRİŞGİN’e çok teşekkür ederim.