Demokrasi Galerimizi Puthaneye Çevirmişiz!
Kıymetli bir dostumun söylediği gibi, bugünlerde halimiz (Allah muhafaza eylesin) cahiliye dönemi Araplarından neredeyse farksız oldu!
Cahiliye Arapları tapınmak için helvadan putlar yapar, aç kalınca dayanamayarak onları yermiş.
Bizde, toplumun ihtiyacı ve rızası var mı diye doğru dürüst sorgulamadan, çoğu kez dayatma şeklinde yasalar çıkarıyoruz. Bu yasaların yanlış olduğunu anlasak da değiştiremiyor, adeta putlaştırıyoruz. Uygulamada işin ucu kendimize dokununca da, en başta ihlal eden yine bizler oluyoruz!
Örnek derseniz o kadar çok ki!
Güncel olandan başlayalım: Mesela, Sigara yasağı!
Sigara yasağı kanun ve yönetmeliklerini yazan bürokratlar, Milletvekilleri, uygulamak zorunda olan yöneticiler ve idarecilerin hemen hepsi, şayet sigara kullanıyorlarsa, kendi makam odalarında veya kurum içinde kapalı mekanlarda sigara içmekten vazgeçmiyor.
Yabancı birileri, misafir veya amirler gelince gizlemek dışında, pek bir şey değişmedi!
Kadına pozitif ayrımcılık adına, erkekler için özellikle evlilik hayatını Cehenneme çevirebilecek mevzuatları, İstanbul ve CEDAW gibi müstemleke sözleşmelerini imzaladık. Bu durum çığırından çıktı ve bütün erkeklerin hayatı, geleceği, şerefi, bir kadının iki dudağı arasından çıkacak “beyana” bağlandı. Yalan da olsa, iftira da olsa, ispat şartı olmaksızın infaz hükümleri uygulandı. Zulmü herkes görüyor ama putlaşan kanunlara dokunamıyor!
Kendisini eşine ve çocuklarına adamış, Allah’ın ve Peygamberin gösterdiği yolda ilerleyen kadınlarımızın, ayaklarında Cennet kokusunu, ellerinde Cennet bereketini taşıdığına inanıyor ve feminizm belasıyla yine bu Cennet kadınlarının desteğiyle başa çıkılabileceğini iyi biliyoruz. Allah onlardan razı olsun, sağlık ve mutlulukla dolu uzun ömürler ihsan eylesin.
Bazı kadınların teşhircilikte çığır açan halleri, Türk Ceza Kanunu 225. maddesinde Hayasızlık ve Teşhircilik suçu ile tanımlı olduğu halde, haklarında bir işlem yapılmıyor. Çünkü kadınlar da putlaştırıldı. Dokunmayı bırakın, yan bakan veya ağzını açan bile yanabiliyor. Özgürlük putumuz da var zaten. Onlara her şey serbest!
Eğitim sistemimizi Fulbright Anlaşması ile ABD’nin yönetimine verdik. Nitekim, bu anlaşmanın sağlıklı yürütülmesini denetleyen komisyonun resmi adı “Birleşik Devletler Eğitim Komisyonu”dur! Teknik olarak eğitimde ABD’nin 51. eyaleti sayılırız. Bu yüzden okula giden çocuklarımızın manevi değerleri alt üst oluyor, dinsizliği, İslam inancı yerine tabiatçılığı, evrimciliği benimseyen felsefeyle bozuluyorlar. Genel müfredatın içine sonradan eklenen seçmeli Kur’anı Kerim ve Hz. Peygamberin Hayatı gibi dersler beklenen faydayı sağlamıyor. Bozuk sütün içine eklenen sağlam süt gibi, etkileri kısa sürede kayboluyor. Müfredat putunu kökünden temizleyecek bir babayiğit henüz çıkmadı! Yamalar ve sürekli sistem değişiklikleri ile nesillerimiz heba olup gidiyor. Milyonlarca işsiz ve beceriksiz, inanç sistemleri alt üst olmuş, ailesine ve milletine yabancılaşmış gencimiz bu felaketin sonucudur.
Toplumun yapısına ve insanların fıtratına uymayan yasaklar, en ufak fırsatta çiğnenmek zorunda kalınıyor. Sakal yasağı gibi!
Kamuda çalışan erkeklerin sakal yasağı kağıt üzerinde kaldı. Siyasetçiler ve bürokratların büyük bir kısmı sakal bırakıyor. Yönetimin imkanı olduğu halde, bu yasağı kaldırmayıp fiili durumda serbestmiş gibi davranması, insanları ikircikli bir duruma sokuyor. Sakal mevzuatı da putlaştığından değiştirilemiyor. Belediyeler gibi değişen yönetimlerde ise her gelenin keyfine göre tutum sergilemesine meydan veriliyor. Mevzuatı uygulayanlar kötüleniyor.
Halen geçerli olan ancak, fiilen uygulanmayan 671 sayılı Şapka Kanunumuz var: “Türkiye Büyük Millet Meclisi azaları ile idarei umumiye ve hususiye ve mahalliyeye ve bilümum müessesata mensup memurin ve müstahdemin Türk milletinin iktisa etmiş olduğu şapkayı giymek mecburiyetindedir.Türkiye halkının da umumi serpuşu şapka olup buna münafi bir itiyadın devamını hükümet meneder” Millet Vekilleri ve Memurlar tamamen, halkta şapkadan başka bir şey giymemekle zorunlu tutulmuştur. Hayatın çok gerisinde kalan bu kanun neden değiştirilemez? Bu özelliği neyle tanımlanabilir?
Lakap ve unvanların kullanılmasını yasaklayan, 2590 sayılı kanun da hayatın akışına ve topluma ters düşenlerden birisidir. “Madde 1- Ağa, Hacı, Hafız, Hoca, Molla, Efendi, Bey, Beyefendi, Paşa, Hanım, Hanımefendi ve Hazretleri gibi lakap ve unvanlar kaldırılmıştır. Erkek ve kadın vatandaşlar, kanunun karşısında ve resmi belgelerde yalnız adlariyle anılırlar.” Bu kanun çıkarıldığı dönemde dahi, fiilen uygulanmamıştır. Halen kaldırılamamasına başka ne ad verilebilir?
677 Sayılı Tekke ve Zaviyelerin Kapatılmasına Dair Kanun da, kendisinden beklendiği şekilde tarikat ve cemaatlerin yok edilmesini sağlamamış, tam tersine daha kararlı şekilde örgütlenmelerine neden olmuştur. Bu yapıların devlet tarafından yok sayılması, tıpkı devekuşunun başını kuma gömmesi kadar etkili olabilmiştir. Kanunla insanların mağdur edilmesinin, dini değerlerin suistimal edilmesinin önlenmesi düşünülse de, boşluk ortamında kayıt dışı büyümenin derinliği kontrolden çıkmış, ehliyet ve liyakat gibi sorgulamalar yapılamaz olmuştur. Bugünlerde, Ali Kalkancı gibi şarlatanların ortaya çıkarak, peşlerine düşen insanları defalarca sömürebilmesi için bütün şartlar mevcuttur. Kanunla yasaklanan tarikat ve cemaatler devlet kurumlarında kısmen veya tamamen nüfuz ortamına kavuşabilmektedir. Öyleyse putlaştırılan yasaları kaldırarak, düzen ve denetimi sağlayan yasaları koymak daha doğru olmaz mı?
Avrupa Birliği (AB) olarak putlaştırdığımız hedefe ulaşabilmek için, neredeyse bütün manevi değerlerimize savaş açtık!
Faizden vazgeçemiyoruz ama, meşru alternatifi olan ticareti zorlaştırmak için her şeyi yapıyoruz! Türkiye’de her hangi bir işletmenin faiz pisliğine bulaşmadan faaliyet göstermesi imkansızdır! Bütün maliye kanallarımızda faiz zehiri dolaşmaktadır.
İmkanı ve fırsatı olan erkekler, özellikle ünlüler, birden fazla kadınla düşüp kalkıyor! Onların baş döndüren zina trafiğini normal görerek, magazin haberlerinde takip eder olduk. Ama zinaya düşmek istemeyenler için helal alternatif olan ikinci, üçüncü evliliği yasaklıyor ve ayıplıyoruz. Yani sınırsız zina serbest ama, helal olan ikinci, üçüncü evlilikler yasak! Putlaştırdığımız medeni kanun da hayatın akışından uzak ve ters duruyor. Zaten geldiği yer de bizden değildi!
İdam cezasını kaldırıp, Allah’ı ve maktüllerin can hakkını yok saydık! Adalete olan inancı sıfırladık. Vahşi katil ve sapıkların belasını, hapishanede kendileri gibi suçlu olanlardan bulmasını umar olduk! Devlete baş kaldıran ve masumları öldüren hainleri de beslemeye devam ediyoruz.
Domuzu normal kasaplık hayvanlar kategorisine ekledik! Büyük bir kısmı domuzdan ve az bir kısmı da mundar sığırlardan üretilen jelatin gibi katkıları hiç sorgulamadan ithal edip her üründe kullanmaya devam ediyoruz. Türkiye Helal Akreditasyon Kurumu var ama etkisi yok. Çünkü denetimleri zorunlu değil, gönüllü talebe bağlı. RTÜK kadar yaptırımı yok!
Zinayı ve hayasızlığı suç olmaktan çıkardık! Babalar dahi, öz kızlarını başkalarıyla zinadan men edemez oldu! Tepki gösterenler kendini karakolda ve mahkemede buldu!
İstanbul Sözleşmesiyle birlikte, her türlü cinsi münasebeti ve bunları yaşayanları hoş görmek zorunda bırakıldık! Oğullarımıza adamlığı, kızlarımıza kadınlığı ve anneliği öğretmemiz ayıp, toplumsal cinsiyet eşitliği düşmanlığı ve “kökü kazınacak” gerici eylemler olarak yasalarımızın üzerinde kabul edildi! Zulmün sesleri arş-ı alaya yükselince sayın Cumhurbaşkanı “İstanbul Sözleşmesi nas değildir.” dedi. O kadar. İstanbul Sözleşmesinin feminist savaşçıları bütün devlet kurumlarında ve siyasilerin yanında muteber konumdadır. İstanbul Sözleşmesi tam anlamıyla putlaşan bir olgudur!
1989 yılında, Türk Medeni Kanununda (TMK) yapılan bir kelime değişikliği büyük bir zulme ve köleliğe yol açtı. “Süresiz” nafaka ifadesi, 4721 Sayılı TMK’nın 175. maddesinde aynen korundu ve zulme devam denildi! 31 yıldır putlaşan bu zulüm yüzünden insanlar sıkıntı yaşıyor, hapse düşüyor, sigortalı çalışamıyor, yeniden evlenemiyor, evlense de huzur bulamıyor ve en kötüsü, çocuk haczi de eklenince kendisini kaybedenler sonu cinayete varan şiddete yönelebiliyorlar! Yani TMK ve 6284 sayılı kanunların uygulaması, cinayet potansiyellerini ortaya çıkarıyor!
Siyasiler nafaka zulmünü tam düzeltme yoluna girecek iken, yerli ve yabancı feminist şeytanlar devreye giriyor, medyada kadın cinayetleri köpürtülüyor ve siyasiler korkuyla nafaka putuna boyun eğmek zorunda kalıyorlar.
Kısacası topluma rağmen, topluma ve değerlerimize aykırı olarak çıkardığımız ve adeta putlaştırdığımız yasalar yüzünden, ayarlarımız bozuldu, huzurumuz kaçtı, geçmişimizden koptuk, geleceğimizden endişelendik, ailemizi ve neslimizi koruyamaz olduk. Acilen; yıkıcı, bozucu ve hayata aykırı düşen yasaları değiştirmek, daha güzelleriyle yenilemek, ailemize ve neslimize yönelik sistemli saldırıları defetmek zorundayız!
Çıkarılan her yasa, toplumun yapısına ve ihtiyaçlarına göre özenle yazılmalı, yürürlüğe girdiğinde ise toplumun her kesimi tarafından istisnasız uyulması sağlanmalıdır. Yoksa, cahiliye döneminde yaşayan ve kendi yaptığı putları yiyen Araplardan farkımız olmayacaktır.
Yarın çok geç olabilir değil! Zaten çok geç kaldık! Bu gecikmenin vebali, seçenler ve seçilenlerin üzerinde artarak büyüyor!
Uyanın Millet! Hem ahiretimiz hem de dünyamız kararıyor!
Görsel Kaynağı: https://4.bp.blogspot.com/arabianidols.JPG