Aşılmayan Kırmızı Çizgimiz Kaldı mı?

2 yılı aşkın süren Gazze olayları ve katliamlar serisi ile hem batılı ülkelerin, hem de halkı  Müslüman yönetimleri kukla ve gafil ülkelerin bütün foyaları meydana çıktı. Hümanist söylemlerinin, evrensel değerlerinin, BM ve AB orjinli örgütlerinin, İslam etiketli birliklerinin tamamen siyonizmin emrinde ve esaretinde olduğu ortaya çıktı.

Filistin ve Gazze konulu hamasette meydanı kimseye bırakmayanlar Güney Afrika kadar hakşinas, yıllardır savaşla yıpratılan Yemen kadar yiğit ve cesur olamadılar. İki devlet bir millet diye bildiğimiz ülkeler siyonistleri en vahşi zamanlarında bile petrolsüz bırakmamaya yemin etmiş gibi istikrarlı desteklediler.

İsrail ile önce inkar edilen ticaretimiz, sonra itiraf edilerek savunuldu, kamuoyunda karşılık bulamayınca kağıt üzerinde bitirilen, aracı ülke ve şirketler üzerinden sürdürülen utancımız olmaya devam etti.

Katliam serilerini durdurmak bir yana aç bırakılan mazlumlara bir çuval un gönderemez hale getirildik. Savaş suçu adına işlenmedik bir eylem bırakmayan katiller sürüsü için, mermi ve bombalarının karşısında Müslüman Gazze’lilerin varlığı yeterli sayıldı. Onların hasta, yaşlı, kadın, çocuk, bebek, engelli, sağlıkçı, gazeteci vs olmaları zerre kadar fark etmedi. Betondan konutlara, okullara, hastanelere, camilere olduğu gibi naylon ve kumaşlardan yapılmış çadırlara bile ayrım yapmadan bomba yağdırmaya diri diri yakmaya ve parçalayarak öldürmeye devam ettiler.

Gazze tamamen yıkıma uğradıktan sonra işledikleri savaş suçlarını örtercesine dayatılan barış planı bile azgın saldırılarına ve açlığa zorlayan izolasyonlarına engel olmadı. Aksine Hamas’ın elinden alınan rehinelerden sonra rahat ve pervasız saldırmaya başladılar.

Türkiye olarak kınamanın her türlüsünü cesurca icra eyledikten sonra, barış planı kapsamında garantör olduğumuz pozisyonda etkisiz ve çaresiz görüntümüz kahır sebebimiz oldu maalesef. Halbuki garantör devlet deyince Kıbrıs çıkarmasında olduğu gibi en kısıtlı şartlara rağmen destanlar yazabilen, dosta güven düşmana korku salabilen bir duruma ulaşacağımızı sanıyorduk. Düştüğümüz zillet halinin şekli yerine adı değişti sadece. Garantör eziklerden oluverdik. Bırakın İsrail’in saldırılarını durdurmayı, içimizde bulunan ve düzenli olarak katliamlara katılarak gelen çifte vatandaşlı hainleri Vatandaşlık Kanunu 29. madde c) fıkrasındaki açık hükme rağmen TC vatandaşlığından kovamadık, insanlık karşıtı suçları için yargılayamadık!

Filistin ve Gazze konusunda İslam dünyasının yaşadığı rezaletin acısını sindiremeden Sudan katliamları ile sarsıldık. Sudan’da siyonizmin saldırı uşaklığına soyunan körfez ülkelerinin de vahşette efendilerinden geri kalmadığını gördük.

Aslında bütün bu olayların kökeninde Müslümanların sahipsizliği, lidersizliği, bölünüp parçalanarak gayri Müslim şer odaklarının doğrudan veya taşeron yönetimlerinin elinde kahreden esareti yatıyor. O yüzden hem haçlı ve siyonist saldırılarına karşı korunmasız maruz kalıyor hem de kendi içlerinde yoldan çıkan grup ve yönetimlere karşı disiplin sağlayamıyor. 3000-3500 yıllık Yahudiliğin dini temsil makamı var, 2000 yıllık Hristiyanlığın mezhepleri dağınık olsa da Papalık gibi çoğunluk temsilcisi var ama bunlardan çok daha genç ve diri olan İslam dininin liderliği, tam yetkili istişare ve şura yapılanması neden yok? Bizim Türk Devletler İşbirliği Teşkilatı gibi suya sabuna dokunmayan, aciz ve etkisiz Arap işbirliği teşkilatı gibi kalan İslam İşbirliği Teşkilatını falan kimse örnek göstermesin! Müslümanları uyuşturmak için kurulmuş, kınamaktan öteye diş bile gösteremeyen birlikler, İslam’ın izzetini ve dirayetini asla karşılayamaz.

Müslümanların korunması için askeri çözüm ve caydırıcı önlemler sağlayamayan, Çin gibi ülkelerde yaşanan zulümleri sorgulayamayan, Myanmar’a imdat eyleyemeyen, azgın ve şımarık terör devleti israil’in keyfine göre saldırmalarını önleyemeyen bütün devlet ve organizasyonlar İslam’dan uzak ve eksiktir! Kepli ve cüppeli Rahip ve Papazların karşısına takım elbise ve kravatla oturan müftülerimizin hiç mi kalbi sızlamadı?

Dünyada İslam’ın izzetini koruyacak bir makam olsaydı, Papayı “Taleal Bedru” kasidesi okuyarak karşılayan Müslüman ve Hristiyan kadınlar korosu şaklabanlığına sessiz kalır mıydı? İslam’ı ve Kelime-i Tevhit gibi mühürlenmiş değerlerini babasının malı gibi tahrif ederek değiştirme cüretinde olan devlet adamları, Besmele ile kilise açan idareciler bu kadar pervasız takılır mıydı?

Velhasıl aşılmadık kırmızı çizgimiz kaldı mı? Neye kıymet verdiysek yerlere düşüren ve üzerinde eşekler gibi tepinen alçak siyonistler ve onların paralı/gönüllü uşakları yüzünden bir türlü normale dönemiyoruz, normali düşünüp konuşamıyoruz! Bütün İslam ülkelerinde farklı hurafeler, dayatmalar, putçuluğu aşan uygulamalar dine zorla monte edilmeye çalışılıyor. Emirle hutbeler okutuluyor! Lawrens artığı yöneticiler eliyle, İslam’ın kalbi sayılan beldelerde her geçen gün yeni rezaletlere imza atılarak sınırlar ve sabırlar zorlanıyor. Güya dindar bilinen TV kanallarımızda bile batıl ve İslam öncesi tanrılara dua edilerek şirkin normalleşmesine, zihinlerin bulanmasına hizmet ediliyor!

Daha ne diyelim? Bizi bize bırakma Ya Rabbi!…




Yemen’den Kahve Değil, Katliam Sesleri Geliyor!

Yemen deyince aklımıza gelen ilk şey kahve olurdu. Birde, çobanlık yaptığı sırada ateşte kavrulmuş yabani yemiş çekirdeklerini keyifle çiğneyen develerini fark ederek, ilk defa kahveyi keşfeden ve insanlığın keyfine armağan eden Peygamber aşığı büyük evliya Üveys El Karani (Veysel Karani) hazretleri tabii ki.

Bugünlerde ise ne zaman Yemen adı geçse, onlarca masumun katliamı, okul çocuklarının füzelerle vurulması, insanların açlıktan kırılması ve benzeri vahşet sahneleriyle anılıyor.

Eski bir türkümüzde olduğu gibi “Kahve Yemen’den gelir ” değil artık. Katliam sesleri, zalimlerin kirli savaşları içinde parçalanan masumların feryatları geliyor, duyabilen kulaklara, acıyabilen kalplere. Mazlumun dini sorulmaz lakin, bu masumlar üstelik Müslüman din kardeşimiz iyi mi?

Derinlemesine politik tartışmalara ve mezhep lakırdılarına girmeyeceğim.

Dilsiz şeytan olmamak için yazıyor ve haykırıyorum ki, yakın geçmişte İngiliz ajanlarının öncülüğünde sapıtan ve Osmanlı başta olmak üzere, tüm İslam ümmetine hıyanet ederek, kutsal beldeleri işgal altında tutan Vehhabi Suud zalimlerinden de beriyim, gözü dönmüş bir şekilde Irak ve Suriye’de Sünni Müslümanları katletmekten çekinmeyen, Irak’ın işgal edilip parçalanmasını sağlayan ve emperyalist yayılmacı politikalar güden aşırı Şia İran zalimlerinden de beride ve karşısındayım.

Yemen’deki kavgaların makul nedenlere dayalı olmadığına, iki zalim ve gözü dönmüş taraf yüzünden masum halkların savaş yemi yapıldığına inanıyor ve böyle hissediyorum.

Doymak bilmez iştahını soğutmak ve olabildiğince sömürebilmek için, bütün İslam ülkelerini fitne ateşleriyle yakan, kurduğu kukla örgütler ile her cenahta suni savaşlar başlatıp, Müslümanların birbirini kırmasını sağlayan, her tarafa silah satan, parasını alamadıklarını da Suudiler gibi uşak yönetimlerden haraç olarak tahsil eden ABD isimli şeytani devletin, sattığı silahlarla vuruluyor kardeşlerimiz.

Hacda kesilen milyonlarca kurban etinin bir kısmı telef olup çöle gömülürken, yanı başında açlıktan ölecek hale gelen kadınlar ve çocuklar var Yemen’de.

AFAD, TİKA, KIZILAY, İHH ve daha nice gözümüzün nuru, ümmetin gururu olmuş kurumlarımızdan dahi Yemen’le ilgili bir haber veya etkinlik duymuyoruz. Neler oluyor sormamız lazım. Oradaki mazlumlardan ve açlık çeken çocuklardan hesap sorulmayacak mıyız?

Eskiden olsa ne yapalım gücümüz yetmiyor deyip hayıflanırdık. Şimdi Allah’ın izniyle gitmediğimiz ve yardım edemediğimiz bir coğrafya kalmadı neredeyse. Yemen o kadar mı uzak, gözlerimiz o kadar mı kör, kulaklarımız o kadar mı sağır?

Yemen’de iki zalim güç arasında sıkışıp kalan halk ile Gazze’de İsrail terör devletinin kuşatması altında duran halk arasında bir fark yoktur. 

Ümmetin umudu haline gelmiş liderlerimizden de güçlü bir karşı duruş ve masumlara kol kanat geriş bekliyoruz. Unutmayalım ki, kralları öldüğünde ulusal yas ilan ettiğimiz Suudi rejimi ve onların kuklası olan BAE gibi  yönetimler çoğu kez bizim yanımızda değil, zalim İsrail ve ABD yanında durmuş ve onları finanse etmekten çekinmemiştir.  O halde neyden ve kimden korkuyoruz? 

Böyle coşmuş yazarken aklıma birden geldi de, bu zalimlere durun dediğimizde karşımıza dikilip, “Siz daha fethin sembolü Ayasofya Camisini bile açık tutamadınız Hristiyan efendilerinizi memnun etmek için Müslümanlara yasaklayıp haçlılara açtınız ” derlerse nasıl cevap verebiliriz? Ayasofya Camisinin utancı  ve Fatih’in laneti üzerimizde duruyor, tüm dünya da Müslümanlar elem ve gözyaşı içinde kalmış.

Eyvahlar olsun bizlere demeyelim artık. Mabetlerimiz şenlensin, ümmetimiz birleşip güçlensin, zalimlerin kuklası, din ve ümmet düşmanı hain ve darbeci yöneticilerimizde defolup gitsin ülkelerimizden.

Biz kendi eksiklerimizden başlayalım, Ayasofya’yı İslama kavuşturalım yeniden, katil ve tecavüzcüler için İdamı getirelim ki kalpler huzura kavuşup teskin olsun.

Yemen’i okurken, mezhep gözlüklerini takanlara yazıklar olsun. Mezhep görüntülü maddi çıkar ve politik kavgalarını yapan ve masumların katledilmesini sağlayan zalim taraflar da, Cehennemin en derin kuyularında yer bulsun inşallah.

Yemen’i görün, konuşun ve anlatın ki zalimlerde az da olsa bir çekinme olsun. Hayasız ve ölçüsüz saldırılarını rahatça yapamasın alçaklar.

Yemen yanı başında açlık çekerken, tıka basa yeyip içen, saçıp savuran Suudi zalimlerin lokmaları boğazında kalsın, burnundan gelsin, hayır ve huzur bulamasınlar inşallah.

Allah’ım bizleri zalimlerden beri eyle! 

Allah’ım bizleri mazlumlara kol kanat geren müşfik ve cömertlerden eyle!

Allah’ım bizleri mazlumlara yardım ederken mezhep, çıkar, hesap gözetmeyenlerden eyle!

Amin…

 

Görselin kaynağı: 
https://moderndiplomacy.eu/2018/06/12/americas-genocide-in-yemen-starts-tuesday/